Şampiy10
Magazin
Gündem

Ahiret karşısında dünya varlığının hiç kıymeti yoktur

DÜNDEN DEVAM

Ahd üçe ayrılır: 1- Doğrudan Allah’a verilen ahd. 2- Peygamber aracılığıyla Allah’a verilen ahd. 3- İnsanların kendi aralarındaki ahd. Doğrudan Allah’a verilen ahd, insanın yaratılışından itibaren kendisinde bulunan Allah’ı tanıma yeteneğidir. Kişi bu itiraf üzere yaratılmıştır. Araf Suresi’nin 172’nci ayetinde bu fıtrat ahdine (doğal ahde) işaret edilmiştir. Peygamber’e verilen ahd ise sahabilerin ona bey’atı, Müslümanların da onun dinine girmekle buyruklarına uyacaklarını üstlenmeleridir. Kendi aralarındaki randevular da bu iki ahd kadar önemlidir. Müslüman’ın gerek Allah’a, gerek Peygambere, gerek insanlara verdiği sözde durması lazımdır. İnsanların birbirlerine verdikleri söz de Allah’ın tanıklığıyla verilmiş olduğu için Allah’a verilen söz kadar önemlidir. Verdiği sözde durmayan kimse, Müslümanlığın en önemli vasfını kaybetmiş, sözünde durmayan münafık veya müşriklerin vasıflarını almış olur. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’de müminlerin sözlerinde duran insanlar oldukları sık sık vurgulanmaktadır.

Yemininden cayanlar...

Menfaat karşılığında sözünden dönmek, ahdi ve yemini az bir paraya satmak kabul edilmiştir. Sağlanan çıkar, ahdi bozma karşılığında alınan bedel ne kadar fazla olsa da ahiret karşısında dünya varlığının hiçbir değeri yoktur. Dünya “Az bir geçim”den ibarettir. Sözünden dönenler, paha biçilmez ahiret nimetlerini, tamamı az bir geçimden ibaret olan dünya menfaatiyle değiştirmiş olurlar. Ayette ahdinden ve yemininden cayan kimseler, büyük günahların hiçbiri için kullanılmayan bir uyarıyla uyarılmaktadırlar: Ahdini ve yeminlerini az bir paraya satanlar, ahirette hiçbir şey bekleyemezler. Allah’ın, yüzlerine dahi bakmayacağı o suçlular, acı bir azabın içine atılırlar. Yüce Allah, sözlerinde durmayan küfür önderleriyle savaşılmasını buyurmuştur: “Yeminleri olmayan, sözlerinde durmayan o küfür liderleriyle savaşın, belki yaptıklarına son verirler” (Buhari, Zekât, bab: 14, hadis: 42). Peygamber de yalan söylemenin, sözünden caymanın ve güvene hıyanet etmenin, kişinin münafık olduğunu gösteren üç belirgin işaret olduğunu söylemiştir.

Yazının devamı...

‘Onlar için acı bir azap vardır’

* DÜNDEN DEVAM

“ALLAH’IN indirdiği kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Kıyamet günü Allah ne onlara konuşacak ve ne de onları temizleyecektir. Onlar için acı bir azap vardır” (Bakara 174). Bu ayet, doğruyu gizleyen, birkaç kuruşluk dünya menfaati için dinini satan kimselerin uğrayacakları kötü sonucu canlandırmaktadır. İnsana dünya cazip gelse de gayrimeşru tarzda, yalan ve haksızlıkla, hakkı gizlemekle elde edilen dünya malı, aslında cehennemin ta kendisidir. O haram şeyleri yiyenler, yemek yediklerini sanırlar ama içlerine cehennem ateşini indirdiklerinin farkında değillerdir. Kıyamet gününde Allah, buyruklarını tutanlara hitap edecekken bunlara konuşmaz, bunları temizlemez. Allah’ın temizlemediği kimseler de acı azabın içinde kalırlar. Şimdi bunlar, o ahiret azabını nasıl düşünmeden dünyada böyle hakkı gizlemeye kalkıyorlar? Ateşe ne kadar dayanıklı insanlar (!) ki hakkı gizleyerek kendilerini ateşe atmaktadırlar. Hakkı gizleyen her insan, ayetin belirttiği sonuca uğrar. Kasten kitabın üzerinde ihtilaf etmekten kaçınmak lazımdır.

Başka bir ayette de dünya çıkarı için birilerinin hoşuna gidecek biçimde dinin hükümlerini değiştirenlerin, ahirette nasipsiz olacakları da gayet çarpıcı biçimde vurgulanır: “Fakat Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlara konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır” (Âli İmran: 77). Ayette, Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya satanların yani şu geçici dünya menfaati karşısında sözlerinden cayan, yeminlerini bozan kimselerin ahirette bir nimet elde edemeyecekleri, Allah’ın onlara asla değer vermeyeceği, yüzlerine dahi bakmayacağı, acı bir azaba uğrayacakları vurgulanmaktadır. Eyman, yeminin çoğuludur. Arapça’da sağ el anlamına gelen yemin, Türkçe’deki ant anlamında kullanılır. Yemin eden kişinin yemin sırasında sözünü güçlendirmek için söz verdiği veya konuştuğu kimsenin sağ elini tutarak yemin etmesi âdet olduğundan, yemin, ant içmenin adı olmuştur. “Ahd” ise söz verme, randevu demektir. Ahd, Allah’ın bir hakkıdır. Buna hıyanet edilemez.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Din öğretimi uzmanlık ister

SORU: Dinimizde “aracıya ihtiyaç yok” deniyor ama bilgisi bizden çok olanlardan para karşılığında mı istifade edeceğiz? “Dini parayla satanlar, cehennemin odunudur onlar” ayetinde kastedilen kimlerdir?

CEVAP: Din parayla satılacak bir şey değildir. İslâm’ı getirmiş olan Hz. Muhammed Aleyhisselam’a defalarca, “Bu tebliğime karşılık sizden bir ücret, çıkar beklemiyorum. Sırf Hakk’ın rızasına ve sevgisine ermek için bunu size anlatıyorum” demesi emredilmiştir. Bugün her alanda olduğu gibi din öğretimi de uzmanlık ister. Bu uzmanlık özel kurumlarında alınır. Din eğitimi veren okullarda uzmanlık alanlar, öğretmen olur, vaiz olur. Devletin birer memuru olan imam, vaiz, müftü, öğretmenin görevleri dini öğretmektir ama bu iş için gayet doğal olarak maaş alırlar. Aksi takdirde vakitlerini tamamen bu göreve harcayanlar, geçimlerini nasıl sağlarlar? Başka türlü din hizmetleri yürütülemez. İslâm’ın ilk çağından beri de uygulama böyledir.

Din bilgisi öğretmeni veya müftü olan bir insan başka iş yapacak durumda değildir. Başka iş yaparsa asıl görevini yapamaz. Ama bir din bilgini, kendisinden sorulan sorulara Allah rızası için cevap vermelidir. Bunun için sorandan para beklemek yahut parayla şuna buna Kur’ân okumak doğru değildir. Çünkü Kur’ân para karşılığında satılacak bir şey değildir. Din uzmanı ara sıra kendisinden sorulan sorulara elbette bir karşılık beklemeden cevap verir. Ama her işini tamamen bırakıp kendisini sırf bu işe verirse o zaman geçimini sağlayacak başka iş yapamayacağı için harcadığı mesai karşılığında bir ücret alması normaldir.

Eğer sizin kastınız radyo ve televizyonlardaki astronomik rakamlarla fetva dağıtanlar ise tamamen haklısınız. Yalnız vurgulamak gerekir ki onlara bu konuşmaları yaptıranların da samimi olmaları, reyting için değil, halkı aydınlatmak için program yapmaları gerekir. Böyle bilgi verme amaçlı programların hem yapan hem de yaptıranlar tarafından Allah rızası için yapılması gerektiği kanaatindeyim. Ama bir taraf sırf reytingle para kazanmak için böyle programlar düzenliyorlarsa o zaman da oraya katılan uzmanların bundan pay almaları normal sayılmalıdır. “Dini parayla satanlar cehennemin odunudur” şeklinde bir ayet bilmiyorum.
DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Mesih’in geri geleceğine dair bir ayet yok

SORU: Kur’ân-ı Kerîm’de Mesih’in geri geleceğiyle ilgili bir ayet var mı?

CEVAP: Mesih’in geri geleceğine dair Kur’ân’da bir ayet yoktur. Tersine onun da her insan gibi öldüğü vurgulanmaktadır. Bu konuda “Soru ve Cevaplarla İslâm” adlı eserimde yazdıklarımı burada özetleyelim: “İsa’nın göğe çıktığına ve ahir zamanda ineceğine dair yakin (kesin bilgi) ifade edecek bir haber yoktur. Bu konudaki rivayetlerin hepsi ahad (bir iki kişi) haberlerinden ibarettir. Kaldı ki İsa’nın ineceği hakkında anlatılanlar, Ehl-i Beyt’ten Mehdi adında adil bir imamın geleceğine dair anlatılan rivayetlere benzerlik gösterir. Mehdi hakkındaki rivayetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu rivayetler, mütevatir olmadığı gibi meşhur bile değildir. Hadisçiler katında sahihin altında bir derece olan hasen hadis kabul edilmiştir. Kesinlik ifade etmeyen bu hadislerle itikad kurulamaz.

Kur’ân’da İsa’nın öldüğü Maide 116, Al-i İmran 54 ve Enbiya 34’üncü ayetlerde Hz. Muhammed’ten önce hiçbir insana ebedi yaşam verilmediği, onun da bir gün öleceği belirtildiğine göre İsa’nın öldüğüne inanmak gerekir. Ancak İsa, genelde Hristiyanların sandıkları gibi öldürülmemiş, çarmıhlanmamış, Allah onu korumuş ve normal bir şekilde vefat etmiş, ruhu da göklere (cennete) yükselmiştir. İsa’nın ölmediği ve ahir zamanda yeryüzüne döneceği hakkındaki rivayetler çelişkilerle akıl ve mantığa sığmaz söyelemlerle doludur. İslâm’da ahad haberiyle itikad kurulmaz. Bizim gökten İsa’nın inmesini yahut ortadan kaybolmuş imamın çıkmasını ya da Mehdi’nin gelmesini beklemeye ihtiyacımız yoktur. İslâm, kıyamete kadar baki olan son dindir. Onun güçlenmesine yardım eden, bu uğurda canını feda etmeye hazır olan her Müslüman İsa’dır, imamdır, mehdidir.

Diyelim ki bugün İsa geldi. “Ben İsa’yım” dedi. Ona ne Hristiyanlar ne de Müslümanlar inanır. İnsanlar, yerleşmiş inançlarını bırakmazlar. Gelecek olan İsa, Hristiyanları Müslümanlığa davet etse, sanki bütün Hristiyanlar dinlerini bırakıp hemen İslâm’a girerler mi? Evvela onun İsa olduğunu kabul etmezler. Ona hakaret ederler, iftiralar atarlar. Müslümanlar da ona inanmazlar. Nitekim kendisini İsa veya Mehdi olarak takdim eden bazı kişiler çıkmış, kendilerine inananlar olmuş fakat Müslümanların çoğunluğu bunları reddetmiştir.”

Yazının devamı...

Kimsenin kadınları camiden dışlamaya hakkı yoktur

SORU: 28 Mart 2008 tarihinde bir okurunuzun sorusuna verdiğiniz cevapta, cuma namazının inanan kadın ve erkeklere farz olduğunu belirttiniz. Bu konuyu defalarca yazdığınızı da ifade ettiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığınız dönemde, kadınların da camilerin bir bölümünde cemaatle kılmalarını sağlayabilirdiniz. Böylece dinimiz ve ülkemiz adına büyük bir onur ve sevap kazanırdınız. Annem ve eşim vefat etti. Onları cemaatle hiç cuma namazına götüremedim. Buna çok üzülüyorum. Kadınların camiye girmesinin engellenmesi hangi devirde başladıysa bu ibadet özgürlüğünü onların elinden alanlar büyük günah işlemişlerdir. (M. Ali Altıntaş)

CEVAP: Siteminizde kendi açınızdan haklı olabilirsiniz. Ama bilinmelidir ki kısa süre Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış olan bir insan, bir sürü sorunlarla boğuşurken birden bire bütün bid’atları ortadan kaldıramaz. Halkı, asıl din diye yıllarca uyguladığı alışkanlıklarından vazgeçirmek kolay değildir. Büyük tepkilere yol açacak olan bu meselelerin yavaş yavaş ve bilimsel alt yapı hazırlanarak yapılması gerekir. Aksi takdirde iş siyasete intikal eder. Ve siz de orada kalamazsınız.

Toplu namazlara gelirlerdi

Şunu belirtmek gerekir ki, hiç kimsenin kadınları camiden dışlamaya hakkı yoktur. Çünkü Peygamberimiz, “Allah’ın kadın kullarının mescide gelmelerine engel olmayınız” buyurmuştur. Ancak kadınların, erkek safları arasında bulunması ibadet nezahetine uymaz. Peygamberimiz döneminde kadınlar da özellikle cuma ve bayram gibi toplu namazlara gelirler fakat mescidin arka tarafında, erkek saflarının arkasında dururlardı. Peygamberimiz, vefat ettiği Hz. Ayşe’nin odasına gömülmüştür. Halk grup grup Ayşe’nin odasına girip Peygambere ayrı ayrı namaz kıldı. Allah’ın Elçisi karşısında bir kişi imam olup namaz kıldıramadı. Erkeklerden sonra kadınlar ve çocuklar da girip namaz kıldılar (İbn Hişam, Siretu’n-Nabiy, 2/660-661, 1375/1955). Bu olay açıkça gösteriyor ki, kadınlar da cenaze namazına katılır ve erkek saflarının arkasında saf tutarak namaz kılar.

Yazının devamı...

‘Herşeyi kadere bağlamak ne kadar doğru?’

SORU: Kader, imanın şartlarındandır. Ama korkaklık, cahillik ve tembellik kader değildir. Herşeyi kadere mal etmek ne kadar doğrudur acaba? (Özcan Gözükızıl)

CEVAP: Kaderin dışında kalan hiçbir şey yoktur. Kader, Allah’ın bilgisinden ibarettir. Allah’ın bilgisi dışında kalan bir şey düşünülebilir mi? Kaderin iki yönü vardır: Külli iradeye bağlı yönü, bunda insanın rolü yoktur. Cüzi iradeye bağlı yönü. Kaderin bu yönü insanın seçimine bağlıdır. İnsan aklıyla neyi seçerse o olur. Yaratan yine Allah ama seçim insandan olduğu için o sorumludur. Olmuş bitmiş hiçbir olay kaderin dışında değildir. O zaman Allah’ın bilmediği ve yaratmadığı olayların bulunması gerekir. Her şeyi yaratan Allah’tır. Kimini kendi külli iradesiyle yaratır. İnsanın akıllı veya aptal olması, uzun veya kısa boylu olması, Türk veya İngiliz olması gibi... Kimini de insanın seçimine, isteğine göre yaratır. İnsanın namaz kılması veya günah işlemesi... Bunları yaratan da Allah’tır ama seçen insandır.

Kişinin korkak veya yiğit olması ise elbette kısmen çevreye bağlı olsa da büyük ölçüde anadan babadan gelen genlerin etkisiyle oluşur. Çok zeki insanla çok bön insan bir mi? Aptal insanı ne kadar eğitsen, bir ölçüde eğitebilirsin ama onun mucit olması mümkün değildir. Çünkü kabiliyet atalardan süzülüp gelir. İnsanın başına gelen olayları kadere havale etmesi de kötü bir şey değildir. Çünkü bu insana huzur verir, üzüntüden, umutsuzluktan kurtarır, Hakk’a bağlılığa yöneltir.


Camiler yatsı namazı sonuna kadar açık olmalı

SORU: Ailece en büyük keyfimiz de gittiğimiz yerlerdeki camilerde namaz kılmaktır. Ama genellikle ayakkabı konulan giriş bölümünde kılıyoruz. Çünkü camiler kilitli. Hocalar yok. Onlar vakit namazını kıldırıp görevlerinin bittiğini mi düşünüyorlar? (Çiğdem İyiaksu)

CEVAP: İmam sadece namaz kıldırmakla yetinmemeli, bir görevli mutlaka camide bulunmalı, camiler açık tutulmalı, soru sormak isteyen, din hakkında bir şeyler öğrenmek isteyenlere yardımcı ve rehber olmalıdırlar. Müftülükler tarafından bu konuda tedbir alınması gerekir. Gelenler, ayakkabı konulan yerde namaz kılmak zorunda bırakılmamalıdır. Camiler yatsı namazı sonuna kadar açık tutulmalıdır

Yazının devamı...

‘Kadere inanan üzüntü çekmez’

SORU: İki senedir çok kötü olaylar yaşadım. Psikolojim bozuldu. Sürekli haksızlığa uğruyorum. Artık tahammülüm kalmadı. Oysa ben topluma faydalı olmak istiyorum. Kendi çapında ibadetini yapan biriyim. Bu durumdan kurtulmak için ne yapmalıyım?

CEVAP: “Kadere inanan üzüntüden kurtulur” diye bir hadisi şerif vardır. Bizim hayatımızın ana çizgilerinin ezelden belirlenmiş olduğunu düşünün. Tabii bize göre ezelden ama Allah’a göre zaman yok. Şimdiki zamanla ezel aynı. Allah’ın bilgisi değişmez. Öyle ise başımıza gelen olaylar, ruhen olgunlaşmamız için çizilmiştir. Zorumuza giden olayların bizim deneyim kazanıp olgunlaşmamızda payı vardır. Allah ne yaparsa hep yerindedir. Siz elinizden geldiği kadar iyilik yapın. Başınıza gelen olayları ve aleyhinize çevrilen dolapları kaderin bir cilvesi görüp Allah’ın kazasına razı olun. Mutlu olacaksınız. Çok sıkıldığınız zaman “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim” diye zikredin. Allah size sabır ve huzur versin. Hiç ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü Kur’ân’a göre Allah’ın rahmetinden ancak inançsızlar ümit keser. Siz inançlı insansınız. Bu günler çabuk geçer. İleride mutlu olursunuz.







Namazda esas olan ruhun hissetmesidir

SORU: Sureleri ve duaları Türkçe okuduğum zaman daha iyi anlıyorum. Acaba namazdaki duaları Türkçe okumamın bir sakıncası var mı? (Feyyaz Yüksel)

CEVAP: Duaların hepsini anlayacağın dille yani Türkçe yapmak daha güzeldir. Çünkü bu şekilde ne dediğini bilmiş olursun. Kur’ân, namazda kişinin ne dediğini bilmesini önermektedir. Yalnız namazda okunan sureleri aslından okumak daha iyidir. Bunlar zaten çok fazla değil. 10 tane ayeti ezberlersin, bunların Türkçesini de öğrenirsin. Birkaç gününü veya birkaç saatini versen bu işi halledersin. Fatiha’yı, Kevser ve İhlas surelerini okurken manalarını bildiğin için daha çok etkilenirsin. Ama rükûda, secdede okunan tesbihlerin, tahiyyat dualarının Türkçe anlamını okuyabilirsin. Hangisini okurken daha çok konsantre oluyorsan sevap olan odur. Çünkü namazda önemli olan ruhun hissetmesi, etkilenmesidir.

Yazının devamı...

‘Karanlıkta namaz neden mekruhtur?

SORU: 1- Karanlıkta namaz kılmanın bir sakıncası var mı? Bildiğim kadarıyla mekruh sayılıyor. Neden? 2- Abdest aldıktan sonra kolonya sürmek abdesti bozar mı? 3- İçinde alkol olan ağız spreylerini kullanmak dinimizce sakıncalı bir durum mudur? (Melda Akpınar)

CEVAP: 1- Ben de karanlıkta namaz kılmayı severim. Namaz kılanlar dışarıdaki varlıklarla, objelerle meşgul olmasınlar, düşüncelerini maneviyata yoğunlaştırsınlar diye eskiden camiler loş yapılırdı. Ancak karanlıkta namaz kılmanın mekruh sayılmasının iki hikmeti vardır: a) Peygamberimiz zamanında çıplak toprak üzerinde, kimi zaman da yolculuklar sırasında kırlarda kılınırdı. Karanlıkta zehirli haşarat olabilir. Göz kapalı olursa insan farkına varmadan bu hayvanlar tarafından ısırılabilir. b) Ayrıca ansızın düşman saldırabilir. İşte böyle tehlikelerden korunmak için namazda gözün açık olması uygun ve bazen gerekli görülmüştür.

“Tedbiri elden bırakmayın”

Nitekim Nisa Suresi’nde savaş yolculuklarında ibadet esnasında düşmanın saldırısına karşı tedbirin elden bırakılmamasına dikkat çekilmiştir: “Ey inananlar, (uyanık bulunup) korunma(tedbirleri)nizi alın. Bölük bölük ya da hep birlikte savaşa gidin” (Nisa: 70), “... İnkâr edenler istediler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet etseniz de birden üzerinize bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz ya da hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur” (Nisa: 102)

2- Kolonya temizlik maddesidir. İçmek haramdır ama temizlik için kullanmakta sakınca yoktur. Abdesti de bozmaz.

3- İçinde alkol olan ağız spreylerini kullanmakta sakınca yoktur. Çünkü alkolün haram kılınmasındaki hikmet sarhoş etmesidir. Sprey insanı sarhoş etmez. Ağız kokusunun giderilmesine yardımcı olur. Dinin özü budur. İçinde az miktarda alkol bulunan nebiz gibi maddeleri içmekte sakınca görmeyen bilginler vardır. İmamı Azam da bunlardan biridir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.