Şampiy10
Magazin
Gündem

Cuma hutbesi namazdan önce okunur

SORU: Bir kitapta, Peygamberimiz zamanında cuma namazı kılındıktan sonra hutbenin okunduğu bilirtiliyor. Cuma namazından önce hutbe okunmasının Emeviler döneminde başladığı da ifade ediliyor. Bu doğru mu? Eğer doğru ise günümüzde hâlâ Emevi âdeti mi devam ediyor? Bu uygulamanın sürdürülmesi bid’at değil midir? (Aydın Ezel)

CEVAP: Bu soruya daha önce verdiğim cevap şöyledir (Soru ve Cevaplarla İslâm: 2/402): Hz. Muhammed’in cuma hutbelerini namazdan sonra okuduğu görüşü ortaya atıldı ama bunun kaynaklarda bir dayanağı yok. Ancak Hz. Peygamber’in bayram namazlarında hutbeyi, namazdan sonra okuduğu fakat Emeviler zamanında halkın, namazdan sonra yöneticinin konuşmasını dinlemeyip dağıldığı görülünce Medine valisi Mervan’ın, itirazlara rağmen hutbeyi öne aldığı Mebsut’ta anlatılmaktadır. Ancak bu, bayram hutbesiyle ilgilidir. Bugün bazı yazarlar, bayram kaydını düşürüp sanki cuma hutbesinde böyle yapıldığını belirtiyorlar. Kaynaklarda böyle bir şeye rastlamadım.

Kaynaklarda bir kanıt yok

Ancak Kur’ân’ın anlatımından cuma hutbesinin yani konuşmasının namazdan sonra yapıldığı anlaşılır. Çünkü Cuma Suresi’nde ticaret ve eğlence sesi duyanların, cuma konuşmasını yapmakta olan Peygamber’i ayakta bırakıp gittikleri belirtilir. Ancak onların namazı kıldıktan sonra gittikleri anlaşılır. Namaz kılmadan çıkmaları söz konusu olamaz. İşte bu ifadeden surenin işaret ettiği olaya kadar cuma hutbesinin namazdan sonra okunduğu anlaşılır. Sanıyorum ki halkın dağılmadan konuşmayı dinlemelerini sağlamak için Peygamberimiz, bu olaydan sonra hutbeyi namazdan önceye almıştır. Rivayetlere Peygamberimizin bu uygulaması yerleşmiştir. Dediğim gibi cuma hutbesinin namazdan sonra okunduğu hakkında kaynaklarda bir kanıt yoktur.

YARIN: Cuma hutbesi namazın bir bölümüdür.

Yazının devamı...

‘Güzel övgüler hep senin içindir’

SORU: Rükûdan doğrulurken, “Semiallahü limen hamideh” dedikten sonra “ve leke’l-hamd hamden kesiren tayyiben mübareken fih” de denebiliyormuş. (Şevkani, II, 317-322). Bunun Türkçe meali nedir? (A. Pınar Uzunalioğlu)

CEVAP: Rabbena leke’l-hamd; “Rabbimiz hamd, övgü sana özgüdür” demektir. Hamden kesiren tayyiben ise “çok, tüm güzel övgüler hep senin içindir” anlamına gelir. Bu rivayet birçok hadis mecmuasında mevcuttur. Beyhaki’nin çıkarımına göre Rifa’a ibn Rafi, “Biz Allah Resulü ile beraber namaz kılıyorduk. O başını rükûdan kaldırırken Semiallahu limen hamideh (Allah, kendisine hamdedenin hamdini işitti)” deyince Peygamber’in arkasında bulunan bir kişi, “Rabbena leke’l-hamdu hamden kesiren tayyiben mubareken fih (Rabbimiz sana pek çok, pek bol hamdolsun. O hamd sayesinde bize bolluk bereket ver)” demiş. Namazdan sonra Hz. Peygamber, o sözü kimin söylediğini sormuş. Adam, “Ben söyledim ey Allah Elçisi” demiş. Allah’ın Elçisi buyurmuş ki: “Otuz küsur melek gördüm. Her biri, bu sözü daha önce yazmak için birbiriyle yarışıyordu.”

Hz. Ali’nin rivayetine göre Peygamberimiz rükûdan doğrulurken şöyle demiştir: “Semiallahu limen hamideh rabbena ve leke’l-hamdu mil’e’s-semavati ve’l-ardı vema beynehuma ve mil’e ma şi’te min şey’in ba’du (Allah, kendisine hamdedenin hamdini işitti. Rabbimiz, gökler, yer dolusunca bu ikisi arasında bulunanlar ve bundan öte varlıklar -tüm uzay- dolusunca sana hamdolsun)” Şevkani büyük bir İslâm bilginidir. Onun birçok eseri vardır. Sözünü ettiğiniz cümle “Neylu’l-Evtar” adlı kitabında bulunmaktadır.

Rum Suresi 17-18. ayet

SORU: Kur’ân mealinizdeki Peygamber efendimizin tavsiyesi olan “fe-subhannellahi hine tumsûne ve hine tusbihûn ve lehu’l-hamdu fissemavati velardi ve aşiyyen ve hine tuzhirun” duasının anlamı nedir?

CEVAP: Peygamberimizin tavsiye ettiği şey, Kur’ân’da Rum Suresi’nin 17-18’nci ayetleridir. Meali de şöyledir: “17- Öyle ise akşama girdiğiniz zaman da, sabaha erdiğiniz zaman da tesbih Allah’ındır (O’nun şanının yüceliği anılır).18- Göklerde ve yerde, akşamleyin de, öğleye erdiğiniz zaman da hamd, O’na mahsustur.”

Yazının devamı...

Sevgide din ve inanç temel faktördür

SORU: İslâm’da ırkçılık kesinlikle yasaklanmıştır. Acaba güzel dinimiz, başka milletleri aşağılamayacak şekilde yapılan milliyetçiliğe de karşı mı? (Feyyaz Yüksel)

CEVAP: İslâm’da ırkçılık, yani bir ırkın diğer ırktan üstün olduğunu savunmak ve bir ırkın diğerlerine baskı kurmasını sağlamak gibi şeyler elbette haramdır. Ama Rum Suresi’nde renklerin, dillerin değişik olması Allah’ın bir mucizesi olarak takdim edilir. Hucurat Suresi’nde de insanların birbirlerini tanımaları için Allah’ın, insanları kabilelere, milletlere ayırdığı belirtilir. Dünya milletleri, bir ulus içindeki aileler gibidir. Her millet ailelerden oluşur. Dünya ulusları da çeşitli milletlerden meydana gelir. İnsanın her şeyden önce kendi ailesini tanıması, onların iyiliğine çalışması kadar doğal bir şey yoktur.

Ahzab Suresi 5’inci ayette, “Rahim sahipleri, yani kan bağıyla bağlı olan akraba, birbirlerine daha yakındır. Bunların birbirlerine iyilik etmeleri daha uygun ve doğaldır” buyurulmaktadır. İnsan yardımları önce ailesi içindeki fakirlere yapar, sonra mahalle komşularına, kent halkına, kendi ulusuna ve bütün dünya uluslarına... İnsanın kendi milletine yakınlık duyması, onları koruyup kollaması kadar doğal bir şey olamaz ama ulus sevgisi, inanç sevgisinin üstüne çıkmaz. İnançları birbirine ters insanlar, aynı aile bireylerinden olsalar da kolay kolay birbirlerine ısınamazlar. Sevgide inanç ve din temel faktördür. Sevgide, koruyup kollamada öncelik, insanın kendi ulusuna aittir ama inanç birliği genel çerçevedir.







Namazda avretle ilgili yorumlar farklıdır

NAMAZDA avret konusunu soran okuruma cevabımdır: Bu mesele din uzmanlarına göre değişik yorumlanır. Malikilere göre sadece kaba avret yerleri yani edep yerleri kapalı olursa yeter. Fakat Hanefilere göre göbekten diz kapağına kadar kapalı olması gerekir. Bana sorarsanız sizin diz kapağınızın biraz üstünün görünmesi namaza engel değildir. Yeter ki namazınızı kılın. Yalnız camiye giderken diz kapağını örten bir pantolon giyin, yoksa dikkat çeker. Kimseyi rahatsız etmemek en doğru yoldur.

Yazının devamı...

Her şeyde kötü niyet aramayın

SORU: Gittiğim camide imam vaazında şöyle dedi: “Bazıları 50’sinden sonra namaza başlıyor. 50 sene Allah’a sırtını dönüyor sonra zararın neresinden dönülse kârdır misali, Allah’a yüzünü dönüyor. Aklının erdiğinden beri namaz kılanla 50’sinden sonra başlayanın gideceği yer aynı değildir.” Ben, 50’sinden sonra ibadetlerimi yerine getirmeye çalışan biriyim. Allah’ın affının sonsuzluğuna hep inandım. Allah, kulları arasında böyle bir ayırım yapar mı? Bu imam neye dayanarak böyle sözler sarf edebiliyor?

CEVAP: İnsan vardır bir saat ibadet eder, 50 yılda alınmayan manevi yolu alır. Manevi derecelere yükselir. İnsan vardır 50 yıl ibadet eder, hiçbir mesafe kat edemez. Bu iş zamanla değil insanın ihlasıyla içtenliğiyle ilgilidir. Ne demiş Süleyman Çelebi: “Bir kez Allah dese aşk ile lisan, dökülür cümle günah misl-i hazan.” İslâm’da ümitsizlik yoktur. O imamın amacı da insanları bir an önce Allah’a yöneltmekmiş herhalde. Her şeyde kötü niyet aramak doğru değil. O vaazın tamamını dinleyeceksiniz ki imanı asıl amacının ne olduğu anlaşılsın. Yoksa bir iki cümleyle hüküm vermek yanlış olabilir. Allah kullarına şah damarlarından yakındır. Ve can boğaza gelinceye kadar kulunun tövbesini kabul eder. Yeter ki kul, ömrünün bir aşamasında doğru yolu bulmuş olsun.







İnsanların hayalleri

SORU: Buhari’nin bir rivayetine göre Resulullah, “Beni rüyada gören gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez” demiştir. Rüyada Peygamber diye gördüğümüz kişi gerçekten o mudur?

CEVAP: Şeytan, Hz. Peygamber’in gerçek suretine bürünemez ama herhangi bir insan suretine bürünüp kendisini Peygamber veya herhangi bir veli şeklinde takdim edemez mi? Peygamberimizin şemaili Şemail kitaplarında bellidir. Kimi Peygamberi ceket pantolonlu, kimi kırmızı fes üzerine sarıklı görüyor. Yani herkes Peygamber’i bir biçimde görüyor. Oysa Peygamber kendi fiziksel hayatında ne ceket pantolon giydi, ne de kırmızı fes üzerine sarılı sarık... Bunlar insanların hayalleridir. Yazdığınız hadisin Peygamber’in sözü olduğuna inanmıyorum. Onun için kesin bir şey söyleyemem. Ancak Peygamber’i görmüş olanın içinin bambaşka hislerle, feyizlerle dolmuş olması gerekir.

Yazının devamı...

Bireyler kendi isteklerine göre ceza uygulayamaz

SORU: İslâmiyet’te zorlama yoktur. Dinimiz hoşgörü dinidir. Bunları Kur’ân’dan anlıyoruz. Ama Nur Suresi’nde zina yapanların cezalandırılmaları isteniyor. Bunu nasıl açıklayabiliriz? Ülkemizde böyle bir ceza uygulaması olmadığı için Kur’ân’a karşı mı gelmiş oluyoruz? (Cemil Ziya Karagöl)

CEVAP: Zorlama olmayan husus, inanıp inanmama meselesidir. Hiç kimse İslâm’a inanmaya veya namaz kılmaya, oruç tutmaya zorlanamaz. Ama zina konusu, başkalarının hakkına, toplum hukukuna tecavüzdür. Toplum düzeninin korunması için yasaların uygulanması gerekir. Devlet, vergisini vermeyenden zorla alır. Cinayet işleyen cezalandırılır. Aksi halde herkes adam öldürmeye kalkar. Düzen kalmaz. Zina da öyle. Yapan ceza görmezse namuslara saldırı başlar. Toplumun namusu nasıl korunacak? Ama Allah ile kul arasındaki konularda ceza ve zorlama yoktur. O konudaki hataların cezası tamamen Allah’a aittir. Dileyen inanır, dileyen inanmaz. Ama inanmasa da zina yaparsa, cinayet işlerse, hırsızlık yaparsa cezasız bırakılmaz.

Cezadan maksat toplumda fuhşun işlenmesini ve yayılmasını önlemek, namusu korumaktır. Bu cezayı mahkeme kararıyla devlet uygular. Bireyler kendi isteklerine göre ceza uygulayamazlar. O zaman kargaşa olur. Anarşi doğar. Amaç düzeni sağlamak ve fuhuşu önlemek olduğuna göre bunun tedbirini devlet alır. Birçok dünya devleti gibi Türkiye Cumhuriyeti de laik devlettir. Halkı temsil eden parlamento bu ilkeyi benimsemiş ve bunu anayasasının değişmez maddeleri arasına almıştır. Laik devletler din hukukunu uygulamazlar, kanunlarını kendileri yaparlar. Bireyler, devletin uygulamalarından sorumlu değillerdir. Aşırı düşüncelerin kimseye bir yararı olduğunu sanmıyorum.

Lanet okumayın

SORU: Genç kızken birinin tacizine uğradım. O kişi yıllar önce öldü ama ona hâlâ bela okuyorum. Yaptığımdan doğru mu?

CEVAP: Size kötülük yapılmış. Elbette bunu içinizden atmanız zor. Ama bela okumak size bir şey kazardırmaz. En iyisi tamamen unutun. O kişi eğer günahı varsa zaten onun cezasını çekmektedir. Ona lanet okumanız sonucu değiştirmez.

Yazının devamı...

Filistin’e yardım dinimizin emrettiği kardeşliğin gereğidir

* DÜNDEN DEVAM

Kısa ömürlü insanlar için uzun gelen süre, Yaratan’a göre bir andan ibarettir. Her şeyden önce Müslümanların birlik olması, iki Filistin örgütünün düşmanlığı bırakıp uzlaşmaları gerekir. Onların hasımlığı, İsrail’in ekmeğine yağ sürer. İsrail’i bu saldırısının dinden kaynaklandığını düşünmek doğru değildir. Hiçbir din, masum insanları öldürmeyi önermez. Tevrat’ın çıkış kitabında şöyle buyurulur: “Kötülük için çokluğun peşinde olmayacaksın... Eğer düşmanının kaybolan öküzüne yahut eşeğine rastlarsan mutlaka onu kendisine geri vereceksin. Eğer senden nefret edenin eşeğini yükü altında çökmüş görürsen onu kendi haline bırakmayacaksın, mutlaka onu kurtaracaksın... Suçsuzu, iyi insanı öldürme... Ve garibe haksızlık etmeyeceksin. Siz garipliğin ne olduğunu bilirsiniz. Çünkü siz de Mısır diyarında gariptiniz” (K. Mukaddes, Çıkış: 23. bölüm).

Kitap böyle söylüyor ama insanlar dini kendi istedikleri biçimde yorumlayıp saldırı aracı yapıyorlar. Az da olsa İsrail’in içinde dinin özüne bağlı insanlar da var. Onlar bu acımasız saldırıyı tasvip etmiyor. Nitekim gazetelerin yazdığına göre bir İsrail pilotu, ülkesinin katliam yaptığını söyleyip görevinden ayrılmış. Geçen cumartesi Yahudi sinagogunda savaşta ölen Filistinliler için dua edilmesi de güzel bir inceliktir. Bir yandan yaralarının ıstırabıyla, bir yandan açlıkla, yoklukla pençeleşen Filistin halkına yardım etmek gerekir. Herkes elinden ne gelirse, gönlünden ne koparsa yardım olarak göndermeli. Beş lira on lira, Filistin halkına yardım etmek dinimizin emrettiği kardeşliğin gereğidir.





Namaz oturuşunda dua

SORU: Namazlarda Rabbena ve Salli-Barik duaları okunmadığı takdirde farz yükümlülüğü kalkmış olur mu? (Tunç Alp)

CEVAP: Namazda son oturma farzdır. Bu esnada Subhanellah gibi tespih de okunabilir, dualar da... Sadece ettehiyyatu okunup selam verilse de farz yerine gelmiş olur.

Yazının devamı...

Filistin’de insanlık dramı yaşanıyor

18 günden beri İsrail, Filistin halkının üstüne fosfor bombaları yağdırıyor. Ölüm kusuyor. Masum insanlar, çocuklar parçalanıyor. Babalar, anneler önlerine İsrail’in bombalarıyla parçalanmış çocuklarının cesetlerini sıraya dizip ağıtlar yakıyor, haykırıyor dünyaya. Ama duyan olsa da cevap veren yok. İsrail’e dur diyecek bir güç yok. Rusya, Gürcistan’a saldırınca batı ayağa kalktı. Kısa süre içinde saldırı durduruldu. Ruslar geri çekilmek zorunda kaldı. Ama Gazze için, Filistin için aynı hassasiyet gösterilmiyor. Neden acaba? Müslüman’ın kanı ucuz mu? 300 milyon Arap var. Birçoğu son derece zengin. Topraklarının altı, siyah altınla dolu. Batı ekonomisi onların dolarlarıyla besleniyor. Bunların bu saldırıları önleme gücü yok mu?

Bölük pörçük İslâm devletlerinin her biri kendi sorunlarıyla meşgul. Irak’ın durumu belli. Körfez ülkeleri zaten Amerikan etkisinde. Türkiye’nin pek çok sorunu var. İçeride PKK - Ergenekon, dışarıda Kıbrıs-Ege sorunları. Durum böyleyken Hamas’ın kimi aşırıları attıkları teneke bombalarla âdeta İsrail saldırısına zemin hazırladılar. İlk bombayı Hamas mı attı, yoksa İsrail’in saldırısı için kasten zemin mi hazırladı, şimdilik bilinmiyor. İsrail ordusu, öldürülen bir İsrailli’ye karşılık en acımasız biçimde onlarca masum insanın canına kıyıyor. Üstelik uyguladığı sıkı ambargoyla sivil halkı aç, susuz, ışıksız perişan durumda bırakıyor.

Filistin, 16. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar 400 yıl Osmanlı egemenliğinde rahat etti. Ama bir taraftan kimi basiretsiz, aşırı ırkçı Arap liderlerinin Osmanlının düşmanlarıyla işbirliği yapması, diğer taraftan da Suriye ve Filistin bölgesinin komutanı Cemal Paşa’nın kimi terörist ırkçı Arap liderlerini idam ettirmesiyle Arap-Osmanlı arasına düşmanlık tohumları ekildi. Ve Osmanlı’dan kurtulacaklarını sanan Araplar batının tuzağına düştü. Küçük küçük devletçiklere bölündüler. Hayalleri suya düştü. Belki de Osmanlı’nın ahıdır, o günden bugüne hiç Filistin halkının yüzü gülmedi. Artık olan olmuştur. Elbet bir gün Filistinliler, Gazzeliler özgürlüğe kavuşurlar ama zamanını Allah bilir.

Zalim yine bir zulme giriftar olur âhir

Elbette olur ev yıkanın hanesi viran.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Zekât sadece Allah’ın hakkı değil fakirin de hakkıdır

SORU: Bir yazınızda geçmiş namazların kazasının olmayacağını belirtmiştiniz. Bu, zekât için de geçerli mi? Kişi, geçmiş dönemde vermemiş olduğu zekâtları vermekle yükümlü mü? Eğer yükümlü ise bu dönemde zekât verecek parası yoksa ne yapmalı?

CEVAP: Evet her şey için geçerli. Geçen geçmiştir. Kişi, dinin hükümlerini uygulamaya başlamasından itibaren geçmişteki kusurları tövbeyle affedilir. Yalnız zekâtın, namaz ve öteki ibadetlerle farkı vardır. Namaz ve Allah ile kul arasındaki öteki ibadetler Allah’a bağlılığın gereğidir. Ama zekât bir ibadet olması yanında devlete verilen vergidir. Tabii Peygamber devletini kastediyorum. Bugün devlet zekât almaz. Artık zekât kulla Allah arasında ve kulla fakirler arasında bir eylemdir. Zekâtını vermeyen Allah’a karşı kusuru yanında fakirlere karşı görevini yapmamış olur.

Çünkü zekât, sadece Allah’ın hakkı değil fakirin de hakkıdır. Zariyat Suresin’de korunan müminlerin mallarında fakirlerin belli bir hakkı bulunduğu vurgulanmaktadır. İşte bu husus düşünülürse zekâtın namaz ve oruç gibi olmadığı anlaşılır. Çünkü verilmeyen zekâtta Allah’ın hakkına saygısızlık olduğu gibi fakirin hakkına da tecavüz vardır. O halde zekâtını vermemiş olan bir Müslüman ibadetini yapmasa da fukaranın hakkı olan zekâtını vermeli, onların hakkını üstünde bırakmamalıdır. Daha önce zekâtını vermemiş, sonra eylemli İslâm’a dönmüş ama bu kez de zekât verecek parası yoksa artık o geçmişten sorumlu değildir. Çünkü eylemli İslâm, makablini (öncesini) siler.


Kur’ân’ı okumayan kişi dinden çıkar mı?

SORU: Kurân’ı reddeden biri dinden çıkıyorsa, hiç okumayanların durumu ne olacak? Kur’ân’da ne yazdığını bilmeden Allah’ın sözü kabul eden kişi belki okusaydı Kuran’ı reddedecekti. Kur’an okumadan Müslümanlık olmamalı. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? (E. Aslanoğlu)

CEVAP: Dini ve dinin kitabı Kur’ân’ı gönülden kabul eden kimse mümindir. Okuyunca onun imanı artar. Kur’ân’ı reddedenler önyargıyla okudukları için böyle davranıyorlar. Sağduyuyla okuyanlar Kur’ân’ı reddedemezler. Ben de sizin gibi düşünmüyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.