Şampiy10
Magazin
Gündem

İsrail neden bu kadar güçlü? (1)

Okurum Sabri Kurt, Pakistanlı Dr. Faruk Saleem adlı bir bilim adamının, Yahudilerin İslâm âlemi karşısında neden güçlü olduklarını anlatan karşılaştırmalı yazısını gönderdi. Bu yazıyı değerlendirmek istiyorum: Dünyanın çeşitli bölgelerinde yalnızca 14 milyon Yahudi, buna karşılık yaklaşık 1.4 milyar Müslüman yaşıyor. Yani bir Yahudi’ye 100 Müslüman düşüyor. Durum böyleyken Yahudiler tüm Müslümanların toplamından 100 kez daha güçlüler.

Neden? Eğitimden, eğitimin sayı ve kalite farkından. İslâm’ın ilk beş asrında büyük keşiflere ve bilimsel gelişmelere imza atmış olan İslâm âlemi, daha sonra Kur’ân’ın amacı dışında ne dünyaya ne de ahirete yaramayan ayrıntılarla, şerhlerle uğraşmaya yöneldi. Yahudiler ise Allah’ın asıl kitabı olan Evren’in kanunları üzerinde kafa yordular, çağdaş gelişimi yakalayan bilim adamları yetiştirdiler. Albert Einstein, psikanalizin babası Sigmund Freud, Karl Marx, Paul Samuelson, Milton Friedman, aşı iğnesini yapan Benjamin Rubin, çocuk felci aşısını geliştiren Jonas Salk ve Albert Sabin, lösemiye karşı ilaç geliştiren Gertrude Elion, Hepatit B aşısını geliştiren Baruch Blumberg Yahudiydi.

Eğitime yatırım yaptılar

Ayrıca Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili çalışmalarıyla, Bernard Katz nöromüsküler iletişim (kas-sinir sistemi arası iletişim) alanındaki çalışmalarıyla, Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirmesiyle, Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi) çalışmalarıyla dalında Nobel Ödülü kazanmış olan Yahudi bilim adamlarıdır. Dr. Faruk Saleem’in yazısında daha pek çok Yahudi bilim adamından ve bunların çalışma ve buluşlarından söz edilmektedir. Son 105 yılda 14 milyon Yahudi’nin bilim dalında 100’ün üzerinde Nobel Ödülü kazandığı, 1.4 milyar Müslümanın içinde yalnızca 3 kişinin Nobel Ödülü aldığı da belirtilmektedir. “Neden Yahudiler bu kadar güçlü?” sorusu, “özgün eğitim”le yanıt bulmaktadır. Eğitime yatırım sağlayan Yahudilerden de bahsedilmekte, Yale Üniversitesi Başkanı Richard Levin’in de Yahudi olduğu vurgulanmaktadır. Daha sonra film yönetmeni ve yapımcısı Yahudilere de yer verilmektedir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Gece namazı için en makbul zaman seher vaktidir

SORU: Mesai satlerim çok uzun ve yorucu olduğu için ne yaparsam yapayım gece namazlarına kalkamıyorum. İnanın her yolu denedim. Yatmadan geceyi bekleyip kılsam aynı değerde olur mu? Gece namazının en makbul zamanı nedir? (H. K.)

CEVAP: Müminin niyeti, bizzat eyleminden hayırlıdır. Siz gece namazına niyet ediyorsunuz ama kalkamıyorsunuz. Kalkıp namaz kılmış gibi sevap alırsınız inşallah. Gece namazının mazereti olabilir. Çünkü Kur’ân’ın açık ifadesine göre gece namazını bütün sahabiler değil ancak Peygamber ve çok manevi seçkinler kılıyordu. Ama sabah namazını kılmayan yoktu. Siz sabah namazını kılın. İleride gece namazlarını kılma imkânı da bulursunuz umarım. Gece namazı için en uygun vakit şafağın atmasına bir saat yahut yarım saat kalan vakittir. Bu vakte “seher vakti” denilir. Kur’ân-ı Kerîm seher vakitlerinde kalkıp Allah’a yalvaranları övmektedir.

“Geceleri az uyurlardı”

“Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için (mal) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah’tan bağışlanmalarını dileyenleri Allah) görmektedir”

(Al-i İmran: 17).

“16- Rablerinin, kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce güzel davranırlardı, 17- Geceleri pek az uyurlardı,18- Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi, 19- Mallarında dilenci ve yoksul için hak vardı” (Zariyat: 16-19).

“15- Bizim ayetlerimize o kimseler inanırlar ki onlar, kendilerine öğüt verildiği zaman derhal secdeye kapanırlar. Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar.

16- Yanları yataklardan uzaklaşır, (gece teheccüd namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayrılıp kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.

17- Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler aydınlatıcı(nimetler)in saklandığını hiç kimse bilmez” (Secde: 15-17).

Yazının devamı...

Tartışmalı rivayetler

SORU: Bazı kaynaklarda Hz. Muhammed’in söylediği belirtilen, “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” ve “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır” hadisleri doğru mu? (Mehmet B. Ertuğrul)

CEVAP: Çeşitli hadis kaynaklarında yer alan birinci hadis doğrudur. Ancak hadisin söyleniş şartını ve zamanını iyi okuyacaksınız ki, Peygamberimizin neden öyle söylediği anlaşılsın. Yalın olarak okumak insanı yanıltır. Sad ibn Ebi Vakkas’ın anlatımına göre Hz. Peygamber, “Ali’nin üç özelliği vardır ki, onların sadece birinin bende olmasını, kırmızı develere sahip olmaktan daha çok isterim”, “Harun’un Musa yanındaki yeri ne ise Ali’nin de benim yanımdaki yeri odur” buyurmuştur.

Birkaç komutan değişmesine rağmen Hayber’in bir türlü fethedilememesi üzerine Peygamberimiz, “Bu bayrağı yarın öyle bir adama vereceğim ki, Allah’ı ve Resulünü sever” demiştir. Yine Ali için, “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlası(efendisi)dır” buyurmuştur. Hakim’in Müstedrek’inde, Taberani’nin El-Mucemul-Kebir 65/11’de Abdullah ibn Abbas’tan çıkardıkları ikinci hadis üzerinde çok tartışma vardır. Darekutnu böyle bir hadis olmadığını, Tirmizi bu sözün münker olduğunu, Buhari bunun doğru olan hiçbir yönünün bulunmadığını, Yahya ibn Main ise uydurma olduğunu söylemişlerdir. Ben de ikinci rivayetin doğru olduğu kanısında değilim.

İmrenilecek bir sevgi

SORU: Rabbim ve Hz. Peygamber konu edildiğinde göz yaşlarımı tutamıyorum. Onları düşündüğümde dünya hayatından soğuyorum. Bu haksızlıklar, kötülükler, acımasızlıklar, çelme takmalar, fesatlıklar yüzünden bazen “Allah canımı alsa da kurtulsam bu hayattan” dediğim oluyor. (Ünal Orhan)

CEVAP: Allah’a ve Peygamberimize âşık olmak ne kadar güzel. Bundan Allah’ın da sizi sevdiği anlaşılır. Çünkü Allah sizi sevmese siz O’nu sevemezsiniz. Ama hayattan bıkmak, çok sevdiğiniz Peygamber yoluna aykırıdır. Tam tersine sizin gibi düşünenlerin sayısını çoğaltmasını Allah’tan isteyin ki dünya şeytanların, çıkarcıların, edepsizlerin eline düşmesin. Büyük peygamberlerin nasıl kötülüklere direndikleri bilinmektedir. Kur’ân da Hz. Peygamber’e, “Azim sahibi peygamberler gibi sabret” buyurmaktadır.

Yazının devamı...

Mudarebe usulü finans sistemi

SORU: Muhammed Hamidullah’ın bir eserinde şöyle diyor: “Bankaların faaliyetlerini üç ana başlık altında toplayabiliriz: Fonların transferi, tasarrufların korunması ve yatırımlar (veya para kazanmak gayesiyle ödünç vermeler). Bu işleyişin masrafları, parayı kullananların sırtına yüklenecektir. Geriye sadece ticaret, sanayi veya başka iktisadi sebeple ödünç verme meselesi kalıyor. Banka borç verdiği kişilerin kârlarına olduğu gibi zararlarına da iştirak ederse İslâm buna izin verir, değilse vermez.” Humidullah, banka faizinin helal olduğunu mu anlatmaya çalışıyor?

CEVAP: Hamidullah Bey’in helal dediği şey İslâm’da “Mudarebe şirketi” denilen uygulamadır. Bu, kâr-zarar ortaklığıdır. Hamidullah Bey diyor ki: “Bankanın diğer işlemleri ticarete girer. Bunlar zaten helaldir. Ödünç ve kredi verme hususlarında da eğer banka, kredi alanın kârına ve zararına ortak olursa yani kredi alan zarar ettiği takdirde banka bu zarara ortak olursa o zaman verdiği krediden aldığı faiz yani kâr payı helaldir.” Bu, mudarebe şirketi koşuludur ama bankalar böyle bir şeyi düşünmezler. Hatta İslâmi finans kurumları da zarara ortak olmazlar. Sadece öyle görünürler.


Aslı olmayan yorumlar

SORU: Çevremde hayli ünlü bir kişi, “Zikir çekmek beyne takviye yapar. Her canlının cennetlik mi cehennemlik mi olduğu bebek canlandığı anda belli olur. Cehennem güneştir. Mezara diri diri girilecek. Müşrikler mezarda hapis kalacak” gibi birtakım iddialarda bulunuyor. Bu tip yorumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Kur’ân bilimlerini öğrenmeden kendisini Kur’ân tefsircisi yerine koyan bu zatın sözleri birçok insanı etkiliyor. Çünkü etkilenenler de Kur’ân’ı bilmiyor, dini bilmiyor. Ne demek kabre diri diri girmek? Ölen kişi dirilir mi? Kuruyan ağaç yeşerir mi? Kabre giren cesettir. Topraktan çıkmış olan ceset, tekrar çürüyüp toprağa karışmaya mahkumdur. Ruh ise ölmez, kabre de girmez. Kendi özel âlemine gider. Güneşin cehennem olduğu iddiası ise delilsiz bir söylemdir. Dünyaya hayat verenin güneş olduğunu bilimden anlayan herkes bilir. Güneş olmasa hayat olmaz. Hayat kaynağı olan güneşi cehennem görmek büyük hatadır. Güneş eğer cehennem ise cennet neresi?

Yazının devamı...

Camilere tablo koymak bidattır



SORU: Geçen hafta camiye gittiğimde imamın namaz kıldırdığı bölümde iki büyük camekânlı tablo gördüm. Beytullah ve çevresindeki camilerle Kabe alanının üstten görünüşü yer alıyordu. Görüntü gerçekten güzeldi. Ancak sizin de her zaman vurguladığınız gibi İslamiyet şatafat ve gösterişten uzak olması gereken bir din olduğuna göre bu tür şeylere gerek var mı? Ben bu durumdan rahatsız oldum. Bu konuyla ilgili düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.

CEVAP: Hassasiyetiniz yerindedir. Camilerin sade olması gerekir. Öyle levhalara, tablolara gerek olmadığı gibi tür şeylerin konulması bidattır. Özellikle namaz kılanların dikkatini dağıtacak kıble duvarına bunların konması hiç doğru değildir. Buna benzer bir örnek Peygamberimizin hayatında yaşanmıştır. Hz. Ayşe kıbleye rastlayan pencereye resimli perde asmış. Peygamberimiz bunun kaldırılmasını emretmiş. “Haram mı?” diye soran Hz. Ayşe’ye, “Hayır ama beni namazda meşgul ediyor” buyurmuştur.

Kıbleye dönmek sadece bir semboldür. Namaz kılan gönlünü sadece Allah ile meşgul edecek, ne kıbleye, ne de Kabe resmine takılıp kalmayacaktır. Çünkü namazda Kabe resmini düşünmek Allah’tan gaflet etmek anlamına gelir ki işte bu tür namaz kılmak Maun Suresi’nde kınanmaktadır. Sizi takdir ediyorum. İsterseniz imamı kırmadan gizlice ve tatlı dille bu durumu hatırlatın. Israr ederse üstüne varmayın. Sizin hatırlatmanız üstünüzden sorumluluğu kaldırır.



Kur’ân’ın tüm sureleri ve ayetleri her zaman okunur

SORU: Özellikle mübarek ramazan aylarında hatimle kılınan namazda Nazahat Suresi’nin 24’üncü ayetini okumak doğru olur mu? (Osman Nuri Özdemir)

CEVAP: Ben Kur’ân’da Nazahat Suresi diye bir sure bilmiyorum. Acaba siz Naziat Suresi’ni mi kastediyorsunuz? Herhalde kastınız, halkını kendisine taptıran Firavun’un halka, “Ben sizin en yüce Rabbinizim” sözünü nakleden Naziat 24’üncü ayet olmalıdır. Kastınız ne olursa olsun Kur’ân’ın her suresi ve her ayeti gerek ramazanda gerekse ramazan dışında her zaman okunabilir. Bir ayetin diğerinden farkı yoktur.

Yazının devamı...

Allah kullarını yüceltmek için yaratmıştır

* DÜNDEN DEVAM

Hindistan’da doğmuş bulunan bir insan, bulunduğu çevrenin ahlak kurallarına göre davranırsa cezadan kurtulur. Çünkü insanın, çevrenin etkisinden kurtulup en yüksek dine ulaşması kolay değildir. Bunun için tebliğ ister, irşad ister. Herhangi bir Hristiyan ülkede doğan, o şartlarla ve kültürle yetişmiş, beslenmiş insan da o dinin kurallarına göre yaşarsa

o da ödüllendirilir. Ama ne zaman ki o insanlara son dinin mesajları, anlayacakları biçimde açık seçik anlatılır da buna rağmen onlar son dinin kurallarını kabul etmezlerse işte o zaman sorumlu duruma düşerler. Allah kimseye zulmetmez. Kullarını da yakmak için değil, yüceltmek için yaratmıştır. Din kuralları insanın manen yücelmesi için konulmuştur. Ahirette insana hangi dinin uyruğu olduğu sorulmaz, “Kalbinin manevi kirlerden, hasta-lıklardan temiz olması” istenir.

‘Onlara haksızlık edilmez’

Sanma ey hace ki senden zer-ü sim isterler

Yevme la yenfa’ude kalb-i selim isterler.

(Beyim senden altın ve gümüş isteyeceklerini sanma. Hiçbir maddi kıymetin yarar vermediği kıyamet gününde manevi hastalıklardan temiz gönül isterler.)

İşte bu yazdıklarımı özetle içeren birçok ayetten ikisi: “Şüphesiz İnananlar (Müslümanlar); Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler(den) Allah’a ve ahiret gününe inanan ve iyi iş(ler) yapanlara, Rableri katında mükâfat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara: 62, Maide: 69), “(Ahiret mutluluğu) Ne sizin hayallerinizle, ne kitap sahiplerinin hayalleriyle olmaz. Kötülük yapan, yaptığıyla cezalandırılır ve kendisine Allah’tan başka ne dost, ne de yardımcı bulamaz. İnanarak güzel işler yapan, güzel davranan her erkek ve kadın da cennete girer ve kendilerine zerre kadar haksızlık edilmez.” (Nisa: 123-124)

Yazının devamı...

Allah’ın yarattığı en yüksek fiziksel canlı insandır

SORU: Hamd olsun Müslüman bir ülkede doğdum. Bir putperest ya da bozuk itikatlara inanan bir ülkede dünyaya gelseydim o dine ait biri olacaktım. İnsanın atalarının dinini yargılayıp terk etmesi zor olabilir. Üstelik günümüzde İslâm’ı terörle birlikte anan cahil gruplar da bir hayli fazla. İslâm’ı bunlara anlatacak, Kur’ân’dan bahsedebilecek kişilerin sayısı oldukça azalmışken biz diğer insanlara karşı biraz daha avantajlı olmuyor muyuz? Allah adildir tabii ki... Bu işin sizin bildiğiniz bir hikmeti var mı? Neden bir başka insan Hindistan’da doğdu ve Hindu oldu? Ben neden bu ülkede doğup mümin olma gibi bir kısmete ulaştım? (Halil Orman)

CEVAP: Allah adildir. İnsan, Allah’ın en yüksek fiziksel canlı yaratığıdır. Soyut ruhlar, melekler de var elbette. Ama fiziksel canlıların Allah’a en yakını insandır. Bundan dolayı gerek Tevrat’ta, gerek Peygamberimizin sözlerinde “Allah’ın, insanı kendi suretinde yarattığı” yani insanın, Allah’a en çok benzeyen yaratığı olduğu belirtilmektedir. Allah insana akıl vermiştir. Akıl, evrenin bir yaratıcısı olduğunu bulma yeteneğine sahiptir. Çünkü bu yetenek insanın mayasına katılmıştır, insanın doğasında vardır.

Kötülüklerden kaçının

Buna göre dünyanın neresinde olursa olsun, insanın Yaratan’ı tanıması ve O’na saygı duyması gerekir. Peygamberlerin bulunmadığı veya gelmediği yerlerde insanın sorumluluğu sadece Yaratan’ın varlığını kabul etmekten ibarettir. O kimse din kurallarından sorumlu değildir. Çünkü “Allah, Peygamber göndermedikçe hiçbir milleti sorumlu tutmaz, onları cezalandırmaz.” İlahi dinin bulunmadığı en ilkel yerde de olsa insan, Allah’ı tanıyıp o toplumun iyi ahlak kabul ettiği prensiplere uyarsa o kimse de Allah tarafından ödüllendirilir.

Önemli olan, kişinin ruhunu kirletecek kötülüklerden kaçınması, yalan söylememesi, namuslu yaşaması, insanlara ve doğa varlıklarına kötülük etmemesidir. Zaten bu kadarı da insanların doğası gereği hemen her toplumda bulunan ahlak ilkeleridir. Ama ne zaman ki Allah peygamber gönderir ve bulunulan coğrafyadaki insanlara peygamberin mesajı güzelce anlatılırsa işte o zaman sorumluluk başlar.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Cuma hutbesi namazın bir bölümüdür

* DÜNDEN DEVAM

Hanefi fıkıh kitaplarının en önemlilerinden biri olan Mebsut’tan bir paragraf aktaracağım. Serahsi, bayram namazı ve hutbesi konusunda diyor ki: Hutbe dışında cumanın bütün şartları, bayram için de geçerlidir. Yalnız cumanın şartı olan hutbe, bayramın şartı değildir. Bundan dolayı cuma hutbesi namazdan önce, bayram hutbesi ise namazdan sonra okunur. Çünkü bayram hutbesi öğüt ve o vakit için gerekli şeylerin öğretilmesinden ibarettir. Arafat’taki hutbe de böyledir. Ama cuma hutbesi, namazın bir bölümüdür. Şu rivayet, bayram hutbesinin namazdan sonra olduğunu kanıtlar: Emeviler döneminde Medine valisi olan Mervan, bayram günü namazdan önce minbere çıkıp hutbe (konuşma) yapınca bir adam kalktıp, “Ey Mervan. Sen namazdan önce minbere çıkıp hutbe mi okudun (konuşma mı yaptın)? Allah’ın Elçisi böyle yapmazdı. O namazdan sonra konuşma yapardı” demiş. Mervan, “Artık o uygulama terk edildi” diye yanıtlamıştır.

Emeviler önceye aldı

Ebu Said el-Hudri, Mervan’a itiraz eden o zatın, uyarı görevini yaptığını söylemiştir. Çünkü Allah Elçisi, “İçinizden biri bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle söylesin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle yapsın ki bu da imanın en zayıfıdır” buyurdu. Allah Elçisi ve Raşid Halifeler döneminde hutbe namazdan sonraydı. Emeviler onu, namazdan önceye aldı. Sebebi de şudur: Emeviler, helal olmayan şeyler konuşurlardı. Halk bu sözleri işitmemek için hemen namazdan sonra çıkar, konuşmayı dinlemezdi. Halka sözlerini dinletmek için hutbeyi namazdan önceye aldılar (Serahsi, el-Mebsut: 2/37). Kimi yazarlar Serahsi’nin bu olayı, cuma değil bayram konusunda anlattığını es geçerler. Bir âlimin sözü aktarılırken o sözün bağlam içindeki asıl manasıyla aktarılması gerekir. Yoksa tahrif ve iftira olur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.