Şampiy10
Magazin
Gündem

İmrenme güzel haset kötüdür (4)

* DÜNDEN DEVAM

Ünlü tefsir sahibi Tantavi, üzücü huylarla nitelenirsek bu dumunun, ruhlarımızdan yayılacak sıvılar oluşturduğunu belirtiyor. Tantavi, bu sıvıların biri bedenimizin içinde, biri dışında olmak üzere iki türlü etki yaptığını belirtiyor: 1- Bu düşünceler ruhlarımızı sıkar, üzer. Şayet insanın üstünden perde kalksa da bu düşüncelerin sureti görünse insanlar o kişiyi kınar, ondan uzaklaşıp onu yalnız bırakırlar. (Yüce Allah, acıdığından dolayı, düşüncelerinin aldığı çirkin suretleri, kulun kusurlarını gizlemiştir.) İşte bizim düşüncelerimizin suretleri, ölümümüzden sonra bize görünecek, bizi utanç ve üzüntü içerisinde bırakacaktır ki ‘azabul-hizy: utanç azabı’ tabiriyle anlatılan budur. Bütün müfessirler bunun ateş azabından daha çetin olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu, manyetik sıvının ruh üzerindeki etkisidir.

2- Bu sıvının beden üzerindeki etkisine gelince. En azından bu, kişinin bulunduğu meclislerde kendisini gösterir. Çünkü içinde taşıdığı düşüncelerden oluşan sıvıyı yanında oturan iyi kişiler hisseder, ondan kaçar ve o meclislere gelmek istemezler. Herkes o meclisten içi sıkılmış olarak kalkar. Sebebi de arada kaynaşma olmamasıdır. Demek ki bu düşünce ve huyların en az zararı, bizimle oturanları rahatsız etmesidir. Bundan daha büyük zararı da göz değmesidir. Nazar (göz değmesi), çok eziyet veren kötü bir nefsin, kötülük atmasıdır. O nefisten o zehirli sıvı çıkar, göz değen kimseye eziyet eder. Bu, tıpkı insanların ok ve mızrak atıp birbirlerini öldürmelerine benzer.

Büyü, ruhlarda gizli olan o şerli güçlerden biridir. Bu potansiyel şer güçlerini eksersizlerle açığa çıkarmak mümkündür. Büyü yapa yapa nefis kötülüğe alışır ve başkalarına, göz değmesi gibi kötü etkiler yapar. İşte kötü nefislerin nitelikleri budur. Kötü sıfatlı ruhlardan çevreye kötü ışınlar yayıldığı gibi iyi, güzel düşünce ve huylarla dolu ruhlardan da yararlı, sevinç veren ışınlar yayılır. Peygamberlerin ve salihlerin maddi ve ruhani (insan ve ruhsal) düşmanları vardır. Maddi düşmanlar, onlarla savaşırlar. Ruhani düşmanlar da göz değdirmek, irade gücüyle büyü yapmak suretiyle onları etkilemek isterler. Fakat onlar maddi düşmanları kesin delil ve açık kanıtla susturdukları gibi ruhani düşmanları da ruhlarından çıkan karşıt yüce ışınlarla etkisiz bırakırlar.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İmrenme güzel haset kötüdür (3)

* DÜNDEN DEVAM

Haset bazen Türkçe’ye kıskançlık olarak çevrilir ki bu yanlıştır. Kıskançlık, haset anlamına da gelebilir ama asıl anlamı haset değil, namusa düşkün olmaktır. Arapça’da buna gayret denilir. Erkeğin karısını, başka erkeklerden kıskanması, onu sevmesinden ve namusuna düşkünlüğünden ileri gelir. Ölçülü kaldıkça bu iyi bir meziyettir. Fakat birinin karısını, kocasını, evladını, malını, güzelliğini, mevkiini, ilmini çekememek hasettir. Çünkü bu, onun elindeki nimete göz dikmek değil, nimetin ondan gitmesini istemektir. Bununla beraber Türkçe’de bazen kıskançlık, haset anlamında kullanılır. Yalnız kıskanmanın özel bir anlamı bulunduğunu, Türkçe’de bazen haset anlamında kullanılsa da her zaman bunu ifade etmediğini bilmek gerekir.

Haset, bir nimetin onu hak edenin elinden gitmesini istemektir. Ama haksız olarak bir nimeti ele geçirmiş olan kimsenin elinden o nimeti geri almaya çalışmak, haset değil, gayret ve adalet gereğidir. Yoksa toplumda dalkavukluk ve zulüm yayılıp gider, işler tamamen ehil olmayanların eline geçer.

Hasetle ilgili bir yorum

Haksız olarak ele geçirilmiş bir malı veya mevkii geri almaya çalışmak, haksızlığı önleme çabasıdır. Bundan dolayıdır ki Ebubekir es-Sıddık, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasında, “İyi biliniz ki sizin en güçlünüz, kendisinde bulunan bir hakkı alıp hak sahibine geri verinceye kadar yanımda en zayıfınızdır” (Tehzibu Sireti İbn Hişam: 2/160) demiştir. Ünlü tefsir sahibi Tantavi, haset konusunda şu derinlikli yorumu yapmaktadır: Her ruhun kendine özgü bir özelliği vardır. Ruhçular bu özelliğe ‘manyetik sıvı’ derler. Biz bu sıvıyı sadece eserleriyle biliriz. Biz çirkin suretler, kötü düşünceler düşünür veya riya, kibir, haset, cimrilik, kendini beğenme, nefret, insanların iyiliğini istememe gibi üzücü huylarla nitelenirsek bu, ruhlarımızdan yayılacak sıvılar oluşturur. Bu sıvılar biri bedenimizin içinde, biri dışında olmak üzere iki türlü etki yapar.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İmrenme güzel haset kötüdür (2)

* DÜNDEN DEVAM

Felak Suresi’nde, “Hasetçinin haset ettiği zamanki şerrinden sığınırım” denmesi emredilmiştir. Çünkü hasetçi, hasedinin gereğini yapmaya kalkmadığı, bunu bastırmak için için mücadele verdiği takdirde onun haset edilene pek zararı olmaz. Nefsiyle mücadelesinden dolayı kendisi sevap bile alabilir ama bu duygu kendisini kemirir, rahatsız eder. Onun için bundan tamamen kurtulmaya çalışmak gerekir. Haset üçe ayrılır:

1- Bir kardeşinin elindeki nimetin gitmesini istemek, Allah’ın ona, başka nimet vermesini istememek ve bundan rahatsız olmaktır. O nimet kendisine gelmese de ötekinden gitmesini dilemek.

2- Nimetin başkasının elinden çıkıp kendisine gelmesini istemek.

3- Başkasının elindeki nimetin gitmesini istemeden kendisine de o nimetin verilmesini arzu etmek. Buna haset değil, gıpta denilir.

Türkçesi imrenmedir. İmrenme güzel, haset kötü bir huydur. İmrenme insanı çalışmaya, haset ise düşmanlığa götürür. Biri toplumun ilerlemesini kamçılar, öteki çökmesine neden olur. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm, hasetten Allah’a sığınmayı emrederken cennet nimetleri gibi güzel şeyleri elde etmek için çalışıp ilerleme yarışını teşvik etmek üzere, “İşte yarışanlar bunun için yarışsınlar” (Mutaffıfin: 86/22) buyurmuştur. Peygamber de “Ancak iki kişiye imrenilir: Allah’ın verdiği malı Allah yolunda harcamaya koyulan ve Allah’ın verdiği hikmeti nefsine uygulayan ve başkalarına da öğreten kişilere” (Buhari, ilm: 15, Zekât: 5, İbn Hanbel, Müsned: 2/9,36) mealindeki hadisleriyle içtenlikli bilginlerin, malını Allah yolunda harcayan cömert zenginlerin imrenilecek insanlar olduklarını belirterek güzel şeylere imrenmeyi teşvik buyurmuştur.

Hasetçinin, kendisine üç zararı dokunur: 1- Haset, günah kazanmasına neden olur. Çünkü haset haramdır. Haramı işlemek günahtır. Peygamber, “Ateş odunu nasıl yer tüketirse haset de iyilikleri öyle yiyip tüketir” (İbn Mace, Zühd: 22; Ebu Davud, Edeb: 44) buyurmuştur. 2- Haset, Allah’a karşı saygısızlıktır. Çünkü hasedin hakikati, Allah’ın bir kuluna nimet vermesini beğenmemek ve Allah’ın yaptığına itiraz etmektir. 3- Üzüntü ve tasası çoğalarak kalbinin huzursuzluk içine düşmesidir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İmrenme güzel haset kötüdür (1)

SORU: Sevdiğim ve evlenmeyi düşündüğüm kişi iş bulabilmek için birçok sınava girdi. Hep 2-3 puanla kaybetti. Bu konuda ikimiz de büyük çaba gösteriyoruz. Sürekli dua ediyoruz. Ama olmuyor. Nasıl dua etmemiz gerekiyor? Çok çaresiz kaldım. “Nasip değilmiş” diyorum ama neden sürekli nasiplerimiz kapanıyor? Bir insan nasipsiz olur mu? Ne yapabiliriz? Kimse hakkında kötü düşünmemeye çalışıyorum. Başkasının nasibinde gözüm yok. Fakat iş konusunda birisi “güzel bir iş buldum” dese “neden bize denk gelmiyor?” diye içim gidiyor. Bu yanlış mı? “Allahım ona verirken bize de versen” diyorum. Bu günah mı? Acaba başkasının nasibinde gözüm kalıyor da o yüzden mi bizim nasibimiz açılmıyor? Bu konuda bana yol gösterirseniz huzur bulacağım.

CEVAP: Şimdi kriz zamanı. İş bulamayan sadece siz değilsiniz. Milyonlarca insan var. Sabırdan başka çare yok. Ben öyle etkili dua falan bilmem. 7 bin Fatiha okumayı da sizin mektubunuzdan öğrendim. Siz elinizden geleni yapın. Olmuyorsa üzülmeyin. Şimdi olmasa bile zamanı gelince olur. Her şeyin zamanı var. Allah’a tavekkül et, içtenlikle O’na yalvar. Sabret, bir gün işin olur. Başkasını kıskanmak günahtır ama sizin yaptığınız kıskanma değil imrenmedir. Haset kötü, imrenme güzeldir. Haset, bir nimetin onu hak etmiş olanın elinden gitmesini istemek, birinin nimetini, mutluluğunu, güzel, üstün tarafını çekememek demektir.

Kin, gazap ve düşmanlık

Haset, içte bir duygu olarak kalıp eyleme geçmedikçe sadece hasetçinin kendisine zararı olur. Ama haset duygusu kabarıp haset edilene (kıskanılana) karşı kin, gazap ve düşmanlığa dönüştüğü zaman şerri çok büyüktür. Onun için hasetle nazar değmesi birbirine bağlı şeylerdir. Nazar değmesi de çoğunlukla haset zamanında olur. Haset coştuğu zaman o kişinin nefsi öyle kötü bir nitelik kazanır ki, o duyguyla fırlattığı kötü bakışların kıvılcımı, haset edilen kişiyi zayıf bulunca yıldırım gibi çarpabilir. Bu kötü duyguyla hareket edenler, her türlü fenalığı yapabilir. Haset edilenin elindeki nimet gitmedikçe, o kimse tamamen mahvolmadıkça rahat edemezler. Haset ettikleri kişi o halde durdukça bunlar kendi kendilerini yerler. Demek ki hasedin zararı, işleve geçtiği zaman ortaya çıkar.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

“Namaz kılarken salli barik okumak şirk midir?”

SORU: Kur’ân, “namazda Allah’la beraber başkasına yakarmayın” derken neden salli barik okunuyor ve ettehiyatü duasında Peygamberimize salavat ediliyor. Bu şirk değil mi? Ben namazda bu duaları okumaktan korkuyorum. Üstelik bunların namazdan sonra okunmasının daha doğru olduğunu söyleyen din adamları da var. Sizin yorumunuz nedir?

CEVAP: Salli barik, Peygamber’den bir şey talep etmek manası taşımaz. Allah’tan bizim affımızı istiyoruz. Bu arada Peygamberimize de acımasını, onu bağışlamasını, makamını yüceltmesini diliyoruz. Bu niçin şirk olsun? Şirk, Allah’tan başkasından bir dilekte bulunmaktır ki bu, o kimseyi tanrılaştırmak olur.

Biz salli barikte Hz. Muhammed’den bir şey mi istiyoruz? Hayır. Allah’tan, Ona acımasını, makamını yükseltmesini diliyoruz. Nitekim ardından anamızın, babamızın, bütün müminlerin bağışlanmasını da diliyoruz. Anamızı babamızı anmamız, onların bağışlanmasını dilememiz şirk midir? Sözünü ettiğiniz kişinin önerisinin hiçbir değeri yoktur. Biz namazımızı böyle kılarız. İnananlar da böyle kılarlar. Namazla hiç arası olmayanların önerileri bir anlam taşımaz.

Secde ayetlerinin bulunduğu sureler

SORU: Nahl Suresi’nin 48’inci ayeti mi yoksa 49’uncu ayeti mi secde ayetidir? Bilgi verir misiniz? (Burhan Ergunay)

CEVAP: Nahl Suresi’nin 49’uncu ayeti secde ayetidir. 48’nci ayette de secdeden söz edilir ama buradaki secde, varlıkların kendilerinin ve gölgelerinin Allah’ın buyruğuna boyun eğdiğini bildirmektedir. İbadet anlamında secde değildir. Secde ayetlerinin bulundukları sureleri ve numaraları şunlardır: Araf Suresi 206, Rad Suresi 15, Nahl Suresi 49, İsra Suresi 107, Meryem Suresi 58, Hacc Suresi 18, Furkan Suresi 60, Neml Suresi 25, Secde Suresi 15, Sad Suresi 24, Fussilet Suresi 38, Necm Suresi 62, İnşikak Suresi 21, Alak Suresi 19.

Yazının devamı...

Bireysel namazda kamet gerekli değil



SORU: Cami dışında kılınan vakit farz namazlarından önce okunan kamet sadece erkeklere mi özgüdür?
CEVAP: Ezan da kamet de toplu namaza çağrıdır. Birincisi çağrı, ikincisi namaza başlanmakta olduğunu duyurup cemaati safa durmaya davettir. Tıpkı askerde içtima borusunun çalması gibi... Ezan ve kametin temel görevinin bu olduğu düşünülünce cemaatle değil bireysel namazda bunun gerekli olmadığı anlaşılır. Peygamber döneminden beri mazeretsiz erkekler sürekli camide toplanıp cemaatle namaz kıldıkları için onların camide toplanmaya çağrılması (ezan) ve camide toplananların da oturdukları yerden sıraya dizilmelerini anons etmek için (kamet) okunmaktadır. Bunun için erkeklere ezan ve kametin sünnet olduğu fıkıh kitaplarında belirtilir. Kadınlar camiye gelirlerse zaten onlar da erkeklerle beraber namaza duracakları için kameti dinlerler. Ama kadınlar cemaate gelmekle yükümlü tutulmamışlardır. Bu da aile işlerinin aksamaması, kadının yükünün daha hafif tutulması içindir.
Onlar evlerinde bireysel namaz kıldıklarına göre artık namazın başladığını duyuran kamete gerek yoktur. Ayrıca namaza çağrıya da yani ezana da gerek yoktur. Şayet kadınlar için bir mescit olsa ve orada toplanıp sürekli cemaatle namaz kılsalar o zaman onların da kamet okumaları uygundur. Çünkü namazın başladığı ancak bu suretle duyurulur. Ama Peygamberimizden sonra kadınların cemaate gelmeleri pek istenmemiş, onların evlerinde kendi başlarına namaz kılmaları tercih edilmiştir. Tabii bunu yapanlar da erkek hukukçular, fıkıh uzmanlarıdır.
Böylece kadınların ezan ve kamet okuyamayacakları hükmü kitaplara girmiştir. Oysa kamet okuyamayacakları hükmü ağırdır. Kadın kamet okursa günah işlemiş olmaz. Okursa bir zararı yok ama gerekli değil. Çünkü kendisinden başka namaza kalkacak kimse yok. O halde “kad kametissalah (namaz başladı)” demenin ne anlamı var? Kanaatime göre erkek de kendi başına kılıyorsa ezan ve kamet şart değildir. Zaten bunun namazın gereği değil sadece sünnet olduğu, okunmasa da namazın geçerli olduğu fıkıh kitaplarında belirtilir. Fıkıh kitaplarına göre namazı evinde veya dükkânında kılanlar, ister cemaatle, ister yalnız kılsınlar ezan ve kameti terk edebilirler. İkisinin de terk edilmesinde kerahet yoktur.

Yazının devamı...

İbadet inancı güçlendirir

SORU: Askerde namaz kılamadığım için ben de fırsat buldukça uygun yerlerde ayakta rükû ederek veya yatağa girdiğimde kalple namaz kılıyorum. Kabul olur mu?

CEVAP: Eğilip kalkma imkânı bulamıyorsanız yatağınızda namaz dualarını okuyun. Namazın temeli Allah’a yönelmedir. Bunu yaparsanız namaz kılmış olursunuz. Allah kendisine yönelen kulunu mahrum etmez. Komutanlarımızın da askerin istirahat zamanında isteyenlerin ibadetlerini yapmalarını sağlamaları gerekir. İbadet inancı güçlendirir, insana moral verir. Askerin temel görevi vatan uğruna savaşmaktır. Şehitliğe inanan savaştan korkmaz. Kur’ân-ı Kerim, güçlü iman sahibi 20 kişinin 200 kişiye bedel olduğunu vurgular.

İnancın, savaşta insana nasıl bir güç verdiğini Atatürk’ün anılarından bir örnekle anlatayım. Atatürk şöyle diyor: “Çanakkale İslâm’la korundu. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler, ellerinde Kur’ân-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şehadet getirerek yürüyor. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.”

Atatürk, Türk ordusunun dindarlığını ve kahramanlığını şu cümlelerle vurguluyor: “Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime aziz bir borç bilirim”

(Atatürk’ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer. Remzi Kitabevi 1989, s. 136-138).


Konferansa davet

BUGÜN saat 13.30’da Kadıköy’de bulunan Erzurumlular Vakfı’nda bir konuşma yapacağım. Arzu eden herkes katılabilir. Saygıyla duyurulur. Adres: Erzurumlular Vakfı Rıhtım Caddesi Nemli Zade Sokak No: 13 Kadıköy Tel: 0216 550 25 25

Yazının devamı...

Kalkınmak için üretmeliyiz

DÜNDEN DEVAM
Haber 7’de Fatih Bayhan’ın, Türkiye’nin sadece yüzde 3’ü büyüklüğündeki İsrail’in tarımda, teknolojide nasıl çalışıp ürettiğini, dünyaya tarımsal ürünler ve teknoloji ihracettiğini, bütün komşularının, bir bakımdan İsrail’e muhtaç duruma düştüğünü belirten bir yazısı vardı. Bayhan, konuyu şu cümlelerle bağlıyor: “Bu yazı çok uzar. Ne siz okursunuz bu tembellikle, ne de benim sizin okuyacağınız konusunda inancım var. Kısa ve öz yazılar okumaya bayılırsınız. Gidin televizyon izleyin, internette kız tavlamak için chatleşin, oğlunuzun zekasını futbol kanallarının şifresini nasıl çözdükleriyle anlatın. Ya da meydanlara gidin, İsrail bayrağı yakın. Çünkü bu daha kolay ve zevk vericidir. Sakın üretmeyin, yeni şeyler icat etmeyin, çocuklarınızı meslek sahibi yapmayın, tüketim canavarı olun. Çiftçilik yapmayın, tezek kokusuna katlanılmaz, toprağı kim ekip bekleyecek?

Teknolojinin sadece tüketicisi olun, sakın ‘üretici nasıl oluruz?’ diye düşünmeyin. Ortadoğu ve Avrupa’nın pazarı durumunda kalmaya devam edin. Filmleri korsan CD’lerden izleyin, kitapları korsan kitapçılardan alın, üreten, yazan insanı kalkındırmayın ki bir daha üretmesin, yazmasın. Bugün ağladığımız Filistin halkı 1935’te efendi olduğu topraklarında önce toprağını işlemek yerine satarak, sonra İsraillileri mahallenin bakkalı diye küçümseyerek dikkate almadı. El birliği yapmadı, üretmedi, Osmanlı’nın tembel, haşarı çocuğu olarak kaldı. İşte bugün hem topraklarını hem namuslarını hem de canlarını tehlikeye attılar.”

TAVSİYEM: Çalışmak, başkasının fikirlerini, eserlerini çalmamak, özgün eserler yazmak, zekamızı, bilgimizi kişisel çıkar için değil, toplumsal kalkınma için seferber etmek. Ve üretenleri kıskanma yerine onları takdir ve teşvik etmek. İşte huzurun ve kalkınmanın çaresi budur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.