Şampiy10
Magazin
Gündem

Doğruluk ve içtenlik (4)

* DÜNDEN DEVAM

Peygamber “Eylemler niyetlere göredir” (Buhari, İlm: 45, Cihad: 15), “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz fakat sizin kalplerinize ve niyetlerinize bakar” (Müslim, Birr: 33) gibi hadisleriyle amellerin, kalpteki temiz niyet ve ihlasla değer kazanacağını vurgulamış, kutsal bir hadiste de “İhlas, benim sırrımdır, onu sevdiğim kulumun kalbine koyarım”(Kuşeyri, Risale: 95) buyurulmuştur. İhlasın temeli doğruluktur. Sıdk ile ihlas arasındaki fark, birincisinin asıl, ikincisinin dal olmasıdır. Sıdk eylemden önce de olabilir fakat ihlas eylemle birliktedir. İbn Farıd’ın kasidesinin şerhinde ihlas üzerinde şu açıklama yapılır: “Kuldan çıkan her eylemin, bir yaratıklara, bir de yaratana dönük yüzü vardır. Yaratana dönük yüzünde bulunan kimseye muhlis, eylemine de ihlas denilir.” İhlas ikiye ayrılır: İhlas, ihlasın ihlası. Cüneyd-i Bağdadi’ye göre “İhlas, Allah ile kul arasında bir sırdır. Melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki bozsun, hevâ bilmez ki eğsin” (Netaicul-efkaril-Kudsiyye: 3/133). Mekhul de ihlası, “Allah’a kırk gün ihlasla ibadet eden hiçbir kul yoktur ki kalbinden hikmet gözeleri fışkırmasın” hadisiyle tanımlamıştır (Bkz. Hilye: 5/189; Keşful-hafa: 2/224).

Nefsin, Allah için yapılan eylemleri, ibadetleri boşa çıkaracak birçok yöntemi vardır. Nefsin en gizli afetlerinden biri, övülmeden hoşlanmasıdır. Çünkü biraz övgü görse, gökleri ve yeri sırtına yüklesen çeker ama övgü olmayınca tembelleşir. Bilgelerden biri, yıllarca mescidin birinci safında namaz kılarmış.

Bir gün arka safta kılmak zorunda kalan bilge, bir süre mescitte görülmez olmuş. Sebebini soranlara demiş ki: “Ben şu kadar yıl namaz kıldım, bunları ihlasla kıldığımı sanıyordum. Bir kez geç kalıp arka safta namaz kılınca halkın beni arkada görmesinden, kalbimde bir gariplik hissettim. Anladım ki ömrüm boyunca hep insanlara göstermek için namaz kılmışım. O kıldığım namazları kaza ettim.” Seri Sakati şöyle demiş: “Zengin komşulardan, çarşı okuyucularından (mevlitçi-hatimcilerden), emirlere (devlet adamlarına, bakanlara, valilere) kapılanmış âlimlerden sakının” (Kuşeyri, Risale: 50). Konuyu şairin şu güzel dizeleriyle noktalayayım:

İnsana sadakat yakışır görse de ikrah

Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah

Yazının devamı...

Doğruluk ve içtenlik (3)

* DÜNDEN DEVAM

Haris-i Muhasibi şöyle demiştir: “Sadık o kimsedir ki, kalbinin huzuru ve düzelmesi uğrunda halk arasındaki bütün itibarını kaybetse dahi aldırmaz. Güzel amelinin zerresini dahi halkın bilmesini istemez. Çirkin amelini de halka göstermekten çekinmez. Çünkü çirkin amelini halka göstermekten çekinen kimse, onlar yanında itibar görmek ister. Bu, sıddîklerin alametlerinden değildir.” Haris-i Muhasibi’nin amacı, halk nezdinde itibarını korumak için halka güzel eylemler gösterip Hak ile baş başa kaldığında rezaletlerden çekinmeyen menfaatçi, egoist, riyakâr kimselerin davranışını kınamaktır. “Kendilerine dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na ibadet etmeleri emredildi” (Beyyine: 5) ayeti, ibadetlerin ancak Allah için yapılacağını, başka bir gaye için yapılan ibadetin makbul olmayacağını vurgular.

Halk nezdinde itibar korumak, kendisini sünnete uyan salih bir kişi, bir din adamı gibi gösteren menfaatçi insanlar önder olamaz. Öyle kimselere uyulmaz. Çünkü onlar ihlaslı, merhametli, iyi ahlaklı, olgun değil şekilci, yobaz, saldırgan, bencil insanlar yetiştirirler. Mutasavvıflardan biri, “Sürekli olan farzı yerine getirmeyen kimseden muvakkat farz kabul edilmez” demiş. “Sürekli farz nedir?” sorusuna da “Sıdk” yani “Doğruluktur” cevabını vermiştir. İhlas; eylem ve ibadeti yalnız Allah’a özgü kılmak, başka düşüncelerden temizlemek demektir. Seçmek anlamına da gelir. Türkçesi içtenliktir.

İhlas, tevhit inancının özüdür. Bundan dolayı Allah’ın birliğini en güzel, en özlü biçimde anlatan “Kul huvallahu ehad: De ki Allah birdir” suresine İhlas adı verilmiştir. İmam-ı Kuşeyri “İhlas, ibadeti başka bir amaçla değil, sırf Allah’a yaklaşmak, halkın övgü ve takdirini kazanma gibi herhangi bir amaçla değil yalnız Allah için ibadet etmektir” şeklinde tanımlar. İhlas; eylemleri, yaratıkları düşünmekten temizlemektir. İhlas, sahibini gerçek takvaya götürür. Peygamber’e, kendisini göstermek, kahramanlık ve yiğitlik için savaşan adamın durumu sorulmuş, “Bu adamın çarpışması Allah yolunda sayılır mı?” denilmiş. “Kim Allah’ın kelimesi yüce olsun diye çarpışırsa o, Allah yolundadır” buyurmuştur (Buhari, İlm: 45, Cihad: 15).

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Doğruluk ve içtenlik (2)

DÜNDEN DEVAM

Nisa Suresi 29’uncu ayette, insanların mallarını batıl yani doğru olmayan yollarla yememeleri ancak karşılıklı rızayla yapılan ticaretin helal olduğu vurgulanır. Ticaretin meşruluğu dürüstlüğe, karşılıklı rızaya bağlıdır. Aldatma bulunan ve aldatmanın farkına varıldığı zaman taraflardan birinin razı olmayacağı ticaret meşru (yasal) değildir. Hz. Peygamber, çarşıda bir yiyecek yığının yanından geçerken elini kümenin altına daldırmış. Islak olduğunu görünce nedenini sormuş. Satıcı, yağmurdan olduğunu söyleyince Allah’ın Elçisi, “Ne diye yaş kısmı üste koymadın ki herkes görsün? Aldatan kimse bizden değildir” buyurmuştur (Müslim, İman: b. 43, h. 164).

Güvenilir, doğru tacirin kıyamet gününde şehîdlerle beraber bulunacağını (İbn Mace, Ticarat: 1) söyleyen Peygamber, yalanın insanı cehenneme sürükleyeceğini (İbn Mace, Mukaddime: 7), Allah’ın nasip ettiği rızkı güzel, helal yoldan aramayı (İbn Mace, Ticarat: 2), başkasının satışına engel olmamayı (Müslim, Büyü,

b. 4), gereksiz yere ticarete aracı ve komisyoncuların girmemesini emretmiş (Müslim, Nikâh: 51; ibn Mace.Ticarat: 15), vurgunculuğu kesinlikle yasaklamıştır (İbn Mace, Ticarat: 6,16).

Bilgelerin sultanı sayılan Cüneyd-i Bağdadi, “Sadık (halinde doğru olan), günde kırk kez halden hale geçer, ilerler. Riyakâr ise kırk yıl aynı halde kalır” demiştir. Doğruluk tehlikeli anlarda bile yararlıdır. Ebu Amr ez-Zeccac, doğruluğun yararı konusunda yaşadığı şu olayı anlatıyor: “Ölen annemden bana kalan evi 50 dinara satıp hacca gitmek için yola çıktım. Babil’e geldiğim zaman eşkıyanın biri karşıma dikildi. ‘Yanında neyin var?’ dedi. Kendi kendime, ‘Doğru söylemek daha iyidir’ dedim ve 50 dinarım olduğunu söyledim. ‘Ver onu’ dedi. Keseyi ona uzattım. Saydı. Tam 50 dinar olduğunu görünce, ‘Al bunu. Senin doğruluğun beni etkiledi’ dedi. Sonra hayvanından inerek ‘Bin’ dedi. ‘İstemem’ dedim. ‘Mutlaka bineceksin’ diye ısrar etti. Bindim. ‘Ben de ardından geleceğim’ dedi. Ertesi yıl bana katıldı. Ölünceye kadar benden ayrılmadı.” DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Doğruluk ve içtenlik (1)

Sıdk, doğruluk demektir. Dinin temeli doğruluktur. Doğruluğun Kur’ân’daki adı “sıdk”tır. Sıdk, sözün gerçeğe uygun olmasıdır. Sıddîk; doğru söyleyen, yalan söylemeyen, sözü özüne uyan kimsedir. Sıddîklerin başında peygamberler gelir. Sadakat, dostluk ve sevgide doğruluktur. Sadık; doğru, samimi arkadaştır. İslâm’ın şiarı doğruluktur. Yalancılık imanla bağdaşmaz. Doğruluk, peygamberlik makamının hemen altında yer alan bir makamdır. “Kim Allah’a ve Elçi’ye itaat ederse işte onlar Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehîdler (gerçeği söyleyen bilgin) ve salihlerle beraberdir. Onlar da ne güzel arkadaştırlar” (Nisa: 98/69). Kur’ân, Allah’tan korkmayı, sadık(doğru)larla beraber olmayı emreder (Tövbe: 113/119). Allah’ın huzurunda doğru söyleyenden başkası konuşamaz (Nebe1: 80/38).

Cennetle müjdelenecekler

Doğruluğu emreden Hud Suresi 112-113’üncü ayetler, İslâm dininin asıl çekirdeğini oluşturan ayetlerdendir. Müminin gerek yaratana, gerek yaratıklara karşı doğru olması, haksız davrananlara dayanmaması, onlara iltifat etmemesi gerekir. Fussilet Suresi 61/30-33’üncü ayetlerinde de yalnız Allah’ı rab bilip doğru hareket eden müminlerin, melekler tarafından desteklenecekleri, cennetle müjdelenecekleri belirtilmekte ve Allah’a çağıran, iyi, güzel, dürüst hareket eden Müslüman’dan daha güzel sözlü hiç kimsenin olamayacağı vurgulanmaktadır. Burada Müslüman’ın üç vasfı belirtilmiştir: Hakka çağırmak, iyi, güzel ve dürüst iş yapmak ve güzel, doğru konuşmak.

Yolu doğruluk üzerinden geçmeyen Hak yolcusu, menzile ulaşamaz, mahvolur. Mümin ve münafık, cennetlik ve cehennemlik doğrulukla birbirinden ayırdedilir. Mümin doğru, münafık yalancıdır. İman, İslâm ve sabır sahipleri, hep doğruluk erbabıdır. Dinin özü doğruluktur. Bakara Suresi 177’nci ayetin beyanıyla dinin özü, yüzü doğuya batıya çevirmek değil Allah’a, ahrete, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanmak; sevdiği malı Allah yolunda sadaka vermek; namaz kılmak; zekât vermek; yapılan antlaşmaya özen göstermek, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmektir. İşte asıl doğru olanlar böyleleridir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Din, gösteriş değil ruhtur

Okurum Mahir Şeki, bazı törenlerde din adamlarındaki sırmalı kıyafetlerden rahatsız olduğunu belirtip buna anlam veremediğini söylüyor. Cevabım şudur: Belki çağımızın bir özelliğidir, her şey görüntüye dökülüyor, maneviyat kıt, ruh yok. 1960’ların başındaki Diyanet İşleri Başkanlığı, operanın karşısında iki katlı küçücük bir binadaydı. Daha sonra imkânlar genişledi. Kocatepe’deki bina yapıldı. Şimdi de Eskişehir yolu üzerindeki muhteşem binada çalışılıyor. Mübarek olsun. Dinin ihtişamına da o yakışır ama 60’ların başındaki o daracık binadaki ruhaniyeti bu ihtişamlı mekanlarda bulamıyorum. Buna benim zamanım da dahildir. Halk da görüntüden etkileniyor, şatafattan hoşlanıyor. Şu yatırların halini bir düşünün.

Çıplak bir kabrin içinde yatan kişi, en yüksek dereceye ermiş bir Hak dostu da olsa pek itibar görmez de üstüne ayetlerle süslü yaldızlı örtülerin örtüldüğü, belki sıradan cesetler saygının alasını görür. O kadar ki, ona gösterilen saygı tapınma derecesine varır. Herhalde bundan ötürü İslâm dünyasındaki yüksek mevki sahibi kimi din temsilcileri, gösterişli kıyafetlere önem verir oldular. Bu sadece din alanında mı? Son zamanlarda yüksek yargıçların kıyafetlerinin de nasıl sırmalanıp yaldızlandığı dikkatten kaçmıyor.

Oysa din gösteriş değil, şekil değil ruhtur. Peygamberimiz, “Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz, sizin gönüllerinize ve eylemlerinize bakar” buyurmuştur. Gerçekte ne Roma’daki debdebeler içinde yüzen, altın ve mücevher işlemeli asa taşıyan papa Hz. İsa’yı; ne de İslâm dünyasındaki kimi sırmalılar Hz. Muhammed’i layıkıyla temsil eder. Bu iş zahir (görünüş) değil, batın (gönül) işidir. Gösterişten, gururdan kaçınmak için ilk mutasavvıflar yamalı hırka giymeyi prensip edinmişlerdir. Bizans’ı, İran’ı titreten Halife Hz. Ömer’in 17 yamalı bir aba giydiği kaynaklarda yazılıdır. Gönlünde Hak aşkı yanmayan insan, süslü kof ağaçtan farksız olur. Hz. Mevlana ne güzel söylemiş:

Ateşist in bang-i nayi nist bad

Her ki in ateş nedared nist bad.

Manası: Bu neyin sesi (ney ile kendi bedenini kastediyor) ateştir, hava değil. Kimde bu ateş yok ise o yok olsun.

Yazının devamı...

Müslümanların hoşgörüsü...

SORU: İstanbul’un fethini birebir canlandıran Topkapı’daki Fatih Müzesi’ni gezdim. Girişte görsel olarak fetihle ilgili bilgiler veriliyor. Ayrıca Peygamberimizin, İstanbul’un alınmasıyla ilgili bir hadisi olduğu anlatılıyor. Lord Kinross’un “Osmanlılar” adlı kitabında, İstanbul’un Fatih tarafından 53 gün süren kuşatması sırasında surların içindeki Bizans halkının yaşadığı korkuları, Osmanlı askerlerinin şehre girdikten sonra 3 gün süren yağma ve talanlarıyla padişahın bu süre zarfında surların dışındaki çadırında bunları izlediği anlatılıyor. Bu beni çok etkiledi. Sevgili Peygamberimizin İstanbul’un fethiyle ilgili hadisi var mı? Eğer varsa bu hadisle Bizans halkının yaşadığı korkuyu bağdaştıramadım. Beni aydınlatır mısınız? (Dilek Deniz)

CEVAP: İstanbul’un fethini ayrıntılarıyla incelemiş değilim. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, eğer fetih esnasında padişah surların dışında çadırındayken şehre giren askerler yağma yapmışlarsa bunun İslâm’la ilgisi yoktur. Ayrıca komutanın, canları pahasına şehre girmiş olan askerleri hemen kontrol altına alıp engellemesi de kolay bir şey değildir. Savaşlarda böyle şeyler olur. Acaba Lord Kinross ne kadar yansızdır? Siz tarihi, Kinross’tan değil İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan, İsmail Hakkı Danişmend’den ve Türk tarihçilerinin eserlerinden okusanız daha iyi olur.

Padişah şehre egemen olduktan sonra herkese din özgürlüğü tanıyor. Patrikhaneyi kaldırmıyor. Padişah sadece fetih işareti olarak Ayasofya’yı camiye çevirmiş. Diğer kiliseleri olduğu gibi bırakmış. Yerli halka din ve vicdan özgürlüğü tanımıştır. Bir de Endülüs’ü ele geçiren Avrupalıların yaptıklarını düşünün. Müslümanları öldürdüler. Bazı camileri yıktılar bazılarını da kilise yaptılar. Batıdaki bu hunharlık düşünülünce Müslümanların adaleti, hoşgörüsü ve tanıdığı din ve vicdan özgürlüğü daha güzel takdir edilebilir. Hz. Peygamber’in, “İstanbul elbet feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur” buyurduğu birçok kaynakta geçmektedir. Bu hadisin bulunduğu başlıca kaynaklar şunlardır: İbn Hanbel, Müsned: 4/335, no: 18977; Buhari, Tarih: 2/81, Bişr Ganevi biyografisi, no: 1768; Hakim, Müstedrek: 4/468, no: 8300; İbn Hacer Askalani, el-İsabe: 1/308.

Yazının devamı...

‘Zenginlik gönül tokluğuyla olur’

* DÜNDEN DEVAM

“De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki: O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır” (Araf: 32). Peygamberimiz “Güzel mal, iyi adam için ne güzeldir” buyurmuştur. Gazali’ye göre fakirlik, dünyaya, dünya malına buğz etmek değil, dünyanın varlığının ve yokluğunun gözünde bir olması, mal bulunca sevinmemek, yitirince üzülmemektir. Dünyanın altınının ve toprağının gözünde bir olmasıdır. Yunus’un dediği gibi:

Ne varlığa sevinürem

Ne yokluğa yirinürem

Aşkun ile avınuram

Bana seni gerek seni

Mal sahibi olmanın en yüksek derecesi, kulun gözünde malla suyun bir olmasıdır. Kıyı kenarında, yanı başında suyun çok olması sana zarar vermeyeceği gibi zorunlu gereksinimden aşağı düşmemek kaydıyla az olması da sana zarar vermez. Mal da öyledir. Eğer kalbin mal sevgisi veya nefretiyle meşgul değilse malın çok olmasının zararı yoktur. Böyle kimse, gerçekte müstağnidir yani onun Allah’tan başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Bu anlamda fakirlik, kulun, her işinde Allah’a muhtaç olduğunu, O’ndan başkasına muhtaç olmadığını bilmesidir (İhya: 4/37). Önemli olan kişinin, elindekiyle yetinip tamahkâr ve cimri olmamasıdır. Çünkü cimrilik ve tamah, haydutluğa neden olur. Sebebi şudur: İnsan, hamurunda bulunan bu duyguya tabi olursa dünya kendisinin olsa doymaz.

“Yoksula yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. Mirası hırsla yutuyorsunuz. Malı pek çok seviyorsunuz” (Fecr: 18-20), “Doğrusu o, malı çok sever” (Adiyat: 8) ayetleri insanın mal tutkusunu kınamaktadır. Peygamber de insanın hamurunda bulunan bu duyguya işaret buyurmuştur: “İnsanoğlunun iki vadi dolu malı olsa, üçüncüsünü ister. İnsanın karnını ancak toprak doyurur.” Cimrilik, kişinin içinde büyük çalkantılara, toplumda huzursuzluklara, uçurumlara neden olur. Bunun tedavisi de istiğnadır (kendini zengin görme, yeterlilik). Peygamber, “Zenginlik, mal çokluğuyla değil, gönül tokluğuyladır” buyurmuştur (Müslim, Zekât 116, 119). İslâm, dünya nimetlerini değil, hırsı, göz doymazlığını yasaklamıştır. Zenginlik, pek az kimse hariç insanları azdırır.

Yazının devamı...

‘Rabbin seni yoksul bulup zengin etmedi mi?’

* DÜNDEN DEVAM

Gerçek fakirlik, kişinin nefsi için değil Allah için olmasıdır. Bunun için de bütün nefis arzularını, hırsını, tamahını atmak, içinde Allah düşüncesinden başka bir şey bırakmamak gerekir. Bütün ruhunu Allah sevgisi kapladığı ve Allah’tan başka hiçbir şeye eğilimi kalmadığı zaman insan, gerçek fakirlik derecesine ermiş olur. Fakirliğin bu derecesi, servet sahibi olmaya engel değildir. Çünkü önemli olan mal yokluğu değil, mal sevgisinin ruha egemen olmaması, malın varlığıyla yokluğunun bir olmasıdır. Bu durumda olan kişiye mal yokluğu zarar vermediği gibi varlığı da zarar vermez. Allah’ın elçilerinin ve peygamberlerinin çoğu zengin, hatta devlet başkanı, hükümdar oldukları halde fakirliğin zirvesinde bulunmuşlardır. İbrahim Aleyhisselam mal ve sürü sahibi, Hz. Davud ve oğlu Hz. Süleyman kraldılar. Peygamberimiz de önce fakirken sonra Hz. Hatice ile evlenmekle servete kavuşmuş, Medine’ye hicretten sonra da İslâm devletinin hükümdarı olmuştur. Yüce Allah, ona olan bu nimetini hatırlatmak için “Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni şaşkın bulup doğru yola iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi?” (Duha: 6-8) buyurmuştur.

Peygamber’in halifeleri Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e, dünyanın her yanından oluk oluk mal ve para aktığı halde fakirlikten çıkmamışlar, malı kendi keyif ve hevesleri için değil, Allah rızası için harcamışlardır. Onların fakirlikleri servet içinde olmuştur. Çünkü gerçek fakirlik, daima Allah’a muhtaç olduğunu, varlığı dahil her şeyinin gerçekte kendisinin değil Allah’ın olduğunu bilmektir. Kulun temel ve ayrılmaz sıfatı fakirliktir. Zenginlik ise Allah’ın temel ve ayrılmaz sıfatıdır. Fakirliğin hakikati, dünya sevgisini içinden çıkarmak, malı kendisine mal etmemek, verenin de alanın da Allah olduğunu bilmek, O’nun lütfundan da kahrından da memnun olmak, kalbini dünya sevgisiyle doldurmamak, Allah’tan başka hiçbir şeye, ne mala, ne mevkiye, ne dünya adamlarının desteğine, ne de herhangi bir dünya varlığına ihtiyaç duymamaktır. Böyle insana malın varlığı zarar vermez. Allah ahiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de böyle kulları için yaratmıştır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.