Şampiy10
Magazin
Gündem

Yalnız Allah’a muhtaç olmak kulluğun özüdür

SORU: Fakirlikle ilgili bazı hadisler okudum. Anladığım kadarıyla fakirliğin tasavvufta manevi bir anlamı var. Bir de maddi olarak yaşanan fakirlikten bahsediliyor. Mesela Peygamberimizin, “Ya Rabbi fakirlikten sana sığınırım” hadisini Allah’ın zengin bizim fakir olduğumuzla ilgili olduğunu anlıyorum. Bunu maddi olarak da algılayabilir miyiz? (Arzu Büyükpoyraz)

CEVAP: Fakir kelimesinin aslı, omurga kemiği kırılmış kimse demektir. Bela anlamındaki “fâkıre”den veya çukur anlamındaki “fukra”dan türemiş olan fakir, yoksulluk belası içinde bulunan kimsedir. Terim olarak fakir, dilenmekten utanan yoksuldur. Miskin ise dilenen yoksuldur. Tasavvufta derin anlam kazanan fakir,

Hz. Peygamber’in mescidindeki sofada oturan ve kendilerine “Ashab-ı Suffa” denilen yoksul sahabilere bağlanmak manasına geli. Ancak gerçek fakirlik, Allah’tan başka herhangi bir şeye ihtiyaç duymamak, yalnız Allah’a muhtaç olmaktır ki bu da kulluğun özüdür. Yahya ibn Muaz, “Fakirliğin hakikati yalnız Allah ile zengin olmak, şekli de mal ve eşya yoksunluğudur” demiştir.

O simayı gönül gözü görür

Kuşeyri’ye göre fakirlik, evliyanın şiarı, mutasavvıfların süsü, Allah’ın seçkin kullarına ve peygamberlere uygun gördüğü bir haldir. “Fakirler, Allah’ın tertemiz, seçkin kulları, yaratıkları arasında sırrına ehil kıldığı kimselerdir. Allah, onlarla yaratıklarını korur. Onlar yüzü hürmetine yaratıkları bol bol rızıklandırır” (Risale: 123). “Sadık fakir, Allah’ın yardımıyla Allah ile beraber olur. Yabancılar onun farkına varamazlar. Herhangi bir yaratık onun bulunduğu hale yol bulamaz. Yabancı gözler onu, asıl bulunduğu halden başka bir halde görürler. Onun için yüce Allah: ‘Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır’(Bakara: 273) buyurmuştur. Fakat gönül gözü açık olan, onların hallerine vakıf olur. ‘Sen onları simalarından tanırsın.’ O sima, baş gözüne görünmez. O simayı ancak gönül gözü görebilir. Yalnız ehadiyyet (birlik) nuruyla o simayı görmek mümkündür” (Letaitul-İşarat: 1/221-222). DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kalpteki iman sağlam olmalı

SORU: İşim gereği alkol kullanıyorum. Bu yaşıma kadar namaz kılmadım ama başlamak istiyorum. Çevremdeki bazı kişiler, “Alkol alan namaz kılamaz” diyor. Zaten ben de alkollüyken kılmayı düşünmüyorum. Bu söylenenler doğru mu? (Serhat Özdemir)

CEVAP: Alkollü içki kullanmak haramdır, günahtır. Ama namaz kılmamak daha büyük günahtır. Alkolü bırakmanızı tavsiye ederim. Ama bırakmasanız da namazınızı kılın. Alkol alanın namazının kabul olmayacağını söylemek, birçok insanı dinden kaçırır. Dinde şöyle bir prensip vardır: “Bir şeyin tamamı yapılmasa dahi tamamı terk edilmez.” Ne kadar yapabiliyorsanız o kadar yapın. Zaman gelir alkolü tamamen bırakırsınız inşallah. Siz elinizden geldiği kadar namazınızı kılın. Allah ile kul arasına kimse giremez. Yapılan hatanın, insanı dinden çıkarmayacağını vurgulayan bir sahabi olayı sorunuza cevap olabilir:

Sahabilerden şarap içen Nuayman’a birkaç kez Allah’ın Elçisi’nin meclisinde had vurulmuştu (ayakkabı ve çubukla dövülmüştü). Bunlardan birinde bir sahabi, “Allah ona lanet etsin. Bu işi ne kadar çok yaptı” deyince Allah’ın Elçisi, “Kardeşine karşı şeytanla birlik olma” der. Başka bir rivayette ise Allah’ın Elçisi şöyle der: “Öyle deme. O, Allah’ı ve Elçisi’ni seviyor.” Peygamberimiz böylece o sahabiyi lanet okumaktan menetti. (Buhari, Hudud: 5; İbn Hanbel, Müsned: 1/438).

Allah’ın Elçisi, hatasından dolayı had vurduğu bu sahabisine lanet edilmesini kabul etmemiş ve günahkâr da olsa bir Müslüman’a lanet etmenin şeytana yardım etmek olduğunu bildirmiştir. Bu olay gösterir ki kalpte iman sağlam oldukça, insanın hataya düşmesi, kendisini Allah’a ve Elçisi’ne sevgi sınırından, İslâm ve iman hududundan dışarı çıkarmaz. Nuayman, Bedr’e iştirak etmiş sahabilerdendir. Çok şakacı biriydi. Medine’ye turfanda ne gelse hemen onu satın alıp Allah’ın Elçisi’ne getirir, “Sana hediyedir ya Resulallah” derdi. Malın sahibi gelip de parasını isteyince Nuayman onu, Peygamber’e getirir, “Ya Resulallah, bu adama şunun parasını ver” derdi. Peygamber, “Sen onu bana hediye etmemiş miydin?” deyince, “Ya Resulallah, yanımda param yoktu. Ama onu senin yemeni istedim” diye cevap verirdi. Peygamber de güler, adama parasının verilmesini emrederdi.

Yazının devamı...

Muhsin Bey’e Allah rahmet eylesin

Kendisini çok yakından tanımam ama basından izlediğim kadarıyla alçakgönüllü, iyi bir insandı. Ülkücü kanattan geliyordu. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’na kadar yükselmişti. Birkaç yıl önce İstanbul’da Ehl-i Beyt Derneği’nin düzenlediği toplantıda kendisiyle karşılaşmıştım. Yaptığı konuşmasında özetle şöyle demişti: “Biz 70’li yıllarda Türkiye’de sağ-sol kavgası içindeydik. Koskoca ülke bize dar gelmişti. Bu geniş topraklara sığamıyor, kavga ediyorduk. 1980 darbesiyle bizi içeri attılar. Hapishanede, dışarıda kavga ettiğimiz karşıt düşünceden insanlarla beraberdik. Biz dışarıda koca topraklar içine sığamıyorduk ama hapishanede daracık bir koğuşa sığmıştık. Aramızda kavga yoktu. Güzel geçiniyorduk. O halde biz dışarıda niçin kavga ediyorduk? Demek ki bu kavgalarımız aslında boştu. Birbirimizi yanlış anlamamızdan kaynaklanmıştı. Biz eğer konuşur, hoşgörülü davranır, karşılıklı olarak düşüncelerimize saygı gösterirsek kavga etmemize hiç sebep yok. Pekâlâ bu ülkede barış içinde yaşayıp gideriz.”

Söyledikleri çok doğruydu. Sonradan MHP’den ayrılıp Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. BBP, büyük bir kitle partisi olamadı ama kendisi dürüstlük örneği gösterdi. Ülke yararı için yapılan çalışmalarda 7 milletvekiliyle öteki partilere destek verdi. Hükümet boşluğu doğmasını önledi. Bir yıl önce bana bir e-mail mektubu göndermiş, yazılarımdan çok memnun kaldığını, yararlandığını belirtmişti. Son konuşmasında belirttiği üzere devletin imkânlarını parti menfaati için kullanmadı. Parti gezilerinin ve mitinglerinin, partili arkadaşlarının nafakalarından keserek yaptıkları katkılarla sağlandığını belirtmişti.

Kısa süre önce televizyondan dinlediğim bir konuşmasında ise ölümle hayat arasında sadece 7-8 saniyelik, belki de daha da az bir süre bulunduğunu söylemiş, “Bu kadar kısa bir ömür için eğilip bükülmeye değer mi? Onun için düzgün yürüyeceğiz, eğilmeyeceğiz, dik duracağız” demişti. Ne kadar doğru sözlerdi bunlar. Belki de ileride ülkesi için daha iyi hizmetler verecekti. Ama takdir ona bu kadar ömür biçmiş. İnsan kendisine verilen ömürden ne bir an az, ne de çok yaşayabilir. Seçim için yaptığı gezide helikopter kazası sonucu hayatını kaybetmekle inşallah şehadet sevabına ermiştir. Muhsin Bey’e Allah’tan bol bol rahmet, ailesine ve tüm sevenlerine baş sağlığı dilerim. Mekânı cennet olsun.

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’de çelişki arayanlar (5)

DÜNDEN DEVAM

Müslüman olan diğer kişi ise Cabir adlı bir Ermeni gencidir. Hristiyanken ismi Geregory Vartessian olan Cabir, Müslüman olmadan önceki hayatını şöyle özetliyor: “Annem ve babam gibi ben de Hristiyan’dım. Haftada bir gün ailece kiliseye giderdik. 13 yaşımda kendi isteğimle Paris’teki bir kilisenin okuluna kayıt oldum.

2 sene boyunca bu okulda eğitim gördüm.” Cabir, bir süre sonra okuldan sıkılmış, elektronik eğitimi veren başka bir okula kayıt olmuş. Bundan sonra kötü arkadaşlar yüzünden bunalıma girmiş. İntihar etme girişiminde bulunmuş ama başarılı olamamış. Eroinden kurtulmak için Fransa’dan ayrılıp İngiltere’ye yerleşmiş. Cabir, Faslı ve Cezayirli iki Müslüman’la arkadaş olmuş. Faslı arkadaşı Muhammed, kendisini Fas’a davet etmiş. Gittiği Fas köyünde Ramazan ayını geçiren Cabir, kendisi de oruç tutmuş.

Cabir, nasıl Müslüman olduğunu ise şöyle anlatıyor: “İnternette ‘İslâm nedir?’ başlıklı bir makale okumuştum. Bu makalede İslâm’ın İsa Mesih’in getirdiği gerçek Hristiyanlığın devamı olduğu belirtiliyor ve Müslümanların İslâm’dan önce gelen bütün dinleri hak olarak gördükleri ifade ediliyordu. Bu beni çok etkiledi. Daha sonra Kur’an okumaya başladım. Kur’an, İncil’den daha etkili ve daha gerçekçi bir kitaptı. İslâm’ın Allah katındaki gerçek din olduğunu kabul etmeye başlamıştım. Gittiğim kilisenin papazı bir vaazında Müslümanlar hakkında kötü şeyler söylüyordu. Ayağa kalkıp Müslümanları çok iyi tanıdığımı, onların kendisinin anlattığı gibi insanlar olmadığını söyledim. Papazla bir süre tartıştık. Kiliseyi terk ettim.

Bu olaydan 2 gün sonra Muhammed beni aradı. Müslümanların 5 gündür oruç tuttuklarını söyledi. Ben de Müslümanlar gibi oruç tutmak istiyordum. Artık İslâm’a girmeye karar vermiştim. 2006’nın Ramazan ayının 6’ncı günü Müslüman oldum. Daha sonra kardeşime ve babama durumu anlattım. Önce şaşırdılar. Sonra İslâm’ı araştırmaya, Müslüman olduktan sonra bende meydana gelen değişiklikleri gözlemlemeye başladılar. Benden 4 yaş küçük olan kardeşim de Müslüman oldu. Babam da iki hafta önce telefonla yaptığımız görüşmede Müslüman olmayı düşündüğünü söyledi. İnşallah o da Müslüman olur.” Umarım İslâm’a saldıranlar Cabir’den ibret alır.

Yazının devamı...

Kur’an-ı Kerîm’de çelişki arayanlar (4)

DÜNDEN DEVAM

İbrahim Suresi 39’uncu ayetten açıkça İbrahim’in iki oğlu olup büyüğünün İsmail, küçüğünün İshak olduğu, Yakup’un ise “Verai İshak” yani İshak aracılığıyla gelen torunu olduğu anlaşılır. Ama torun da dedenin devamı olduğundan o soydan gelenlere hep İbrahim oğulları denilir. Bundan torunların, İbrahim’in kendi çocuğu olmaları gerekmez. Aslında bu tür savların hepsi Turan Dursun’un “Din Bu” adlı kitaplarında vardır. 1993’lerde bu savların nasıl tutarsız, dayanaksız ve önyargılı olduğunu “Gerçek Din Bu” adlı iki ciltlik kitabımda delilleriyle anlattım. O kitaplardan etkilenip sarsılmış olan tıp profesörü Cemil Rakunt, kitabımı okuduktan sonra gelip bana teşekkür etti ve kendisini etkilemiş olan o kitapların artık bittiğini, gözünde bir değerinin kalmadığını söyledi.

Hepsi perişan olup gitti

İnsan önyargıyla bakarsa hep çelişki görür. Çelişki Kur’ân’da değil, şaşı gözlerin bakışlarındadır. İnişinden bu yana Kur’ân’a saldıranlar oldu ama hepsi perişan olup gitti. Kur’ân ışığı ise artarak devam etmektedir. Peygamber döneminde Kur’ân’dan ışık alanların sayısı 100 küsur binken şimdi 1.5 milyarı aştı. İşte saldıranlara Kur’ân’ın fermanı: “Onlar şeytanın partisidir. Muhakkak ki şeytanın partisi kaybedecektir. Allah’a ve Elçisi’ne düşman olanlar, onlar en alçaklar arasındadırlar. Allah, ‘Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz’ diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir” (Mücadele: 19-21).

Hristiyanken Kur’ân ile aydınlanıp Müslüman olmuş binlerce insandan iki kişiye işaret edeceğim. Bunlardan biri olan Engin Noyan, televizyonda düşünce serüvenini şöyle anlattı: “Önce felsefe ekollerini inceledim. Varlığım ve hayatla ilgili sorulara cevap bulabilmek için tatmin edici cevapları tam anlamıyla bulamadım. Sonra İncil’i tetkik ettim. Okudum inceledim. Olmadı. Daha sonra yaklaşık 5 yıl kadar Tevrat ile ilgilendim. O da olmadı. Ondan sonra Kur’ân ile tanıştım. Bu inceleme, araştırma neredeyse 15 yıl sürdü.” Engin Noyan, göğsünü gere gere Müslüman olduğunu belirtti. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’de çelişki arayanlar (3)

* DÜNDEN DEVAM

Vera; ötesi, arkası, verai cidar duvarın arkası demektir. Bakara 133’üncü ayette İbrahim’e, İshak adında bir oğlu olacağı gibi onun aracılığıyla da torunu Yakup’un müjdelendiği belirtilmektedir. Aynı şey Meryem Suresi 49’uncu ayette de belirtilmiştir. Erdoğan Aydın, Kur’ân’ı eleştirirken İbrahim’in oğullarının da “Bir mi, iki mi (yoksa üç mü?) olduğunun belirsizliği bir yana adlarda da görürüz bu durumu. Önceden Yakup ve İshak diye anlatılırken, İbrahim suresinde “Kocamışken bana İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamdolsun (İbrahim: 39) denerek Yakup yok edilip yerine İsmail getirilir” diyor. Önce belirttiğimiz üzere Kur’ân ne tarih kitabıdır ne soy kitabı. Öğüt kitabıdır ve öğüt için anlattığı öykülerde yerine göre isimlerde takdim tehir yapılır. Ama İbrahim’in oğullarının isimlerinde ve sayısında hiç belirsizlik yoktur.

“Hepsini üstün kıldık”

Enam Suresi: “84- Biz ona İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakup’u da hediye ettik. Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh’a ve onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz.” Hemen bundan iki ayet sonra gelen ayette İbrahim’in büyük oğlu İsmail anılır: “İsmail’e, el-Yesa’a, Yunus’a ve Lut’a da (yol gösterdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık” (Enam: 86).

İsimler de sayılar da belli

Ayetlerin amacı İbrahim’in çocuklarını saymak değil, Allah’ın lütfettiği peygamberlerin hak yolda, hidayet üzere gittiklerini ve insanlara örnek olduklarını belirtmektir. Burada çelişki veya kapalılık nerede? Yine İbrahim’in iki oğlu İshak ve İsmail, torunu Yakup anılmıştır. İsimleri de belli, sayıları da... Belirsizlik nerede? İbrahim Suresi 39’uncu ayette de Hz. İbrahim’in, yaşlılık çağında kendisine İsmail ve İshak’ı lütfeden Allah’a şükür ve hamdi anlatılmaktadır: “İhtiyarlık çağımda bana İsmail ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duayı işiten(kabul buyuran)dır.”

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’de çelişki arayanlar (2)

DÜNDEN DEVAM

Saffat 92, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 108’inci ayetlerde, kendisine lütfedilen çocuk, artık koşup oynama çağına gelince İbrahim’in, onu Allah için kurban etme girişimi ve bir koç fidyesiyle kurtarılan bu çocuğun, adının İshak olduğu, onun peygamber olacağının da İbrahim’e müjdelendiği anlatılmaktadır. Burada başka bir çocuktan söz edilmez. Aslında İbrahim’in, Cariye Hacer’den olma bir çocuğu vardır ama asıl karısı Sare’den İshak olmuştur. İsmail daha büyüktür. Sare de ileri yaşta İshak’ı doğurunca İbrahim’in mülküne varis olmasını istemediği büyük çocuk İsmail’in oradan uzaklaştırılmasını istemiş. İbrahim de bu çocuğu annesiyle birlikte getirip Mekke’ye yerleştirmiştir. Bu ayetlerin neresinde çelişki var? Önyargısız düşünüp karar verelim.

‘Tek Tanrı’ya kulluk edeceğiz’

Gelelim Bakara 127, 132, 133’üncü ayetlere: “127- İbrahim, İsmail’le beraber Ev’in (Kabe’nin) temellerini yükseltiyor.’’ Rabbimiz bizden kabul buyur, kuşkusuz sen işitensin, bilensin... 131- Rabbi ona, ‘İslâm ol’ demişti, ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ dedi. 132- İbrahim de bunu (yani tek Allah’a tapma dinini) kendi oğullarına vasiyet etti. Yakup da ‘Oğullarım, Allah, sizin için o dini seçti. Bundan dolayı sadece Müslümanlar olarak ölünüz’ (dedi). 133- Yoksa siz, Yakup’a ölüm

(hali) geldiği zaman orada mıydınız? O zaman (Yakup), oğullarına ‘Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?’ demişti. ‘Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın tanrısı olan tek Tanrı’ya kulluk edeceğiz, biz O’na teslim olanlarız’ dediler.”

Bu ayetlerde İbrahim’in oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi yaptıkları ve insanlara tevhit dinini öğrettiği, oğullarına da tevhit üzre gitmelerini öğütlediği anlatılmaktadır. Bakara 133’üncü ayette Yakup’un oğulları İbrahim, İshak ve İsmail’i Yakup’un dedeleri saydıklarına göre demek ki Yakup, İbrahim’in oğlu değil torunudur. İbrahim’in büyük oğlu İsmail, küçük oğlu İshak’tır. Yakup, Hz. İbrahim’in oğlu değil İshak’tan olan torunudur. Bu husus, “Ayakta durmakta olan karısı güldü. Biz de ona İshak’ı müjdeledik. İshak’ın verasından da Yakup’u” (Hud: 71) ayetinden de anlaşılmaktadır. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’an-ı Kerîm’de çelişki arayanlar (1)

Okurum Mehmet Nuri Ünlükaya, Özdemir İnce’nin İslâm’ı eleştiren bir yazısını bana göndermiş. İnce, bu yazısında savlarını Erdoğan Aydın’ın “Kuran ve Din” adlı kitabına dayandırmış. Aydın, adı geçen kitabın 195’inci sayfasında, “Öyle ki onların bir mi, iki mi (yoksa üç mü?) olduğunun belirsizliği bir yana, adlarda da görürüz bu durumu. Önceden Yakup ve İshak diye anlatılırken İbrahim Suresi’nde, ‘Kocamışken bana İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamdolsun’ (İbrahim-39) denerek Yakup yok edilip yerine İsmail getirilir” diyormuş. Bu kargaşaya tanık ve örnek olarak Saffat 92, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 108 ve Bakara 127, 132, 133. ayetlerini gösteriyormuş. İnsan bu kadar önyargılı olabilir. Kur’ân’da çelişki yok. Çelişki, ona önyargıyla yaklaşanın bakış ve anlayışında. Önce şunu belirtelim ki Kur’ân’ın temel amacı hikâye anlatmak değil, anlattığı hikâyeyle insanları düşünmeye, Allah’ın birliğini yani tevhit inancını anlamaya yöneltmektir.

“Ben Rabbime gideceğim”

Şimdi çelişki diye görülen ayetlere bakalım. Saffat 92, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 108. ayetler: “97- ‘Onun için bir bina yapın da onu (o binada) ateşe atın’ dediler. 98- Ona bir tuzak kurmak istediler, biz de (onların tuzaklarını boşa çıkardık), onları alçak düşürdük. 99- (İbrahim) Dedi ki: ‘Ben Rabbime gideceğim, O, beni doğru yola iletecek. 100- Rabbim, bana iyilerden (bir çocuk) lütfet.’ 101- Ona halim bir erkek çocuk müjdeledik. 102- (Çocuk) Onun yanında koşma çağına erişince (İbrahim ona), ‘Yavrum, ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum. (Düşün) Bak, ne dersin? dedi.’ (Çocuk), ‘Babacığım, sana emredileni yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi. 103- İkisi de böylece (Allah’ın emrine) teslim olup (İbrahim, kurban etmek için) çocuğu alnı üzerine yıkınca,104- Biz ona, ‘İbrahim’ diye ünledik. 105- ‘Sen rüyayı doğruladın. İşte biz, güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.’ 106- Gerçekten bu, apaçık bir sınavdı. 107- Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik. 108- Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık. 109- (İleride gelecek nesiller), ‘İbrahim’e selam olsun’ (diyeceklerdi).”

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.