Şampiy10
Magazin
Gündem

Kurtuba Camii –2

* DÜNDEN DEVAM

Dünyada en fazla sütuna sahip olan mabet, Kurtuba Camii’dir. 1419 sütun var. Sütunlardan oluşan 19 paralel yol, bu doğrultuya dik 36 adet yolu dik açıyla kesiyor. Sütunların çoğu granitten, bazıları da çeşitli taşlardan yapılmış. Sütunlar, tuğlalardan ve beyaz taşlardan meydana gelen kemerleri destekliyor. Kurtuba Camii’nin en güzel kısmı, mihrabı ve minberidir. Mihrap at nalı şeklindedir. Mihrap kemerinin dayandığı sütunlar eşsiz güzelliktedir. Caminin dış süsleri çok zarar görmüş olmasına rağmen iç süsleri hâlâ göz kamaştırıcıdır. Mabedin bir diğer özelliği de kemerlerin iki katlı olmasıdır. Bu özellik yalnız Kurtuba Camii’nde bulunmaktadır. Bu muhteşem caminin ortasına bir kilise yerleştirmek için 63 adet çok güzel sütun yıkılmış ve cami 1523’te katedrale çevrilmiş.

1894 yılında Almanya’nın Würzburg kentinde yayınlanmış olan ve Prens Salvador, Prof. Graus, Teolog Kirchberger, Baron von Bibra, bayan Threlfall tarafından hazırlanan “Spanien: İspanya” isimli eserde bu cami hakkında yazılanları sizlere aktarmak istiyorum: Tarık bin Ziyad kumandasında 711’de İspanya’ya geçince Cordoba’yı kendilerine başşehir yapan Müslümanlar, bu topraklara medeniyet getirdiler. Büyük bir saray, hastahaneler, medreseler yaptılar. Bunların yanında bir de büyük camia (üniversite) kurdular. Avrupa’da ilk kurulan üniversite budur. O zamana kadar Avrupalılar bilimde, teknikte, tıpta, tarımda ve medeniyette çok geri kalmışlardı.

Müslümanlar onlara ilim ve medeniyette hocalık ettiler. Endülüs İslâm devletini kuran I. Abdurrahman ibn Muaviye, Kurtuba’da çok büyük bir cami yaptırmak istedi. Bu caminin Bağdat’ta bulunan camilerden daha büyük, daha güzel ve görkemli olmasını istiyordu. Kurtuba’da bu işe en uygun arsayı seçti. Arsa bir Hristiyan’a aitti. İstenilen yüksek fiyatı ödeyip arsayı satın aldı. Caminin yapılmasına 785 yılında başlandı. I. Abdurrahman, her gün inşaatta amele gibi çalışıyordu. İnşaat malzemeleri doğunun çeşitli ülkelerinden getirtildi. Tahta kısımlar için Lübnan’ın en mükemmel ağaçları, başka yerlerden renkli mermerler, Irak’tan ve Suriye’den kıymetli taşlar, inci, zümrüt, fildişi bu araziye yığıldı. Her şey çok güzel ve çok boldu. Cami, ihtişamlı bir bina halinde yükselmeye başladı.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kurtuba Camii –1

Bir grup arkadaşla birlikte 3 Nisan 2009 Cuma günü saat 07.15’te Kurtuba Ulu Camii’ni görmek üzere Almanya’nın Gelsenkirschen kentinden İspanya’nın güneyinde bulunan Cordoba (Kurtuba) kentine hareket ettik. Yaklaşık 2400 kilometre olan yolumuz Hollanda, Belçika, Fransa üzerinden geçiyordu. Paris’e geldiğimizde saat 11.45’ti. Cordoba’ya 100 kilometre kala bir kafede mola verdik. Saat 04.30 olmuştu. Birer çay içtik. Henüz çok erkendi. Sabah namazını kıldık. Saat 07.30 oldu. Tekrar yola çıktı. 08.30’da Kurtuba’ya vardık. Güzel, sakin ve şirin bir kent.

Karşıdaki tepeden Kurtuba Ulu Camii bizi selamlıyordu. Dikkatimizi çeken, caminin ortasına yerleştirilmiş olan kilisenin çan kulesiydi. Caminin giriş kapısını bulduk. Kalın taş duvarlı kale gibi bir yere geldik. Burasını cami sanıyorduk. Henüz açılmamıştı. Çevredeki portakal ağaçlarının altında gezindik. Saat 09.30’da bina açıldı. Giriş paralı. Ödedik. Ama buranın camiye benzer bir tarafı yoktu. Girişteki kadına sorduk. Caminin ileride olduğunu söyledi. Asıl camiye geldik. Dış duvarlarını görünce, “Allahım ne muhteşem bir mabet bu” dedim. Kapıda polisler bekliyordu. Başım üşüdüğü için takke giymiştim. Herhalde bundan ötürü benim Müslüman olduğumu anlayan polis, “No pray inside: İçeride ibadet yok” dedi. İçeri girdik. Tam karşıda mihrap vardı. Son derece güzel, çifte kemerleri taşıyan bir sütun ormanı gibi olan kubbe ve kemerler manzumesi cami gerçekten beni büyüledi.

Endülüs Emevileri’nin başkenti olan ve şimdi Cordoba denilen Kurtuba’da vaktiyle 600 cami varmış. Bunların en görkemlisi Kurtuba Camii’dir. Kubbe sisteminde üst üste binen kemerlerde kırmızı beyaz mermer kullanılmış. Oymalı mermer mihrabı, bütün camiler içinde en güzel olanıdır. Duvarlarda kûfi yazılar, lacivert zemine altınla işlenmiş. Minber, pek çok fildişi parçayla, değerli taşlardan altın çivilerle yapılmış. I. Abdurrahman tarafından 785 yılında Vadil-Kebir ırmağı kenarında bulunan arsa üzerinde inşasına başlanan caminin yapımı 1 yılda tamamlanmış. İlk yapıldığındaki büyüklüğü 75 metre eninde ve 100 metre boyundaydı. Daha sonraki hükümdarlar camiyi, çeşitli eklemelerle büyüttüler. Bu eklemelerden sonra mabet 175 metre uzunlukta, 134 metre genişlikte muazzam bir yapıya dönüştü. Caminin çevresinde 12.20 metre yükseklikte kalın bir duvar vardır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Borçta şahitlik meselesi...

SORU: 1- Kur’an’da İsrailoğulları’ndan bahsediliyor. İsrailoğulları bugünkü İsrailliler (Yahudiler) midir? Neden bu topluluk lanetlenmiştir? 2- “Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için iki kadın (olsun).” Bakara Suresi’nin bu ayetinde ne denmek isteniyor? “Kadın unutursa” diyor. Neden “Erkek unutursa” kavramı yok? (Dilan Karakoyun)

CEVAP: 1- Kur’ân’da peygamberlerine karşı gelen, kötü işler yapan İsrailoğulları’nın lanete uğradığı belirtilir ama yine onlar içinde iyi yolda giden kimseler de övülür. Kim demiş İsrailoğulları’nın tümden lanetlendiklerini? Eğer onlar öyle lanetli bir kavim olsalardı içlerinden bu kadar peygamber çıkar mıydı? Musa’nın kavmi içinde ve Allah’ın yarattığı uluslar içinde “Hakk’a ileten ve Hak ile adalet yapan bir topluluğun bulunduğu” Araf Suresi 159, 181 ve Sebe Suresi’nin 32. ayetinde onların üç gruba ayrıldığı, bir kısmının günahkâr, zalim; bir kısmının orta yolda giden ılımlı; bir kısmının da Allah’ın izniyle hayır işlerinde ileri gittikleri belirtilmektedir. Bakara Suresi’nde de Allah’ın, İsrailoğulları’nı âlemlere üstün kıldığı vurgulanmaktadır (Bakara: 47). Bugünkü İsrailoğulları, Hz. Peygamber dönemindeki İsrailoğulları’nın devamıdır. Kur’ân hiçbir milleti toptan mahkum etmez. Kur’ân eksik okunursa doğruya ulaşılamaz.

2- Şahitlik meselesine gelince. Bir erkeğe iki kadının denk tutulması sadece borç şahitliğindedir. Sebep de o zaman ekonomik işlerin kadınların meşgale alanı dışında olmasıdır. Ayette unutmak tabiri yok, şaşırmak tabiri vardır. Ayetteki “tadılle” kelimesine unutmak manası vermek hatadır. Bu kelimenin doğru anlamı “şaşmak, şaşırmak”tır. Kadınlar erkeklere göre daha heyecanlı ve duygusal yapıları dolayısıyla şaşırmaları ihtimalinin daha çok olmasıdır. Kaldı ki bu, o zaman için borcun garantisi açısından konulmuş bir hükümdür. Farz değildir. Çünkü bir kimse dilerse verdiği ödünç para için hiç tanık tutmaz. Bu yüzden günahkâr da olmaz. Ama sonucuna katlanır. Ödünç alan inkâr ederse ödünç verenin hakkı kaybolur. Kendisi buna razı ise mesele yok. Nitekim ayetin devamında şahitsiz de borç verilebileceği belirtilmektedir. Ben birine güvenir, tanıksız ödünç para verirsem günah işlemiş olmam. Tersine güvencimden ötürü takvaya daha uygun davranmış olurum. Sonucuna da katlanıyorsam sorun yok.

Yazının devamı...

‘Habibim’ kelimesi Kur’ân’da geçmez

Okurum Mesut Sümbül, Kur’ân’da geçen “Habibim” kelimesinin ne anlama geldiğini soruyor. Cevabım şudur: Kur’ân’da “Habibim” kelimesi asla geçmez. Bunu bazı vaizler ve çeviriciler uydurup Allah’ın sözleri arasına sokuşturmuşlardır. Kur’ân, Peygamber’e düz ve amirane hitap eder: “Ya eyyuhâ’n-nebiyyu: Ey Peygamber” veya “Ekımi’s-salâte: Namaz kıl” veya “Utlu mâ ûhiye ileyke: Sana vahyedileni oku.” İşte Kur’ân’ın Peygamber’e hitapları böyledir. Allah bir kuluna “Habibim” yani “Sevgilim” diye hitap etmez. Çünkü Allah’ın, bizim anladığımız manada sevgilisi olmaz. Elbette buyruğunca gidenleri sever, gitmeyenleri sevmez ama sevgili deyince onsuz yapılamayacak varlık demektir ki, Allah için böyle bir şey söz konusu olmaz. Zira Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir. (Fatır: 43/15).

Zaten bütün evren Allah’ın sevgilisidir. Çünkü sevmese yaratmaz. Yaratmak istemesi, sevmesinden ileri gelir. Ama insanlar kendi inandıkları peygamberi veya veliyi Allah’ın en çok sevdiği varlık olarak görme eğilimindedir. Bu onların kendi hayalleridir. Gerçekte Allah’ın en çok kimi sevdiğini yalnız kendisi bilir. Hristiyanlara sorsanız Allah’ın en sevdiği İsa’dır. O kadar ki, İsa Allah’ın bir parçasıdır. Yahudilere sorsanız Allah’ın en çok sevdiği Musa’dır. Budistlere sorsanız Budda Tanrı’dır.


Bir hadisin doğruluğu

SORU: “Beni ananızdan, babanızdan, evlatlarınızdan ve dünyadaki her şeyden daha çok sevmedikçe iman etmiş olamazsınız” hadisi Peygamberimize mi aittir? (M. Ceylan)

CEVAP: Bu hadis doğrudur. Çünkü Kur’ân’a uygun ve senedi de sağlamdır. Hadis, Hz. Ömer’den gelmektedir. “Peygamber, müminlere canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (anne tarafından akrabalar) da Allah’ın kitabında birbirlerine öteki müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız (bir vasiyet etmeniz) hariç (yaptığınız o vasiyet yerine getirilir). Bunlar kitapta yazılmıştır” (Ahzab: 6). Demek ki müminler için Peygamber ve ailesi her şeyden önce gelir. Ondan sonra müminlerin yakınları, önce kan akrabaları, anne babaları, kardeşleri gelir. Kan akrabaları elbette arkadaşlardan önce gelir. Ancak iman şarttır. İmansız kan akrabası mümine inanç kardeşinden önde gelmez.

Yazının devamı...

Türkler nasıl Müslüman oldu? (2)

* DÜNDEN DEVAM

Tövbe Suresi’nde savaş suçlusu olan Mekke müşrikleri için dört ay içinde ya Müslüman olmaları veya öldürülmeleri seçeneği getirilmiştir. Bu genel bir hüküm değil, 20 yıl boyunca Müslümanlara saldırmış olan savaş suçlusu Mekke ve yöresi müşrikleri hakkındadır. Ama maalesef genelde İslâm âlimleri bu özel durumu bütün müşrik (putatapar) kavimlere uygulama eğilimini benimsemişlerdir. Bu yüzden Suriye, Filistin, Irak, Ermenistan gibi ülkelerde kitap ehli halka din özgürlüğü tanıdıkları halde müşrik saydıkları uluslara ya Müslüman olma veya öldürülme hükmünü uygulamış olabilirler. Türklere bu seçeneği uyguladılar mı? Onu bilmiyorum.

Muaviye zamanında deniz yoluyla İstanbul surlarına kadar gelen Müslümanlar, halkın din özgürlüğüne dokunmamışlardır. Viyana’ya kadar giden Müslüman Türkler yine yerli halka din ve vicdan özgürlüğü tanımışlardır. Doğu Avrupa’da kimi unsurlar kendi iradeleriyle Müslüman olmuş ise de çoğunluk Hristiyan olarak kalmıştır. Eğer zorlama olsaydı, asırlarca, Türk egemenliğinde kalan Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve benzeri ülkelerde Hristiyanlık’tan eser kalır mıydı? Boşnaklar, Arnavutlar İslâm’ı kendi inançlarına daha yakın buldukları için Müslüman olmuşlardır. Bir zorlama yoktur.

İkinci sorunuza gelince. Ne demek “Haccın Mekke’nin fethinden sonra İslâm’ın şartı olarak konduğunu, buna gerekçe olarak da Peygamberimizin Mekke, eğer savaşsız teslim edilir ve şehir direnmez ise (halka ekonomik getiri sağlayan) hac ziyaretlerini desteklemeye söz vermesi...” Mekke’nin fethinden en az

6 yıl önce inmiş olan Al-i İmran Suresin’de hac, Müslümanlara farz kılınmıştır:

“Doğrusu insanlara (mabet olarak) ilk kurulan ev, Mekke’de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Onda açık açık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Ona giren, güvene erer. Yoluna gücü yeten herkesin, o eve gid(ip haccet)mesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün âlemlerden zengindir” (Al-i İmran: 96-97). Muzaffer olarak Mekke’ye giren Hz. Muhammed halka sordu: “Benim size ne yapmamı umuyorsunuz?” Cevap verdiler: “Kerimsin, kerim kardeş oğlusun. Senden hayır bekliyoruz.” Peygamber, “Haydi hepiniz özgürsünüz” dedi. Lütfen önyargılı İslâm düşmanlarının delilsiz, mesnetsiz sözleriyle hüküm vermeyin.

Yazının devamı...

Türkler nasıl Müslüman oldu? (1)

SORU: Bir internet sitesinde okuduğum “Türkler nasıl Müslüman oldu?” başlıklı yazıda Diyanet İşleri Başkanlığı imzası vardı. Bu yazının gerçekten onlara ait olup olmadığını öğrenmek için e-mail gönderdim. Verdikleri cevapta doğrudan kendilerine ait olmadığını, kurumun yayınladığı pek çok yazıdan derlenmiş olabileceğini belirttiler. Ayrıca yazının içeriğinin kendi görüşlerine uygun olduğunu da ifade ettiler. Yazıda Türklerin Müslümanlığı kolayca kabul ettikleri kaydediliyordu. Yaptığım araştırmalar ve okuduğum kaynaklar bunun böyle olmadığını gösteriyor. Emeviler döneminde birçok Türk şehri basılmış, insanlar katledilmiş. Yaklaşık 250 yıl süren bir süreci yaşayan toplum için “Kolayca Müslüman oldu” denmesi garibime gitti. Bu konuda sizin düşünceleriniz nedir? Hocam ikinci sorum şu: Hac, Mekke müşriklerine ödün olarak mı dine girdi? (A. İhsan Uğuz)

CEVAP: Emeviler sadece başka uluslara değil, Peygamber evladına ve onları tutan ırkdaşlarına da çok zulümler yapmışlardır. Peygamber’in torunu Hz. Hasan’ı zehirletip hilafeti ele geçirip saltanata çevirmeleri kabul edilecek şeyler değildir. Ama bunlar olmuştur. Kûfe’de son Emevi Valisi, İmam-ı Azam’a her gün 10 olmak üzere 10 gün boyunca 100 sopa vurdurmuştur. İmamı Azam’a bunu yapanlar başkalarına neler yapmazlar ki?

Doğrusunu isterseniz ben Türklerin Müslüman oluş öyküsünü enine boyuna incelemiş değilim. Fakat şunu kesinlikle bilmelisiniz ki İslâm’da ikrah yoktur (Bakara: 256). Kur’ân, “Bu gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin” (Kehf: 29) buyurmaktadır. Yani hiç kimse dine girmeye zorlanamaz.

Peygamberimiz ve halifeleri, savaşa gönderdikleri ordu komutanına, cephedeki düşman dışında sivil halka, kadınlara, çocuklara, din adamlarına dokunmamalarını, ağaçları ve hayvanları kesmemelerini, halka zarar vermemelerini tembih etmişlerdir. Müslümanlar Hz. Ömer zamanında Azerbaycan’ı, Ermenistan’ı fethettiler. Oranın halkına, Irak halkına özgürlük tanıdılar. Hatta topraklarını da belli bir vergi karşılığında eski sahiplerinde bıraktılar. Eğer zorlama olsaydı şimdi Ermenistan’da Hristiyan diye bir milletin kalmaması gerekirdi. Anadolu’da, Ermenistan’da, Irak’ta halka din özgürlüğü tanıyan Müslümanlar niçin Türk ülkelerinde tanınmış olmasınlar? Pek mantıklı gelmiyor.

Yazının devamı...

‘Oku’ emri bize neyi anlatıyor? (2)

DÜNDEN DEVAM

Tefsir ve çevirilerde alakı, sadece kan pıhtısı anlamıyla düşünmüş ve Allah’ın insanı kan pıhtısından yaratmış olduğunu söylemişlerdir. Oysa kan pıhtısı anlamı, kelimenin asıl anlamı değildir. Alak kelimesiyle meni sıvısı içinde yüzen spermlere, spermanın yapışkanlığına, spermle döllenen yumurtanın bölünüp üreyerek bir hafta içinde fallop borusundan inip rahmin cidarına asılması durumuna (morula aşamasına), sonra da ceninin aldığı biçime işaret edilmiş olabilir. Ayetteki alakla kan pıhtısı anlamı kastedilmiş ise aşılanan yumurtanın, bölünmek suretiyle meydana gelen hücrelerin verdiği kırmızı görünüme işaret edilmiş olur. Kelimede asıl anlam olarak yapışkanlık bulunduğu için insanın yapışkandan yaratılması, aşılanan yumurtanın, rahmin cidarına yapışıp üremesine işarettir. Kelimedeki ilgi, sevgi anlamı da göz önünde bulundurulursa insanın, Allah’ın sevgi ve şefkatiyle yaratıldığı, insanın mayasına sevgi ve şefkat katıldığı anlaşılır.

Kur’ân ilme değer verir

İnsanı bir kurtçuktan yahut kan pıhtısı görünümü veren embriyodan yahut sevgi ve şefkatten yaratıp aşamadan aşamaya geçirerek geliştiren, mükemmel şekle koyan, işitici, görücü, düşünücü yapan, sonra dünyaya getirip onu öğrenime yönelten, ona bilmediği şeyleri öğrenmeyi ve kalemle yazı yazmayı ilham eden Allah’a karşı insanın kulluk etmesi gerekirken nankörlük etmesi asla yakışık almaz. İşte bunları izleyen ayetlerde, varlığını Allah’a borçlu olan insanın, O’na karşı böbürlenmesi, kendisini zengin, kendine yeterli görüp kibirlenmesi kınanmaktadır. İlk ayette yaratan Rabbinin adıyla okumanın emredilmesi, sonra o Rabbin, insanı alaktan yaratan Rab olarak nitelendirilmesi, Kur’ân’ın ilme ve bilgiye verdiği değeri gösterir.

Ayette insan geneldir. Bütün insanların alaktan yaratıldığı ifade edilmiştir. Gerçi hayvanlar da alaktan yaratılır ama hitap insana olduğu için insanın yaratılış başlangıcına işaret edilmiştir. Ta ki insan önce kendi yaratılışını düşünsün de kendisini öyle görünmez, tek birer hücreden ibaret spermle yumurtanın bileşkesi zigot durumundan şu mükemmel insan şekline getiren yüce yaratıcıya şükür ve ibadet etsin.

Yazının devamı...

‘Oku’ emri bize neyi anlatıyor? (1)

SORU: Alak Suresi’ndeki “Oku” emri bize neyi anlatıyor? (Buminhan Duman)

CEVAP: “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. 1- Yaratan Rabbinin adıyla oku.

2- O, insanı alaktan (embriyodan) yarattı.

3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. 4- O ki kalemle (yazmayı) öğretti. 5- İnsana bilmediğini öğretti.” Alak Suresi 1-5’inci ayetler, Peygamber Ramazan ayında Mekke dağlarından olan Hira’nın doruğundaki mağarada ibadete çekilmiş olduğu sırada inmiştir. Peygamberimiz, içine düşürülen yalnız kalma sevgisiyle yanına biraz azık alıp Hira’daki mağaraya çekilir, orada birkaç gece yalnız başına ibadet eder, sonra hanımı Hatice’nin yanına gelir, bir o kadar zaman için yine azık alıp mağaraya dönerdi. Nihayet bir gece mağaradayken kendisine vahiy geldi. Hz. Peygamber, ilk vahiy olayını şöyle anlatmıştır:

“Melek beni tuttu, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bırakıp ‘Oku’ dedi. ‘Ben okumak bilmem’ dedim. İkinci kez beni tuttu, takatim kesilinceye kadar sıktı, bıraktı. Yine ‘Oku’ dedi. ‘Ben okumak bilmem’ dedim. Yine beni tuttu, üçüncü kez sıktı, bıraktı ve Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı alaktan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti’ dedi.” (Buhari, Bedul-Vahy: 3) Söz geliminden anlaşıldığı üzere burada “Oku” emri, vahyedilen şeyleri okuma hakkındadır. Yani “Ey Muhammed, sana vahyedilen Kur’ân’ı, Rabbinin adını anarak, O’nun yardımını dileyerek oku” demektir. Yahut “Rabbinin adına oku, okumayı Rabbin için yap” demek olur.

Razi, bu ayeti, Kur’ân okurken besmele çekmenin gereğine delil saymıştır. Çünkü ayette Rabbinin adıyla, O’nun yardımını dileyerek okuması emredilmektedir. O halde okurken O’nun adını anmak gerekir (Mefatih: 32/13). Peygamber’e, Rabbinin emriyle okuması emredildikten sonra Allah’ın, insanı yaratmadaki kudret ve hikmetine dikkat çekilmektedir: “O Rab insanı alaktan yaratmıştır.” Alak, çok anlamlı çoğul bir isimdir, tekili alâkadır. “Lisanul-Arab”da bu kelimenin anlamları şöyledir: “Yapışmak, asılmak, sevgi, alâka, sucunun kovalarını iki ucunda taşıdığı ağaç, bunun her ucuna asılan ip, pıhtılaşmış kan ve suda bulunan sülük dediğimiz kan emen kurtçuktur.”

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.