Şampiy10
Magazin
Gündem

İbrahim ile Lut hakkında Tevrat ve Kur’ân’ın üslubu (1)

SORU: İbrahim, Sare ve Hacer olayı Tevrat’ta da anlatılmaktadır. Sare’nin seksenli yaşlara kadar çocuğu olmayınca İbrahim’e cariye olarak Hacer’i alır. Hacer’in bir çocuğu olur. Bir süre sonra kendisi de doğurunca kıskanır ve Hacer ile çocuğun uzaklaştırılmasını ister. İbrahim de onları Mekke’ye bırakır, geri döner. Hacer çocuğa su bulmak için Safa ile Merve arasında koşuşturur (Bugün de hacca gidenler aynı şeyi yapmaktadır). Bu konuda iki sorum olacak: 1- İbrahim’e “Harran’a git. Orasını sana verdim” dendikten bir süre sonra İbrahim Harran’dan bugünkü İsrail’e döner. Sare, Hacer olayları burada olur. İbrahim İsrail’den Mekke’ye nasıl ve neyle gitti? Tevrat’a göre arada ziyarete de gitmiştir. 2- Tevrat’ta Lut peygamberin kızları babalarına şarap içirip onunla yatarlar. Tevrat’ı aynen kabul ettiğimize göre bu olay Kur’ân’da niye yok? (Erdoğan Yakar)

CEVAP: O dönemde iki ticaret seyahati yapılırdı. Biri güneye Yemen’e, diğeri batıya Mısır’a. Mekke ise önemli bir ticaret merkeziydi. Ayrıca Yemen’de Yahudi nüfusu da vardır. Bunlar Hz. İbrahim’in seferlerinde onunla beraber veya daha sonra bu yolculuklara alışmış olan Yakupoğulları’ndan gelip yerleşmiş insanların devamı olabilir. İbrahim, Allah’ın da vahiy ve ilhamıyla 14 yaşına gelmiş olan çocuğunu, annesiyle beraber getirip bu kavşak noktasına yerleştirmiştir. Irak’tan Harran’a, Harran’dan Filistin’e, Filistin’den Mısır’a gitmiş olan İbrahim’in belki o günün şartları gereği birçok seyahati olmuştur. Demek ki kendisi Mekke’nin durumunu biliyordu.

Karısı Sare, çocuk doğurunca aslında kendisine ait olan cariye Hacer’in çocuğunun Filistin toprağında bulunmasını istemediği için onun uzaklaştırmasını talep etti. Hz. İbrahim de büyük oğlu İsmail’i alıp Mekke’ye getirdi. Gerçi hadis rivayetine göre Hz. İbrahim, emzikli bebek olan çocuğunu annesiyle birlikte getirip bu çöl toprağına bırakır ama böyle bir işi, halim selim, yufka yürekli vasıflarıyla anılan Hz. İbrahim’in yapacağını akıl ve mantık kabul etmez. Bir peygamber değil, yüreğinde en ufak bir acıma duygusu olan insan dahi emzikli bebekle annesini getirip susuz, azıksız ve kimsesiz çöl toprağına bırakıp gitmez. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Namaz cemi ve İsa’nın doğumu (2)

* DÜNDEN DEVAM

Kur’ân’da melek Cebrail’in bakire Meryem’le cinsel ilişki kurduğu asla söylenmez. Çünkü melek, insan değildir. Melek, Meryem’e Tanrı soluğunu üfleyerek vermiştir. Meleğin üflemesiyle Meryem Hz. İsa’ya hamile kalmıştır. Bunun cinsel ilişkiyle ilgisi yoktur. Ancak Meryem’in korkmaması için Melek ona insan şeklinde görünmüş, sonradan kendisinin bir insan değil melek olduğunu, Allah’ın elçisi olarak geldiğini söylemiştir. Bu husus, yalnız Meryem Suresi’nde değil başka surelerde de anlatılır: “O ırzını korumuş olan(Meryem)i de an, ona ruhumuzdan bir çocuk üflemiş, kendisini ve oğlunu âlemlere bir ibret yapmıştık” (Enbiya Suresi: 91), “(Yine Allah) İmran’ın kızı Meryem’i de (misal verdi). O ırzını korumuştu, biz de on(un rahmin)e ruhumuzdan üflemiştik. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulamış ve gönülden itaat edenlerden olmuştu” (Tahrim Suresi: 12).

Meryem Suresi’nde de asla cinsel ilişkiden söz edilmez. Bana gönderdiğiniz İngilizce çeviride de cinsel ilişki tabiri geçmiyor. Eğer öyle bir çeviri varsa ya kasıtlı tahriftir veya yanılgıdır. Orijinal Kur’ân metninde öyle bir ifade yok. Bizim çevirimiz şöyledir: “17- Biz ruhumuzu (Cebrail’i) ona gönderdik. (O) ona düzgün bir insan şeklinde göründü.18- (Meryem) dedi ki: ‘Ben senden, çok esirgeyen(Allah)’a sığınırım. Eğer (Allah’tan) korkuyorsan (bana dokunma).’ 19- (Ruh): ‘Ben dedi, sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim diye (geldim).’

20- ‘Benim nasıl oğlum olur dedi, bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de değilim.’ 21- (Ruh): Öyledir dedi, Rabbin: ‘O bana kolaydır. Onu insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet kılmak için (bunu yapacağız)’ dedi ve iş olup bitti” (Meryem: 17-21).

Kur’ân’ın anlatımı böyledir. İsa’nın bir mucize olarak yaratıldığını vurgulayan Kur’ân, onu şanına layık biçimde anlatır. Peki İsa cinsel ilişki sonucu olsaydı bunun mucizeliği nereden kalırdı? Normal yolla olan çocuğun yaratılışına mucize denir mi? Ayetlerde hep ruh deniliyor. Ruhun insan gibi cinsel ilişkisi olur mu? Soyut ruh olan melek, Meryem’in rahmine soluk vererek onu İsa’ya gebe bırakmıştır. İşte melek soluğuyla oluşan çocuğun yaratılışı, fiziksel bir babaya dayanmadığı için mucizedir.

Yazının devamı...

Namaz cemi ve İsa’nın doğumu (1)

SORU: İrlanda Dublin’de yaşıyorum. Size iki sorum olacak: 1- Geçtiğimiz ekim ayında dedemi kaybettim. Onun ölümü bende büyük yara açtı. İlk defa ölümle yüzleştim. Namaz kılmaya başladım. Namazı ezandan hemen sonra mı kılmam gerekiyor? Bazen akşam namazını yatmadan önce saat 23.00’te kılıyorum. Bu yanlış mı? 2- Eşim Hristiyan-Katolik. Ancak İslâm dinine saygı duyan bir bayan. Önümüzdeki Ramazan ayında benimle beraber 30 gün oruç tutmak istediğini söyledi. Eşimin bir gün Müslüman olmasını Allah’tan diliyorum. Eşimle sık sık tartıştığımız bir konu var. Meryem Suresi 17, 18, 19, 20, 21, 22’nci ayetlerde Hz. Meryem’in, Hz. İsa’ya gebe kalışını anlatıyor. Ama İngilizce Kur’ân çevirisinde Hz İsa’nın ruhunun, Allah tarafından gönderilen Cebrail’in Meryem ile ilişkisinden meydana geldiğini söylüyor. Bu konu hakkında bir açık-lama yapar mısınız? (Berkin Yaman)

CEVAP: Peygamberimiz özellikle yolculuklarda gündüz namazlarını, bir de akşamla yatsı namazlarını cem ederek yani birleştirerek kılmıştır. Namazın ezanla bir ilgisi yoktur. Ezan, halkı camiye çağırmak içindir. Kendi başına kılacak olan kimse, evinde veya iş yerinde namaz vakti girince iki vaktin namazını birleştirerek kılabilir. Ayrı ayrı kılmak daha iyi ama birleştirerek kılmak da geçerlidir. Öğle vakti içinde önce öğle namazını, ardından da ikindi namazını kılmak mümkündür. Buna bir namazı vaktinden önceye alma (takdim cemi) denilir.

Yahut öğle vakti çıkıp ikindi vakti girince yine önce öğle namazını ardından bir kametle ikindi namazını kılmak da olur. Bu da bir namazı vaktinden sonraya erteleme (tehir cemi) denilir. Akşamla yatsı için de aynı şey söz konusudur. Akşam vakti girince önce akşamın farzı ardından da yatsının farzı kılınır. Böylece yatsı namazı vaktinden önceye alınmış olur (takdim cemi). Yahut akşamın vakti geçip de yatsı vakti girince yine önce akşam sonra yatsı kılınır. Bu da bir namazı vaktinden sonraya erteleyip ötekiyle birleştirmek (tehir cemi) dir. İşiniz dolayısıyla gece yarısına kadar akşam namazını erteleyip yatsıyla birlikte kılabilirsiniz. Yeter ki kılın. Ayrıca gece saat 02.00-03.00 sularında kalkıp namaz kılmak da Peygamberimize vurguyla emredilen bir ibadettir. Ancak bu namaz cemaat namazı değil bireysel namazdır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Şeyh Galip ve Hüsn-ü Aşk

Cavit Marancı, Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk’ını hece vezniyle manzum olarak Türkçe’ye çevirdi. Hüsn-ü Aşk gerçekten Türk edebiyatının doruk eserlerindendir. Bu eserde Şeyh Galip sembolik olarak mecazi aşktan gerçek aşka yürüme serüvenini, yol göstericileri ve engelleyicileri anlatıyor. Şeyh Galip’in henüz 26 yaşındayken altı ayda kaleme aldığı Hüsn-ü Aşk büyük ilgi görmüştür. Ziya Paşa, Şeyh Galip’in, sanki bu eseri yazmak için cihana geldiğini söylemiştir. Şimdiye kadar eser, nesir olarak hayli işlenmiş, açıklanmıştır. Ben de “Mecaz’dan Hakikate İlahi Aşk” adlı eserimin son bölümünde Hüsn-ü Aşk’ı anlatmaya çalıştım. Ama Cavit Marancı, eseri olduğu gibi bugünün Türkçesi ile ve hece vezniyle manzum yorum olarak çevirmekle büyük bir başarıya imza atmıştır. Marancı, ön sözünde şaire hayranlığını Şeyh Galip’in tabiriyle,

“Hüsn’ün her sözü sevgi ve ülfet,

Aşkın işiyse kat be kat hayret...” misali sürüklendiği şeklinde belirtmektedir. Galip’in,

“Hey bu ne sitemdir Allah Allah

Hem ateşe yan hem etme eyvah” şeklindeki yalın ve çarpıcı anlatımından etkilenmemek mümkün değildir. Manzum çevirinin güzel özelliklerinden biri, sade dili yanında divanın orijinalinin sadeleştirilmiş şekliyle verilmesidir. Her sol sayfada orijinal metin, onun karşısındaki sağ sayfada da bugünkü dile sadeleştirilmişi bulunuyor. Kitabın kapağına konulan Osmanlıca “Ah minel-ışk”, nefis hat, kitabın içeriğine uygun düşmektedir. Okurlarıma tavsiye ettiğim bu eseri “Alemdar Mah. Çatalçeşme Sk. 46/A Cağaloğlu-İstanbul” adresinden temin edebilirsiniz.







Nikâh şehitliği hakkında

SORU: Herkesin huzurunda kıyılan bir resmi nikâhta bulundum. Sadece 1 erkek şahit vardı. Bu yeterli mi? 2 erkek, ya da

1 erkek 2 kadın olması gerekmiyor mu?

CEVAP: Herkesin gözü önünde kıyılan nikâhta herkes şahittir. Deftere şahit diye birinin yazılması önemli değil. Herkes bu nikâhın kıyıldığını gördü ise mesele yok. Birden çok şahit varsa daha ne aranıyor? Şahitliğin amacı evlenen çiftlerin hukukunun garanti altına alınmasıdır. Ayrıca 1 erkek 2 kadın şahit meselesi her konuda değil sadece borç konusundadır, ticari alışverişlerdedir. Bunun nikâh gibi aile hukukuyla bir ilgisi yoktur.

Yazının devamı...

Zuhr-i ahar ve kaza namazı

SORU: 1- Cuma namazında kılınan zuhr-i ahir namazı için “Öğle namazının ilk sünneti veya farzı gibi kılınır” deniyor. Öğle namazının farzı gibi kılarsam kamet getirmem gerekir mi? Kamet getirince tesbihat ve dualara yetişemiyorum. 2- Bir yerde “Sabah ve ikindi namazı kılındıktan sonra kaza namazı kılınmaz” diye okumuştum. Ben de öğle, akşam, yatsı namazlarını kıldıktan sonra kılabildiğim kadar kaza namazı kılıyor sonra tesbihat ve duaları yapıyorum. Yoksa vakit namazını kılıp tesbihat ve dualardan sonra ayrıca kaza namazlarını mı kılmam gerekiryor? (H. Nurlu)

CEVAP: 1- Cuma namazını kılan için artık öğle namazı yoktur. Zuhr, öğle demektir. Zuhr-i ahir değil, zuhr-i ahar’dır. Zuhr-i ahar, başka öğle anlamına gelir. Cuma namazının kabulünden kuşkulananlar böyle bir uyduruk namaz ortaya attılar. Bu, Peygamberimizin sünnetine aykırıdır. Ne farzdır, ne sünnettir. Bu namazı kılmak değil, kılmamak sünnettir. Cuma namazı iki rekâttır. Ardından isterseniz iki, isterseniz dört rekât sünnet kılın. Sünnetlerin her rekâtında Fatiha’dan sonra sure veya ayet okunur. Ondan sonra istediğiniz kadar iki veya dört rekât namaz kılın. Sünnet, müstehab demeye gerek yok. Tekbir alıp namaza durun. İki kılın, dört kılın. Size bağlı. Ne kadar çok kılarsanız o kadar sevap alırsınız. Ama zuhr-i ahar diye bir namaz yok.

2- Kasten namaz kılmayanın, kasten oruç tutmayanın kazası yoktur. Çünkü kasten namaz kılmayan insan kültür itibariyle Müslüman’dır ama eylemli İslâm’a geçmemiştir. Kur’ân’ın anlatımına göre böyledir. Şimdi namaza başlamış olan kimse, yeni eylemli İslâm’a girmiş olur. Yeni Müslüman olan kimseden önceki zamanlarda yapmadığı ibadetleri yapması istenmez. Hadise göre İslâm, daha önceki günahları siler. Ömrünün bir zamanında namaza başlayan kimse, önceki namazları ve oruçları için Allah’tan af dileyecek tövbe istiğfar edecek. Düzenli namazını kılacak. Ama soğuk, yolculuk, hastalık gibi bir sebeplerle 1-2 günlük veya 3-5 vakitlik namaz kılamamış ise o kimse önce kılamadığı namazları sırasıyla kılacak. Mesela iki gün öncesinden itibaren önce sabah namazını, ardından öğle, ikindi, akşam, yatsı, sonra ikinci gününün namazlarını sırayla kılacak. Daha sonra içinde bulunduğu vaktin namazını kılacak. Bu, aslında kaza değil, cemdir. Zorunluluk dolayısıyla cemdir. Peygamberimizin uygulaması böyledir. Tesbihat da namazın aslı değildir. Yapılırsa güzel, yapılmazsa namaz tamamdır.

Yazının devamı...

Çok evlilik

“İSLÂM’DAN önce çok evlilik yokken Kur’ân bunu niçin kabul etti?” diye soran okuruma cevabımdır: Size göre İslâm’dan önceki dinlerde tek kadınla evlilik hükmü vardı. İslâm bunu dörde çıkardı. Tevrat’ta Davud’un 100, oğlu Süleyman’ın da 1000 karısı olduğu yazmaktadır. Hristiyanlık yeni bir din değildir. Hz. İsa bir şeriat yani hukuk düzeni getirmemiştir. O, kitabı yani Tevrat’ı uygulamak üzere geldiğini belirtmektedir. İsa, Tevrat’ın bozulmuş olan yorumlarını düzeltmek, maddileştirilen Musa dinini asıl saflığına kavuşturmak ve şekilciliğe, maddeye ruhaniyet vermek üzere gelmiştir. Kendi ifadesiyle onun için şeriat (hukuk), Musa şeriatıdır. Hz. İsa alınacak kadın sayısında herhangi bir sınırlama getirmemiştir. İsa’dan sonra Hristiyanlık’ta çok evlilik vardı. Zamanla bu Katoliklik’ten kaldırılmış ise de Maruniler’de sürmüştür. İncil’de alınacak kadın sayısından söz edilmez. Tevrat’ta da sınırlama yoktur. O toplumlarda erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi.

İslâm’ın geldiği Arap toplumunda da evlenilecek kadın sayısında sınırlama yoktu. Bir erkek isterse 10, 15, 20 ve daha fazla kadınla evlenebilirdi. İslâm bunu sınırlayıp dörde indirdi. Nisa Suresi’nin 2’nci ayeti bu sınırlamayı getirmiştir. Şimdi binlerce kadın alma serbestliğini kadınlar lehine dörde indirmek ve bunu da alınacak eşler arasında adalet şartına bağlamak, bir taneyle yetinilmesinin daha uygun olduğunu vurgulamak 1400 yıl önceki toplumda kadınlar lehine bir hüküm değil midir? Ne yapmamızı istiyorsunuz? Tarihi mi değiştirelim? “Daha önce böyle bir şey yoktu, İslâm kadın sayısını çoğalttı” mı diyelim? Bunun bilimsel bir yönü var mı? Önyargıyla değil insafla düşünün lütfen.


Yemininizi bozmayın

SORU: Abdest aldım, Kur’ân’a el bastım ve “Bir daha sigara içersem annem ölsün” diye yemin ettim. O günden beri içmiyorum. Ama sigara rüyalarıma giriyor. Yeminimi bozsam anneme bir şey olur mu? Bunun kefareti nedir? (Semih Çolak)

CEVAP: Sakın yeminini bozma. Sigara pisliktir. Sadece içene değil, çevreye de zarar verir. Birçok insanın hastalanmasına yol açar. Hem israftır hem de haramdır. Madem yeminle Allah’a söz vermişsin sakın bir daha sigara içme. Bu senin yararınadır. Sigarayı rüyalarına sokan şeytandır. Şeytana uyma, sigara içme, yeminini bozma.

Yazının devamı...

Kurtuba Camii- 4

* DÜNDEN DEVAM

Hristiyan İspanyollar, bu şaheser camiyi yıkmaya başladılar. Minarelerdeki altın ve zümrütle işlenmiş nar şeklindeki başlıkları indirerek yağma ettiler. Bunların yerine adi taştan yapılmış, güya melek şeklinde çirkin başlıklar koydular. Tavandaki o haşmetli tahta süsleri söktüler. Yerdeki mermerleri kırıp parçaladılar. Duvarlardaki bütün güzel süslemeleri yerle bir ettiler. Sütunları yıkmaya çalıştılar. Ancak bir kısmını devirebildiler. Geri kalanları kireçle boyadılar. 20 kapıdan çoğu taşlarla örülerek kapatıldı. Ve 1523 yılında caminin içine bir kilise yapmaya karar verdiler.

Bunun için o zaman İspanya ve Almanya imparatoru olan V. Karlos’tan (Charles Quint) izin istediler. Charles Quint, bu teklifi önce reddetti. Fakat mutaassıp kardinaller onu sürekli sıkıştırıyor, din uğruna bu işin muhakkak yapılması gerektiğini söylüyorlardı. Bunların başında çok büyük nüfuzu olan Kardinal Alonso Maurique bulunuyordu. Bu kardinal aynı zamanda papayı da bu iş için kandırmıştı. Papanın da caminin kiliseye çevrilmesini arzu ettiğini gören Charles Quint, bu işe muvafakat etmek zorunda kalmıştı. Kilise yapmak için en az 600 kıymetli mermer sütun yıkıldı. Bugün Kurtuba Camii’ni ziyaret edenler, İslâm mimarisinin bu büyük eserinin güzelliği, büyüklüğü karşısında hayran kalmakta, ortada bir cüce gibi görünen kilisenin yapımına esef etmekte ve üzülmektedirler.



Mihrabın karşısında ayakta imayla namaz kılmak istedim. Ellerimi kaldırıp tekbir aldım. Huşuyla gözlerim kapalı Fatiha okuyordum. Gözlerimi açınca tam karşımda bir polis gördüm. “No pray” dedi. Ben de ellerimi açtım, “Dua ediyorum” dedim. İspanyollar 100 bin kişi kapasiteli caminin tabanını tahrip etmişler, mermerlerini parçalamışlar. Yakın zamanlarda caminin tabanı onarılıp mermerle döşenmiş ama bu kez de mermer sütunların oturduğu ayaklar taban döşeme taşlarının altında kalmış. Çünkü sütunları taşıyan mermer ayaklar da parçalanmış. Herhalde ayıplarını örtmek için o ayakları mermerlerin altına gömmüşler. Bir de bizi düşündüm. Ayasofya olduğu gibi bırakılmış ve camiye çevrilmek suretiyle de bir bakıma korunmuş oldu. Yapılan istinat duvarlarıyla mabedin günümüze kadar gelmesi sağlanmış. Biz gittiğimizde caminin kilise bölümünde ayin yapılıyordu. Dualar okunuyor veya vaaz veriliyordu. Ziyaretimizi yapıp çıktıktan sonra Kurtuba’yı arabayla dolaştık. Sakin ve nostaljik bir kentti. Daha sonra da Madrid’e hareket ettik.

Yazının devamı...

Kurtuba Camii -3

DÜNDEN DEVAM

788 yılında vefat eden I. Abdurrahman’ın ömrü, Kurtuba Camii’nin bittiğini görmeye yetmedi. Ondan sonra hükümdar olan oğlu Hişam ve torunu I. Hakem, caminin tamamlanmasına gayret ettiler. Cami, 10 yılda bitti. Fakat bundan sonra her yıl bir parça ilave edilerek en son şeklini 990 yılında yani 205 yıl sonra aldı. II. Hakem, 976’da camiye altından bir minber yaptırdı. Böylelikle cami, pek muazzam, pek haşmetli ve son derecede güzel bir eser olarak ortaya çıktı. Cami’in içinde, her biri 10 metre yüksekliğinde 1419 sütun bulunuyordu. Bu sütunlar dünyanın en mükemmel mermerlerinden yapılmıştı. Sütunların tepelerindeki çift katlı kemerler, birkaç renkli mermerden parça parça olarak meydana getirilmişti. Camiye girince, insanın gözü bu sütun ormanında kayboluyordu. Mermer sütun başlıklarına bakanlar, bu güzellik karşısında hayran kalıyordu. Camiye giren herkes adeta büyüleniyordu. Bu kadar güzellik, o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti.

Caminin 20 kapısı var. Kapıların önünde, portakal bahçeleri kurulmuş, her taraf yeşilliğe bürünmüş. Çevresinde bahçeler, havuzlar, fıskiyeler, çeşmeler bulunuyor. Abdest almak için birçok şadırvan yapılmış. Zemini, en kıymetli mermer ve süslü tahtalarla işlenmiş. Tavanın yapılması için kullanılan kıymetli Lübnan tahtaları ayrı bir güzellik ve heybet veriyor. Duvar ve tavanlarda oymalar, işlemeler ve çok güzel yazılar yer alıyor. Geceleyin binlerce gümüş kandilden fışkıran renkli ışıklar, camiyi aydınlatıyor. İspanyollar 1492’de Endülüs devletini yıkıp Kurtuba’ya girince önce bu camiye saldırdılar. Bu haşmetli binaya atlarıyla girdiler. Camiye sığınan Müslümanları katlettiler.

Altın çivilerle bağlanmış minberi parçalayarak altınları aralarında bölüştüler. Fildişinden yapılmış rahleleri paylaştılar. Minberde saklanan ve Hz. Osman’ın yazdığı Kur’ân-ı Kerîm’in bir eşi olan inci ve zümrütle işlenmiş mushafı ayaklarının altına alarak çiğnediler. Böylece minber ve Kur’ân-ı Kerîm, bu iki eşsiz nefis eser tamamen yok edildi. İspanyollar, Müslüman ve Yahudileri kılıç tehdidiyle Hristiyan yaptı. Ellerinden kaçabilen Yahudiler, Osmanlı devletine sığındı. Bugün, Türkiye’de bulunan Yahudiler bunların torunlarıdır. Halbuki Müslümanlar, bu memleketleri fethettiği zaman Hristiyan ve Yahudilere hiç dokunmamış, onların kendi dinlerine göre ibadet etmelerine izin vermişlerdi. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.