Şampiy10
Magazin
Gündem

Hadisle ilgili önemli bir eser (7)

DÜNDEN DEVAM

Prof. Dr. S. Hatiboğlu, ilk ciltte Hz. Peygamber’in Kur’ân vahyi dışında bir vahiy almadığını, normal insan olarak söylediği kimi sözlerin zamanla yapılan yorumlar ve katmalarla istikbal haberine dönüştürüldüğünü anlatır. Bu arada Kur’ân’ın geçmiş ve gelecek haberlerine ilişkin örnekler verir. Tahrim Suresi’nde bildirildiği üzere hanımlarından birine sır olarak söylediği sözü, o hanımın, ortağına aktarmasını Cenabı Hakk’ın Peygamber’e bildirmesini de Kur’ân dışı değil, Kur’ân’a dayalı bir görüş olarak değerlendirir. Manastırda ibadete çekilmiş olan Meryem’e rızık gelmiş olmasını olağanüstü görenleri eleştiren hoca, aslında bu rızkın birisi tarafından getirildiğini söyleyenlerin bulunduğunu belirtir. Pek çok âlim bu rızkın Hz. Meryem’e mucizevi olarak gönderildiğini zikretseler de ne Kur’ân-ı Kerim’de ne de herhangi bir sahih hadiste bu rızkın mucizevi olarak geldiğine bir delil bulunmadığını, Muhammed Esed denilen şişirilmiş bir Avusturyalı Müslüman’ın yorumuna dayanarak vermektedir.

Ben ne Hatiboğlu’nun ne de Kur’ân’ı tercüme eden Avusturyalı M. Esed’in bu yorumuna katılmıyorum. Hz. Meryem’e gelen rızık mucize veya keramet kabilinden olduğu gibi ona verilen çocuğun verilme şekli de mucizedir. Eğer mucizevi olmasaydı Hz. Zekeriya’nın bu rızkı görünce hayret etmemesi gerekirdi. Meryem de “Bu Allah katındandır” demezdi. Hatiboğlu, eserde Peygamberin vahiy dışında kendi ictihatlarında yanılabileceğine, yanılgılarının vahiyle düzeltileceğine dair örnekler verir. Bunlardan biri de karısını, Sahma oğlu Şerik ile zina halinde yakalayan Hilal ibn Uveymir olayıdır.

Hz. Peygamber Hilal’e Allah’tan korkmasını, karısına iftira etmemesini, iddiasını dört şahitle ispat etmesini, aksi takdirde sırtına sopayı yiyeceğini söyler. Fakat Hilal karısını zina halinde gördüğünü, kendisinin dört aydan beri kadına yaklaşmadığını, taşıdığı çocuğun kendisinden olmadığını söyler. Peygamber, kadını çağırtıp sorgular. Kadın suçlamayı reddeder. Peygamber, “İkinizden biri yalan söylüyor. Tövbe edeniniz var mı?” diye sorar. Bu sırada inen Nur Suresi’nin 6-10’uncu ayetleri uyarınca karı kocayı karşılıklı olarak yalan söyleyene lanet okumaya çağırır. Karı koca karşılıklı olarak yalancıya lanet okurlar. Böylece aralarındaki nikâh düşer. Ama kadına ceza uygulanmaz. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (6)

DÜNDEN DEVAM

Yüce Allah, gerek Araf: 39/187’de gerekse Naziat: 81/42’de Peygamber’in, kıyametin kopacağı zamanı bilmediğini vurgulamıştır. Onun bilgisi Allah’a aittir. Hikmeti gereği bu bilgiyi kendisinden başkasına açmamıştır. Mutasavvıflara göre batıni (ledünni) ilme vakıf olanlar, gayba muttali olurlar (bazı gizli şeyleri bilirler). Onların bu ittilaı (bu bilgiye ulaşması), “Göklerde ve yerde gaybı, Allah’tan başka kimse bilmez” (Neml: 65) hükmüne aykırı değildir. Çünkü onlar bu gaybı kendi beşeri varlıklarıyla değil, beşeri vücuttan geçip Hakk’ın sıfatlarını kazanarak bilirler. Bu halde kendileriyle değil, Allah iledirler. Allah’ın gözüyle görür, bilirler. Allah’ta yaşadıkları zaman Allah, kendi sıfatlarını onlara emanet eder, O’nun gözüyle bakarlar. O’nun gözüyle bakana da uzaklık, yakınlık bir olur, duvarlar perde olmaz. Bir hadiste, “Müminin ferasetinden sakının çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar” (Tirmizi, Taberani, Keşful-hafa) buyuruluyor.

Ebud-Derda şöyle dermiş: “Mümin, gayba ince bir perde arkasından bakar” (Kutul-Kulub: 1/118). Bazı kimselerin, istikbale dair bazı olayları ruhsal bir takım kabiliyetlerle, basiret gözüyle görüp bileceği bir gerçektir. Ancak bu, gaybı bilmek sayılmaz. Sadece Allah’ın, herhangi bir kuluna ikram olarak bazı olayların üstünden gayb perdesini bir parça aralamasıdır. Aslında gaybı derecelere ayırmak gerekir. Gaybın en derin noktasını ne bir peygamber, ne de veli bilemez. Kadir Suresi’nin tefsiri üzerine gelen hadislerde Cenabı Hakk’ın, bir senelik olayları Kadir Gecesi’nde meleklere verip en yakın göğe indirdiği ifade edilir.

Demek ki, ezeli kaderin vukua çıkma, tezahür etme zamanı yaklaştıkça o olay, gayb hazinesinden yavaş yavaş ayrılıp insanın kavrayış ufkuna doğru gelmektedir. Denizin dibindeki bir cisim görülmez ama dipten ayrılıp yüzeye doğru gelen cisim kuvvetli gözler tarafından görülür. İşte gaybın derinliklerinden ayrılıp şahadet âlemine doğru yaklaşan olayları da basiret gözü açık olan bazı keşif erbabı görebilir. Nitekim meteoroloji olaylarını vukuundan önce tespit de bazı özel aletlerle mümkün olmaktadır. Demek ki bu olay, asıl gayb alanından çıkmıştır. Ama tam dünyada da değildir. Dünyayla gayb arasındadır. Bunu bazı gözler görebilir. Yoksa asıl gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (5)

* DÜNDEN DEVAM

Hiçbir alameti olmayan kıyametin zamanı, bütün insanlardan gizlenmiştir. “De ki: Kıyamet saatinin bilgisi Rabbimin yanındadır, onu O’ndan başkası açığa çıkaramaz” (Araf: 188), “(Kıyamet) Saat(i) mutlaka gelecektir. Herkesin, peşinde koştuğu işlerle cezalanması için neredeyse onu gizleyeceğim” (Taha: 15) ayeti ve benzerleri, kıyamet bilgisinin yalnız O’nun katında bulunduğunu, başka kimseye verilmediğini belirtmiştir. Bu ayetlerin ışığı altında Hz. Peygamber’e bağlanan bazı fitnelerin vukuu ve kıyamet alametleri hakkında binlerce yıl sonraki geleceğe ilişkin haberlerin gerçekte ona ait olmadığı, acıklı olaylar karşısında teselli arayan insanların kamu oyundan doğduğu anlaşılır.

Hz. Ayşe, “Peygamber’in yarın ne olacağını bildiğini sanan kimse, Allah’a büyük yalan isnat etmiş olur. Çünkü yüce Allah, De ki ‘Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez, ne zaman dirileceklerini de bilmezler’ buyuruyor” demiştir (Buhari, Tevhid: 4; Müslim, İman: 287; Tirmizi, Tefsir, s. 6; ve 53; İbn Kesir, Tefsir: 3/373). Aktarılan rivayetlerin ne kadar çelişkili ve gerçeklere ters olduğu anlaşılır. Mesela Hz. Ayşe’ye dayandırılan bir rivayete göre bedevi Araplar geldiklerinde Allah’ın Elçisi’nden kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı. O da onların içinde bulunan en genç insana bakar, “Eğer bu yaşarsa, henüz ihtiyar olmadan kıyamet kopar” derdi (Buhari: Edeb: 95, Rikak: 42; Müslim, Fiten: 136-139).

Önce Peygamber’in, gaybı bilmediğini delilleriyle anlatan Hz. Ayşe’nin söylediklerinin tersine Peygamber’in gaybı bildiğini ifade eden bu sözü nasıl söyler? Çünkü kendisi, bu tür sözlerin Peygamber’e iftira olacağını söylemiştir. Kaldı ki bu söz doğru olsa Peygamber’in, kıyametin zamanını takriben tespit ettiğini gösterir. Kendi zamanında çocuk olan bir insan, çok yaşasa daha 80 sene yaşayacağına göre demek ki Peygamber, kendisinden 80-90 yıl sonra kıyametin kopacağını sanmıştır. Bu ise ayete tamamen aykırıdır. Ayrıca söylediği zamanda kıyamet kopmamış olduğuna göre bu, hâşâ Peygamber’in güvenilirliğine gölge düşürür. Takriben bir asır sonra kıyamet kopacaksa yeni bir dünya düzeni kurma uğrunda o kadar çaba harcamasına neden gerek görmüştür?

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (4)

* DÜNDEN DEVAM

Özellikle şu olay, Hz. Peygamber’in tevazuu yanında ahirete ilişkin gaybı bilmediğini açıkça göstermektedir: “Osman ibn Mazun ölünce bir kadın (veya Osman’ın karısı), ‘Cennet sana kutlu olsun ey Mazun oğlu’ demiş. Allah’ın Elçisi ona kızgın bakarak, ‘Nereden biliyorsun (onun cennete gideceğini)?’ demiş. Kadın, ‘Ey Allah’ın Elçisi, senin süvarin ve arkadaşındır’ demiş. Allah’ın Elçisi, ‘Vallahi ben Allah’ın Elçisiyim, buna rağmen bana (bir rivayete göre bana ve ona) ne yapılacağını bilmem’ buyurmuş. Bunun üzerine halk Osman’ın haline acımış” (Buhari, Cenaiz: 3, Tabir: 13; İbn Hanbel, Müsned: 1/237, 335).

Araf 187-188, Naziat: 42-44 ayetlerde Peygamber’in, kıyametin ne zaman kopacağını bilmediği; Taha: 15, Neml 65, Enam 50’nci ayetlerde de kıyametin ve insanların diriltilecekleri zamanın bilinmeyeceği vurgulanmaktadır. Peygamber’in gaybı bilmediği, ansızın gelecek olan kıyamet olayının zamanının kimseye bildirilmediği hakkındaki bu kadar kesin kanıta rağmen yine de Hz. Peygamber’in bütün sırları bildiği, ahiret olaylarını kıyamet alametlerinden, Yüce Mahkeme’nin ve sonucunun ayrıntılarına kadar bütün gizli olayları bildiği iddia edilmiş, bu konudaki haberler hadis mecmualarını doldurmuştur. Kur’ân’ın açık ifadelerine ters düşen bu haberler, kendi aralarında çelişkilerle doludur.

Bazı ayetlerde belirtilmiş

Elbette Peygamber’e rüya, sezgi veya ilhamla kendi hayatında olacak bazı olaylar hakkında işari bilgiler verilmiştir ki biz bunlara mucize diyoruz. Ancak bu tür gaybi bilgiler, daha ziyade kendi hayatındaki ve geleceği hakkındaki olaylarla ilgilidir. Buna bazı Kur’ân ayetlerinde de işaret edilmiştir. Mesela Peygamber’in hanımlarından birine söylediği bir sırrı, o hanımın başkalarına ifşa etmesinin Peygamber’e bildirilmiş olduğu, Tahrim 106/3’de anlatılmaktadır. Yemeğin bereketlenmesi ve benzeri mucizeler olmuştur. Ama zamanla mucize haberleri abartılmış, bire on katılarak anlatılmıştır. Bilhassa gelecekle ilgili pek çok haber Peygamber’e söyletilmiştir ki, Hz. Ayşe’nin dediği gibi geleceği Allah’tan başka kimse bilmez.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (3)

* DÜNDEN DEVAM

Kur’ân, Peygamber’in gaybı bilmediğini sadece kendisine vahyolunana tabi olduğunu vurgulamaktadır. “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilmem. ‘Ben meleğim’ de demiyorum” (Hud: 52/31). Enam 5/50’nci ayet de aynı anlamı pekiştirmiştir. Gaybı bilmeyen Peygamber’in, kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini de ısrarla vurgulamıştır. “Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı (gizliyi, geleceği) bilmez. Ne zaman dirileceklerini (yani kıyameti) de bilmezler” (Neml: 48/65), “Gaybı bilmek Allah’a mahsustur” (Yunus: 51/20) ayetleri, Allah’tan başka kimsenin gaybı bilmediğini vurgulamaktadır. Hz. Ayşe de “Kim Muhammed, yarını bilirdi derse Allah’a iftirât etmiştir” demiştir. (Buhari, Tefsir, sure: 53; Müslim, İman: 287).

Uydurulmuş rivayetler

Kur’ân bu kadar açıklıkla geleceği kimsenin bilmediğini, kıyametin ansızın geleceğini, o konuda kimseye bilgi verilmediğini vurgulayadursun rivayetçilerimiz, kıyametin alametlerine dair birbiriyle çelişkili yüzlerce rivayet üretme başarısını (!) göstermişlerdir. Bizde de İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde hâlâ “Kıyamet Alametleri” diye kitaplar çıkarılmakta ve bunlar maalesef halktan da büyük rağbet görmektedir. Kur’ân’a rağmen Peygamber’in ağzına konulan bu uydurmalar, yazarlarına ve yayanlarına çıkar sağlamaktadır. Peki ansızın gelecek olan şeyin belirtisi olur mu?

Belirtisi olmayan olay

Deprem olayını düşünelim. Gecenin veya gündüzün herhangi bir anında birden, ansızın başlar. Sallar, yıkar. Eğer bunun vukuundan önce belirtileri olsa, insanlar depreme karşı tedbir alırlar, tehlikeli noktalardan kaçarlar. Ama belirtisi olmayan olay insanları gaflet içinde yakalar. İşte kıyamet de böyle ansızın, hiçbir belirti vermeden başlayacak bir olaydır. Buna birtakım alametler üretmek Kur’ân’a aykırı olduğu gibi Peygamber’in gaybı bilmediği gerçeğine de aykırıdır. * DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (2)

* DÜNDEN DEVAM

Emeviler, Abbasiler zamanında yapılan çeşitli girişimler, sonuçsuz kalınca İstanbul’un fethinin ancak kıyamet zamanında gerçekleşeceği kanaati hadis şekline getirilmiştir. Bu fethin Türklere nasip olması da Arapları pek tatmin etmemiş olacak ki bugün İstanbul’un hâlâ kafirlerin elinde bulunduğu, asıl fethin kıyamet öncesi olacağı sözde âlim sayılan kişilerce ortaya atılmıştır. Bunların en yenisi de Suudi Arabistan Ümmül-Kura Üniversitesi’nde “Kıyamet Alametleri” adıyla bir tez hazırlayan zavallı delikanlı, “Her ne kadar Türkler Müslüman olup İslâm ve Müslümanlar için pek çok hayırlı işler ve büyük fetihler gerçekleştirmiş, bu arada Rum başkenti İstanbul’u almış iseler de Hz. Peygamber’in bildirdiği üzere asıl fetih, kıyamete yakın, silahsız gerçekleşecektir. Zaten İstanbul halen kafirlerin elindedir” (Eşratu’s-sâa, s. 126, 217) deme cüretini ve cahilliğini göstermiştir. Aslında bu genç insan, bu görüşünü ünlü âlim Ahmed Muhammed Şakir’den almaktadır. O da Umdetut-Tefsir’inde İstanbul’un fethinin asıl büyük fethe bir hazırlık olduğunu, daha sonra hükümetin laikliği ilan etmesiyle Müslümanların elinden çıktığını, inşallah Peygamber’in duyurduğu üzere tekrar İslâmi fethin gerçekleşeceğini söylemiştir (Kur’ân Dışı Vahiy, s. 14-15).

Varlıklar iki kısma ayrılır

Bu noktada biraz durup, gaybın bilinmeyeceğini vurgulayan Kur’ân ayetleri karşısında, kıyamete kadar birtakım olayları Hz. Peygamber’e söyleten hadis rivayetlerinin değerini irdelemekte yarar görüyorum: Gözden gizli kalan şeye gayb dendiği gibi duyularla algılanamayan, insanın bilgi sınırı dışında kalan şeye de gayb denilir. Kur’ân’a göre varlıklar iki kısma ayrılır: Beş duyuyla algılanabilen maddi kâinat (buna şehadet âlemi denilir), beş duyudan gizli kalan metafizik âlem (buna da gayb âlemi denilir). Bazı rivayetçiler, Hz. Peygamber’in kıyametten önceki olayları, kıyametten sonraki ahvali bildiğini rivayetlere enjekte etmişlerdir. Bu husus Kur’ân’a karşın bir inanç haline getirilmiştir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (1)

İlahiyat Fakültesi’nde merhum ve muhterem hocamız Prof. Tayyib Okiç’in dört asistanı vardı. İkisi daha önce alınmış olan ağabeylerimiz Talat Koçyiğit ile İsmail Cerrahoğlu’ydu. Sonra hocamız, Mehmet Said Hatiboğlu’nu da bunlara kattı. Ve nihayet beni de 1965 Temmuz ayında son manevi oğlu olarak kürsüsüne aldı. Hocamız, bir yazısında ilk ikisinin büyük oğlu, son ikisinin de onlara göre küçük oğlu olduğunu belirtiyordu. Bunlara en son katılan bendim. Her biri yetişti, profesör oldu, dekanlık yaptı, öğrenci yetiştirdi, hocaların hocası oldu ve sonunda emekliye ayrıldı. Allah hepsine sağlık versin. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden emekli olan Prof. Dr. Mehmet Said Hatiboğlu ile 40 yıllık beraberliğimiz oldu. Kendisi titiz çalışmalarıyla ünlüdür. Çok okur ama az yazardı. 76 yaşında olan bu değerli arkadaşım artık inceleme ve araştırmalarının ürünlerini bilim âlemine sunmaya karar vermiş. Çok da güzel etmiş.

Yayınlanan dört eseri gerçekten her araştırmacının okuması gereken değerli inceleme ürünleridir. Birinci eser “Hz. Peygamber ve Kur’ân Dışı Vahiy” konusuna ayrılmış. Hoca eserinde, Hz. Peygamber’e nispet edilen istikbal haberlerinin asıl söyleniş mahiyetlerinin zamanla hüviyet değiştirip gayb haberi şekline sokulduğunu örnekleriyle anlatır. Mesela İstanbul’un fethiyle ilgili hadiste aslında Peygamberimiz, Kur’ân’ın bildirdiği üzere İslâm’ın bütün dinlere üstün geleceğini müjdeleyen ayetine dayanarak başta yakın coğrafyada olmak üzere er veya geç bu hedefin gerçekleşeceğine kesin inanıyordu. Bu inanç çerçevesinde İstanbul’un da bir gün İslâm ülkesi olacağı kanaatini belirtmişti. “Onun bu âlemşümul risaletine inanmış Müslümanlar daha ilk asrın ortalarında müstakbel fethin ilk ordularını yollara dökmüş bulunuyorlardı.” Hz. Peygamber’in hicretinde, kendisini evinde konuk etmiş bulunan Ebu Eyyub Halid ibn Zeyd, Muaviye’nin hükümdarlığı sırasında İstanbul’un fethi için Halid ibn Velid’in oğlu Abdurrahman (ö. 46/666) yönetiminde kurulan orduyla İstanbul’u fethetmeye gelmiştir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

“Eşlerden biri ölünce nikâhları düşer mi?”

SORU: Eşlerden biri vefat ettiğinde hayatta kalan (özellikle hanımı vefat eden beyler için), cenaze töreninde eşine yaklaşması, dokunması, görmesi “dinen caiz değil” denilerek yasaklanıyor. Gerekçe olarak da “nikâhın dinen düşmesi” gösteriliyor. Eşin son görevlerini yapmaya çalıştığı böyle bir durumda dinimiz açısından gerçek durum nedir? Yıllarca pek çok şeyi paylaşmış, dayanışma içerisinde olmuş, kader birliği yapmış eşlerin son yolculuktaki durumu bizlere anlatılan gibi midir?

CEVAP: O hüküm doğru değildir. Çünkü Hz. Ali, eşi Fatıma’nın cenazesini yıkamıştır. Peygamberimiz de bir eşine, “Sen ölürsen ben seni yıkar kefenlerim” demiştir. Bütün bunlar eşlerin birbirinin cenazesini yıkayacağını gösterir. Ölümle nikâhın düşmesi ise kesin bir delilden yoksundur. Tersine deliller çoktur. Çünkü ahirette cennete gidenler, dünyadaki eşleriyle birleşeceklerdir. Onların ruhları birbirine manen bağlıdır. Bu bağlılık ruhani hayatta da sürer. Ancak kocası ölen kadın, 4 ay 10 gün bekledikten sonra isterse başka bir erkekle evlenir. İşte o zaman eski eşiyle nikâh bağı tamamen kesilmiş olur.

Nikâh ruhlar için değil, fiziksel hayat sahipleri içindir. Ölmüş insanın cesedi kuru maddeden farksızdır. Ölüye kim şehvetle veya istekle bakar ki? İnsan ölünce onun cesedini bir an önce evden çıkarırlar. Kimse onun evde kalmasını istemez. Çünkü çürüyüp bozulacaktır. Ruh bedenden çıktıktan sonra dünya güzeli de olsa onun çekiciliği kalmaz. O halde eşlerin, ölmüş olan kocasına veya karısına dokunması niçin haram olsun?







Yolculuk namazı

SORU: İşim gereği sık sık yurt dışına çıkıyorum. Her gidişimde seferi olduğuma niyet ediyorum. Gittiğim yerlerde sünnet ve farzları tam kılıyorum. İşim çok yoğunsa gece sırasıyla sadece farzları kılıyorum. 2 kılmam gerekenleri 4 kılıyorum. Ama Hanefi mezhebine göre 4 rekâtları 2 kılmam gerekiyormuş. Bunun doğrusu nedir? (Aşkın Özkan)

CEVAP: Sen namazı Hanefi veya Şafii için mi yoksa Allah için mi kılıyorsun? Allah için kılıyorsan Hanefiden Şafiiden sana ne? Namazın kısaltılması kolaylık içindir. İşin rahatsa, imkânın varsa tam kılman iyidir. Namaz kılmanın zararı olur mu, yasağı olur mu? Kıl kılabildiğin kadar. Kim ne derse desin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.