Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Müftüler fetva vermiş olsa da sen yine kalbine danış’

SORU: Kocam hamile olduğumu öğrendiği gün benden boşanmak istediğini söyledi. Bu çocuğu babasız dünyaya getirmek ona haksızlık olacak diye düşünüyorum. 7-8 haftalık bebeğin kürtajı dinen uygun mu?

CEVAP: Zorunlu bir sebep olmadan çocuğu aldırmak doğru değil. Evlenmenin asıl amacı çocuk yapmaktır. Allah’ın yasası budur. Şimdi dünyaya gelmek üzere hazırlanmış bir ruh taşıyorsunuz. Bunu aldırırsanız o can Allah’ın huzurunda sizden şikayetçi olur. Bana sorarsanız bırakın o çocuk dünyaya gelsin. Ama karar size aittir.

Kaynaklarda, gerçekten sizi zorda bırakacak bir durum varsa veya sağlığınız için tehlikeli ise o zaman henüz insani ruh üflenmeden çocuğu aldırmanın caiz olduğu söyleniyor. Ruh üflenme aşaması da kimine göre 42 gün, kimine göre 90 gün, kimine göre de 4 aydır. Ortalama 3 aylık süre genel görüştür. Bu konuda gelen hadis rivayetleri değişik olduğundan bu süre hususunda görüş ayrılıkları vardır. Sizin içinize nasıl geliyorsa öyle yaparsınız. Bu iş tamamen vicdanınıza bağlıdır. Peygamberimiz, “Müftüler fetva vermiş olsa da sen yine kalbine danış” buyurmuşlardır.


Günah olan şeyler Kur’ân’da sayılmıştır

SORU: Kalıcı dövme yaptırmak istiyorum. Ancak bu konuda birbirinden farklı şeyler söyleniyor. Dövme abdest almaya engel mi ya da günah mı? (Emel Kanca)

CEVAP: Dövmenin günahla sevapla ilgisi yok. Abdeste, gusle engel değildir. Çünkü bu konuda hiçbir delil yoktur. Duyduğunuz şeyleri söyleyenler kendi kafalarından uyduruyorlar, İslâm’ı daraltıyorlar. Bu gibi kişiler bir zamanlar diş dolgusunun dahi abdeste engel olduğunu söylüyorlardı. Kim dinledi onların sözünü? Abdestin asıl amacı temizliktir. Dövmeli insan da ellerini, vücudunu yıkayınca temiz olur. Dövme bir özentidir. Günah olan şeyler Kur’ân’da sayılmıştır: Yalan söylemek, zina etmek, hainlik etmek, şunun bunun gizlisini araştırmak, dedikodu yapmak, haksızlık etmek, başkasının hakkını yemek, adam öldürmek, haksız yere kavga etmek, domuz eti yemek...

Yazının devamı...

Herkesin hakkı kanunlarla belirlenmiştir

SORU: Ailem Artvin’de yaşıyor. Yapımı devam eden bir barajdan ötürü devlet buradaki toprakları kamulaştırıyor. Bu yerlerden birisinde annemin payı var. Buranın sahibi, anneannemin babası. Büyük dede öldüğü zaman tarlalar bölünmemiş. Devlete göre şu durumda yerlerin yarısı anneme kalıyor. Kur’â’na göre annemin payına düşen hissenin ne kadar olduğunu öğrenebilir miyiz?

CEVAP: Miras taksimi araziyle ilgili değil, eşya ve parayla ilgilidir. Çünkü İslâm hukukuna göre arazi taksim edilmez, devletindir. Devlet onun işletme hakkını şahıslara verir. Üç yıl toprağı güzel işlemeyip bor (işlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş toprak, borak) bırakandan alıp başkasına verir. Şimdi aradan asırlar geçmiş. Zamanla tapulu sistem ortaya çıkmış. Toprak şahıslara tapu edilir olmuş. Arazi taksimi, mal ve para taksiminden farklıdır. Artık kanunla herkesin hakkı belirlenmiştir. Bu husus ahiretle ilgili bir ibadet veya haram-helal meselesi değil, hakla ilgilidir. İnsanlar kanuna göre paylarını alıp helalleşirler, olur biter. Yazdığınız soy listesi de karışık. Siz bunu isterseniz bulunduğunuz yerin il müftüsüne götürün veya kanuni taksime razı olun. Önemli olan insanların birbirlerine haklarını helal etmeleridir.







Bedduanın kefareti var mı?

SORU: Çocuklarıma çok beddua ettim. Pişmanım. Ne yapabilirim? (Nihal Meral)

CEVAP: Allah’tan af dilersin. Çocuklarının iyiliği için dua edersin. Zaten yaptığın her dua kabul olsaydı şimdi kim bilir neler olmuştu. Allah kulunun içini biliyor. Senin aleyhine olacak bir şeyi kabul etmez. Çünkü kabul etse yine senin için yanar. Ama kulun, dilini bedduaya alıştırması doğru değildir.





Rüyayla hüküm verilmez

SORU: Rüyalara göre hareket etmemiz dinen doğru mudur? (Özden Koruk)

CEVAP: Rüya, eğer Kur’ân ve sünnet prensiplerine aykırı değilse gören kimse için bir yol gösterme, bir ışık olabilir. Ama genelde bir mana ifade etmez. Yani rüya dinin kaynaklarından değildir. İnsanları bağlamaz. Zaten Kur’ân’a aykırı rüyalarla amel etmek asla caiz değildir. Çünkü o tür rüyalar şeytanın aldatmasıdır. Rüyayla hüküm verilemez, insanlar suçlanamaz. Olayın tespiti için şahit ve kesin kanıt gerekir.

Yazının devamı...

Herkes vicdanına göre hareket eder

SORU: Bir arkadaşım, “Bilerek namaz kılmayan cezalandırılır” dedi. İslâmda dayatma yoktur. Böyle cezalarla insanlar dinden uzaklaşmaz mı? (Akın Özgüvenç)

CEVAP: Gerçekte bağlayıcı din, sadece Kur’an ile sünnet (hadis)tir. Zamanla ortaya çıkmış olan inanç ve hukuk ekollerinin her biri kendi şartları içinde bazı yorumlar getirmişlerdir. Bu onların kendi görüşüdür. İnsanların sözleri ve görüşleri kimseyi bağlamaz. Çünkü o sözleri söyleyenlerin yaşadıkları şartlar değişmiştir. Ama Kur’ân her zamana, şarta ve ortama uyacak esnek genel kurallar, prensipler getirmiştir. Kur’ân’da Allah ile kul arasında olan inanç ve ibadet konularında zorlama yoktur. Herkes vicdanına göre hareket eder. Namaz kılan sevap alır.

Kılmayanı Allah ahirette cezalandırır. Eylemlerinin kütüğü sağ taraflarından verilmiş olan cennetlikler, cezaya çarptırılmış olan suçlulara bu duruma düşmelerinin nedenini soruyorlar: “Sizi şu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?” (Onlar da) Dediler ki: “Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık. Ceza gününü de yalanlardık. İşte böyle bir durumdayken ölüm bize gelip çattı” (Müddessir: 42-47). Ama namaz kılmayan, oruç tutmayan için bir dünya cezası belirlenmemiştir. Hiçbir ayette böyle bir hüküm yoktur. Eğer namaz kılmayana ceza uygulansa “Dinde zorlama yoktur” ayetine aykırı düşmez mi?

Zorlamayla din olmaz. İbadetler içten gelen niyete göre değer kazanır. İslâm tarihinde sırf namaz kılmadığı için idam edilen birini bilmiyorum. Bu tür kesin delilden yoksun hükümler kâğıt üzerinde kalmış kadük görüşlerdir. Olayda en ufak bir kuşku, cezayı kaldırır. Çünkü Peygamberimiz, “Kuşku durumunda cezaları kaldırınız” buyurmuştur. Ancak toplumu ilgilendiren yasaların çiğnenmesinde, toplum düzeninin sağlanması için elbette ceza vardır. Zina, toplum hukukuna tecavüzdür. Bunu yapan cezalandırılır. Toplumda bu kötülüğü önlemek ve namusu kirlenenin hukukunu korumak için Kur’ân bu tür toplumsal yasaların uygulanmasında yaptırım getirmiştir. Düzenin yürümesi için vergisini vermeyenden zorla alınır, hırsızlık eden cezalandırılır. Ama Allah ile kul arasındaki hususlar pür dindir. Bu konuda üstüne düşeni yapmayan kişi, insanlar tarafından değil Allah tarafından cezalandırılır veya Allah dilerse o kişiyi bağışlar.

Yazının devamı...

Süt kardeşler evlenemez

SORU: Ağabeyim, bir kızla süt kardeş. Karşılıklı olarak birbirlerinin annelerini emmişler. Bir de bu kızın kızkardeşi var. Onları evlendirmeyi düşünüyolar. Fakat aile büyükleri bu evliliğin olmayacağını söylüyor. Dinimizce bunun hükmü nedir? Ağabeyim, süt kardeşinin kardeşiyle evlenebilir mi? Benim evlenmemde bir sakınca var mı?

CEVAP: Ağabeyiniz, sütünü emdiği kadının hiçbir çocuğuyla veya torunuyla evlenemez. O kadın ağabeyinizin süt annesi, çocukları da ağabeyinizin süt kardeşleri olur. Ağabeyinin, sütünü emdiği kadının herhangi bir kızıyla evlenmesi dinimizce haramdır. Sen eğer o kızın annesinin sütünü veya onun kızı senin annenin sütünü emmemişse evlenebilirsin. Ama senin annenle o kızın annesinin karşılıklı olarak birbirlerinin çocuğunu emzirdiğini söylüyorsunuz. Bu durumda eğer evlenmek istediğin kız, senin annenin sütünü emmişse annenin çocuklarıyla evlenemez. Çünkü annen o kızın süt annesi durumundadır. Tabii çocukları da kızın süt kardeşleridir. Ancak kadının, senin annenden süt emmeyen kızı, şayet sen de o kızın annesinin sütünü emmemişsen o kızla evlenebilirsin. Kural şudur: “Emenin emzirene nefsi haramdır, emzirenin emene nesli haramdır.”






ALLAH KALBİNİZDEDİR



SORU: Kalbimin üstüne Arapça Allah yazısı dövmesi yaptırmak istiyorum. Bunun dinen bir sakıncası var mı? (Güntaç Kaki)

CEVAP: Dövme yaptırmanın İslâmi gelenekte hoş görülmediğini bilmeniz gerekir. Ama kalbinizin üzerine Allah yazdıracakmışsınız, yazdırabilirsiniz. Fakat buna gerek yok. Zaten Allah kalbinizin içinde var. Kalp onunla dizayn edilmiştir. Allah her yaratığına damgasını vurmuştur. Bu tür şeyler fantezidir ama ben günah olduğu kanısında değilim. Çünkü böyle şeyler yaptıranın niyetine bağlıdır. Dinine bağlı ol, namazını kıl, İslâm’ın yasaklarından kaçın da gerisi senin bileceğin iş.


*****



KONFERANSA DAVET


Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı’nın aylık konferanslarından biri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Okuyan tarafından verilecektir.

Tarih: 17 Mayıs Pazar Saat :13.30

Adres: Üsküdar Belediyesi Altunizade Kültür Merkezi Kapitol Arkası

Altunizande/Üsküdar/İSTANBUL


Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (11)

DÜNDEN DEVAM

Bir gün Ebu Hüreyre, çevresindekilere, “Hiç namaz kılmadığı halde cennete giren birisini biliyor musunuz?” diye sormuş. Dinleyenler böyle birisini tanımadıklarını söyleyince Ebu Hüreyre bunun ismini vermiştir. Bu, Medineli zat Uhud Savaşı sırasında Müslüman olmuş, savaşa katılmış, ağır yaralanmış ve şehit olmuştur. Hz. Peyamber onun durumunu öğrenince “O cennetliklerdendir” buyurmuştur. Bu zatın namaz kılmaması bir kusurundan dolayı değil, namaz kılmaya fırsat bulamadan Müslüman olur olmaz şehit edilmesinden ötürüdür. Böyle bir insan elbette cennetliktir. Ama gerçekte salat kelimesi Peygamberliğin ilk yılında ve ilk inen surede geçmektedir. “Namaz kılan kulu namazdan men eden kişiyi gördün mü?” (Alak: 9-10). Yine Mekke döneminin ilk zamanlarında inen Maun Suresi’nde gaflet içinde namaz kılan, gösterişi seven insanların tutumuna esef edilmektedir.

Tefsirimizde açıkladığımız üzere salat (namaz) İslâm’dan önce de bilinen ve muntazam olmasa da en azından bazı dindar kimseler tarafından uygulanan bir ibadetti. Ancak ruhtan yoksun olan bu ibadete şirk bulaşmıştı. İslâm bunu asıl hüviyetine kavuşturmuştur. O halde Goldziher’in savı eğer önyargıdan kaynaklanmıyorsa yanılgıdır. Salat ibadeti Araplarca uygulanıyordu. Enfal Suresi’nin 93. ayeti de bunu açıkça ortaya koymaktadır: “Onların Beyt(ullah) yanındaki namazları da ıslık çalmadan ve el çırpmadan ibarettir.” Hatipoğlu’nun iki cilde ayrılmış olan üçüncü eseri “İslâm’ın Aktüel Değeri” üzerindeki görüşleri, dördüncü eseri de “Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti”ni konu almaktadır. Bu eserleri özellikle hadis ve İslâm bilimleri üzerinde araştırma yapacaklara öneririm.

İLETİŞİM: Halide Nusret Zorlutuna Sk.

No: 4/7 06420 Çankaya/Ankara

Tel: 0312 439 01 69 Faks: 0312 439 01 68



Konferansa davet


Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı’nın aylık konferanslarından biri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Okuyan tarafından verilecektir.

Tarih: 17 Mayıs Pazar Saat :13.30

Adres: Üsküdar Belediyesi Altunizade Kültür Merkezi Kapitol Arkası

Altunizande/Üsküdar/İSTANBUL


Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (10)

DÜNDEN DEVAM

Prof. Dr. M. Said Hatiboğlu’nun ikinci eseri “Hadis Tedkikleri”nde, hadis tenkidinin Hz. Peygamber döneminde başladığını belirtir ve Hz. Ayşe’nin ilmi kişiliğine ve Peygamber’den nakilcilerin hatalarına ve çarpıtmalarına dikkat çektiğine örnekler verir. İslâm’ın seçim ve bey’at sisteminin Muaviye ile nasıl saltanata çevrildiğini ve buna karşı ashab ve tabiiler arasında beliren tepkinin nasıl etkisizleştirildiğini anlatır. Muaviye’nin ölümünden sonra Emeviler’in siyasi ve askeri gücü, önlerine dikilen her çeşit direnci ezerek, sülale saltanatını İslâm’ın başına musallat edince kolları kırık, boyunları bükük dindar çevrelerle iktidar hasretiyle içleri yananlar, bu azılı iktidar sahiplerine (!) karşı fısıltı gazeteciliğine ve rivayet edebiyatına sarılmaktan başka bir savunma çaresi bulamadılar. Bu işgalcileri, İslâm hilafetiyle alakalarının bulunmadığını tespit noktasından hareketle, her yönden Peygamber’e vurdurtmak, izlenecek en etkili yöntemdi. İşte bunun için pek çok hadis rivayeti devreye girdi. Bunların en ünlüsü Peygamber’den sonra hilafetin 30 yıl süreceği, daha sonra ısırıcı krallığın başlayacağı şeklindeki hadisti.

Hocanın belirttiği üzere asıl değerleri ne olursa olsun bu tür rivayetler, İslâm’ın düşünen kafalarının, zalim idarecilere karşı duyduğu tiksintinin en sağlam yankılarıydı. Hoca, bu arada Avrupalı araştırıcıların, önce İslâm’ı çökertmek ve Müslümanları kuşkuya düşürmek amacıyla kilise tarafından İslâmiyat, özellikle hadis araştırmalarına yönlendirildiğini, yetişen bu doğubilimciler arasında ciddi araştırıcılar bulunduğunu ama bunların da birçok noktada önyargıyla çarpıtmalar yaptıklarını ve yanılgıya düştüklerini örnekleriyle anlatır. Verdiği ilginç örneklerden biri salat (namaz) ile ilgilidir. Goldziher’e göre cahiliye tatbikatında salat (namaz) yoktur. Bu kelime Hristiyanlık’tan geçmiştir. Goldziher, İslâm’da namazın kabulüne karşı müşrik ortamın gösterdiği direnci anlatırken damdan düşercesine şu rivayeti koymaktadır: “Sahabi Amr ibn Sabit, farz olan namazı hiçbir vakit kılmadığı halde Peygamber’ce şehit mertebesinde görülmüş, cennette makam sahibi olmuştur.” Oysa olayın aslı hiç de Goldziher’in anlattığı gibi değildir. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (9)

DÜNDEN DEVAM

Kur’an-ı Kerîm’in açık ifadesine göre Peygamber, Allah’ın vahiyle bildirdiği dışında normal bir insan olarak gaybı (geleceği) bilmez. Buna rağmen Hz. Peygamber’e kıyamet alametlerine kadar geleceğe ait birçok olayı söyletmişlerdir. Bunlar Kur’ân vahyine tamamen aykırıdır. Eğer Peygamber geleceği bilseydi Bedir’e kervanı vurmak üzere değil, bir orduyla savaşmak üzere giderdi. Yine gaybı bilseydi, Uhud Savaşı için Medine dışına çıkmaz, içeriden savunurdu. Gaybı bilseydi Bir-i Maune’den gelip Kur’ân öğretici ve İslâm’a çağrıcı olarak bilginler göndermesini rica eden bir grup insanın talebine uyarak en yetişmiş, Kur’ân hafızı sahabilerini göndermezdi. Çünkü bunlar Maune denilen kuyu başında pusuya düşürülerek öldürülmüşlerdir. Sadece içlerinden birisi kurtulabilmiştir ki bu olay Hz. Peygamber’i son derece üzmüştür.

Hocanın kimi yorumları bizce abartılı olsa da genelde güzel tespitleri vardır. Kur’ân’a yorum dışında ilave yapamayacaklarını anlayan yönetici ve fırkacılar, hadis rivayetine can kurtaran simidi gibi sarılmışlar ve böylece hadis imalatçıları türemiş, kendi görüş ve düşüncelerini hadis haline getirmeye başlamışlardır. Emevi döneminin hafız muhaddislerinden Abdülkerim ibn Malik el-Ceziri, Hariciler’den birinin şu sözünü kaydetmiştir: “Hadis dindir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin. Biz bir işin olmasını istediğimiz zaman onu hadis şekline getirirdik” (Ramehurmuzi, el-Muhaddisul-Fasıl, r. 443, Hatib, Cami, r. 164). Basralı muhaddis Hammad ibn Seleme, bir sapık fırkacının, “Biz toplantımızda bir şeyi hoş görür, yapılmasını istersek hemen onu hadis biçimine sokardık” dediğini aktarmıştır (İbn Adiy, el-Kamil: 1/255; Kur’ân Dışı Vahiy, s. 10-11).

Prof. Dr. M. Said Hatiboğlu’nun ikinci eseri “Hadis Tedkikleri” başlığını taşımaktadır. Hocanın gerek Fakülte Dergisi’nde gerekse İslâmiyat Dergisi’nde, hadis metodolojiisi ve eleştirisi konusunda yayınlanmış yazılarını içeren bu eser, hadis derleme işinin Hz. Peygamber döneminde nasıl küçük çapta ve birkaç sayfayla sınırlı biçimde başladığını, Hz. Peygamber döneminden sonra git gide hızlanıp hacim büyüterek akıl almaz boyutlara ulaştığını anlatır. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisle ilgili önemli bir eser (8)

DÜNDEN DEVAM

Rivayetlerden, kadının gebe olduğu anlaşılıyor. Eğer kadın gebe olup kocası, çocuğun kendisine ait olmadığını iddia ederse kadın şahitlik ederken çocuğun kocasına ait olduğunu söyler. Bu işlemden sonra karı koca birbirinden ayrılır. Fakat çocuk kocaya değil, annesine nispet edilir. Ama arada şüphe bulunduğundan zina çocuğu sayılmaz. Çocuk annesine, annesi de ona varis olur (el-Fethur-Rabbani: 17728; et-Tefsirul-hadis: 10/24). Eğer Hz. Peygamber vahiy dışında gaybı bilseydi, bu olayda kadının suçlu olduğunu anlar ve bu lanetleşme yöntemini uygulamaya gerek kalmazdı.

Hz. Peygamber, ikisinden birinin yalan söylediğini fakat kimin doğru söylediğini Allah’ın bildiğini belirtmiştir. “Bu misalden öğreniyoruz ki yeni durumun hükmünü beyan eden ayet inmemiş olsaydı Hz. Peygamber, zahiri delillere dayanarak karısını suçlayıp kanıt getiremeyen Hilal’e haksız yere had uygulamak durumunda kalacaktı” (Kur’ân Dışı Vahiy, s. 98-99). Hadisin sıhhatinin ancak ravilerin (nakilcilerin) sağlamlığıyla bilineceğine ve hadis metodolojisinin nasıl kurulduğuna dair örnekler veren M. Said Hatiboğlu, hadisin söyleniş tarzına ve şartına göre hüküm kazanacağını anlatmak üzere şu örneği verir:

Örneklerle anlatılıyor

Hz. Peygamber, Halid ibn Velid’i yemeğe davet eder. Yemekte kızgın taş üstünde pişirilmiş kertenkele vardır. Hz. Peygamber yemeğe elini uzatınca hanımlardan birisi yemeğin mahiyetini kendisine bildirir. Hz. Peygamber elini çeker, yemez. Halid, “Haram mı ki yemiyorsun ey Allah’ın Elçisi?” diye sorar. Peygamberimiz, “Hayır fakat ben alışık değilim (midem götürmüyor)” der. Bunun üzerine Halid yemeği afiyetle yer (Kur’ân Dışı Vahiy, s. 101). Kitapta Hz. Peygamber’in haber verdiği birçok olayı aslında mucize yoluyla değil, istihbarat yoluyla haber aldığını örneklerle anlatır. Mesela Kureyş’in kendisine suikast planladığını, amca kızlarından Rukayka’nın haber vermiş olduğunu belirtir (İbn Sad, Tabakat: 8/52, 223; İsabe: 7/647). DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.