Şampiy10
Magazin
Gündem

“Fakire yardım etmek hac yerine geçer mi?”

SORU: Bu yılın sonunda eşim ve ben emekli olacağız. Alacağımız emekli ikramiyesiyle hac görevimizi yerine getirelim diye düşünüyorum. Bazı kişiler “Arapları zengin mi edeceksiniz” derken eşim de “Muhtaç bir çocuğun eğitim masraflarını karşılayalım. Ülkemizde yardıma ihtiyacı olan bu kadar çocuk varken bize hac düşmez” diyor. Bu konudaki öneriniz nedir? (F. Çapanoğlu)

CEVAP: Araplar zaten zengin. Sizin paranıza ihtiyaçları yok. Siz gitmezseniz

4 milyon hacı adayından ikisi eksik olur. Bununla Araplar fakir olmaz. Gelelim konumuza. Zekât nasıl zengin Müslüman’a farz ise hac da zengin ve yola gitme gücüne ve sağlığa sahip her Müslüman’a farzdır. Bunun yerine ne kadar yardım etseniz, fakir çocuk okutsanız bu görev üstünüzden kalkmaz. Gerisi sizin bileceğiniz iştir. Gidip gitmemek sizin seçiminize bağlıdır.





İyi dua, kötü dua

SORU: Berhetiye duasını her akşam okuyarak yatıyordum. Ama çevremden bunun zararlı bir dua olduğunu duydum. Tabii buna inanmadım. Çünkü her dua Allah tarafından insanlara ışık tutmak için indirilmiştir. Berhetiye duasının anlamını açıklar mısınız? (Kadir Girgin)

CEVAP: Berhetiye duasını mevcudiyetini ilk defa sizden duydum. Bilmediğim bu duanın manasını size nasıl yazabilirim ki? Dualar sizin sandığınız gibi Allah tarafından insanlara ışık tutmak için indirilmiş değildir. Sadece Kur’ân’da bulunan dualar Allah tarafından indirilmiştir. Diğerleri insanların Tanrı’ya yalvarmak için düzenledikleri cümlelerdir. Duanın özeli var, geneli, var, iyisi var, kötüsü var. Kötü dua halk arasında beddua adıyla bilinir. “Yüce Allah her işimizi asan eyleye” iyi, güzel duadır. Ama birisine “Allah belanı versin” demek kötü duadır. Allah’a gönülden inanan ve içtenlikle bağlı olan Müslüman, dilini kötü söz ve dualara alıştırmamalıdır. Hep iyi dileklerde bulunmalı, herkes için iyilik temenni etmelidir ki Allah da onun gönlüne, yuvasına ve ülkesine bolluk, bereket ve huzur versin.

Yazının devamı...

Bütün insanlar Allah’ın kuludur

Gönderdiği mektubunda beni haksız yere eleştiren okuruma cevabımdır: Ayetleri çarpıtmadan verdiğim için mi bana kızıyorsunuz? Sizin yorumlarınız ayette yok. Ben o dar ve tekelci düşünceleri çoktan aştım. Bu meseleyi yeni söylemiyorum. 30 yıldan beri söylüyorum. Kur’ân cennete gitmek için üç şart getirmiştir: 1- Allah’a iman 2- Ahirete iman 3- Salih amel. Siz İslâm’ın manasını anlamak istiyorsanız “İslâm’da Güncel Tartışmalar” ve 30 ciltlik “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserlerimi okuyun. 75 yılını Kur’ân ile geçirmiş bir insana ders vermeye kalkmamalısınız. Çünkü bu, en hafif tabiriyle saygısızlıktır. Ben hata etmiyorum. Kur’ân’ı çarpıtanlar, ayetleri kendi kafalarına göre yorumlayanlar günah işliyorlar. Allah’a andolsun ki günah işliyorlar. Bütün yeryüzü insanları Allah’ın kulludur. Allah kullarını yakmaktan zevk almaz. Hâşâ, ben böyle Allah’a inanmam. Ben, Yunus gibi düşünürüm. Yunus ne demiş:

Haşe lillah senden iy Rabbül-enam

Sen temaşa kılasun ben hoş yanam.

(Allah hakkı için ey âlemlerin Rabbi, ben güzelce yanarken karşıma geçip benim yanmamı seyretmek senin şanına yakışmaz, sen böyle bir şey yapmazsın.)

Benim Allahım merhametlidir. Allahımın gönderdiği bütün kitaplar da geçerlidir. Herkes kendi peygamberinin kitabı hükümlerince hareket ederse cennete gider. İşte Kur’ân da bunu söylüyor: “İncil sahipleri, Allah’ın İncil’de indirdiği hükümleri uygulasınlar.”





Çok güzel bir rüya

SORU: Rüyamda yeşil bir kapının önünde, elimde Kur’ân-ı Kerîm bekliyorum. Duyduğum bir ses, “Peygamberimiz Kur’an’ı bekliyor” dedi. Kapılar açıldı. Ben salat-ü selam getirerek içeri koştum. Halılarla döşenmiş bir koridordan geçtim. Camiye girdim. Mihrabın önünde Peygamberimiz oturmuş. Önünde rahle var. Sağ yanında biri oturuyor. Sol yanı boş. Kur’ân-ı Kerîm’i Peygamberimizin önündeki rahleye açık olarak koydum. Sol tarafına oturdum. Peygamberimiz okumaya başladı. Ben de içimden okuyordum. Gördüklerimden çok etkindendim. Bu rüyanın nasıl bir açıklaması olabilir? (Abid Çalışır)

CEVAP: Güzel rüya görmüşsünüz. Mübarek olsun. Allah huzur ve mutluluk versin.

Yazının devamı...

Yuva yıkmak büyük günahtır

SORU: Oğlum, hanımını çok konuşuyor diye babasının evine gönderdi. 2.5 yaşında bir erkek çocukları var. Ayrılmak istiyorlar. Biz de “Masum yavrunun ne suçu var? Birbirinize bir şans daha verin” diyoruz. Oğlum “olmaz” diyor. Doğrusu onun bu kadar inatçı olduğunu bilmiyordum. Henüz boşanma davası açılmadı. Bir yuvayı göz göre göre yıkılmaktan kurtarmaya çalışıyoruz. Hele o yavru için bir şey yapamamak bizi çok üzüyor. Bir kadını önemli bir sebep olmadıkça boşamanın günah olduğunu söylüyorum. Dini yönden oğlumuzu nasıl ikna edebiliriz?

CEVAP: Önemli bir sebep yokken kadını boşamak haramdır. Üstelik çocuk da varsa bu, ona yapılacak en büyük kötülüktür. Çocuk, anne ve babanın kucağında büyürse kendine güvenli yetişir. Yoksa bu ayrılışın onun hayatında büyük travmalar yaratacağı kuşkusuzdur. Oğlunuz niçin hanımına karşı biraz hoşgörülü olmuyor? Çocuğun babasına sesleniyonum: Çocuğuna acı, ani karardan, yanlış yoldan dön. Yoksa sonunda pişman olursun. Hem ana babanın, hem hanımının, hem de o yavrunun intizarını alırsın. Kendine yazık edersin. Hoşgörülü, sabırlı ol. Allah kerimdir. Hemen ailene dön, inatçılıktan vazgeç, yuvanı yıkma. Yuva yıkmak büyük günah ve vebaldir.





Camide nafile kılmak

SORU: Peygamberimiz, sünnet namazlarını cemaatle kılmış mıdır? Ben çoğunlukla namazımı evde kılıyorum. Camiye gittiğim zaman sünnetleri cemaatten ayrı, hemen girişte kılıyorum. Doğru mu yapıyorum?

CEVAP: Peygamberimiz sünnetleri genelde evinde kılardı. Mescitte kıldığı da olmuştur ama cemaatle değil, kendi kendine. Ayrıca mescit, Peygamberimizin evindeydi. Yani Peygamberin evlerinin kapıları mescide açılırdı. Mescit de Peygamber’in evi sayılırdı. Sünnetler nafiledir. Dileyen kılar, dileyen kılmaz. Kılan sevap alır, kılmayan günahkâr olmaz. Farzlar ise cemaatle kılınırsa daha sevaptır. Yalnız başına da kılınabilir. Camide nafile kılarken kapı girişlerinde, yol üstünde durmak doğru değildir. İnsanların gelip geçmesini önler. Kılmak isteyen ön tarafa gider ve istediği kadar nafile veya sünnet kılar.

Yazının devamı...

Hz. Peygamber münafıkların farkında mıydı?

SORU: Ayetlerde Peygamberimizin çevresindeki münafıklardan bahsediliyor. Peygamberimiz bunların farkında mıydı? (Arzu Büyükpoyraz)

CEVAP: Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı toplumda münafıklar vardı. Peygamberimiz bunların bir kısmının münafık olduğunu zaten davranışlarından anlıyordu. Ama bir kısmını bilmiyordu. Çünkü gizliyi sadece Allah bilir. Tövbe Suresi’nde bu konu açıkça belirtilmiştir: “Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından iki yüzlülüğe iyice alışmış münafıklar vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz. Onlara iki kere azap edeceğiz. Sonra da onlar büyük azaba itileceklerdir” (Tevbe: 101). Ayette çevrede bulunan bedevi Araplar içerisinde ve Medine halkı arasında iki yüzlü insanların bulunduğu, yalnız Allah’ın bildiği bu insanların iki kat azaba çarptırıldıktan sonra büyük azaba sürülecekleri belirtilmektedir. Allah’ın onlara iki defa azap etmesi, dünyada hastalıklarla, belalarla azap etmesi, ahirette de cehenneme atmasıdır. Yahut birinci azap dünyada uğrayacakları belalar, hastalıklar, felaketler, ikinci azap kabir azabı, büyük azap da kıyametten sonraki ahiret azabı olarak tefsir edilir.


Kasten orucunu bozana 61 gün kefaret var mı?

SORU: Ramazan orucunu kasten bozan kişinin ne yapması lazım? Bir gün mü yoksa 61 gün mü yerine kaza orucu tutması gerekiyor? Bu durumu ayet veya hadislerle açıklar mısınız? (Cumali Boyama)

CEVAP: Kasten oruç yiyen kimseye ne kaza, ne de kefaret gerekir. Çünkü o kimse eylemli Müslüman değil, sadece kültür Müslümanı’dır. Eylemli Müslüman, bir mazeret olmadan orucunu yemez. Kasten oruç tutmayan insan sonradan tutmaya başlarsa yeni Müslüman olmuş gibi eski hayatına tövbe eder, Allah’tan af diler. Bu 61 gün meselesi, başlanıp da mazeretsiz olarak bozulan oruç hakkındadır. İşte bunun cezası olarak hadis ve fıkıh kitaplarında 61 günden söz edilmektedir. Ama ne ayette ne de hadiste böyle bir ceza yoktur. İnsanlar yanlış yorumlayarak bu yargıya varmışlar.

Yazının devamı...

“Ladün ilmi ne demektir?”

“Ledün ilmi nedir? Öğrenilebilir mi?” diye soran okuruma cevabımdır: Ledün; yanında, katında anlamına gelir. Ledünni ilim, Allah katından verilen özel bilgi demektir. Kehf Suresi’nin 65’inci ayetinde yüce Allah’ın seçkin kullarından biri olan Hızır’a ledünnünden yani katından bir bilgi verdiği, bu özel bilgiye, ona arkadaş olan Musa’nın vakıf olmadığı anlatılmaktadır. Mutasavvıflara göre iki ilim vardır: Okuma ve öğrenmeyla kazanılan akli ve nakli ilimler ki bunlara zahiri ilim denir. Riyazet ve takva sonucu Allah’ın kuluna ihsan edeceği vehbi ilim ki buna batıni ilim denir. “Allah size nimetlerini zahir ve batın olarak bol bol verdi” (Lokman: 20) ayeti ve benzeri ayetler gösteriyor ki, ilmin zahiri ve batını vardır. Batını ilmin ürünü, zahiri ilmi kabul edip onun adabına sarılmaktan meydana gelir. İnsanın ruhsal yönünü geliştirip olgunlaştırmayı amaçlayan tasavvuf uzmanlarına göre zahir ilim dininin hukuk ve ibadet ilmi, batın ilim hakikat ilmidir. Biri çalışmayla elde edilir, öteki Allah’ın hidayetine ve lütfuna bağlıdır. Çalışmayla elde edilemeyeceği gibi çalışmadan da olmaz. Çabayla Allah’ın lütfu birleşecektir ki kulda bu bilgi oluşsun. Kul çalışacak fakat bilecektir ki kendisini hidayet ilmine kavuşturan, kendi çabası değil Allah’ın lütfudur.

Kalp etrafa bazı ışınlar neşrettiği gibi beyin de bazı ışınlar yaymaktadır. Bu ışınlar, insanın içinden geçen düşünceleri çevreye yansıtır. Ya da bu ışınlar içten düşüncelere göre dalgalanır, şekillenir. Tıpkı radyo ve televizyon dalgaları gibi bu ışınları da tespit eden alıcı bir göz olursa karşıdaki insanın düşüncelerini o söylemeden görüp öğrenebilir. İşte insanda potansiyel olarak var olan gönül gözü, bu görünmez ışınları tespit gücüne sahiptir. Ruh safiyet kazandığı zaman, ayna gibi kendisine vuran her şeyi yansıtır. Böyle bir ruh sahibi olan kimseye, bazen karşıdakinin hali yansır. Hatta o kimse, yöneldiği insanın haline bürünür. Bu psikolojik olaylar ancak yaşamakla bilinecek şeylerdir. “Bilmiyoruz, izah edemiyoruz” diye inkâr edemeyiz. Muhakkak ki bazı kimseler, manevi yeteneklerle bazı olayları bilirler. Keşif inkâr edilemez. Fakat bunda da ifrat doğru değildir. “İnsan veli olunca her şeyi bilir” sözü kabul edilemez. Allah ne bildirdiyse onu bilir.

Yazının devamı...

‘Allah içtenlikle dua edeni sever’

* DÜNDEN DEVAM

Dua eden kul, Allah’a yaklaşır. Zaten ibadetin aslı da Allah’a yaklaşmak, O’nunla iletişim kurmaktır. Yüce Allah, Hz. Yakup’un gönülden Allah’a bağlanışını, herşeyi O’na havale edip O’ndan asla umut kesmeyişini, örnek bir davranış olarak anlatır: “Dedi ki: Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım, ben Allah’tan, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim. Ey oğullarım gidin, Yusuf’u ve kardeşini arayın, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Zira Allah’ın rahmetinden, yalnız inkarcı toplum umut keser” (Yusuf: 86-87). Bütün işlerde sadece Allah’a güvenerek herşeyi yapanın ve yürütenin O olduğunu, varlık alanında yalnız O’nun hükmünün geçerli olduğunu düşünmek ve böylece yaratıklara değil, Yaratan’a kul olmak, en büyük mutluluk kaynağıdır.

Peygamber, “Allah, kendisine içtenlikle dua edenleri sever” buyurmuştur. Yanık gönüllerden yükselen yakarışlar derhal Allah’a kavuşur, rahmet olarak döner, insanı mutluluğa boğar. Kuluna kendi şah damarından daha yakın olan Allah, O’nun duasını işitir, dileğini verir. Allah gaflet içinde bulunan bir insanın, bilinçsiz olarak sadece ağzından çıkan duayı kabul etmez. Dua eden, içtenlikle dua etmeli, duası hemen kabul edilmedi diye duadan vaz geçmemeli, dileğini O’na sunmalıdır. Dilediği şeyler meşru ve mübah şeyler olmalı, günaha, düşmanlığa, akrabayla ilgiyi kesmeye ilişkin şeyler olmamalıdır. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, bir günah ve yakınlarla ilgiyi kesme isteği olmayan bir şeyi Allah’tan istesin de Allah ona üç şeyden birini vermesin: Ya o kulun isteğini verir yahut onun isteğini ahirete bırakır yahut da istediğinin dengi olan bir kötülüğü ondan savar. Dediler ki: O halde çok dua edelim. Allah da çok kabul eder.”

İbrahim ibn Edhem’e sormuşlar: “Neden dua ediyoruz, duamız kabul edilmiyor?” Şöyle yanıt vermiş: “Çünkü siz Allah’ı bildiniz O’na itaat etmediniz, Resulü bildiniz sünnetine uymadınız, Kur’ân’ı bildiniz onunla amel etmediniz, Allah’ın nimetlerini yediniz O’na şükretmediniz, cenneti bildiniz onu istemediniz, cehennemi bildiniz ondan kaçmadınız, şeytanı bildiniz onunla savaşmadınız ona uydunuz, ölümü bildiniz ona hazırlanmadınız, ölüleri gömdünüz ibret almadınız, kendi ayıplarınızı bıraktınız başkalarının ayıplarıyla uğraştınız.”

Yazının devamı...

Dua yalnız Allah’a yapılır

SORU: Bir yakınımız eşime, “Abla benim için şu duayı 500 kez okur musun?” diye bir ricada bulundu. Böyle bir şey olur mu? Bakara Suresi’nin 286. ayetinde geçen, “Herkesin yaptığı iyilik kendinedir, herkesin yaptığı fenalık da kendi aleyhinedir” buyruğuna ters düşmüyor mu? (Yüksel Öge)

CEVAP: Dua ısmarlanacak bir şey değildir. Dua, kişinin içindeki dilek ve düşünceleri doğrudan Allah’a sunmasıdır, Allah ile münacatı içten konuşmasıdır. “Sen şu duayı şu kadar oku, sen de şu kadar oku” şeklindeki uygulamalar insanların gelenekleştirdikleri kişisel düşüncelerdir. Ne Kur’ân’ın buyruğudur, ne de Peygamberimizin uygulaması veya tavsiyesidir. Araf Suresi 55-56’ncı ayetlerde kulların, saygı ve alçak bir sesle yalvararak, korku ve umut içinde Rablerine dua etmeleri vurgulanmaktadır.

Demek ki dua, korku ve umutla birlikte yapılmalıdır. Dua eden, Allah’tan korkmalı ama duasının kabul edileceğini ummalı, buna güvenmelidir. Çünkü böyle dua etmek Allah’ın emri olduğu gibi peygamberlerin ve salihlerin de dua yöntemidir. Ismarlama dualarda bu özellik, bu içtenlik olur mu? Ancak içi yanan kimse hissederek dua eder. Aslında duada söze de pek ihtiyaç yoktur. Asıl dua, içten geçen yalvarıdır. Onun için duaya münacat yani Allah ile gizli konuşma denilmiştir.

Kur’ân’a göre dua yalnız Allah’a, bağıra çağıra değil alçak sesle, saygıyla gönülden, korku ve umut içinde yapılır. Allah, insanın içinden geçen herşeyi bilir. Nutuk atar gibi insanların beğeni ve takdirini toplamak niyetiyle dua etmek haddi aşmaktır. “Allah, haddi aşanları sevmez” (Bakara: 190). Ebu Musa el-Eşari şöyle diyor: “Biz Allah’ın Elçisi ile bir gazada idik. İnsanlar yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. Allah’ın Elçisi, ‘Ey insanlar, kendinize acıyınız, siz sağıra veya burada olmayana çağırmıyorsunuz. Siz işiten, yakın ve sizinle beraber olana çağırıyorsunuz’ buyurdu.” Kulun, ihtiyacını Allah’a arz etmesi demek olan dua, ibadetin özüdür. Çünkü içtenlikle dua eden, dileğini yalnız Allah’ın vereceğine inandığı için dua eder. Allah’tan başka her şeyden umut kesip ihtiyacını sadece Allah’a sunar. Muradını sadece O’ndan bekler. Yalnız O’na güvenir, mutlak kudretin O’na ait olduğunu bilir. Bu inanç ise dinin özü olan tevhidin esasıdır. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kadınlar âdet halinde namaz kılabilir

SORU: VATAN gazetesindeki köşenizde yazdığınız birçok yazıda ve televizyon programlarınızda kadınların âdet halinde namaz kılıp oruç tutabileceklerini söylemişsiniz. Bunu arkadaşlarımdan duydum. Ancak ben yine de sizden cevap bekliyorum. Gerçekten kadınlar adet zamanlarında oruç tutup namaz kılabilirler mi? (Koray Balcı)

CEVAP: Kadınlar âdet halinde namaz kılabilirler, isterlerse oruç da tutabilirler. Kur’ân böyle bir yasak getirmemiştir. Namaz kılmak, Allah’ı anmak demektir. Allah’ı anmaya yasak konulabilir mi? Âdet, bir özürdür. Özürlü kimse namaz kılmaz mı? Tevrat’ın hükümlerini İslâm’a aktardılar ve dini böylece daralttılar. Kur’ân’ın yasaklamadığı şeyi yasakladılar, ibadete, zikre engel oldular. Fıkıhçıların beyanına göre bazı kadınlarda âdet hali 15 gün sürer. Yani kadın ömrünün yarısını namazsız mı geçirsin?





Dinimiz çok kolaydır

SORU: Ben Hanefi mezhebindenim. Abdest alırken ağza burna su vermekte çok zorlanıyorum. Şafi mezhebinde ağza burna su vermek farz değilmiş. Gusül abdestimi Şafii mezhebine göre alsam acaba abdestim kabul olur mu? (Tunca Emrah)

CEVAP: Sorunuza mezhebe göre değil İslâm’a göre cevap veririm. Benim Peygamberim Muhammed Aleyhisselam’dır. Hanefi Şafii değil. Dinim de çok kolaydır, azap değil. Gusül için banyoya girersin, edep yerlerini yıkarsın, abdest alırsın ve duşun altında her tarafını yıkarsın. Hepsi bu kadar.





Cincilerin uydurması

SORU: 36 yaşında bayanım. Annemin ısrarıyla gittiğim hoca, bende ümmü sübyan olduğunu ve bunun evlenmeme engel teşkil ettiğini söyledi. Ümmü sübyan denilen nedir? Ne yapmam gerekiyor? (L. Ş.)

CEVAP: Ben ümmü sübyan nedir bilmem. Cincilerin uydurmasıdır. O kişiler sizin paranızı almak için böyle uyduruk şeyler söylüyorlar. Kaderin gelince evlenirsin. Kaldı ki nice evlenmeyen erkek ve kadın var. Bunlara ümmü sübyan mı yapılmış? Bunu Peygamberimize dahi bunu sorsaydınız o da bilmezdi. Çünkü onun getirdiği İslâm’da böyle şeyler yoktur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.