Şampiy10
Magazin
Gündem

Huzur imandadır (1)

SORU: İki sene önce Turan Dursun’un kitabını okudum. Doğal olarak ateist oldum. Ama daha sonra sizin kitaplarınızı inceledim ve Allah’ın varlığına inanmaya başladım. Ama halen içimde kuşkular var. “Bir insan bu kadar iyi Arapça bilmesine ve müftülük yapmasına karşın nasıl böyle kitap yazar? Acaba niye böyle yaptı? Neden inanmıyor?” gibi düşüncelerim var. Bir de sitelerinde “T. Dursun yaşarken karşısına ne Süleyman Ateş ne de Yaşar Nuri Öztürk çıkabildi” diye yazıyorlar. Bu konuda beni aydınlatır mısınız? (Kenan Boran)

CEVAP: Turan Dursun’un iddialarını cevap vermeye değer ölçüde ciddi bulmadıkları için cevap vermemiş olabilirler. Gerçekten ortaya atılan savlar, çarpıtmalar cevap verilemeyecek şeyler değil. Ben, o zatın adını duyardım. TRT’de radyo program yardımcısı olarak çalışıyordu. Ben o zaman Diyanet İşleri Başkanı’ydım. Sonradan bu zatın benim radyo konuşmalarımı ele alıp kendine uygun çevrelerde aleyhimde konuşuyormuş. Yıllar sonra duyduğum bu davranışına pek aldırmadım. Zaten kendisini pek önemseyen yoktu. Bildiğim kadarıyla ilk veya dışarıdan ortaokul bitirme dışında resmi bir tahsili yoktu. Arapça bilmesi savı da kendi inancı. Doğuda medreselerde eski sistem okumuş, çat pat bir şeyler öğrenmiş. Ne Arapça konuşabilir, ne de iki satır yazı yazabilir. Bir dili konuşamayana o dili biliyor denilebilir mi?

“Din Bu” adlı kitabının birinci cilt 97’nci sayfasında şöyle övünüyor: “Klasik Arapça, Fusha sahih Arapça deniliyor ki, asıl Arapça, bozulmamış Arapça. O bozulmamış Arapça’yı çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Bugünkü Arapça’yı da bilirim ama o ölçüde değil. Örneğin fıkıhçıyım yani İslâm hukukçusuyum. Kelâmcıyım, İslâm Kelamcısıyım, o da ayrı bir daldır. Yani beni bu alanda, karşımda olanlar da yanımda olanlar da uzman olarak görürler. Bu arada tüm dinlerin kutsal kitaplarını karşılaştırdım. Bir din etnoloğuyum.” Böyle övünüyor yazarımız. Bu sözler “Şeyhin kerameti kendinden menkul” meseline çok uyuyor. Bir insan her dalda üstat olamaz. Olmaya kalkarsa her şeyde yarım kalır. Bildiği habbeyi kubbe, göleti deniz sanır. Safahat’ta Köse imamın, şairlikle övünen şaire söylediği şu söz, kendini dev aynasında gören yazarın övüncüne ne güzel uyar: “Sana şair diyen oğlum seni gördüm yalınız.”

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

“Barışmak daha hayırlıdır”

SORU: Evlendikten sonra eşimle aramızda ufak tefek tartışmalar başlamıştı. Eşim sürekli olarak ailemin onu iğnelediğini, benim de kendisini savunmadığımı söylüyordu. Bir gün ben evde yokken babası gelip evdeki bütün altınları ve kızını alıp götürmüş. Olayın iç yüzünü öğrenmek için kaynatama gittim. Bana bıçak çekti. Karakolluk olduk. Onlarla defalarca konuştum. Ama boşanma davası açtılar. İlk mahkeme ertelendi. Şimdi ikinci mahkeme yaklaşırken barışmak istiyorlar. Onlara olan güvenim iyice sarsıldı. Eşimi seviyorum. Ne yapmalıyım? (H. K.)

CEVAP: Hiç düşünmeden eşine dön. Bunlar geçer. Bir çocuğunuz olunca her şey daha tatlı olur. Kaynatan sana karşı kaba davranmış ama sonunda hatalarını anlamışlar. Böyle şeyler çok oluyor ancak sonunda işler düzeliyor. Yuvanı yıkma, eşinle barış. Zaten barışmazsan içindeki sevgiyi atamazsın. Daha mutsuz olursun. Kur’ân “Barışmak daha hayırlıdır” (Nisa Suresi: 128) buyurmaktadır.

İmam nikâhı kıyılırken abdest almak gerekir mi?

SORU: Eşim imam nikâhı için abdest alırken ojelerini çıkarmayı unutmuş. “Nikâhı tazelememiz gerekir” diyor. İmam nikâhında abdest almak zorunda mıyız?

CEVAP: Nikâh kıymak için abdest almak gerekmez. Abdest sadece namaz için gereklidir. Nikâh, kadınla erkeğin, karşılıklı olarak birbirleriyle evlendiklerini bildirmeleri, bunu kabul ve tasdik etmeleridir. Bunun abdestle, gusülle ne ilgisi var? Kıyılmış olan nikâh da bir daha kıyılmaz. Bozulmamış ki kıyılsın.

Evrensel yaşam enerjisi (!)

SORU: Son zamanlarda “Evrensel Yaşam Enerjisi” anlamına gelen REİKİ ve GMA adlı tekniklerle insanlara şifa ve enerji verdiğine inanılan uygulamalar yapılıyor. Bunlar kişiyi inancından uzaklaştırır mı? Mesela GMA tekniğinde, “Ben gümüş mor alevden bir varlığım. Ben tanrının istediği saflığım” cümlesi sürekli olarak tekrar ediliyor. Bu konu hakkında doğru kaynaklara nasıl ulaşabilirim? (Kamuran Bişkin)

CEVAP: Bu tür sözler Hint felsefe ve inançlarından sızdırılmış, bilimsellikten uzak hayallerdir. Bunların dinle de ilgisi yoktur.

Yazının devamı...

Meallerdeki çarpıtmalar

SORU: Elimde Elmalılı Hamdi Yazır’a ait bir meal var. Sadeleştirenler Prof. Dr. Yakup Çiçek ve Necat Kahraman. Bu mealde Nisa Suresi’nin 15. ve 16. ayetlerinin sonuna parantez içinde notlar eklenmiş. 15. ayet için: (İlk zamanlar hüküm böyleydi. Sonradan kaldırılarak zina eden bekarlara yüz değnek, evlilere de taşla ölüm cezası verileceği Allah tarafından bildirildi. Bak: Nur, 24/2. ayet.) 16. ayet için: (Bu hüküm zina suçuna konulan had -ceza- ile kaldırılmıştır.) Bu notlar Elmalılı Hamdi Yazır’ın orijinal mealinde yok. Ayrıca Nisa Suresi’nin 15. ve 16. ayetlerinde eşcinsel beraberlikten, Nur Suresi’nin 2. ayetinde de kadınla erkeğin zinasından bahsediliyor. Profesör unvanı almış ilahiyatçıların Kur’ân-ı Kerîm’in mealine böyle kendi notlarını eklemeleri ne kadar doğru? (Ali Tarık)

CEVAP: O mealler çarpıtmadır. Hamdi Yazır’a saygımız olmakla beraber tefsiri çok bilimsel değildir. Ama işaret ettiğiniz sokuşturma Yazır’ın mealinde yoktur. Zaten Yazır meal yazmadı, tefsir yazdı. Sonra rant için onun tefsirdeki meallerini cımbızla ayıklayıp istedikleri biçime soktular. Onun adını kullandılar.





Sağduyulu insanların özgür olması gerekir

Maddi sıkıntı içinde okumaya çalışan bir genç, derdini resmi kuruluşlara anlatamadığını, ancak gizli bir dernekten yardım imkânı doğduğunu yazıyor. Bu bursu alıp almama konusunda tereddüdünü gidermesine yardımcı olmamı istiyor. Kendisine cevabım şudur: Allah sizi muvaffak eylesin. Yazdığınıza göre gerçekten desteğe ihtiyacınız var. Şimdi karşınıza bir imkân çıkmış. Bildiğim kadarıyla o kuruluş, istikbal vaadeden insanları destekler, bir yere gelmesine yardımcı olur ama yavaş yavaş o kimseleri kendi cemiyetlerine bağlar. Bir yerden iyilik gören, ister istemez onlara eğilim duyar. Belki bir karşılık beklemeden de size yardımcı olurlar. Eğer o cemiyete girmeden, onlara hizmet etmeden burs alabilirseniz bunun bir sakıncası yok. Ama sonunda siz de o cemiyetin üyesi olacak ve onların idealleri için çalışacaksanız yardım almanızı tavsiye etmem. Sağduyulu insanların özgür olmaları gerekir. Kararı siz vicdanınıza danışarak verin.

Yazının devamı...

Aracılıktan doğan bir borç sorunu...

SORU: Babam üreticilerden kiraz alıp bir şirkete satıyor. Yani aracılık yapıyor ve bu satıştan komisyon alıyor. Senelerdir bu işle uğraşıyor. 2000 yılında bir firma bizden aldığı kirazların borcunu ödemedi. 100 milyar lira kadar borç kaldı bize. Bunun büyük bir kısmını bankalardan kredi çekerek ödedik. Şimdi bankalara borçluyuz. Ayrıca birkaç kişiye daha borcumuz var. Ama şu an ödeyecek durumumuz yok. Borçlu olduğumuz kimselerden biri bizi sürekli olarak bizi rahatsız ediyor. Bu durumdan çok huzursuz olduk. Şu an için yapacak bir şey yok. Biz sadece aracıydık. Acaba bu, bizim kendi borcumuz mu sayılıyor? (Sema Coşkun)

CEVAP: Babanız aracı da olsa, üreticiden aldığı malı tüketiciye satıyor. Tüketici, üreticiyi bilmez. Satan aracıyı bilir. Üretici de tüketiciyi bilmez. Aracı olan kişiyi bilir. Bakkal, tüccar, çeşitli alım satım işlerini yapan ticaret erbabı hep aracı değiller mi? Özetle babanız, üzerinde kalan borcu ödemek zorundadır. Ama alacaklı durumda olan kişi bağışlarsa ancak o zaman babanız sorumluluktan kurtulur.


Yasal haklar helaldir

SORU: Aynı parsel üzerinde hissedar olanlar bu taşınmazlarını 45 kuruşa satmak istiyor. Bu satışa aracı olanlar “Tamam” diyor. 45 kuruştan el sıkışıyorlar. Ancak alıcıya 50 kuruştan satıyorlar. Tüm masrafları da alıcı ödüyor. Alan razı, satan razı bir durum söz konusu. Bu durumda aracının elde ettiği yüzde 10 kazanç dinen caiz mir? (Cevat Alp)

CEVAP: Böyle şeyler teamüle bağlıdır. Memlekette yasalar, alışılmış uygulamalar böyle. Eğer aracı olan kişi o emlağı size bulmuş, göstermiş ise bunda onun emeği vardır. O da rızkını emlakçılıkla çıkarıyor. Elbette komisyoncuların yasal hakkı ne ise onu alması helaldir. Ama emlağı bulan o değilse, arsayı satma işi mal sahibi tarafından kendisine devredilmemişse bu durumda adamın alıcıdan para alması doğru olmaz.


Bir takdir mektubu

SEVGİLİ hocam, dinini seven, bilime inanan bu ülkedeki insanların ışığısınız. Kendisini yetiştirmek isteyen gençlere örneksiniz. Çok teşekkür ediyorum. (Oğuz Alper)

Yazının devamı...

Dini çıkarlarına alet edenlere Allah fırsat vermesin

SORU: Bir televizyonda programda kadının âdet halindeyken oruç tutup namaz kılabileceğini söylediğiniz zaman bir avuç kadının üzerinize gelmesi cehaletin ne kadar dehşet verici bir şey olduğunu Rabbim yine gözüme soktu. Kadınlığımdan utandım. Sözlerinize saygı duyup Kur’ân’da böyle bir şey olmadığını sayenizde öğrenmiş oldum. Program sırasında üzerinize gelen o hanımlara şunları söylemek isterdim:

“Madem dedeleriniz nineleriniz çok iyi biliyordu, bunca masum insanın din diye yalanla katledilişleri neden oldu? Kız çocukları neden okutulmadı? Neden hurafelerle gerçekler birbirine karıştı? Neden bu çocuklar donanımlı yetiştirilmedi? Neden saçma sapan şeylere inanç diye bakıyorlar? Kur’ân mı okutuldu? Hayır! Onlar anlattı biz ‘öyledir’ dedik.” Sizi dinlemekle ufkumu genişlettim. Meğer neler bilmiyormuşum ve neleri yanlış biliyormuşum. (Emine Akife Telli)

CEVAP: Çok teşekkür ederdim Emine hanım. Allah dini yozlaştıran, hurafelere beleyen, çıkarlarına alet edenlere fırsat vermesin.



EV, ZORUNLU BİR İHTİYAÇTIR


SORU: Eşimle maaşlarımızdan artırıp çocuklarımızın eğitimi için bankada para biriktirdik. Acaba bu paranın zekâtını vermemiz gerekir mi? (İbrahim Delice)

CEVAP: Mektubunuzdan anladığım kadarıyla eşiniz ve siz çalışıyorsunuz. Eğer eviniz de varsa bankadaki paranıza yüzde 2.5 üzerinden zekât gerekir. Zekât, yıllanmış mala verilir. Sizin paranız artık yıllanmıştır. Ama oturacağınız eviniz yoksa, o zaman ev alacak kadar birikime zekât gerekmez. Ondan fazlasına gerekir. Çünkü ev, insanın zorunlu ihtiyaçlarındandır.



BİDATLARDAN UZAK DURUN

SORU: Her Müsümanın ömründe bir kez tespih namazı kılma şartı var mı? Eğer kılmazsa ne olur? (Cihangir Güven)

CEVAP: Tespih namazı Peygamberimizin sünneti değildir. Ömründe bir defa böyle bir namaz kılmak diye sağlam delile dayanan hüküm yoktur. İstediğiniz kadar namaz kılın. Uydurmaları dinleştirme eylemine bidat denir. Bidatlardan uzak durmak da Peygamberimizin buyruğudur. Çünkü bidatlar, dinin sadeliğini ve kolaylığını bozar.

Yazının devamı...

Yurdun cennet köşelerinden Kemaliye (Eğin)-2

DÜNDEN DEVAM

Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu, devlet-vatandaş işbirliğinin müstesna örneklerinden biri olarak Başpınar Köprüsü’nü yapılamazlar kategorisinden çıkarıp hayata geçirmiştir. Bir doğa harikası olan Kadıgölü, çok soğuk ve bol debili bir kaynak suyudur. Kemaliye’nin hayat kaynağı olan Kadıgölü gözesi, hemen hemen kentin tüm içme suyu ihtiyacını karşıladığı gibi bağ ve bahçelerin de kanallar ve arklar aracılığıyla sulanmasını sağlar. İlçe merkezindeki Kadıgölü Deresi, onlarca değirmenin pervanesini çevirerek tahıl öğüten taşını döndürmektedir. Karanlık Kanyonu, Koçan Şelalesi, Kırkgöz, Gabanlar, Zincirli Kaya ve mağaralarıyla Kemaliye bir doğa harikası, bir cennet köşesidir.

Öğle namazını kıldığımız, dağın yamacındaki tarihi Orta Camii’nin yanında bembeyaz köpüğüyle dupduru Kadıgölü kaynak suyu bir ırmak edasıyla akıyordu. Sırf bu gözeyi görmek için bile buraya gitmeye değer doğrusu. Munzur ve Sarıçiçek dağlarından beslenen bu su kaynağının gözesi, hemen caminin arkasında bulunmaktadır. Alt tarafta suyun çevirdiği değirmenlerden birini gezdik. Çocukluğumuzda gördüğümüz köy değirmeni. Alt taş sabit, suyun döndürdüğü pervaneyle dönen üstteki taşın ortasındaki büyükçe deliğe dökülen tahıl, iki taşın arasında un oluyordu. Katkısız, saf, kepekli un.

Sonra Karasu’nun, çamurlu ve yalçın kayaların arasında bir göl manzarası veren, sakin görünen ama vahşi ırmağın üstüne bilezik gibi takılan iki köprünün üzerinde yürüdük. Birisi merhum Recep Yazıcıoğlu’nun yaptırdığı ve kendisinin adını taşıyan Yazıcıoğlu Başpınar Köprüsü. Eskiden Başpınar’a gitmek için uzun mesafeleri aşmak zorundaymış insanlar. Bu köprü, Başpınar’a ulaşımı kısaltmış, kolaylaştırmış. Gerçekten yurdumuzda pek çok cennet köşesi, dünyada az bulunur vahşi doğa parçası var. Ben herkesin bu cennet köşelerini, Kemaliye’yi görmesini isterim. İnsanlarımız buraları görmeli ki İstiklal marşımızdaki şu dörtlüğün manasını layıkıyla anlayabilsinler:

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda

Canı, cananı bütün varımı alsın da Huda

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda


Yazının devamı...

Yurdun cennet köşelerinden Kemaliye (Eğin)-1

Sıla-i rahim için Elazığ’a gitmiştim. Değerli dostum Elazığ Müftüsü Ömer Hocaoğul’a uğradım. Müftü Bey’in talebi üzerine 22 Mayıs günü Elazığ Müftülük Sitesi Konferans Salonu’nda “İslâm’da Haram Kavramı” konulu bir konuşma yaptım ve haram hükmü koymanın sadece Allah’a ait olduğunu kanıtlarıyla anlatmaya çalıştım. Vali Bey de teşrif etmişlerdi. İki gün önce de yine Müftü Ömer Bey’in davetiyle hiç görmediğim Kemaliye’ye gittik. Müftü Bey, ben ve vaktiyle Diyanet İşleri Personel Dairesi Başkanı Mustafa Türkgülü kardeşimizle birlikteydik. Arapgir üzerinden Kemaliye’ye geçtik. Erzincan’a bağlı olan Arapgir’de Ömer Nuranî Hazretleri’nin türbesini ziyaret ettik. Mütevazı bir camiye açılan türbe de gayet mütevazıydı. Kapıda alışık olduğumuz dilenciler veya türbeyi bir rant kaynağı yapan riyakâr insanlar yoktu. Hazret’e dua ettik ve yürüdük. Arapgir-Kemaliye arası 40 kilometre. Ancak yol çok virajlı olduğu için Elazığ-Kemaliye arasındaki 130 kilometrelik yolu ancak üç saatte alabildik. Fakat Kemaliye’ye geldiğimizde yorgunluğumuza değdiğini anladık.

Erzincan, Elazığ, Malatya arasında kalan, eskiden Elazığ’a bağlıyken şimdi idari bakımdan Erzincan’a bağlanan Kemaliye, Fırat nehrinin Karasu kolu üzerinde, Munzur ve Sarıçiçek dağları eteklerinde sarp kayalıklar arasında, yemyeşil vadilerden oluşan bir coğrafyada bulunuyor. Eski adı Eğin’ken 1922 yılında Kuvay-i Milliye güçlerine maddi manevi katkısından dolayı Mustafa Kemal Paşa tarafından kendi adına izafeten Kemaliye olarak değiştirilmiş olan bu şirin ilçe, Anadolu’dan UNESCO’ya aday kentlerden biri olarak önerilmiştir. Kayalardan fışkıran coşkun suları, dereleri, nehirleri bir başkadır Kemaliye’nin. Taş işçiliğinin benzersiz örnekleri, Karasu’nun iki yakasını birbirine bağlayan mühendislik harikası köprüler, pınarlardan akan suların hayat verdiği vadiler bileşkesi, Kemaliye’nin köylerini birbirine bağlamıştır. Birçoğu Keban Baraj Gölü’nün suları altında kalan köprüler yerine yeni köprüler Fırat-Karasu’nun iki yakasını birbirine bağlar ve köylerle, Erzincan’la ulaşımı sağlar. DEVAM EDECEK


Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’le ilgisi olmayan uydurmalar...

SORU: Geçenlerde bir cenaze defnediliyordu. Yaşadığım çevreden birkaç ateist genç de oradaydı. Cenaze gömülmeden önce gerçekten dinine bağlı bir gençle ateist gençler iddiaya giriyor. Kabir soruları hakkında cenazeden önce kabre bir telsiz ses alıcı cihaz yerleştiriliyor. Cenaze gömüldükten sonra imam, telkin getirdiği sırada ses alıcı diğer cihazı açıyorlar. İmamın sesiyle birlikte birtakım karışık sesler duyuluyor. Telsiz yanmaya başlıyor. Olanlara inanamayan ateist gençler o günden sonra camiden çıkmıyorlar. Ben bu olaya şahit olmadım sadece bana anlatılanları size aktardım. Böyle bir şeyin yaşanma olasılığı var mı? Allah gerçekten ateist gençlere işaret mi yolladı?

CEVAP: Bu alçakça uydurulmuş bir yalandır. Böyle kuyruklu bir yalan olamaz. Bunu ancak din simsarları yapar. Onlar çıkar için hiçbir şeyden çekinmezler. Allah’a sığınırım bu yalanı uyduranlardan. Cenaze defnedildikten sonra kabrin başına geçip bugün uygulandığı gibi telkin vermek Hz. Peygamber’in sünneti değildir. Böyle bir şey dinin ruhuna ve Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü Kur’ân, “Sen ölülere işittiremezsin” buyurmaktadır.

Dini, şekillere boğdular

Ölen kişinin ruhu, cesedinden ayrılmış, başka bir âleme geçmiştir. Ona kopyayla bir şeyler verilemez. Kopyacılık dünyadaki sınavlarda bile yasakken ruha kopya verilebilir mi? Bu kimin haddine? Maalesef dini böyle şekillere boğdular. Peygamberimizin yaptığı sadece duadır. Ayrıca meleklerin “Rabbin kimdir?” gibi sorular sorması da Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü Kur’ân, suçlulara suçlarının sorulmayacağı, zira suçların ruh üzerinde bıraktığı işaretlerinden belli olacağı vurgulanmaktadır. Kişinin ne yapıp ne ettiği ruhundaki işaretlerden apaçık belliyken hâlâ o tür sorular sorulmasının ne anlamı var? Bu tür rivayetler ve uygulamalar kimsenin bilemeyeceği ahiret hayatını dünyalaştırmak, dünyadaki olayları ahiret ahvaline adapte etmekten ibarettir. Bunların gerçekle ve Kur’ân inancıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.