Şampiy10
Magazin
Gündem

Allah’ın eşyayı yaratma yöntemi

Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yedi kişi var ki Allah, arşının gölgesinden başka bir gölgenin olmayacağı kıyamet gününde onları arşının gölgesi altında bulundurur: Adil devlet başkanı, Allah’a kulluk ile yetişen genç, evinden çıkıp tekrar evine dönünceye kadar kalbi mescide bağlı kişi, Allah için birbirini severek buluşmaları ve ayrılmaları Allah sevgisiyle olan iki kişi, tenhada Allah’ı anarak gözlerinden yaş akan kişi, soyu ve yüzü güzel bir kadın kendisini sevişmeğe çağırdığı halde’Ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım’ diyen kişi ve Allah yolunda gizlice sadaka verip sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayan kişi” (Buhari, Ezan: 36; Müslim, Zekât: 91, 92). Fahreddin-i Razi şöyle der: “Cenabı Hak, eşyayı yaratmada iki yöntem kullanmaktadır. Biri aracısız, sebepsiz yaratmadır ki gökler ve ruhsal âlem, bu tür yaratmanın eseridir. Biri de aracıyla (sebeplerle) yaratmadır ki fizik âlem böyle yaratılmıştır. Bunu bilince bütün yaratıkların, ‘Allah için, Allah’tan ve Allah ile’ olduğunu, O’ndan başka düzenleyici ve etkileyici olmadığını anlarsın. İşte böyle düşünen insan, gönlünü mümkin varlıklardan çevirip sadece ilk etkileyici ve ilk yaratıcıya yönelir. Gönlü O’nunla meşgul olur. Çünkü Allah eğer ruhsal ve bedensel sebepleri, arzu edilene götürecek biçimde düzenlemişse o şey olur, bu sebepleri arzu edilen şeyi doğuracak biçimde düzenlememişse o şey olmaz. Bunu böyle bilen kulun gönlünde Allah’tan başkasına yönelme kalmaz.

O sadece ilk varlığa yönelir. Bir zaman ben bazı çocuklara namusu ve malı korumalarını öğütlüyordum. Biri bana, ‘Çalışıp çabalamaya dayanmak doğru değildir. Allah’ın kaza ve kaderine dayanmalıdır’ diyerek itiraz etti. Dedim ki: Bu söz doğru ama sen, anlamını bilmiyorsun. Kuşkusuz her şey Allah’tandır ama Allah, eşyayı iki çeşit yaratmıştır. Bir kısmının oluşunu belli sebeplere bağlamış, bir kısmını da sebeplere bağlamamıştır. Aşağı âlemin olayları, sebeplere bağlı olarak yaratılmaktadır. Sebepsiz olaylar, yüce âlemin olaylarıdır. Şimdi aşağı âlemin olaylarını, Allah’ın belirlediği sebeplere yapışmadan isteyen, Allah’ın yaratma yasasına ve hikmetine karşı gelmiş olur. Çünkü Allah, bu eşyanın oluşumunu belli sebeplere bağlı kılmıştır. Sen ise o sebeplere başvurmadan sonucun olmasını istiyorsun. Bu, Allah’ın yaratmasına karşı gelmek anlamını taşır” (Mefatihul-gayb: 26/258-260).

Yazının devamı...

Ruhun gıdası ibadettir

Toplumumuz bozuldu. Ahlâk yozlaştı. İnsanlar nerdeyse maddeden başka bir şey düşünmez oldular. Ahiret sorumluluğuna inanç git gide azalıyor. Bu oranda da suçlar, vicdansızlıklar, acımasızlıklar artıyor. Satanizm (Şeytana tapma) gibi budalaca akımlar ortaya çıktı. 10-17 yaşındaki kızları kandırıp önce tecavüz ediyor, sonra da öldürüyorlar. Münevver’in vicdansızca öldürülüp testereyle doğranmasının üzerinden çok zaman geçmeden Siirt’te bir kızı babası, amcası ve kardeşi pencereden atıyor. Bununla da yetinmeyip kemikleri kırılmış kızı bıçaklıyorlar. Emekli dedelerin, ninelerin üç beş kuruş maaşını gasbediyorlar. Bankamatik hırsızları çoğalıyor. Cinayet, hırsızlık, kapkaç, hediye şekline bürünen rüşvetin çeşitleri\’85 Dünyanın hali daha da kötü. Kimi yerlerde babalar, öz kızlarını hapsedip hamile bırakıyor. Toplum bunalım içinde. Bir kurtuluş bekliyor ama kim kurtaracak? Her bireyin başına bir polis dikebilir misiniz? En büyük polis Allah’a iman ve Allah korkusudur.

“Ailene namazı emret”

Allah’tan korkan, yolsuzluk, arsızlık, haksızlık yapmaz. Kendisine yapılmasından hoşlanmadığı şeyleri başkalarına yapmaz. Çevresine gazap değil, huzur dağıtır. Yaratanın hatırı için yaratılanı sever. İnsan, olgunluk yaşına ermesinden itibaren ölümüne kadar Allah’a ibadetle yükümlüdür. Asıl görevi kulluktur. Diğer işler, kulluğa kuvvet bulmak ve bunu rahat yapabilmek içindir. “Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et” (Hicr: 54/99) ayeti, ölünceye kadar Allah’a kulluğu emrettiği gibi “Ailene namazı emret ve namaz(ın zorluğun)a katlan. Biz senden rızık istemiyoruz, seni besleyen biziz” (Taha: 45/132) ayeti de Peygamber’in şahsında bütün Müslüman velilere, aile bireylerini ibadete alıştırmayı vurgulamaktadır. Rızık bedenin, ibadet ise ruhun gıdasıdır. Bedenin ömrü geçicidir. Ruhun ömrü süreklidir. Bedenini beslemeyen, sadece kısa ömrü kaybeder. Ama ruhunu beslemeyen, ebedi mutluluğunu kaybeder. Bundan dolayı ruhun gıdası olan ibadet, bedenin gıdası olan rızıktan önde tutulmuştur.

Yazının devamı...

Bu hurafeleri kim durduracak?

SORU: Cenazeye telkin verme denen, hocaların cenazenin kafasının tahtaya vurma gibi saçma sapan bir törenin gerçeğini bir yazınızda anlattığınız için sevindim. Siz Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığınız dönemde neden çıkıp da “Bunun dinimizle, Peygamberimizle ilgisi yoktur. Bunu kaldırıyoruz” demediniz? Bunları Diyanet düzeltemeyecek de kim düzeltecek? (Birol Türküm)

CEVAP: Eleştirinizde pek haklı değilsiniz. Çünkü ben Diyanet İşleri Başkanı olduğum sırada henüz dinin safiyetine tam ulaşmış olduğumu söyleyemem. O zamanlar klasik bilgilerle mücehhezdim. Başkanlıktan ayrılıp Kur’ân tefsirine başladım, 30 yıl Kur’ân dinini araştırdım ve gerçeği bulduğuma inandım. Ulaştığım gerçekleri de çıkarcıların ve gelenekçilerin bana saldıracaklarını bile bile Allah rızası için elimden geldiğince yazılarımda ve kitaplarımda açıklamaya çalışıyorum.

Huddam ilmi hakkında

SORU: Huddam ilmi öğrenilir mi yoksa Allah seçtiği kullarına mı verir? Huddam nasıl bir şeydir? (Serdar Ahmed Gül)

CEVAP: Huddam, Arapça hadimin (hizmetçi) çoğuludur. Cinlerden bazı hizmetçilere huddam denilir. Bazı kişilerin böyle cin hizmetçilere sahip olduğu kanaati vardır. Sebe Suresi’nde Hz. Süleyman’a da cinlerin hizmet ettikleri anlatılmaktadır. Neml Suresi’nde ise cinlerden bir ifritin, Hz. Süleyman’a Belkis’in tahtını Seba’dan Kudüs’e bir toplantı süresi içinde getirebileceğini söylediği ama kendisine kitap bilgisi verilmiş olan ermiş bir insanın bu tahtı bir göz açıp yumma süresi içinde getirdiği anlatılmaktadır (Neml: 39-40).

Allah’ın rahmeti boldur

SORU: Hayatteyken oruç tutmayan birinin ölümünden sonra kefaretini maddi olarak vermek zorunda mıyız? (Oktay Sesal)

CEVAP: Kimse kimsenin yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz. Şayet ölen kişi kendisinin oruçlarına karşılık fidye verilmesini vasiyet etmişse ve bunu verecek kadar parası varsa yerine getirilir. Eğer böyle bir vasiyeti yoksa ölenin amel defteri kapanmıştır. Verilen fidyelerle yapmadığı ibadetlerin sorumluluğundan kurtulamaz. Ama Allah dilerse affeder. O’nun rahmeti boldur. Kimse O’nunla kulu arasına giremez.

Yazının devamı...

‘Ölülerinizi hayırla yâd edin’

SORU: “Ölenin arkasından konuşulmaz” sözü doğru mu? (Sonay Aydın)

CEVAP: Yasaklanan şey; kendi başına yaşayan, kimseye zararı dokunmayan, insanları yanlışa yönlendirmeyen kişiler hakkındadır. Günahları olsa da artık Allah ile başbaşa kaldıkları için onların ardından konuşmak doğru değildir. Ama topluma zararı dokunmuş, insanları yanlışa yönlendirmiş kişilerin kötülüklerini söylemekte sakınca yoktur. Çünkü onlar şeytanla işbirliği yapmışlardır. Elbette bunların yanlış yolda oldukları ve yanlış yaptıkları söylenir ki, toplum onların yolunda yürümesin. Kur’ân böyle kötü liderleri kınamakta, onların insanları yanlışa, şirke yönelttiklerini vurgulamaktadır. Firavun gibi, Nemrud gibi, Lut kavmi gibi, İrem kentinin kralları gibi insanlar şiddetle kınanmakta, onların yoluna uyulmaması vurgulanmaktadır. Yalnız kötü yöneticilerin yanlış yolda yürüdükleri anlatılırken söylenen sözlerin gerçeğe uygun olması gerekir. Onların yapmadıkları şeyi yapmış gibi anlatmak iftira, bühtan olur. Bu da büyük günahtır. Fakat sıradan insanların ölümlerinin ardından aleyhlerinde konuşmak hiçbir yarar sağlamadığı gibi onların yakınlarını incitir. Toplumda ayrılıklara, hatta kavgalara yol açar. Fayda sağlamak şöyle dursun, zarar verir. Bu tür davranışlardan uzak durmak gerekir. İşte bunun için Peygamberimizin, “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz” buyurduğu rivayet edilir.

Abartılı bir söylem

SORU: “Camide namaz kılmanın sevabı evde kılmaktan bin kat daha fazladır” sözünde gerçek payı var mı? (Çağatay Ata)

CEVAP: Bu, abartıdan ibaret bir söylemdir. Hadis literatürüne yeni bir uydurma hadis girmiş oldu. Hadiste, cemaatle namaz kılmanın, yalnız başına kılmaktan 25 veya 27 derece daha sevap olduğu zikredilir. Ancak bu işi, vakti ve sağlığı müsait olan insanlar içindir. Namazın asıl sevabı, gönlü ve ruhu tamamen Allah’a vermekten gelir. Gönülde Allah düşüncesi baskın olmadıkça nerede kılınırsa kılınsın o namaz gerçek değil, biçimseldir. Ancak yaşlı insanların camiye gitmeleri sağlık bakımından yararlıdır. Çünkü camiye gidip gelmek için yürümek gerekir. Yürümenin de ne kadar yararlı olduğu herkesçe bilinir.

Yazının devamı...

Bu gece Regaip Kandili

Recep ayının ilk cuma gecesi Regaip Kandili olarak kutlanır. Aslında Kurân’da önemine vurgu yapılan tek kandil gecesi Kadir Gecesi’dir. Diğer kandil gecelerinin sağlam bir delili yoktur. Ancak zamanla geceler gelenek halini alarak dinleşmiştir. Yüce Allah, kullarının güzel zannını boşa çıkarmaz. Çünkü kutsi hadiste, “Ben kulumun, benim hakkımdaki zannı üzereyim” buyurmuştur. Allah’ın af ve mağfiretine güvenip gönülden O’na yalvaranları Cenabı Hak lütfuyla affeyler. Bu gece için önerilecek tek şey toplumun bir nefis muhasebesi yaparak içtenlikle Allah’a yönelmesi, O’ndan af dilemesidir. Allah inancını besleyecek olan şey Allah’a kulluktur. Biz ancak O’na ibadetle ruhumuzu olgunlaştırabilir, ahlakımızı yüceltebiliriz. Biz O’na ibadet için yaratılmışızdır (Zariyat: 67/56). İbadet kulluk demektir. Kulluk sadece namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ibaret değildir. Allah’ın istediği biçimde yaşamak, O’nun istediği hakça düzen ve güzel ahlak çerçevesinde dünya görevlerini yapmak da ibadet sayılır. Helal kazanç sağlamak için çalışmak da ibadettir. Sadece Allah’a tapmak, O’ndan başka hiçbir şeyi tanrılaştırmamak ibadettir.

“Sana ibadet eder ve senden yardım dileriz” (Fatiha: 5/5). Doğru yol, Allah’a giden İslâm yoludur. “Allah’a kulluk edin. Doğru yol budur” (Meryem: 44/36). Peygamberler, insanları Allah’a ibadete çağırmışlardır. Bütün peygamberlerin davetlerinin temeli, birçok surede yinelenen şu ayette açıkça belirtilmiştir: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka tanrınız yoktur” (Araf: 39/59, 65, 73, 85; Neml: 48/45; Hud: 52/50, 61, 84; Nahl: 70/36, Nuh: 71/3; Müminun: 74/23, 32; Ankebut: 85/16, 36). Kur’ân ancak Allah’ı anmakla gönüllerin huzura kavuşacağını vurgular (87/28). Bu söylem ibadetin gönle huzur vereceğini, sıkıntı ve üzüntüleri dağıtacağını gösterir. Allah’ı zikir ve O’na ibadet insan ruhunu, üzüntü ve tasaların sebep olduğu streslerden kurtarır. Gönüllerin huzur bulacağı zikrullah, Kur’ân okumak, dinlemek, subhanellah, elhamdü lillah, Allahü ekber, lailahe illallah gibi sözlerle Allah’ı anmak ve Allah’ı hep içinde tutmak, O’nu asla unutmamaktır. İşte toplumsal huzur ve barışın reçetesi budur. “Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler” (Enfal: 93/2). Geceniz mübarek, ibadetiniz makbul olsun.

Yazının devamı...

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (7)

DÜNDEN DEVAM

Hazreti Ayşe’nin evlenme yaşıyla ilgili rivayetler tarihi bilgilere terstir. Hadis mecmualarındaki rivayetlere göre Hz. Ayşe, 6 veya 7 yaşında Resulullah ile nişanlanmış, nikâhlanmış, 9 yaşındayken de onunla gerdeğe verilmiştir. (Müslim, Nikâh 73, (1423); Tirmizi, Nikâh 9, (1093); Nesai, Nikah 77, (6, 130). Bu rivayetlere göre Ayşe, fiilen evlenmeden

3 veya 2 yıl Allah’ın Resulü ile nikâhlı kalmıştır. Nikâhlı bir kız, dinen kocasını görmez mi ve onunla evleneceğini beklemez mi? Ama Ayşe’nin ifadesine göre kendisinin zifaf için hazırlanıp Allah Resulü’ne teslim edilmesi kendisi için büyük bir sürpriz olmuştur: “Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resulullah aleyhissalatu vesselam(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni ona teslim etti. O gün ben dokuz yaşındaydım” (Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Müslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Davud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937); Nesai, Nikâh 29, (6, 82). Nikâhı kıyılmış, gerdeğe girmek üzere makyaj yapılmış gelinin, damada teslim edileceğini herkes bilirken Ayşe bunu niçin sürpriz görmektedir?

Ayşe Resulullah’a teslim edilmesini sürpriz görüyor da kadınların kendisini tebrik etmelerini, uğur bereket dileyip çok hayırlı bir kısmet sahibi olduğunu söylemelerini, kendisine gelin makyajı yapmalarını neden sürpriz görmüyor? Bu rivayetler, Ayşe’nin özgeçmişini yazan tarihçilerin verdiği bilgiye uymuyor. Tarihçilerin ve bibliyografların tespitine göre Hz. Ayşe, Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma’dan 5 yaş küçüktür. Hz. Fatma Peygamberlikten 5 yıl önce doğmuştur. Demek ki Hz. Ayşe, Peygamberliğin başlangıç yılında doğmuştur. Hz. Muhammed Peygamber olduktan itibaren 13 yıl Mekke’de kaldı. Peygamber hicret ettiği zaman Ayşe 13 yaşında olmalıdır. Peygamber Medine’ye göçtükten 2 yıl sonra Ayşe ile evlendiğine göre (el-İsabe: 4/359) demek ki evlendiği zaman Hz. Ayşe en az 15 yaşındaydı. Bir başka rivayete göre Hz. Ayşe, Peygamberimizin kızı Fatma ile yaşıttır. Fatma’nın doğumunda babası 35 yaşındaydı. Bu durumda Ayşe evlendiğinde 20 yaşlarındadır.


Yazının devamı...

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (6)

* DÜNDEN DEVAM

Kur’ân, bir nefsi yani nefes alan canlıyı haksız yere öldürmenin, bütün insanları öldürmek kadar büyük bir suç olduğunu belirtirken Hz. Peygamber’in tam tersine hayvanlardan bir tür olan kertenkeleyi öldürmeyi sevap saydığı rivayet edilmiştir: “Her kim kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse ona şu ve şu kadar sevap vardır. Ve her kim onu ikinci vuruşta öldürürse, birinciden az olmamak üzere ona şu ve şu kadar sevap vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikinciden az olmamak üzere şu ve şu kadar sevap vardır” (Müslim, 146/695). Hayvan öldürmek sevap olabilir mi? Oysa kara ve deniz avının helal kılındığını belirten Maide 96’ncı ayette, “Huzuruna toplanacağınız Allah’tan korkun” söylemi şu anlama gelir: “Nasıl sizin yanınıza hayvanlar toplanıyorsa, siz de bir gün Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. Eğer siz, yanınızda toplanan yakınlarınıza sokulan hayvanlara bir zarar vermez, onları incitmezseniz, huzurunda toplanacağınız Allah da sizi incitmez, size iyi işlem yapar.”

Cabir b. Abdullah demiştir ki: “Allah’ın Elçisi, ’Biriniz bir kadınla evlenmek istediği zaman yapabilirse kadının kendisini, onunla evlenmeye yönelten organlarına baksın’demiş. (Cabir) dedi ki: Ben bir kızla evlenmek istedim, Bir yere saklandım. Haberi olmadan onu gözetlemeye başladım. Nihayet beni onunla evlenmeye yönelten organlarını gördüm ve onunla evlendim” (Ebu Davud, K.en-Nikâh 12; Beyhaki Marifetus-Suneni vel-Asar, et-Tergib fin-Nikâh 11/220). Böyle şey olabilir mi? Peygamber, nasıl bir kadının en mahrem yerlerini, daha açık deyimle cinsel organını gözetlemeyi öğütler? Bir erkek fırsat kollayacak ve gizlice bir kızın mahrem yerine bakacak. Gerçi Şafii ancak kadının yüzüne ve avuçlarına bakabileceğini söylemiş, İbn Abbas’a da böyle bir yorum atfedilmiş ise de bu yorumlar tutarlı değildir. Çünkü kadının yüzüne ve ellerine herkes bakabilir. Peygamber böyle bir tavsiyede bulunabilir mi? Oysa Kur’ân, Nur Suresi’nin 31’inci ayetinde müminlere, kötü bakışlarını yummalarını, helali olmayan kadına şehvetle bakmamalarını emretmiştir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (5)

DÜNDEN DEVAM

İyi düşünülürse bu rivayetin her tarafının çürük olduğu görülür. Önce Sırat Köprüsü sağlam bir rivayete dayanmaz. Sonra yerin ve göklerin başka yer ve göğe değiştirilmesi, bunların tümden yok olacağı anlamında değil, biçimlerinin değiştirilmesi anlamındadır. Eğer yer ve gökler yani rivayette kastedildiği üzere tüm mekânlar kalkarsa varlığı hayal edilen köprü nerede kalır? Köprünün altında karanlık ayrı bir mekân mıdır ki insanlar orada bulunsun? Karanlık mekân değil, haldir, durumdur. Ayrıca bu Yahudi, köprüyü önce muhacirlerin fakirlerinin geçeceğini nasıl doğruluyor? Bu bir Yahudi bilgini ise ve köprünün varlığına da inanıyorsa buradan ilk geçenlerin Yahudi seçkinleri değil de neden muhacirlerin fakirleri olduğunu onaylıyor? Bir Yahudi bilginin bunu onaylaması mantıksal değildir. Ayrıca nur, hayvan gibi boğazlanacak bir canlı mıdır ki boğazlanıp da köprüyü geçenlere yiyecek olarak servis yapılsın? Aslında yanıtı çok güç olan bu sorular bir yana, bizim asıl konumuz erkek ve kadının menileri hakkındaki tanımlama ve hangisi galip gelirse çocuğun o türden olacağı şeklindeki düşüncenin Peygamber’e söyletilmesidir.

Bugün bir lise öğrencisi bile biliyor ki cinsiyeti erkek üreme hücresinde bulunan kromozomlar belirler. Bunun çoklukla ya da azlıkla hiçbir alakası yoktur. Bu bilimsel bir gerçektir. Ayrıca bu söz Kur’ân’ın açık beyanına da aykırıdır. Kur’ân, çocuğun cinsiyetinin meni sıvısındaki spermler tarafından belirlendiğini gayet açıkça belirtmiştir: “O yarattı iki çifti: Erkeği ve dişiyi. Atıldığı zaman nutfe(sperm)den” (Necm: 23/45-46). “İnsan, dökülen meniden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra o, alaka (embriyo) oldu da (Rabbi onu) yarattı, ona şekil verdi. Ondan iki (cinsten oluşan) çift(i), erkeği ve dişiyi var etti” (Kıyamet: 31/37-39) ayetlerinde gerek erkeğin gerek dişinin, erkekten giden sperm tarafından belirlendiği bildirilmektedir. Çünkü Kıyamet Suresi 39’uncu ayetteki (hu: ondan) zamiri, nutfeye değil meniye gitmektedir. Eğer zamir nutfeye gitseydi dişil olması (ha) gerekirdi. Oysa (hu) zamiri erkildir. Bu ayetlerde geçen nutfe de sperm denilen meni hayvancığıdır. Demek ki erkek de dişi de babadan giden meni hayvancıklarından yaratılmaktadır. Meni hayvancığının türü, insanın cinsiyetini belirlemektedir. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.