Şampiy10
Magazin
Gündem

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (10)

* DÜNDEN DEVAM

Peygamberimiz, savaşa veya sefere giderken kurayla kadınlarından birini beraberinde götürürdü (Buhari, Cihad: h. 1071). Peygamber zamanında kadınlar da erkeklerle beraber savaşa katılırlar, geri hizmetlerde çalışırlardı. Uhud Savaşı’nda Müslümanlar kayıp verince Peygamber’in zevcesi Ayşe ile Ümmü Süleym, sırtlarında su taşıyarak gazilerin ağızlarına dökmüşlerdir (Buhari, Magazi: 18; Müslim, Cihad: b. 47, h. 136). Bu savaşa katılan hanımlar arasında Peygamber’in öz kızı Fatıma da vardı. Babasının yaralandığını görünce boynuna sarıldı, yarasını yıkadı. Peygamber’in yarasından akan kan artıyordu. Fatıma bir parça hasır alıp yaktı. Külünü yaranın üstüne bastırdı. Kan durdu (Fethul-Bari: 7/286). Egemenliğin yabancı unsurlara geçmekte olduğunu fark eden Araplar, imamlığın (devlet başkanlığının) Kureyş’e veya Araplara özgü olduğu (Buhari, Ahkam: 2, 51; Müslim, İmamet: 4-9; Tirmizi, Fiten: 46; İbn Hanbel, Müsned: 4/421; Darimi, Siyer: 77) yolundaki hadisleri ileri sürerken yabancı kökenli kişiler de “Başınıza kara üzüm kadar küçük kafalı bir Habeşli köle de geçse dinleyin ve itaat edin” hadisiyle kendi durumlarını güçlendirmek istediler.

Abbasi döneminde halife Mutasım zamanında hilafet ordusuna Türk komutanlar ve askerler girmeye başladı. Onların kahramanlıkları Arapların ve öteki Müslüman olmuş ulusların kıskançlığını çekti. Bu yüzden Türkler öldürülmedikçe kıyametin kopmayacağı anlamında Türkleri öldürmeyi hedef gösteren hadisler üretildi. Tabii bu tür rivayetler, Türkleri savunan, onların üstünlüklerini anlatan rivayetlerle karşılandı. Peygamber’in, “Habeşliler size dokunmadıkça siz onlara dokunmayın. Türkler size dokunmadıkça siz onlara dokunmayın” (Ebu Davud, Melahim: b. 8, h. 4302; Nesai, Cihad: babu gazvit-Türk, h. 3178), “İstanbul elbet fetholunacaktır, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” gibi sözler söylediği yayıldı. Eğer Peygamber, asırlar sonraki gayb olaylarını bildiyse (Kur’ân’a göre gaybı Allah’tan başka kimse bilmez) Türkler, Haçlı ordularına karşı göğüslerini siper etmese, yerleştirdiği dinden hiçbir eser kalmayacağını bilmedi mi ki, Türklerin aleyhine sözler söyleyip onları hedef gösterdi? Bu çelişkili rivayetler, maalesef hadis kitaplarında yan yana durmaktadır.

Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (9)

DÜNDEN DEVAM

Fetihlerle Müslüman olanlarla birlikte Araplar çeşitli kültürlerle karşılaştılar. Kendileri onlara kültür verdikleri gibi büyük ölçüde de onlardan etkilendiler. Hint ve Yunan düşünceleri, Mani inançları İslâm ülkelerinde tartışılır oldu. Felsefe de yayıldı. Beşitli fikir ve inanç ekolleri doğmaya başladı. Her ekol, kendi düşüncesine geçerlilik kazandırmak için bunları bir ayete veya hadise dayandırmak lüzumunu hissetti. Ayetler sınırlıydı. Yeni ayet ilave edilemezdi ama hadis işi kolaydı. Onun için ekoller, mümkün olduğu ölçüde ayetleri, kendi fikirleri doğrultusunda yorumladılar ve düşüncelerini uydurdukları hadislere söylettiler. Böylece fıkıh, kelam, felsefe ve tasavvuf ortamlarına uydurma hadisler yayıldı ve bunlar derlenerek kitaplara sokuldu. Hz. Osman’ın öldürülmesinden itibaren meydana gelen siyasi çalkantılar, bölünmeler, kargaşalar, hadis uydurmada etkin oldu.

İşte bundan dolayıdır ki “Cemel Olayı”nda komutanlık yapan Hz. Ayşe’yi ve onun komuta ettiği topluluğu kötülemek için Peygamber’in, “Başına bir kadını geçiren ulusun iflah olmayacağı”nı söylediği halk arasına yayıldı (Buhari, Megazi: 82, Fiten: 18; Tirmizi, Fiten: 75; Nesai, Kudat: 8). Bu rivayetin Kur’ân’a ters olduğu açıktır. Çünkü Kur’ân’ın hiçbir yerinde kadının başa geçemeyeceğinden söz edilmemiştir. Aslında Ebubekre’ye dayandırılan bu rivayetin de Hz. Ayşe’yi hedef aldığı açıktır. Zira olay şöyle anlatılmaktadır: Osman’ın katlinden sonra Hz. Ali’ye beyat edilince Talha ve Zübeyr, Mekke’ye gittiler. Hacda olan Hz. Ayşe ile görüştüler. Osman’ın kanını aramak üzere Basra’ya gitmeye karar verdiler. Halkı da bu amaçla savaşa çıkardılar. Hz. Ayşe deve üzerindeki çadır biçimindeki odasında bu orduya komuta ettiği için olaya “Cemel Olayı” denildi.

Ayşe’nin komuta ettiği orduya katılmayan Ebubekre, katılmama nedenini şöyle anlatmıştır: “Peygamber Aleyhisselam, Kisra’nın kızının kraliçe olduğu haberini duyunca buyurdu ki: ’Başlarına bir kadın geçiren kavim, asla iflah olmaz.’Allah, beni bu sözle yararlandırdı da o savaşa katılmadım.” (Buhari, Fiten: 18; Fethul-Bari: 8/97). Görüldüğü üzere bu rivayette taşlanan Hz. Ayşe’dir. Hz. Peygamber gerçekten öy-le söylemiş olsaydı Hz. Ayşe’nin “Cemel Olayı”na katılmaması, Talha ve Zübeyr’in de onu başlarına geçirmemeleri gerekirdi. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (8)

DÜNDEN DEVAM

Ebu Said el-Hudri’ye, “Bize hadisleri yazdırsaydın” dediler. “Hayır, size yazdırmayız. Biz nasıl Peygamberimizden işitip bellediysek siz de bizden işitin” dedi. Nadra diyor ki: “Ebu Said el-Hudri’ye, ‘Sen bize, Allah’ın Elçisi’den güzel sözler anlatıyorsun. Biz bunları anlatırken fazlalık veya eksiklik yapmaktan korkuyoruz (bunları bize yazdır)’ dedim. Yazıp da bunları Kur’ân mı yapmak istiyorsunuz? Hayır, hayır. Biz nasıl Allah’ın Elçisi’den aldıysak siz de bizden alın (belleyin).” İmam-ı Malik, “İbn Şihab(ez-Zühri’n)in yanında sadece kavminin soy kütüğü hakkında bir kitap vardı. Başka bir kitap yoktu. O zaman insanlar yazmazlardı, ezberlerlerdi. Onlar içinde herhangi bir şey yazan da ezberlemek için yazardı. Ezberledikten sonra yazdığını silerdi” demiştir. Abdullah (ibn Mesud), kendisine getirilen hadis yazılı sayfayı silip yıkamış sonra yakılmasını emretmiş ve “Vallahi bu sayfanın Deyr-i Hind’de olduğunu bilseydim, (silmek için) oraya varırdım. İşte kitap ehli, bilmeyen müşrikler gibi Allah’ın kitabını arkalarına attıklarından dolayı helak olmuşlardır” demiştir.

Esved ve Alkame buldukları hadis yazılı bir sayfayı Abdullah ibn Mesud’a götürmüşler, “Bu sayfada güzel hadisler var” demişler. Abdullah ibn Mesud, sayfayı alıp leğendeki suda yıkayarak yazıyı silmiş ve “Biz sana en güzel öyküleri anlatıyoruz” (Yusuf: 53/3) ayetini okumuş ve demiş ki: “Bu gönüller, kaplardır. Bunlara sadece Kur’ân doldurun. Başka bir şey koymayın.” Dahhak da şöyle demiş: “Bir zaman gelecek, hadisler çoğalacak, Mushaflar tozuyla kalacak. Kimse açıp da ona bakmayacak.” Said ibn Cübeyr der ki: “İbn Ömer’e sormak istediğim bazı meseleleri Kufe halkı için yazmıştım. Sonra İbn Ömer’le görüştüm. Hadis yazmanın hükmünü sordum. Eğer benim yanımda yazılı hadisler bulunduğunu bilseydi aramız açılmıştı (beni kovmuştu).” Hadis yazma önerisini kabul etmeyen Ebu Ubeyde, öleceği sırada daha önce yazmış olduklarını isteyip yok etmiş, “Bazı insanların, bunları yersiz kullanacaklarından korkuyorum” demiştir. Fetihlerle, çeşitli din ve uluslara mensup insanlar Müslüman oldular. Bunlar ne kadar Müslüman olsalar da eski inanç ve kültürleriyle yoğrulmuş kimselerdi. İçlerinde o kültürün düşüncelerini taşıyorlardı. Zaten bir anda onlardan sıyrılmaları da mümkün değildi. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (7)

DÜNDEN DEVAM
Biri, Peygamber’in söylemediği bir sözü söyleyerek kendisini haklı çıkarmak istemiştir ki, bunu duyan Peygamber “Kim benim üzerime yalan söz söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” demiştir. Peygamber, hayattayken uydurulan sözleri duyunca kendisi bunları düzeltirdi. Ama vefatından sonra hadis uydurmak kolaylaştı. Bu durum sahabileri rahatsız edecek hale gelmişti. Mescitte halkın hadislere daldığını gören Haris, Hz. Ali’nin yanına gitmiş ve “Bu insanların hadislere daldığına baksana” demiş. “Demek öyle yaptılar” diyen Hz. Ali, Kur’ân okumaya teşvik eden sözler söylemiştir (Ebu Davud, Fedailul-Kur’ân: 14). Bundan dolayı Abdullah ibn Abbas, “Biz Peygamber’e yalan atılmayan zamanda ondan hadis anlatırdık. Fakat insanlar uysal olsun, olmasın her deveye binmeye başlayınca ondan hadis rivayet etmeyi bıraktık” demiştir.

Leys ibn Sad’ın şöyle dediği rivayet edilir: “İskenderiye’de bize Nafi’den rivayet eden bir şeyh geldi. Nafi henüz sağdı. Biz ondan, Nafi’den rivayet ettiği hadisleri yazdık. İki defter doldurduk. Şeyh ayrıldıktan sonra bu iki defteri Nafi’ye götürdük. Nafi iki defter dolusu hadisten sadece bir hadisi tanıdı (diğerlerinin kendisine ati olmadığını söyledi).” Süfyan, “Cabir’den otuz bin civarında hadis dinledim. Bunlardan hiçbirini anlatmayı helal görmüyorum” demiştir (Aynı eser, s. 21). Süfyan-ı Sevri’nin rivayetine göre Abdullah ibn Abbas’a Hz. Ali’nin kazasını (verdiği hükümleri) anlatan bir kitap (tomar) getirilmişti. Dikdörtgen biçimindeki sandıkta bulunan sözlerin hepsi Hz. Ali’ye iftira, yalnız bir arşın kadarı doğruydu. İbn Abbas yalanları yırttı, sağlam olan bir arşın uzunluğundaki yaprağı bıraktı.

Kurtubi, “Camiu beyanil-ilmi ve fadlihi” adlı kitabının “İlmi (hadisi yazıp) kitaplarda kalıcı yapmanın mekruh olduğu” başlığını taşıyan babında özetle şöyle diyor: “Zeyd ibn Sabit, Muaviye’nin huzuruna girdi. Muaviye, kendisinden bir hadis sordu ve birine de Zeyd’in anlattığı hadisi yazmasını emretti. Zeyd, ‘Allah’ın Elçisi bize, hadislerini yazmamamızı emretti dedi ve yazılanı sildi’ dedi.” Hz. Ali, bir konuşmasında şöyle demiştir: “Kimin yanında (Kur’ân’dan başka) bir kitap (yazılı metin) varsa, mutlaka onu yok etsin. Çünkü insanlar Rablarının kitabını bırakıp bilginlerinin hadis(rivayet)lerine uydukları için helak oldular.” DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (6)

DÜNDEN DEVAM

Gerçekten sahabilerin korktukları olmuş, sonradan insanlar rivayetler üzerine üşüşmüşler, kolay ve sade olan dini ayrıntıya boğmuşlardır. Gittikçe yaygın bir durum alan bu yöntemin, sömürüye çok elverişli olduğunu, bu yolla birçok yalanın Peygamberin üstüne atılacağını bilen büyük sahabiler, hadis rivayeti konusunda son derece çekinceli davrandılar, hatta çoğu kez bunu yasakladılar. Hz. Ömer, gönderdiği valileri hadis rivayet etmemeleri konusunda uyarırdı. Ebu Musa’yı Irak’a gönderdiği zaman ona şöyle demişti: “Sen, mescitlerinden arı uğultusu gibi Kur’ân sesi gelen (hepsi Kur’ân okuduğu için birbirine karışan sesleri arı uğultusuna benzetiyor) kimselere varacaksın. Onları kendi hallerine bırak, hadislerle uğraştırma. Ben de bu konuda senin arkandayım” (el-Bidaye ven-nihaye: 8/107). Ebu Musa ile birlikte gönderildiği anlaşılan

Kuraza ibn Kab da aynı şeyi anlatmıştır: “Ömer ibn Hattab, bizi (hadis anlatmaktan) menetti” (Camiu beyanil-ilm ve fadlih, s. 398). Hz. Ömer, Ebu Musa’yı çağırdı. Ebu Musa geldi, içeri girmek için üç kez izin istedi. Fakat “Gir” denilmeyince geri döndü. Daha sonra kendisini yeniden çağırtan Ömer, neden buyruğuna uyup gelmediğini sordu. Ebu Musa da geldiğini, üç kez izin istediği halde cevap verilmediği için geri döndüğünü, zira Peygamber’in, “Biriniz üç kez izin ister de izin verilmezse dönsün” buyurmuş olduğunu söyledi. Ömer, “Ya Peygamber’in böyle söylediğini kanıtlarsın ya da sırtını acıtırım” dedi. Ebu Musa, sahabilerden bir gruba gelip bu hadisi bilen varsa tanıklık etmesini rica etti. İçlerinden en genci olan Ebu Said el-Hudri bunu Peygamber’den duyduğuna tanıklık etti (Buhari, İstizan: 13; Müslim, Adab: 7, h. 33-37). Bunun üzerine Ömer, Ebu Musa’ya, “Ben seni suçlamadım. Fakat Allah’ın Elçisi’nden hadis anlatmak çetin bir sorundur” dedi (Ebu Davud, Edeb: b. 138, h. 5184). Biri kendisine Peygamber’den bir hadis anlatınca, doğru söylediğine dair yemin ettiren Hz. Ali de şöyle demiştir: “Kendim, Allah’ın Elçisi’nden bir söz duyarsam Allah’ın dilediği kadar ondan yararlanırdım. Başkası ondan bana bir hadis anlatırsa doğru söylediğine yemin ettirirdim. Eğer yemin ederse onu doğrulardım” (Tirmizi, Tefsir: 3, h. 3006; Ebu Davud, Vitr: 26). Öyle anlaşılıyor ki, henüz Hz. Peygamber sağken, kendisinin üzerine yalan sözler uydurulmaya başlanmıştır. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (5)

DÜNDEN DEVAM

Büyük sahabiler, dinin yegâne temelinin ve yazılı anayasasının Kur’ân olduğuna inandıkları için Kur’ân’dan başka dini bir kitap olmasını istememişler, bundan dolayı da çeşitli kimselerin anlattığı hadisleri yazdırmamışlar, yazanların da yazdıklarını imha etmelerini emretmişlerdir. İmam-ı Malik, Hz. Ömer’in bir ara hadisleri yazmak veya yazdırmak istediğini fakat sonra, “Allah’ın kitabıyla beraber başka kitap olmaz” deyip bundan vazgeçtiğini söylemiştir (Kurtubi). Oğlu Abdullah’tan aktarılan bir söze göre de Hz. Ömer, bazı kimselerin önerisi üzerine bir ara hadis yazdırmayı düşünmüş. Bir ay kadar Allah’tan kalbine doğru düşünceyi gönlüne ilham etmesini dilemiş. Sonunda bir sabah kalkınca şu karara varmış: “Ben hadisleri yazdırmak istiyordum. Sonra sizden önceki bir toplumu düşündüm. Onlar birtakım kitaplar yazdılar da Allah’ın kitabını bırakıp o kitapların üzerine kapandılar. Asla Allah’ın kitabına başka bir şey karıştırmam.”

Daha sonra Ömer illere, “Kimin yanında (yazılı) hadis varsa onu silsin” diye emir göndermiştir (Camiu beyanil-ilm ve fadlih, s. 80-81). Mervan, Zeyd ibn Sabit’i çağırtmış. Zeyd, Peygamber’den hadis anlatırken yine Mervan’ın emriyle bazı kişiler Zeyd’den habersiz, onun söylediklerini yazmışlar. Sonra durumun farkına varan Zeyd, “Ne biliyorsunuz, belki size söylediğim her şey, benim anlattığım gibi değildir?” demiştir. Kurtubi’nin “Camiu beyanil-ilm ve fadlih” adlı kitabında, sahabiler döneminde hadis yazılmadığı, onların bundan hoşlanmadıkları hatta yazmak isteyenlere engel oldukları, yazılanların mürekkebini yıkayarak yok ettikleri, Allah’ın kitabı yanında başka bir dini kitap görmek istemedikleri senet ve kanıtlarıyla belirtilmektedir. İbn Sirin, “İsrailoğulları atalarından miras aldıkları kitaplar yüzünden şaşırdılar” demiştir. Onun kastı, ilahi kitaptan ayrı olarak yazdıkları Mişna, Talmud gibi rivayet kitaplarıdır. İşte bunlar, kolay dini güçleştirmiştir.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (4)

DÜNDEN DEVAM

Sıradan her insan, ölmeden önce vasiyet eder veya yazdırır. Ama Peygamber, sıradan bir insan değildir. Onun yazdıracağı sözler bütün müminleri bağlar. Peygamber’in hastalığını düşünen Hz. Ömer, o ıstırap altında yazdıracağı sözlerin, ümmet için zorlaştırıcı, bağlayıcı hükümler taşıyabileceğini düşünmüş olabilir. Vahiy olmayan bu sözlerin, o zaman için yararlı olsa bile sonsuza kadar yararlı olacağından kuşkulanan Hz. Ömer, böyle bir vasiyyetin yazılmasına gerek görmemiş, “Bize Allah’ın kitabı yeter” demiştir. Hatta rivayetten anlaşıldığına göre bunu söyleyen yalnız Ömer değildir. Başka söyleyenler de vardır. Sahabilerden kimi vasiyet yazılmasına taraf, kimi de karşı olmuştur. Demek ki Ömer gibi kimi bilgin sahabiler, Allah’ın kitabı dışında bağlayıcı din kaynağı görmemişlerdir. Doğrusu şudur ki Peygamber döneminde hadis yazılmamıştır ve buna müsaade edilmemiştir. Peygamber’den sonraya yazılı olarak sadece Kur’ân kalmıştır. Peygamberimiz de Veda Hutbesi’nde bunu açıkça belirtmiş: “Size Allah’ın kitabını bıraktım. Ona sarıldığınız sürece asla yolunuzu şaşırmazsınız.”

Gerçi bu hadise Sünnilerce “sünneti” ilavesi yapılarak “Allah’ın kitabını ve benim sünnetimi bıraktım” şeklinde bir rivayet üretilmiş, Şiilerce de Peygamber’in sözüne “Ve itreti ehl-i beyti: Soyum ve ev halkım” sözü eklenmiştir ki ikisi de katmadır. Çünkü Peygamber zamanında yazılmamış olan sünnetin bırakılması söz konusu olamayacağı gibi Peygamber’in ev halkı da insanlara bırakılacak bir şey değildir. Peygamber’in ümmete bıraktığı sadece Peygamber’in yazdırdığı Allah’ın kitabıdır. Kendisinden sonra sahabileri, ondan duyduklarını, çeşitli münasebetlerle anlatırlardı. Herkesin atasından, hocasından duyduklarını yeri gelince anlatması gibi onlar da Peygamber’den duyduklarını anlatırlardı. Özellikle Kur’ân’da hükmü bulunmayan bir olay olunca, herhangi bir sahabi o konuda Peygamber’den bir söz duymuş veya bir uygulama görmüşse onu anlatırdı. Böylece o söz (hadis) veya o uygulamadan (sünnet) yararlanılarak bu yeni olayın hükmü belirlenirdi. Bu suretle hüküm, Peygamber sözüne dayandırılmakla gönüller rahat eder, huzur bulurdu. DEVAM EDECEK


Yazının devamı...

Hadisin önemi ve geçerlilik şartları (3)

DÜNDEN DEVAM

Abdullah ibn Zübeyr, babası Zübeyr’e, “Neden sen de falan ve falanın, Allah’ın Elçisi’nden hadis anlattığı gibi hadis anlatmıyorsun?” diye sormuş. Zübeyr, “Çünkü ben, onun ‘Kim benim üstüme yalan atarsa ateşten yerine hazırlansın’ dediğini duydum” demiştir. (Buhari, İlm: 38). Dikkat edilirse Zübeyr’in rivayetinde, “kasten” sözcüğü yoktur. Demek ki bu “kasten” kaydı sonradan sokuşturulmuştur ki, iyi niyetle hareket edenler rahatça dillerini kullanma imkânını bulsunlar. Onlara göre yaptıkları, kötü niyetle Peygamber’e yalan atmak değildir. İnsanları onun dinine teşvik için iyi niyetle böyle yapmaktadırlar. İyi niyetle olunca da kendilerine göre Peygamber’in sözlerine, bazı sözler karıştırmakta bir sakınca yoktur. Bunu özellikle hikâyeciler ve vaizler yapmışlardır. Aynı şey, bugünkü vaizler arasında da çok sık görülür. Halka güya Peygamber’in sözlerini anlatan kürsüdeki adamlar, ne ayette ne de hadiste olmayan bir sürü batıl şeyler söyler. Böylece hem Peygamber’in üstüne yalanın daniskasını atarlar, hem de bu konuşmalarından büyük sevap kazanacaklarını sanırlar.

Bilerek veya bilmeyerek olsun, Peygamber’in söylemediği bir sözü onun üstüne atmak büyük vebaldir. İşte bundan dolayıdır ki büyük sahabiler, hadis rivayet etmekten çekinmişler, bunu yasaklamışlar, Peygamber’den bir söz anlatandan, sözünü tanıkla kanıtlamasını istemişlerdir. Yine bundan dolayıdır ki İmam Ebu Hanife, sadece 17 kadar hadisi sahih görmüştür (İbn Haldun, Mukaddime: s. 409-410) ki bunlar da mütevatir hadislerdir. Buhari’nin rivayetine göre Peygamber’in hastalığı artınca, “Bana bir defter getirin, size bir yazı yazdırayım da onun dışına çıkmayasınız” demiş. Hz. Ömer, “Peygamber iyice hastadır, yanınızda Allah’ın kitabı var, o bize yeter” demiştir. (Buhari, İlm: 38). Bu hadisten iki şey açıkça anlaşılmaktadır. Peygamber, gerekli gördüğü talimatı yazdırırdı. Burada kendisinden sonra uygulanmak üzere bir vasiyet yazmak istiyor. Aslında vasiyet yazmak Kur’ân’ın kesin buyruğudur (Yasin: 41/50; Bakara: 92/130, 240; Nisa: 98/11, 12; Maide: 110/106). Peygamber’in, Kur’ân’ın bu buyruğunu yerine getirmek için vasiyet yazdırmak istediği anlaşılmaktadır.
DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.