Şampiy10
Magazin
Gündem

“Erkek, dört dişli anahtara benzer”

DÜNDEN DEVAM

Erkek dört dişli bir anahtardır diyen Prof. Sami Zan, bu sözünü kendine özgü üslubuyla şöyle açıklamış: “Bir kadının âdeti 8-9 gün sürer. Yani kadın bu süre içinde ilişkide bulunamaz. Ayrıca birkaç gün de rahatsızlığı sürer. Halbuki erkek günde 2 defa arzular. Çünkü sperma kesesi 12 saatte dolar. Diğer kadının da durumu yukarıdakininki gibi, onun da âdeti 8-9 gün sürüyor. Bir ayda kaç hafta var? 4 hafta. Onun için erkek dört dişli bir anahtara benzer” (Anılan kitap, s. 14-15). Tabii Sami Bey’in örneği ekstrem bir erkek tipi olmalı. Şu fıkrayı da anımsamakta yarar var: Oğlan babasından kendisine iki kadın almasını ister. Olur diyen baba, getirdiği gelinine oğlunun arzusunu iletip ona göre davranmasını tembihler. İlk gecede gelin hanım, ikincisini, üçüncüsünü derken bizimki, bitkin vaziyette uyuklamaya başlar. Gelin hanım yine dürtükleyince damat tavukların çevresinde dolaştığını sanarak, “Kışe kışe! Babama söylerim sizi de evlendirir ha” der.

Merhum Prof. Dr. Sami Zan, öğrencilerine çok değer verirdi. “Onun için derse girmeden önce rugan ayakkabısını giyer, saplı fırçasıyla şakaklarında ve ensesinde kalan birkaç tel saçını tarar, namaz vakti gelmişse bizlerden izin ister, dolaptaki seccadesini çıkarır, namazını kılar, dersle ilgili tüm malzemeler kendisiyle birlikte derse girerdi” (s. 27). Dr. Abdulkadir’i de, Dr. Salih’i de babalarına ve hocalarına saygılarından ve onların ibretli anılarını yeni nesle tanıtma gayretlerinden ötürü kutlarım. Eserlerin okunmasında yarar görüyorum.

Nitekim ikinci eseri okuyan emekli general Fazıl Bayraktar, vaktiyle tabur tabibi olan Dr. Abdulkadir’e şunları yazıyor: “Kitabın her bendi, her satırı birer mısra-i berceste. Okurken nasıl keyif aldım bilemezsiniz. Bir hayli güldüm. Oysa sesli olarak nadiren gülen bir insanım. Eşim, çalışma odamın kapısını aralayarak, ‘Ne kıkırdayıp duruyorsun orada?’ diye sordu. ‘Sami Zan hocanın esprilerine gülüyorum’ demekle yetindim. Ona zenci cariyeyle yatan paşa damadının hikâyesini veya Delikçi Mehmet Efendi’nin marifetini anlatamazdım tabii. Kitabı okurken, amfide Sami Hoca’nın anatomi dersini can kulağıyla dinleyen tıp talebelerinden biri haline geldim.”

Kitapları isteme adresleri

Abdulkadir Tanrıverdi

İstasyon Cad. Fuar İş Merkezi No: 74

Tel: 0342 221 08 99 Gaziantep



Salih Tanrıverdi

Namık Kemal

Caddesi

No: 47/1

Tel: 0326 631 17 55

Yazının devamı...

Bu kubbede seda bırakmış iki hekim

Biri halk hekimi, biri üniversite profesörü... Dr. Mustafa Tanrıverdi: 1915 yılında Urfa’nın Birecik ilçesinde doğdu. Babası Abdulkadir, Birinci Cihan Savaşı’ndan bir gazi olarak dödü ancak hastaydı. Son nefesini verirken, “Hanımlar, başınızı örtün. İki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa geliyor” deyip öbür âleme göçtü. 18 gün sonra hanımı da ona katıldı. Yetim ve öksüz kalan Mustafa Tanrıverdi ilkokulu bitirdi. İki yıl terzi çıraklığı yaptı. İlçeye gelen göz doktoru Osman Nuri Bey, bu çocuktaki kabiliyeti fark edip bir başka çocukla birlikte Sivas’a götürdü.

Mustafa, sınavı kazanıp Konya Askeri Ortaokulu’na kaydoldu. Daha sonra bu okuldan ayrıldı. Afyon Lisesi’nde parasız yatılı sınavını kazandı. Sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi ve göz doktoru oldu. Doğum yeri Birecik’e gelip hizmet verdi. İki oğlunu da doktor yetiştirdi. İşte bu iki hayırlı evlat, birbirine destek olarak babalarının anısına bir kitap yayınladılar. Kitabın asıl yazarı Dr. Salih Tanrıverdi’dir. Ancak kardeşi Dr. Abdulkadir’in de önemli katkılarının bulunduğu kitapta çalışkanlığın, dürüstlüğün, diğerkamlığın, aile reisliğinin güzel örnekleri vardır. Oldukça akıcı bir üslupla yazılmış olan kitapta bir iki dizgi hatası da olmuştur. Örneğin anahtar anlamındaki “Miftah” kelimesi, “Müftah” şeklinde yazılmıştır. Herhalde bu, kelimenin o yöredeki galat söylenişinden kaynaklanmıştır.

Prof. Dr. Sami Zan: Aynı kardeşler, yalnız babalarının ismini değil, İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki hocaları Sami Zan’ın da ismini yaşatmak üzere bir kitap kaleme aldılar. “Unutamadığım İnsan Sami Zan” adlı kitabın yazarı Dr. Abdulkadir’dir. Fakat kardeşi Dr. Salih’in de katkıları bulunan kitapta sevilen hoca Prof. Dr. Sami Zan’ın öğretim yeteneği, tevazuu, çocukları kabul ettiği öğrencilerine şefkat ve yakınlığı, dersi sıkıcı olmaktan zevk haline getiren anlatım kabiliyeti ve ders esnasında anlattığı fıkraları okuyucuları sürükleyip götürmektedir. Sami Bey, kadın erkek arasındaki farkları anlatırken şunu söylüyor: “İnsan asıl ruhuyla insandır. İkisi arasındaki en büyük fark: Erkek poligam, kadın monogamdır.” Yaşlı bir adam sedyeyle ameliyathaneye götürülürken yanında giden hemşireye, “Ameliyattan sonra serbest misiniz?” diye sormuş. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Sigara Kur’ân’a göre haram mı?

SORU: Bir yazınızda “sigara haramdır” demiştiniz. Bu konuya açıklık getirir misiniz?

CEVAP: Ben hangi yazımda “sigara haramdır” demişim? Bunu hatırlamıyorum. Eğer demişsem yanlış değil, Kur’ân’a uygundur. Çünkü Kur’ân’da israfın haram olduğu, savurganların, şeytanların kardeşleri olduğu vurgulanır. Yine Kur’ân’da “Nefislerinizi öldürmeyiniz”, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” buyrukları vardır. Sigara israftır. Çünkü vücuda gerekli bir besin değildir. Tersine vücuda zararlıdır. Sigara sadece içene değil, çevrede bulunanlara da zarar verir. Başkalarına zarar vermek haramdır. Çünkü bu başkasının yaşam hakkına saldırıdır. Sigara, içmeyenlere, içenden daha çok zarar verir. Sigaranın kansere sebep olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bütün bunları göz önünde bulundurunca sigaranın açıkça olmasa bile etkileri bakımından Kur’ân ile yasak olduğu anlaşılır.

Zikirde tarif harfi

SORU: Esmaül hüsnalarla zikir çekerken neden “el” yerine “ya” denilir (El kayyum yerine ya kayyum gibi). İkisinin farkı var mı?

CEVAP: Arapça isimler soyut haldeyken “el article’ı” ile beraber bulunur. “El kayyum” yani her şeyi yöneten, her şeyin başında bulunup kontrol eden demektir. Allah’ın bir sıfat ismidir. Diğerleri de öyledir. Ama biz Allah’a hitap ederken başa “ya” getiririz. “Ya”, hitap edatıdır. O zaman artık “el article’ı” na gerek yoktur. Çünkü hitap ettiğimiz zaten bellidir, Allah’a hitap ediyoruz. Onun için “ya el-kayyum” demeyiz, “ya kayyum” deriz. Birinci durumda “el” tarif harfi kayyumun sıradan bir kimse değil, düşündüğümüz varlık olduğunu gösterir. İkinci durumda zaten biz Allah’a yalvarıyoruz. Kayyum, Allah’ın kendisi olduğu için “ya” tarif harfine gerek yoktur.

Orucun kefareti

SORU: Yıllar önce Ramazan boyunca her gece sahura kalkıp niyetlendiğim orucu gündüzleri bozdum. Bu bir gençlik hatasıydı. Ne yapmalıyım? (Yusuf Ziya Demirel)

CEVAP: Kur’ân’a göre her ne suretle olursa olsun orucu bozan kimse tövbe eder ve tutmadığı veya başlayıp bozduğu her gün yerine bir gün oruç tutar. Siz 30 gün bozduğunuza göre yıl içinde 30 gün oruç tutacaksınız. Bunları ardı ardına tutmak da şart değildir. Aralıklı olarak da tutabilirsiniz.

Yazının devamı...

Ayrıntılar dinin ruhuna aykırıdır

SORU: Ben Aleviyim ama Hanefi mezhebine göre abdest alıp namaz kılıyorum. Acaba doğru mu yapıyorum? (G.C.)

CEVAP: Alevilik, Sünnilik, Hanefilik, Şafiilik önemli değil, Müslümanlık önemlidir. Hepimizi bağlayan bir din var. Kur’ân ve sünnet dini. Gerisi ayrıntıdır. Ayrıntı, dinin ruhuna aykırıdır. Kur’ân’ı kabul eden ve Kur’ân’ın emirlerini elinden geldiğince uygulayan her Müslüman, mezhebi ne olursa olsun, dört başı mamur Müslüman’dır. Alevi olduklarını söyleyen bazı kişiler yanlış söylemlerde bulunuyorlar. Alevi, Ali’nin tarafını tutan, Ali’yi seven insandır. Ali’yi sevmeyen Müslüman sayılmaz. Ama Alevi olduğunu iddia edip namazı, orucu inkâr eden, Kur’ân’ı rafa kaldıran insanlar da var. Hatta biri bana “Namazınız size olsun” gibi hakaret taşıyan bir mektup yazmıştı. Yazık ediyorlar. Bu Alevilik değildir, Alevi, pratikte uygulamasa da dinin kurallarına saygılı olur. İşte Alevi sizin gibi olursa ne mutlu ona. Pratikte Hanefi mezhebine uy veya Caferi mezhebine uy, fark etmez.


Mezar yeri hakkında

SORU: Son arzusunun eşinin yanında yatmak olduğunu söyleyen kayınpederim kendisine mezar yeri ayırtmış. Tutarı 3.500 TL. Eşim kredi çekerek bu masrafı karşılamayı düşünüyor. Bu konuda dinimizin hükmü nedir? (Aslıhan Özkan)

CEVAP: Dinimizin mezar yeri alma konusunda bir hükmü yoktur. Kişi ölünce toprağa konulan bedeni çürür. Ancak ruh toprağa girmez, kendi âlemine gider. Eşinin yanına gitmek isteyen amellerini düzeltsin, ibadet etsin. İnsanı ahirette yücelere götüren güzel ahlak ve ibadetlerdir. Ben mezara öyle masraflar yapılmasını doğru bulmam. Zaten İslâm’da bu, harama yakın günahtır. Ama karar sizin.


Güzel ahlak ve ibadet

SORU: Annem Regaip Kandili gecesi vefat etti. Çevremizdekiler onun cennete gitiğini söylüyor. Bu yorum doğru mu?

CEVAP: Annenizin Regaib Kandili gecesinde ölmesi onun mutlaka cennetlik olduğunu göstermez. Allah için tüm zamanlar birdir. Zamanlar bize göre değer kazanır. Allah’a göre zaman yok ki değer kazansın. Ahiretteki yeri belirleyen güzel ahlakı, amel ve ibadetleridir

Yazının devamı...

Hakikate ermek için tarikat şart mı?

SORU: 1- Kur’ân sureleri inerken, bir sure bittince diğeri mi inmeye başlamıştır? Biri tamamlanmadan diğerinin indiği olmuş mudur? 2- Hadid Suresi 27’nci ayette Hristiyanların, Allah rızasına ermek için kendilerine gerekli kılınmayan ruhbanlık yoluna gittikleri fakat üstlendikleri bu yönteme gerekli biçimde özen göstermedikleri anlatılıyor. Tasavvuftaki tarikat sistemi de ruhbanlığa benziyor. Tasavvuf kitaplarında hakikate ermek için bir tarikat şeyhine bağlanıp ona tam teslimiyet öngörülüyor. Ona sorgulamasız teslim olmadan hakikate erilemeyeceği, burada hakikate ermeyenin ise ahirette de hakikati göremeyeceği belirtiliyor. İnsanların Allah’ın rızasını elde etmek için türettiği tasavvuf görüldüğü kadarıyla amacından sapmış, gereği gibi uygulanmıyor. Bu tarikat olayının aslı nedir? Doğruluğu apaçık olan Kur’ân’dan başka yol gösterici aramam gerekiyor mu? Aramazsam hakikatten mahrum mu kalmış olurum? (Gazi Göçmen)

CEVAP: 1- Kur’ân’ın bazı küçük sureleri bütün olarak inmiştir. İlk bütün inen sure Fatiha’dır. Ama ilk ayetleri en başta inen Alak Suresi’nin daha sonraki ayetleri başka vahiylerden sonra inmiştir. Bakara Suresi’nin inişi hayli zaman almıştır. Ancak Peygamberimiz, kendisine gelen vahiylerin, Kur’ân’ın hangi bölümüne yazılacağını işaret buyurur ve parça parça gelen ayetler onun işaret ettiği sureye yazılırdı. İşte sureler böyle tamamlanmıştır. Ama kimi sureler bütün olarak veya araya başka sure ayetleri girmeden ardı ardına inmiştir. Sad, Fetih, Rad, İsra, Yusuf sureleri ardı ardına; Tövbe, Enfal, Maide, Bakara, Al-i İmran sureleri ise aralıklarla inmiştir.

2- Tarikat, tasavvufun uygulama şekli, pratiğidir. Siz eğer Cüneyd-i Bağdadi, Abdülkadir-i Geylani, Hz. Mevlana, Yunus Emre gibi bir üstat bulabilirseniz çok güzeldir. İlahi aşkı tadarsınız. Şimdiki bilgisi sığ, dar ufuklu kişilerin peşine takılırsanız yolunuzu şaşırırsınız. Hakikate ermek için insanın tamamen kendi bilincini yitirmesi gerekir. Bu durumda kişide Hak görünmeye başlar. Çünkü kişi insan bilincini yitirmiş, egosunu bırakmıştır. Hakikat, her varlıkta Allah’ı görmek, O’ndan başka her şeyin gözden, düşünceden silinmesi halidir. Ben bu sakal, cübbe, şekil şeyhlerinde asla böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Bunlar krallar gibi saltanat kurmuşlar. Gerek yok, dinin hükümlerini yerine getirin, tertemiz Müslüman olun. İşte hakikat budur. Dünyada da ahirette de mesut olursunuz.

Yazının devamı...

Hile-i şeriyye

SORU: Hocam geçenlerde gittiğim camide hocamız İslam’da hile-i şeriyyenin geçerli olduğunu söyledi. Bu çok tuhafıma gitti. Ne demek dinde hile yapmak? İslâm dininin temelleri doğruluk üzerine kurulu değil mi? (Sedat Üstündağ)

CEVAP: Dinin temel şartı doğruluktur. “Rabbimiz Allah’tır” deyip doğru olanlar ayeti (Fussilet: 30), Allah’a imandan sonra doğruluğun, imanın olmazsa olmazlarından olduğunu vurgular. Her namazda biz Allah’tan doğruluğu isteyerek, “Bizi doğru yola ilet” deriz. Durum böyleyken dine hile sokmak, kabul edilecek bir şey değildir. Allah kulunun niyetini, davranışını ne amaçla yaptığını bilmez mi ki hileyle hâşâ kandırılsın? Din hile kabul etmez. Allah sadece ihlas sahiplerinin eylemlerini kabul eder. İhlas yani doğruluk, içtenlik olmayan davranış dini davranış değildir.

Yeminin sorumluluğu

Aslında bu hile-i şeriyye sorunu, Eyyub kıssasındaki bir ayetten çıkarılır: “(Dedik ki): ‘Eline bir demet sap al, onunla vur da yeminini bozma.’ Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima (bize) başvururdu” (Sad: 44). Bu ayette Hz. Eyyub’un, kendisine uzun süre hizmet eden karısına bir öfke anında yüz değnek vuracağına yemin ettiği, Cenabı Hakk’ın Eyyub’a kendisini hiç bırakmayan, ona hizmette kusur etmeyen hanımına kötülük etmemesini, yüz çöp içeren ot demetiyle bir kez vurup yaptığı yeminin sorumluluğundan kurtulmasını vahyetmiştir.

İbret için aktarılmıştır

Bu, Kur’ân’ın bir emri değil, vaktiyle Kitab-ı Mukaddes’te bulunan bir öykünün ibret için aktarımından ibarettir. İslâm dininde yerine getirilmesi, kişinin hem kendisine, hem de başkasına zararlı olacak yeminlerden vazgeçilir. Bunlar için kefaret verilir. Maide Suresi’nin 89’uncu ayetinde yeminin kefareti belirtilmektedir. Bakara Suresi’nin 224’üncü ayetinde de yeminlerin, iyilikleri engelleyen birer tampon olarak kullanılması yasaklanmaktadır. Bundan maksat, kamunun yararını korumaktır. Eyyub’a verilen emirden maksat da başkasının zararını önlemek ve yeminin saygınlığına da önem vermektir. Malesef bazı fakihler (din hukukçuları), bu ayeti, kişisel çıkarların korunması ve dinin farzlarından kaçmak için vesile edinmişler, buna dayanarak şeri hileler uydurmuşlardır.

Yazının devamı...

KKTC’de neden farklı ezan saati uygulanıyor?

SORU: KKTC’de, Türkiye’deki bazı şehirlerle ezan saatleri aynı olmasına rağmen sadece ikindi 1.5 saat gecikmeli okunuyor. Bunun gerekçesi ne olabilir? (Ramazan Gündoğdu)

CEVAP: Bu durum fıkıhçıların görüşlerinden kaynaklanıyor. Hanefi bilginlerden İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre öğlen vakti, güneşin göğün tam ortasına gelmesi ve her şeyin gölgesinin kendi köküne yapışır gibi olmasıyla başlar. Eşyanın gölgesi kendi boyuna ulaşınca ikindi vakti girer. İmam-ı Azam’a göre ise ikindi vakti, eşyanın gölgesinin kendi boyunun 2 katı olmasından itibaren başlar.

İkinci görüşü almak daha ihtiyatlıdır. Zira, bu takdirde birinci görüş doğru olsa da ikindi namazını biraz geciktirmiş olmakta bir sakınca yoktur. Ama ikinci görüş doğru olduğu takdirde, birinci görüşe göre namaz kılınırsa ikindi namazı vaktinden önce kılınmış olur. Bundan dolayı öğle namazını, her şeyin gölgesi 1 misli olduktan sonraya bırakmamak, ikindi namazını da gölge 2 misli olmadan kılmamak en uygundur. Ancak her iki görüşe göre de amel caizdir. Demek ki KKTC’de ikinci görüş esas alınıyor. Her iki görüş de uygulanabilir. Belki oldukça sıcak olan Kıbrıs’ta ortalığın biraz daha serinlemesini beklemek, namazdaki huzur açısından daha iyi olur. Onlar da bunu tercih etmişlerdir.


Birinci şart doğruluk

SORU: Hırdavat imalatı yapan bir esnafım. Bir yakınım, imal ettiğim ürünleri aynen taklit ederek satmaya başladı. Hacca ve umreye giden bu kişinin yaptığı dinimizce mübah mı? (O. Hamdi Atılcan)

CEVAP: Bu kişi yüz bin kez hacca gitse, sizin ürettiğiniz bir malı izninizi almadan taklit etmişse sahtekârdır. Böyle insanlara Müslüman diyemem. İslâm’ın en başta gelen şartı doğruluktur. Doğru olmayan insan mümin değildir. Çünkü yalanla iman bir arada bulunmaz. Zulüm de en büyük günahtır. Bakın Yunus Emre ne demiş:

Bin kez hacca vardunısa bin kez kaza kıldunısa

Bir kez gönül sıdunısa gerekse yüz yıl yol dokı

(Bin kez hacca gitsen, bin kez kaza namaz kılsan bir gönül yıkarsan yararı yoktur. Yüz yıl hac yolunu tepsen faydasızdır.)

Yazının devamı...

Kötülük eden kişiyi bağışlamak daha hayırlıdır

SORU: Kur’ân’da Şura Suresi 41- 42’inci ayetleri sizin tefsirinize göre şöyle diyor: “41- Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa öylelerinin aleyhine bir yol yoktur (onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar).

42- Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. İşte böylelerine acı bir azap vardır.” Bu ayetlerden aldığım mesaj özetle: “Haksızlık, adaletsizlik veya Kur’an diliyle ’zulüm’gören kişi buna karşı mücadele eder ve bir şekilde cevap verir, intikam alır. Veya hakkını savunmak adına bir eylemde bulunursa (haklı yere saldırırsa mesela ve bir zalime aynı şekilde cevap vererek hakkını alırsa) buna dünyada veya ahirette ceza yoktur.” Sizin yorumunuz nedir? (Cem Girgin)

CEVAP: Haksız yere size saldırana karşı nefsi müdafa, meşru bir haktır. Ama sana kötülük yapan herkese aynı şekilde mukabele etmek ayetlerin amacı değildir. Çünkü yapılacak kötülüğü engelledikten sonra aynı şekilde karşındakine kötülük yapmak Kur’ân’ın öğütü değildir. Zira Kur’ân affetmenin, bağışlamanın daha hayırlı olduğunu vurgular: “İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) En güzel olan şeyle sav. O zaman bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir” (Fussilet: 34). Müteakip ayette kötülüğü iyilikle savma eyleminin büyük bir erdem olduğu, bu erdeme ancak manevi nasip sahibi, çok şanslı kimselerin ulaşabileceği vurgulanır. Sizi döven birini kavgadan sonra fırsat bulduğunuzda dövmeye kalkmanız hak değildir. Onun cezasını siz değil, mahkeme sonucunda devlet verecektir. Aksi takdirde anarşi olur. Ülkede huzur diye bir şey kalmaz. Bunu iyice düşünüp Kur’ân’ı bütünlüğü içinde anlamak gerekir.





Sure sıralaması

SORU: Kur’ân’ı surelerin indiriliş sırasına göre mi, diziliş sırasına göre mi okumamız gerekiyor? (Orhan Eryalçın)

CEVAP: Siz klasik sıraya göre okuyun. Sureler zaten bağımsız bölümlerdir. Bir sureyi düşüne düşüne okursanız ruhunuzda bilimsel açılım olur. Ama indiriliş sırasına göre okumak isterseniz o da iyidir. Yalnız sure sıralaması kesin değildir. Bazı surelerin indiriliş sırasında tereddütler vardır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.