Şampiy10
Magazin
Gündem

Takıntılardan kurtulun

SORU: Namazımı kılarım, Kur’ân okurum, orucumu tutarım, besmele çekmeden evden içeri girmem. Ancak tüm bunları yaparken aynı zamanda acı çekiyorum. Çünkü her namaz kılarken veya abdest alırken haşa “Allah var mı yok mu?” sorusu aklıma geliyor. Bu düşünceden kurtulamıyorum. Dolayısıyla ölmekten ve azap çekmekten korkuyorum. Hayattan zevk almıyorum. Bu takıntıdan nasıl kurtulabilirim? (D. Y.)

CEVAP: Bu düşünceler sizde psikolojik bir takıntı haline gelmiş. Ne olursa olsun namazınızı kılınız, dinin gereklerini yapın. Kur’ân okuyun. Öyle düşünceler hatırınıza geldikçe “La havle vela kuvvete illa billah” diye birkaç kez yürekten söyleyin. Euzu besmele çekin. Namaz ve zikir sizin ruhunuza iyice yerleşince bunları aşarsınız. Madem namaz kılıyorsunuz öyle düşüncelerin gelmesiyle siz cehennemlik olmazsınız. Çünkü bu tür düşünceler eyleme dönüşmedikçe günah yazılmaz. Belli ki bunlar eyleme dönüşmüyor. Çünkü eyleme dönüşse Allah göstermesin namaz kılmazsınız, oruç tutmazsınız, günah işlere yönelirsiniz. Böyle bir şey olmadığına göre demek ki içinizdeki iman daha ağır basıyor. Öyle ise umutsuzluğa kapılmayın. İnşallah siz cennet ehlindensiniz.


Bir vicdan meselesi

SORU: Memurum. Tayinim çıktı. 10 ay sonra başka bir şehre gideceğim. Bu arada beni yakın bir ilçeye atadılar. 10 ay için evi taşımak, çocuğun okulunu değiştirmek istemedim. İlçede ikamet ettiğimi gösterirsem devletten 1000 TL yolluk alacağım söylendi. Kendimi ilçede kalıyormuş gibi gösterdim. Fakat taşınmadım. Aldığım bu dolmuşa gidiyor. Yaptığım yanlış mı? (N. A.)

CEVAP: Bunu vicdanınıza sorun. 1000 lirayı size niçin verdiler? Ev nakli için. Oysa evi nakletmediniz. Bu paranın dolmuşa gittiğini söylüyorsununuz. Dolmuş parası diye bir tahsisat var mı? Peygamberimiz, “Müftüler fetva vermiş olsa da sen kendi vicdanına sor” buyurmuşlardır.


Ehl-i beyt kimlerdir?

SORU: Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ömer Peygamberimizin ehl-i beytinden midir?

CEVAP: Peygamberimizin ehl-i beyti, kendisinin hane halkı yani zevceleri, kızları, torunları, özellikle kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve bunlardan doğma torunları Hasan, Hüseyin’dir. Ebubekir, Ömer, Osman ehl-i beytten değillerdir. Ama Ebubekir’in kızı Ayşe, Ömer’in kızı Hafsa Peygamber’in zevcesi olmaları dolayısıyla onun ev halkıdırlar.

Yazının devamı...

Hacer-i Esved sadece bir taştır

SORU: Kabe’deki Hacer-i-Esved’in hadislerde cennetten geldiği ve şefaat edeceği belirtiliyor. Kur’ân’ın ise ahirette şefaatçı olmayacağını kesin olarak vurgulamasına rağmen insanlar, birbirlerini ezerek o taşa el sürmeye çalışıyorlar. Bu durum, o taşı Allah’a ortak koşmak değil mi? İslâm’dan önce Kabe’deki putlardan medet ummaya benzemiyor mu?

CEVAP: Hacer-i Esved, “Kara Taş” anlamına gelir. Cennetten falan çıkmış olması hikâyedir. Kur’ân’da ve sağlam hadiste böyle bir şey yok. Kabe’yi yapan Hz. İbrahim, o taşı Ebu Kubeys Dağı’nda bulup getirmiş ve siyah rengiyle yer belirleyici olduğu için Tavaf’ın başlangıç noktasına yerleştirmiştir. Tavafa oradan başlanır. O sadece bir taştır. Taş şefaat etmez. Kur’ân, “Şefaat tamamen Allah’ındır” buyurmaktadır. Şefaati yani yardımı yapacak olan Allah’tır. Hacer’in öpülmesi değil, selamlanması sünnettir. Hz. Ömer Hacer’i selamlarken, “Sen bir taşsın. Bunu biliyorum ama Hz. Peygamber seni selamladığı için ben de selamlıyorum” demiştir. Onu öpmek için insanların birbirini ezmesi, asla doğru değildir. Fırsat bulan öper, Hz. İbrahim’in anısına öper. Taşa saygı putçuluğa döner.




YÜCE ALLAH’A YÖNELİN


SORU: 1- Eşcinsellik, zinadan daha ağır bir suç mu? 2- Cuma namazında erkeklerle aynı safta namaz kılmamda sakınca var mı? (H. B.)

CEVAP: 1- Kur’ân, eşcinselliği insan doğasına aykırı bu eylemi yasaklamış, yapanlarına belli bir ceza getirmiştir. Ama Kur’ân’da bunu yapanların lanetlendiği hakkında bir ayet bilmiyorum. Ancak bunu yapanların, yolu kestikleri yani üretim yoluna engel oldukları vurgulanır. Bu da açık edepsizliktir. Kur’ân böyle söylüyor. Bunu aşırı yapan bir kavim (Lut Kavmi) bu yüzden helak edilmiştir. Elinizden geldiğince bu aykırı duyguyu bastırmaya çalışın, Allah sevgisine yöneltin.

2- Cuma namazına gidin ve erkeklerle beraber aynı safta durun. Siz kadın değilsiniz, erkeksiniz. Elbette erkeklerle beraber duracaksınız. Ama namaz esnasında erkeklerin yanında durunca kötü şeyler düşünüyorsanız o eyleminiz zaten namaz değildir. Siz kendi içinizi, gönlünüzü düzeltmeye çalışın. Eşcinsellikle zinayı mukayese etmemi, hangisinin daha büyük günah olduğunu belirtmemi istiyorsunuz. Bunların ikisi de büyük günahlardandır. Ama hangisi daha ağır? Nur Suresi’nin ikinci ayetinde zinanın cezası 100 sopa olarak belirlenir. Ama eşcinselliğin cezası Nisa 16’ncı ayete göre eziyettir. Bu eziyetin türü, din yargıçlarına bırakılmıştır.

Yazının devamı...

Gönülden tövbe edeni Allah affeder

SORU: Bir okurunuzun sorusuna verdiğiniz cevapta, geçmiş namazların kazasının gerekmediğini yazmıştınız. Düzenli olarak namazlarımı kılıyordum. İşe başladıktan sonra 2 senedir namaz kılmıyorum. Sadece 5-6 kere cumaya gittim. Bu durum beni rahatsız ediyor. Bile bile namaz kılmamam, imanımın eksilmesinden mi? Yeniden namaza dönmeyi nasıl başarabilirim?

CEVAP: Namaz kılmak İslâm dininin olmazsa olmazlarındandır. Kılmayanın cehenneme gideceğine inanan kılar. Kur’ân, “Suçlulara, ’Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi’diye sorulunca onlar, ’Biz namaz kılanlardan olmadık’(Müddessir: 41-43)” buyuruyor. Buna kesin inanan namazını kılar. Kılmazsa onun imanı gerçek iman, yönlendirici ve caydırıcı iman değildir. Bile bile namaz kılmayan kimse, Kültür Müslümanıdır. Bu kimse pişman olur da namaza başlarsa, Kültür İslâmı’ndan Eylemli İslâm’a geçmiş olur. Artık onun, bile bile yıllarca kılmadığı eski namazların kazasıyla uğraşmasına gerek yoktur. Çünkü Hz. Peygamber zamanında bile bile yıllarca terk edilmiş namaz olmamıştır. Bu durumda olan kişi tövbe eder, af diler. Bir daha namazını bırakmaz. İstediği kadar namaz kılar ama kaza demesine gerek yoktur. Gönülden tövbe edeni Allah affeder. Karar verin. Bir an önce namaza başlayın. Bunun mazereti yoktur.



HANGİ NAMAZLAR CEM EDİLEREK KILINIR?

SORU: Çalışan bir bayanım. Namazlarımı her zaman vaktinde kılamıyorum. Annem “İşteyken öğlenle ikindiyi beraber kılabilirsin” diyor. Eşim bunun yanlış olduğunu söylüyor. Bu konudaki yorumunuz nedir? (S. D.)

CEVAP: Namaz 5’tir ama iş ve vakit yokluğu, sıkışıklığı, yolculuk gibi durumlarda öğleyle ikindi, akşamla yatsı birlikte kılınabilir. Yani bu namazlar cem edilerek kılınabilir. Peygamberimiz yolculuklarda genellikle böyle yapardı. Yolcu olmadığı zamanlarda da ümmete kolaylık olsun diye bazen cem ederek kılmıştır. Bu konuda çeşitli hadis kitaplarında rivayetler vardır. Ehl-i Beyt imamları, özellikle Peygamberimizin dördüncü göbekten torunu olan Cafer-i Sadık Hazretleri ve diğer 12 İmam Hazretleri de namazda öğle-ikindi ve akşam-yatsının cemle kılınacağı hakkında fetva vermişlerdir. Elbette

5 vakit ayrı ayrı kılmak gerekir ama hiç kılmamaktansa 3 vakitte 5 namazı kılmak da iyidir.


Yazının devamı...

Cehalet sorunu (2)

DÜNDEN DEVAM

Peygamberimizin mescidinin yanındaki bu sofa (oda) bugünkü anlamda bir Kur’ân kursu değildi. Öyle olsaydı en iyi Kur’ân okuyanların bunlar olması gerekirdi. Oysa Kur’ân’ı en iyi bilen bunlar değildi. Hz. Ali, Abdullah ibn Mesud, Zeyd ibn Sabit gibi en iyi Kur’ân bilen sahabiler, sofa halkından değillerdi. Yani mescit yanındaki sofa, bir Kur’ân Kursu değil tabir caizse bir bakımevi sayılırdı. Peygamber’in, kurs için ırgatlık yaptığı yalanını uyduran alçağın biridir. İşte böyle yalanlarla insanları kandırıp paralarını alıyorlar. Yalanla iman bir arada bulunmaz. Bile bile bu yalanı söyleyenlerde acaba imandan eser var mı? Ben bu tür insanlara ne diyeyim? Kabahat onlarda değil, bu yalanları tepkisiz dinleyenlerde. Orada bulunanların hiçbirinin bu yalancıya tek bir kelime söylememeleri de cidden hayret edilecek bir şey. Peygamberimiz kurs açtırmadı. Kurs için de gidip para dilenmedi. Ancak Bedir Savaşı’nda alınan esirlerden fidye veremeyecek durumda olup okuma yazma bilenlerden her birinin, on kişiye okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest kalacaklarını bildirdi.

Halkın bilinçlenmesi gerekir

Yani okuma yazma bilenlerden her birinin, kurtuluş fidyesi olarak on kişiye okuma yazma öğretmesini şart koştu. Bu da Peygamberimizin, okur-yazarlığa, bilime ne derece önem verdiğini gösterir. Zaten Kur’ân da bunu vurgular: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Peygamber’i dinleyen herkes ağızdan belledikleri Kur’ân’ı okur ve manasını anlardı. Sorun Kur’ân okumak değil, okuma yazma sorunuydu. Yani Arapça ümmilik denilen cehalet sorunu. İşte Hz. Peygamber, cehaletle savaşmak üzere böyle bir yöntem uygulamıştır. Peygamberimizin başlattığı iş Kur’ân kurusu değil, okuma yazma öğrenmek, cehaleti ortadan kaldırmaktı. Okuma yazmayı öğrenen de doğal olarak yazılı Kur’ân’ı okumasını da bilirdi. Ama Peygamberimizin bugünkü anlamda Kur’ân kursu açtırdığı, bunun için sokakları gezip para topladığı, hâşâ birinin yanında ırgatlık edip aldığı parayla Kur’ân kursuna yardım ettiği kâmilen yalandır. Medine döneminde aynı zamanda devlet başkanı olan Peygamber’in korumaları vardı. Sahabileri onu bir yere giderken yalnız bırakırlar mıydı? Hangi kendini bilmez veya soytarı Peygamber’e el kaldırma küstahlığını gösterebilirdi? Ne yapalım din, cahillerin elinde yalanlara beleniyor. Halkın bilinçlenmesi gerekir. Çünkü sorun yine cehalet sorunudur.

Yazının devamı...

Cehalet sorunu (1)

SORU: Geçen gün cuma namazına Şile’deki bir köy camisine gittim. Hoca, hutbenin ardından Kur’ân kursuna bağış toplamak için Peygamberimizle ilgili bir hikâye anlattı. Bunu sizinle paylaşıp doğruluğu hakkında bilgi edinmek istiyorum. Hikâye şu: “Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret ettikten sonra bir Kur’ân kursu açtırmış. Bir zaman sonra kursa katılanların iaşesi için maddi imkânlar kalmamış. Bunun üzerine Peygamberimiz iş aramaya çıkmış. 6-7 devesi olan bir zat (o zaman zengin sayılırmış), develerini suluyormuş. Efendimiz, ‘Develerini senin yerine sularsam bana bir ücret öder misin?’ diye sormuş. Peygamberimizi tanımayan zat, ‘Olur’ demiş. Sulama işi biraz yavaş gidince adam önce sesini yükseltmiş sonra da elini kaldırmış. Ancak Efendimiz sesini çıkarmadan işini yapıp parasını almış. Böylece Kur’ân kursuna yardım etmiş. Zamanla o zatın olduğu yere de İslâmiyet ulaşmış. O da ‘İslâmiyet’i kabul edeceğim ama Peygamberinizle tanışmadan olmaz’ diye diretmiş. Zatı alıp Medine’ye getirmişler. Efendimizi uzaktan görünce, ‘Ben Peygamberinize bilmeden el kaldırdım’ deyip kaldırdığı eli vura vura koparmış. Efendimize haber vermişler. O zatın kopan kolunu mübarek tükürüğüyle yapıştırmış.” Bu doğru mu? Peygamberimiz, Hatice ile evlendikten sonra varlıklı değil miydi? Kur’ân kursu açtırdı mı? (Savaş Demiruz)

CEVAP: Hz. Peygamber Medine’de kurs falan açtırmadı. O zaman böyle bir şey mümkün değildi. Çevresinde bulunan okur yazarlar, inen Kur’ân’ı kayda geçirirler ve herkes yazdıklarını evinde saklardı. Peygamberimiz zamanında yazılmış olan Kur’ân parçaları henüz bir araya getirilip bir cilt halinde bağlanmamıştı. Bu iş, Hz. Ebubekir döneminin ilk altı ayı içinde yapıldı. Kur’ân’ı bilenler, kendi ailelerine, çevrelerine okuyor, dinleyenler zaten kendi dillerinden olduğu için anlayıp etkileniyordu.

Böylece Müslümanlık yayılıyordu. Peygamberimiz daha Medine’ye gelmeden önce Musab ibn Umeyr’i, Kur’ân dinini yaymak üzere Medine’ye göndermişti. Peygamberimizin mescidinin yanında bulunan odada sayıları 40 ile 400 arasında değişen fakir sahabiler yaşardı ki bunlar bir iş görmez, vakitlerini ibadetle, Kur’ân okumakla, Peygamber’in çevresinde bulunup onun sohbetlerini dinlemekle geçirirlerdi. Peygamberimiz bunların geçimini, Medine halkından hali vakti yerinde olanlara birer ikişer olmak üzere paylaştırmıştı. Yani imkânı olan her Medineli, Ashab-ı Suffa denilen bu yoksul Müslümanlardan bir iki kişinin geçimini üstlenmişti. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Bu dünya bütün canlıların ortak malıdır

Milas’a bağlı Güllük beldesi, ülkemizin cennet koylarından biridir. Denizi temiz, körfezi çevreleyen dağlar bodur ağaçlarla süslü. Kekik kokuları insanın ciğerlerini okşuyor. Her yıl birkaç gün dinlenmek için buraya giderim. Geçen seneler deniz oldukça temizdi. Gerçi balık çiftliği vardı ama arkadaki dalyanda olduğu için denizi fazla etkilemiyordu. Ama bu yıl çiftliği bulunduğumuz yerin tam karşısına almışlar. Limanda da maden yüklemek üzere bekleyen gemiler demirli. Elbette gemiler maden taşıyacak. Ülke, satması gerekeni satacak, para kazanacak. Ama bu gemilerin çevreyi kirletip kirletmediğine dikkat ediliyor mu? Sabahları gün doğmadan deniz kıyısında gezinirken karşıdaki balık çiftliklerinden gelen yağlı köpükler, yem artıkları, hatta insan dışkısına benzer şeyler görüyordum. Bu olamaz. Buralarda denize giriliyor. Zaman zaman ağızlarına deniz suyu da kaçıyor. Bu atıklardan denize ne kadar çok mikrobun, basilin yayıldığı ve bunların nice hastalıkların yayılmasına neden olabileceği hesap ediliyor mu? Körfezde demirleyen gemilerin sistinyelerini boşaltmalarının, balık çiftliklerinin de denizi kirletmelerinin önlenmesini ilgililerden rica etmek hakkımızdır.

Kur’ân temizliği emreder

Üstünde yaşadığımız yeryuvarlağı yalnız insanın değil, bütün canlıların ortak malıdır. Havada, toprakta ve suda herkesin hakkı vardır. Sorumsuzca dökülen atık maddeler, denizleri mikrop yuvası haline getiriyor. Fabrika bacalarının atmosfere pompaladığı zehirli gazlar büyük kentlerde nefes alacak hava bırakmıyor. Neredeyse balık nesilleri tükeniyor. Zehirlenen balıklar karaya vuruyor. Çevreye yayılan radyasyon, ana karnındaki çocukları sakatlıyor. Egzoz gazı, sigara dumanı kanser gibi öldürücü hastalıkların yayılmasına neden oluyor. Temizliği emreden Kur’ân, Allah’ın temiz insanları sevdiğini vurgular: “Allah tövbe edenleri sever ve temizlenenleri sever” (Bakara: 222). Temizliğin imanın gereği olduğunu belirten Peygamberimiz çevreyi temiz tutmaya, herkesin yararlandığı yol ve gölgelik (park) gibi alanları kirletmemeye titizlik göstermemizi emretmiştir.

Yazının devamı...

Ba’s (Âhiret dirilmesi) ile ilgili yorum

SORU: Sayın Hocam, anladığım kadarıyla ölen kişinin ruhu direkt Allah’ın huzuruna götürülür ve bedeninin yattığı kabir içinde sorgu sual olmaz. Tabi bundan şu da anlaşılıyor ki halk arasındaki “mezarlara kedi köpek giremez; çünkü onlar günahkâr cesetlerin feryatlarını duyarlar” inancı İslâm’la alakası olmayan bir safsatadır. İnsan öldükten hemen sonra Allah’ın huzurunda sevabı veya günahı ağır basmış bir hayat mı yaşadığı gösteriliyorsa ahiret gününde ikinci kez mi hesap sorulacaktır?

Sadece İslâm’da değil diğer bazı dinlerde de son dönüş Allahadır diye kabul edilir. Bu herhalde beden değil ruhun dönüşü olsa gerek. Eğer ruh azap veya mükâfat görecekse ahiret gününde niye tekrar bedenler dirilecek? Bu bizim bilemediğimiz farklı bedenler mi olacak; yoksa ruhlar bu hayattaki bedenlere tekrar mı girecek? (Uğur Alkan)

CEVAP: Âhiret sorununun ayrıntılarını şu dünya şartlarında bilip kavramamamız mümkün değildir. Oranın şartları bambaşkadır. Ama benim anladığıma göre bedensel hayatta olgunlaşan ruhlar buradan ayrıldıktan sonra yüce ruhlar arasına katılır, cennete giderler. Orası ebedî hayattır. Giren bir daha çıkmak istemez. Peygamberimizin ifadesiyle “Cennet’e giren hiç kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin dahi olsa bir daha dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehîd müstesna. Çünkü o, gördüğü ikram karşısında dünyaya dönüp on kere öldürülmeyi arzu eder.” (et-Terğîb: 2/311)

Ama burada günahlarla kirlenmiş olan ruhlar bir süre âhiret azabıyla terbiye edildikten sonra tekrar fiziksel beden içine sokulabilirler. Bu kesin bir görüş değil, ihtimali bir yorumdur. Yahut âhiret azabıyla olgunlaştırıldıktan sonra yine cennete giderler. Dünyaya dönüş olmaz.

Ancak Kur’ân’da Kıyamet olayında kabirlerin eşilip cesetlerin dışarı çıkarılacağı, yani kabirdekilerin diriltileceği Âdiyat Suresinde anlatılır. Keza Yasin Suresinde de “Sura üflenince insanlar birden ecdâstan (yani kabirlerden) kalkıp mahşere koşarlar” (51) buyurulmaktadır. Bu konuda ayrıntı için “Görünmez Âlemin İzleri” adlı eserimi okumanızı tavsiye ederim.

Yazının devamı...

Boşama ve vazgeçme

SORU: Hocam sizin Kur’an mealinizi okurken gözüme bir şey takıldı. Bizleri aydınlatırsanız memnun oluruz. Bakara 230: “Erkek yine boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine helâl olmaz.”

Bakara 232: “Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.”

Sevgili hocam, Bakara 230 ile Bakara 232 âyetin arasındaki fark nedir? Karı koca 3 ay sonra tamamen ayrıldıktan sonra yeniden birleşmek istedikleri zaman Bakara 230 ayetini mi, yoksa bakara 232 ayetini mi dikkate alsınlar? (Ali)

Okurum Elif Hanım da kocasının, kendisini üç talak ile boşadığını, aradan iki yıl geçtikten sonra tekrar kendisiyle nikâh kıyıp evlenmek istediğini, ancak bir hocanın, “Kadın başka biriyle evlenmedikçe o boşayana helâl olmaz” dediğini belirtiyor ve “Acaba hocanın dediği doğru mu? Yoksa geri bana dönebilir mi?” diye soruyor.

CEVAP: Kardeşim âyetleri dikkatle okursanız üçüncü boşamadan sonra kadın başka biriyle evlenmeden eski kocasına helâl olmaz diyen 230’ncu âyetin amacı, kadını özgürlüğe kavuşturmaktır. Bu âyetlerin ruhunu anlayabilmek için Kur’ân’ın inmeğe başladığı sırada toplumda kadın aleyhindeki uygulamayı iyi bilmek gerekir. Araplar karılarını boşar, iddet (zorunlu bekleme süresi) sonunda tekrar ona döner, yine boşar, yine iddet sonunda dönerler. Böylece yıllarca kadını sürüncemede bırakırlardı. Ne onu serbest bırakırlardı, ne de ona kocalık yaparlardı. Amaçları kadına işkence etmek, onu baskı altında tutmaktı. İşte Kur’ân, kadını, erkeklerin bu kötü niyetinden kurtarmak için erkeğe ancak iki boşamadan sonra dönme hakkı verdi. Üçüncü boşamadan sonra kadına özgürlük tanıdı. Ama üçüncü boşamadan sonra kadın kendi isteğiyle yine eski kocasıyla birleşmek istediği takdirde 232’nci âyet kadının velilerine, yani ailesine onun bu isteğine engel olmamalarını emretmektedir. Çünkü bu durumda kadın, kocasının baskısıyla değil, kendi rızasıyla onunla beraber yaşamak istemektedir. Muvaktat kocaya “emanet teke” diyen Hz. Ömer, böyle bir uygulamaya gideni şiddetle cezalandıracağını söylemiştir. Kadın gönülden razı olur, erkek de yeni evleniyormuş gibi karısına yeni mehr ödeyip nikâh kıyarsa onunla tekrar birleşebilir. Önemli olan, kadının, hür iradesiyle hareket etmesidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.