Şampiy10
Magazin
Gündem

Namazı huzurlu kılmak önemlidir

SORU: Pantolonla veya bol bir eşofman altıyla namaz kılmamızın bir mahzuru var mı? Sünnetle farz namazlarını ara vermeden peş peşe mi kılmalı? Namaz kılarken kadının kolunun dirseklerine kadar açık olması sorun yaratır mı? Camide namaz kılmak isteyen bayanların erkeklerin göremeyecekleri bir yerde bulunmaları şartı var mı? (M.A.)

CEVAP: Pantolonla namaz kılmakta sakınca yoktur. İnsanın yükümlü olduğu namaz, farz namazdır. Sünnetler nafiledir. İşi olan, acelesi olan sadece farzı kılmakla yetinebilir. Önemli olan huzurla kılmaktır. Huzurlu kılınan 2 rekât namaz, huzursuz kılınan bin rekâttan hayırlıdır. Sünnetle farz arasında biraz ara vermenin sakıncası yoktur. Hatta daha iyidir. İmamı Azam’a göre dirseklere kadar kadının kolunun açık olması namaza engel değildir. Çünkü köylü kadınlar kollarını çemirleyerek iş yaparlar, ekmek yaparlar, tezek yaparlar. Kadınların namaz kılarken erkeklerden kaçmalarına, onların görmeyecekleri yerde namaza durmalarına gerek yoktur. Endonezya’da kadın erkek aynı mescitte arada bir perde falan olmadan namaz kılarlar. Peygamberimiz zamanındaki uygulama da böyleydi. Yalnız kadınlar erkek saflarının arkasında bulunurdu. Erkek saflarının arasına karışmazlardı. Ama arada perde veya ayrı bölme yoktu.


Din gününün maliki nedir?

SORU: Fatiha Suresi’nin 4’üncü ayetinde, “din gününün maliki” diyor yüce Allah. Bildiğim kadarıyla bu ayet, kıyametteki hesap gününü anlatıyor. Öyleyse neden “din günü” diyor. Din günü demekle hesap günü demek aynı anlama mı geliyor? (N.K.)

CEVAP: Din, ceza ve mükâfat anlamına gelir. “Din gününün maliki” yani insanların davranışlarına göre cezalandırılacakları veya ödüllendirilecekleri, herkesin eyleminin tam karşılığını alacağı ahiret günüdür. İşte oranın tek sahibi, padişahı O’dur. Gerçi dünyada da malik O’dur ama insanlar kendi kendilerine krallar padişahlar üretmişler, onları gerçek sahip sanmışlardır. Mallarının mülklerinin de sahibi olduklarını zannetmişlerdir. Ama ahirette herkes anlar ki tek sahip ve malik, tek padişah Allah’tır. O hesap gününde hiçbir kral, hükümdar veya cumhurbaşkanı veya yüksek mevki sahibi, servet sahibi insanı cezadan kurtaramaz, yardım sağlayamaz. O gün hükmü geçerli olan tek padişah, gerçek hükümdar yüce Allah’tır. O gün bütün yaratıklar evrenin tek sahibinin Allah olduğunu hal diliyle ikrar eder ve O’na boyun eğerek haykırır.

Yazının devamı...

Bakara 25’inci ayetin tefsiri (2)

* DÜNDEN DEVAM

Cennetteki nimetlerin mahiyeti başkadır. Çünkü onlar saf nimettir, dünyadakilerin hakikatidir. Dünyadaki meyveler, onların gölgesi durumundadır. O meyveler, insanın hakikatine verilmektedir. O bahçeleri ve meyveleri, insanın amelleri yapmıştır. Daha doğrusu insanın amelleri, ahirette o şekli almıştır. Aynı zamanda orada inananlara, tertemiz eşler vardır. O güzel kızlarda, dünyadaki kadınlarda olduğu gibi âdet görme ve lohusalık yoktur. Ahlakları da en yüksek ahlaktır. Onlar gerek maddeten, gerek manen tertemiz eşlerdir. İşte müminler bu zevk ve nimet içinde birkaç gün değil sürekli kalacaklardır. Ayette geçen “khlûd”, hulûd kökünden fail ismidir. Mutezileye göre hulûd, sonsuzca kalmaktır. Fakat ehli sünnet âlimlerine göre hulûd, sürekli kalmaktır ama sonsuzluk şart değildir. Uzun zaman kalıcı olmaya hulûd denir. Gerçekte hulûd, hem uzun zaman için hem de sonsuzluk için kullanılır.

Yaşlandığı halde saçları ağarmayan, dişleri dökülmeyen kimseye “muhlid” dendiği gibi uzun zamana dayanan kayalara, taşlara da havâlid (ölümsüzler) denir. Cennet nimetlerinin bir gün sona erebileceği düşüncesini silmek için ayette cennetliklerin, orada hâlid oldukları belirtilmektedir. Sözgeliminden burada hulûdun, sonsuzluk manasında kullanıldığı anlaşılır. Nitekim Beyyine Suresi’nin son ayetinde hulûd, bir de tam sonsuzluk anlamını veren “ebed” ile pekiştirilerek cennetliklerin orada ebedi kalacakları bildirilmiştir. Kur’ân neyi ve nasıl bildirirse öyle inanmak, onun ötesine akıl yürütmelerle dalmamak gerekir. Çünkü kesin bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Allah dilediğini, dilediği biçimde yaratmaya kadirdir.

Dayanışmaya teşvik

SORU: Allah’a borç vermenin anlamı nedir? Varlığını Allah’a borçlu olan ben Allah’a nasıl borç verebilirim? (Nilgün Tumlu)

CEVAP: Allah’a borç vermek, Allah için yapılan bir işe yardım etmek, mesela bir cami için, bir köprü için, dinin ve bilimin öğretileceği bir okul için para vermek, fukaraya yardım etmek Allah’a borç vermek gibidir. Allah, kendisi için verilen bu yardımları, kendisine verilmiş borç kabul eder ve bu verilenin karşılığını kat kat öder. Ayetin amacı toplumsal işlere yardıma, dayanışmaya teşviktir.

Yazının devamı...

Bakara 25’inci ayetin tefsiri (1)

SORU: Bakara Suresi 25 ayetin tefsirini rica ediyorum. “Onlar için orada tertemiz eşler vardır” ifadesi nedir? (Suat Sat)

CEVAP: Ahiret ahvalinin ayrıntılarını kimse bilemez. Kur’ân bize anlayabildiğimiz ölçüde konuları anlatır. Orası saf ruhani hayattır. Buradakilere benzemez. Şeklen benzese de mahiyet itibariyle farklıdır. İşte ayetin tefsiri: “İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele. Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıkça ‘Bu, daha önce de rızıklandığımız şeydir, (dünyadayken de bu rızıktan yemiştik)’ derler. (Cennetteki bu rızık), onlara, o(dedikleri)ne benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”

Cennet, sevap evinin adıdır

Cennet, gözden gizli kalan, içine girilmeden görülmeyen bahçedir. Dinde cennet, dünya gözüyle görülmeyen, Hakk’ın gaybında gizli, sevap evinin adıdır. Bu ebedi bahçe, öyle güzel bir yerdir ki altından, yani zemininin içinden, tıpkı dünyada olduğu gibi ırmaklar akar. Fakat orada bol olan sadece su değildir. Bal ırmakları, süt ırmakları, sarhoş etmeyen şarap ırmakları da vardır.

Herşey öylesine boldur orada. “O cennetlerdeki herhangi bir meyveden rızıklandıkça, bu daha önce de rrzıklandığımız şeydir” cümlesi üzerinde müfessirler özellikle iki açıklama naklederler. Bunlardan birine göre ahirette verilen rızıklar, şekil ve renk bakımından birbirine benzer fakat tat ve lezzet bakımından bir sonra verilen, bir öncekinden farklıdır. Diğer görüşe göre de ahirette verilecek rızıklar, meyveler, şekil ve ad bakımından dünyadaki meyvelere benzerler fakat tat ve lezzetleri değişiktir. Ayetin muhtevasından, bu ikinci açıklamanın daha kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır.

Müminlere verilen nimetler

İnsanlar ancak alışık oldukları şeyleri kavrayabilirler. Başka ayetlerde de cennet hep nar, hurma, kuş eti, birbirine girmiş ağaçlar, zencebil, kâfur, misk, koltuklar, yastıklar, dolaşıp hizmet eden güzel kızlar ve delikanlıların bulunduğu bahçe şeklinde tasvir edilir. İşte müminlere verilen uhrevi nimetler, kendilerine, görünüşte dünyadaki nimetlere benzer gelecektir fakat gerçekte farklıdır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Hoşgeldin 11 ayın sultanı

Ey mübarek ay, yine müminlere bereket, huzur ve saadet getirdin. 11 ayın sultanı mübarek Ramazan’a bir kez daha erişmenin huzur ve mutluluğu içindeyiz. Bolluk, bereket ve rahmet zamanı olan bu ayı oruçla geçirmek, her sağlıklı Müslüman’ın görevidir. Bakara Suresi 183-184’üncü ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır: “Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi (günahlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı, sayılı günler olarak. Sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar). Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır. Bununla beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar(oruç tutar)sa o, kendisi için iyidir. Bilirseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.”

Oruçluyken Yüce Allah’ı anın

Savm ve siyam yani oruç, nefsi eğilim duyduğu şeylerden geri çekmek, engellemektir. Dinde tam tanımı, dini emirlerle yükümlü bir insanın, tan yeri ağarmasından güneşin batmasına kadar olan zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden, ibadet niyetiyle geri durmasıdır. Söz söylemekten çekinmek de oruç anlamı içine girer. Meryem Suresi 26’ncı ayette bu tip oruca işaret edilmiştir. Fakat bizim dinimizde tam susma orucu yoktur. Yalnız mübarek Ramazan’ın son 10 gününde yapılması sünnet olan itikaf ibadeti, bu oruca yakın bir ibadettir. Konuşmak orucu bozmaz fakat oruçluyken mümkün mertebe gereksiz sözler konuşmayıp susarak Allah’ı anmak, tefekküre dalmak mendubdur.

Önceki dinlerde de emredildi

Ayette belirtildiği üzere oruç yalnız Müslümanlara değil, daha önceki toplumlara da farz kılınmıştır. Çünkü insan nefsini şehvetlerden çekip dizginleyen, temizleyip yücelten en güzel ibadet oruçtur. Onun için 183’üncü ayette orucun daha önceki dinlerde de emredildiği bildirilmektedir. Ancak Yahudilerin ve Hıristiyanların, Allah tarafından emrolunan bu en güzel ibadeti değişikliğe uğrattıkları Yahudilerin, orucun günlerini azalttıklarını, Hıristiyanların da gün sayısını artırıp şeklinde değişiklik yaparak orucu bazı yiyeceklerden perhiz haline dönüştürdükleri anlaşılmaktadır. İslâm ile oruç, aslına çevrilmiştir.

Yazının devamı...

Müslümanların mutlaka sıkıntı mı çekmesi gerekir?

SORU: Bakara Suresi 214’üncü ayetinde, “Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi ki Peygamberle etrafındaki müminler (Allah’ın yardımı ne zaman) diyecek kadar sarsıldılar. İyi bilin ki Allah’ın yardımı çok yakındır ” buyurulmaktadır. Ayette geçen sıkıntılar bütün Müslümanların başına gelecek mi? Yoksa başka bir manası mı var? (Hüseyin Babalı)

CEVAP: Dinleri uğruna çeşitli baskılara, sıkıntılara uğrayan, bir kısmı yurtlarını bırakıp Habeşistan’a hicret eden, Peygamber dahil hemen hepsi Mekke’yi terk edip Medine’ye hicret etmek zorunda kalan, çeşitli savaşlara girip can ve mal kaybına uğrayan ve acılar çeken Müslümanları teselli mahiyetinde inen Bakara 214’üncü ayet, müminlere Allah’ın rızasına ancak metanet ve sabır göstermekle erişilebileceğini hatırlatıyor. Allah, tarih boyunca kendisine inananları böyle sıkıntılarla denemiş, imanlarını olgunlaştırmıştır. Bu, Allah’ın bir kanunudur. Sonunda sabredenler başarıya ve zafere ulaşmışlardır. Aynı şeyler Hz. Muhammed’in çevresinde toplanan müminlerin başına da geldi. Bu sınavları başardıkları takdirde zaferin yakın olduğu kendilerine müjdelenmektedir.Ayetin amacı, önemli davaları üstlenmiş olanların, davalarını gerçekleştirmek için sıkıntılara katlanmak zorunda kalacaklarını, hatta zaman zaman Allah’ın yardımının geleceğinden kuşkuya düşecek kadar bunaldıklarını, işte tam böyle sıkışık durumlarda birden Allah’ın yardımının yetiştiğini anlatıp ilk Müslümanları teselli etmektir. Meşhur sözdür: “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.”

Allah’ın adını herkes anar

SORU: Kelime tekrarlarıyla yapılan zikir çalışmaları insan üzerinde ne gibi faydalar sağlıyor. Herkes her zikri yapabilir mi? Okuduğum bir tasavvuf dergisinde İbn Arabi’nin yaptığı ve Peygamberimizin de ashabına tavsiye ettiği zikir çeşitleri vardı. Bu ne kadar doğrudur? (Arzu Büyükpoyraz)

CEVAP: Çeşitli zikir kelimeleri hakkında rivayetler vardır. Bunların bir kısmı doğru olsa bile bir kısmı ibadete teşvik amacıyla üretilmiştir. Bunların doğruluğunu anlayabilmek için Kur’ân’la ve rivayetin kaynağıyla karşılaştırmak gerekir. Herkes Allah’ın adını anar. İsra Suresi’nde Allah’ın güzel isimlerinden hangisiyle Allah’a yalvarılsa Allah’ın kabul edeceği belirtilir.

Yazının devamı...

Bakara Suresi’nde Peygambere Kabe’ye yönelmesi emredildi

SORU: İslâmiyet’in doğuşuyla bütün Müslümanların kıblesinin Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya dönük olduğunu birçoğumuz biliyoruz. Aradan iki sene geçtikten sonra hangi emirle 180 derece geriye kutsal Kabe’ye dönüldü? Acaba sünnet olmak gibi, domuz eti yememek gibi, oruç tutmak gibi her şeylerini taklit ettiği Musevilerden farklı bir şey yapmak mıydı amaç? (Barış Saban)

CEVAP: Kim demiş kıble Mescid-i Aksa diye? Mescid-i Aksa neresi? Kudüs sanıyorsunuz ama Kudüs’te Peygamber zamanında mescit var mıydı? Yahudiler kendi mabetlerine mescit demiyorlardı ki. Mescid-i Aksa, Mekke civarında Arafat bölgesinde bir mescitti. Peygamberimizin Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kıldığına dair Kur’ân’da en ufak bir işaret yoktur. Mekke’deyken herkes gibi o da Kabe’ye dönüyordu. Medine’ye geldiği zaman Yahudilere dinin temelde birliğini göstermek için onların durduğu yöne yani Kudüs’e doğru yönelip namaz kıldı. Bu, 17 ay kadar sürdü. Daha sonra Bakara Suresi’nde Peygamber’e, Kabeye yönelmesi emredildi. İşte kıble emri sadece bu ayette geçer. Ondan önce herhangi bir yöne yönelme emri yoktur.





Bir okur mektubu

Okurum Olcay Bora Uralcan’dan gelen e-postayı diğer okurlarımla da paylaşmak istedim. Kendisine teşekkür ederim: “Sayın Hocam, sizin eserlerinizle 20 yıl önce bir Ramazan Bayramı’nda Eyüp Camii’nde aldığım ” Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meali “ ile tanıştım. O günden sonra yazılarınızı sürekli okumaya, sizden öğrendiklerimi arkadaş sohbetlerinde anlatmaya başladım, Yazılarınızda yalın ve akılda kalacak bir dil kullandığınız gibi olaylara bakışınız da gayet açık ve net. Size her teşekkür etmeyi kendime bir görev olarak kabul etmeme rağmen kısmet bu güneymiş. Rahmetli annem Mardinliydi. Kur’ân-ı Kerim’i hem Arapça ve hem de Türkçe olarak ezbere bilir, çok güzel açıklardı. Anlatımlarınızı ona benzettiğim için sizi okurken annemi duyar gibi oluyorum. Annem bize Müslümanlığın uygulanıştaki kolaylıklarını anlattırdı. Keşke siz ve sizin gibi insanların sayısı daha fazla olsa da bu toplum şarlatanların elinden kurtulsa. Hocam Allah sizlere uzun ve sağlıklı bir ömür nasip etsin. Allah sizden razı olsun.”

Yazının devamı...

Kur’ân Allah için okunur

SORU: Bir internet sitesinde şöyle bir yazıya rastaldım: “Üç İhlas bir Fatiha... Ya Rabbi, Peygamber efendimiz Hazretlerinin ruhlarına, ehl-i beytlerine ve bütün geçmiş peygamber efendilerimizin ruhlarına, Ciharyar-i Güzin efendilerimiz Ebubekir-i Sıddık, Ömer-ül Faruk, Osman-ı Zunnureyn, Ali-yel Murtaza Hazretlerinin ruhlarına, tüm ashabı Resulullah hazretlerinin ruhlarına, Evlad-ı Resullullah, İmamı Hasan ve İmamı Hüseyin Efendilerimizin ruhlarına, Tabiiyyun ve Tebeyi Tabiyyun efendilerimizin ruhlarına, İmamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Maliki, İmam-ı Hanbeli ve bütün mezheb imamlarının ruhlarına hediye eyledik vasıl ve hissedar eyle ya Rabbi.” Okunan duaların bu şekilde bağışlanması çok hoşuma gittiği için hemen kaydettim. O günden sonra okuduğum duaları hep bu şekilde bağışlamaya başladım. Doğru mui yapıyorum?

CEVAP: Siz Kur’ân’ı ve duayı Allah rızası için mi yoksa şunun bunu ruhu için mi okuyorsunuz? Kur’ân, Allah için okunur. Peygamberimiz birilerinin ruhuna bağışlamak için Kur’ân okumadı. Ama biz Kur’ân’ı ölü kitabı yaptık. Herkes ölmüş, gitmiş. Yaptığı iyilik ve günahlara göre hesabı görülmüş. Eh onlara dua ederseniz güzel. Fakat yaptığınız her duayı, okuduğunuz her Kur’ân’ı şunun bunun ruhuna bağışlamak bidattır. Artık bu milletin bu şirk kokusu gelen eylemlerden kurtulması gerekir. Dini Peygamberimizin yaşadığı gibi arı, duru ve sade yaşamaya çalışalım.



EL BASMA YEMİNİ

SORU: 30 yıl önce birlikte iş yaptığım bir kişiyle ihtilafa düştük. Onun doğrularıyla benimkiler farklıydı. Beni Kur’ân’a el basmaya davet etti. Bu durumun uzamaması için teklifini kabul ettim. O günden bu yana haklı mıyım değil miyim hâlâ bilmiyorum. “Haksızsam ne yapacağım” diye içimi bir kurt kemirip duruyor. O arkadaş Kayseri’de, ben İstanbul’dayım. O günden sonra bir daha kendisiyle görüşmedim. Gidip helalleşsem yeterli olur mu? (A. N.)

CEVAP: Kur’ân’da, “Mushaf’a el basmak” diye bir yemin yoktur. Yemin, Allah adına yapılır. Siz haklıysanız yemin etmenizde sakınca yok. Ama haklı değilseniz büyük günah işlemiş olursunuz. Çaresi tövbe etmektir. Elbette helallik almak da Allah’ın bağışlamasına vesiledir.

Yazının devamı...

Hz. Peygamber’in zevcelerinin sayısı neden 4’ten fazla?

SORU: Kur’ân’da adaletli olunabildiği sürece en fazla 4 eşe izin verilirken Hz. Muhammet nasıl oluyor da 10-11 eş alabiliyor? Kuran’ın hükümleri Peygamber’e işlemiyor mu? Bunu çok merak ediyorum. (Hasan Berk)

CEVAP: Kadın sayısını sınırlayan Nisa Suresi’dir. Medine döneminin ortalarında inmiştir. O zamana kadar toplumda erkekler istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi. Kiminin 20, kiminin 30, kiminin 3, kiminin 1 karısı vardı. Ama Nisa Suresi kadın sayısını 4’le sınırlayınca başkaları 4’ten fazla kadınlarını boşadı. Bu kadınlar başkalarıyla evlenebilirlerdi. Ama bundan önce inmiş olan Ahzab Suresi’nin 5’inci ayeti, Peygamber zevcelerinin müminlerin anneleri olduklarını belirtmiştir. Böyle olduğuna göre Peygamber bunları boşasa bu kadınlar başkalarıyla evlenemeyeceğine göre perişan olurlardı. Onun için Ahzab Suresi’nde Peygamber’in almış oldukları eşlerinin kendisine helal kılındığı belirtilmiştir. Bu, onun peygamberlik mevkiiyle ilgili özel bir durumdur.




YENİ BİR İSLÂM İLMİHALİ YAYINLAYACAK MISINIZ?


SORU: Bir yazınızda, “Kur’ân tefsirine başladım. 30 yıl Kur’ân dinini araştırdım ve gerçeği bulduğuma inandım” demiştiniz. “Yeni İslâm İlmihali” adlı eserinizi 1973 yılında yayınlamışsınız. 3 yıl sonra da Diyanet İşleri Başkanlığı görevine getirilmişsiniz. Gerçeği bulduktan sonra yeni bir ilmihal yayınlamayı düşünüyor musunuz? (Mesut Yeğenoğlu)

CEVAP: Yeni ilmihal yayınlamama gerek yok. Çünkü ilmihali iki yıl önce yeniden yazdım. Gereksiz bilgileri attım. Muhalif kaldığım düşünceleri belirttim. Ama “namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, hac nasıl yapılır” gibi temel bilgilerin halka verilmesi gerekiyor. Ayrıca 30 ciltlik “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserim, İslâm’ın özünü açıklıyor.



ABDEST NAMAZIN ŞARTIDIR

BİR okurum “Abdestsiz Kur’ân okunur mu?” diye soruyor. Bu soruyu birkaç kez cevapladım ama yine de soruluyor. Kendisine kısaca cevabım şudur: Abdest almak namaz kılmanın şartıdır (Maide Suresi 6’ncı ayet). Kur’ân okumak için abdest almak gerekmez. Bunun aksini söyeleyenler Kur’ân’ı yanlış yorumluyan kişilerdir..


Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.