Şampiy10
Magazin
Gündem

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (4)

* DÜNDEN DEVAM

Bir yanda Peygamber’e ayakta idrar yapma yasağı söyletilirken diğer rivayette Peygamber’in ayakta idrar yaptığı belirtilmiştir. Huzeyfe: “Allah’ın Elçisi ile birlikte yürüyorduk. Bir kavmin bir duvar gerisindeki küllüğüne rastladık. Allah’ın Elçisi, tıpkı sizden biri gibi durup ayakta idrar yaptı. Ben bu esnada kendilerinden uzaklaşmak istedim. Bana yakın durmamı işaret buyurdu. Geri gelip hemen arkasında dikilip abdestini bozuncaya kadar bekledim.” (Buhari, Vudu 62, 60, 61; Mezalim 27; Muslim, Taharet 73, 74, (273); Ebu Davud, Taharet 12, (23); Tirmizi, Taharet 9, (13); Nesai, Taharet 24, (3, 25). Hem Kur’ân’a, hem de bilimsel gerçeğe aykırı sözler de yine Peygamber’in ağzına konulmuştur: Güya Allah Resulü’nün Mevlası Sevban demiş ki: Ben Allah Elçisi’nin yanında ayakta dururken bir Yahudi geldi. Bir şeyler soracağını söyledi. Peygamber de “Söyleyeceklerim sana yarar sağlayacak mı?” diye sordu. Adam da “Kulaklarımla dinlerim” deyince Peygamber sormasını emretti.

Yahudi, yerin ve göklerin başka yer ve göklere değiştirileceği zaman insanların nerede bulunacağını sordu. Peygamber, insanların köprünün altındaki karanlıkta bulunacaklarını söyledi. Yahudi köprüyü ilk geçenlerin kimler olduğunu sordu. Peygamber “Köprüyü ilk geçenlerin muhacirlerin fakirleri olduğunu” söyledi. Yahudi köprüyü ilk geçen bu insanlara ne ödül verileceğini sordu. Peygamber, “Yunus’u yutmuş olan balığın karaciğerinin artığının verileceğini” söyledi. Yahudi bunlara, balık ciğerinden sonra ne ikram edileceğini sordu. Peygamber, “Ciğerin çevresinden yiyen cennet nurunun kesilip bunlara ikram edileceğini” söyledi. Yahudi içki olarak ne içeceklerini sordu. Peygamber, “Selsebil denen bir gözeden su içeceklerini” söyledi. Sonra adam “Ben sana, yeryüzünde ancak bir peygamberin veya bir iki kişinin bilebileceği bir şey sormak istiyorum. Çocuğun (cinsiyetinin) nasıl oluştuğunu sormak istiyorum” dedi. Peygamber, “Erkeğin suyu beyazdır, kadının suyu sarıdır. Eğer erkeğin suyu kadınınkine baskın olursa çocuk erkek, kadının suyu erkeğinkine baskın olursa çocuk kız olur” dedi. Yahudi, “Doğru söyledin, sen peygambersin” deyip gitti. Allah’ın Elçisi, “Bu adam bana bunları sorduğu zaman ben bunların hiçbirini bilmiyordum. Nihayet Allah onları bana bildirdi” buyurdu (Müslim, Hayz 34, (315). 1941).

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (3)

DÜNDEN DEVAM

Allah bizlere, kullarının anlayamayacağı bir kitabı üç beş kişi çıksın da benim haşa anlatamadığımı anlatsın diye mi indirmiştir? Diğer kutsal kitapların da asıl orijinalitesinin bozulma sebebi, kişilerin yardımcı ders kitabı babında yazdıklarının daha ön plana geçmesi olmamış mıdır? Akıl, sadece sana yer veren birinin koltukta bıraktığı sıcaklığını düşünerek değil, eğer dinin İslâm ise Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissetmekle akıldır. Sen ise aklını kullanabildiğin ölçüde sensindir. Kendi aralarında çelişkili, Kur’ân’a da aykırı rivayetlerle hüküm konamaz. Hadis rivayetlerine tutunma Emevi devrinde büyük önem kazanmıştır. Muaviye’nin ölümünden sonra Emevilerin siyasi ve askeri gücü, önlerine dikilen her çeşit direnci ezerek, sülale saltanatını İslâm’ın başına musallat edince kolları kırık, boyunları bükük dindar çevrelerle iktidar hasretiyle içleri yananlar, azgın gördükleri iktidar sahiplerine karşı fısıltı gazeteciliğine ve rivayet edebiyatına sarılmaktan başka bir savunma çaresi bulamadılar. Bu işgalcileri, İslâm hilafetiyle ilgilerinin bulunmadığını tespit noktasından hareketle her yönden Peygamber’e vurdurtmak, izlenecek en etkili yöntemdi. İşte bunun için pek çok hadis rivayeti devreye girdi.

Hadisler derleme ve kayıt bakımından kesinlik taşımaz. Zira bu rivayetler Hz. Peygamber’den ancak 1-2 asır sonra yazıya geçirilmeye başlanmıştır. Bu kadar zaman içinde ağızdan ağıza dolaşan rivayetlerin orijinalitesini koruması imkânsızdır. Peygamberimizin, risalet görevinden ayrı, bir insan olarak söylediği sözler kendi zamanında toplatılmadı, yazdırılmadı ve kitaplaştırılmadı. Böyle bir şeyin yapılmasına da müsaade edilmedi. Bugün bütün Müslümanların en büyük hadis kaynağı olan Kütüb-i Sitte (Altı Kitap) yazarlarının tamamı Peygamberimizin vefatından on yıllar sonra dünyaya geldi. Buhari 810 yılında, Ebu Davud 818 yılında, Müslim, 821 yılında, Nesai 847 yılında, İbni Mace, 888 yılında, Tirmizi 1165 yılında dünyaya geldi. Peygamberimiz, 632 yılında vefat ettiğine göre en yaşlı hadisçi olan Buhari’yle Peygamberimizin vefatı arasında 178 yıl fark var. Hadis rivayetleri arasındaki çelişkilerden örnekler vereyim: Bir riayette Peygamberimiz İslâm’da uğursuzluk olmadığını belirtirken diğer rivayette Peygamber’e ev ve kadında uğursuzluk olduğu söyletilmiştir

(Buhari 76/ 53). DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (2)

DÜNDEN DEVAM

Sizce hangi mezhep “gerçek” Müslüman? Kur’ân’a rağmen Kur’ân’a karşı olmak gerçeklik mi? Kur’ân’da olmayan bir meseleyi şartlara bağlayarak hüküm koymak haşa Allah’a ortak koşmaktan öte ne anlam ifade eder ki? Kimi kaynaklara göre hadislerin sayısı 2 milyon, kimine göre 600 bin, kimine göre 400 bindir. Hadis sayısı kişilere göre değişip duruyor. Peygamberimizin ve 4 halifenin de asla müsaade etmediği hadis yazma hakkındaki ortak görüşe kimse itiraz etmiyor. Hadis rivayetleri takriben 2 asır sonra yazıya geçirilmeye başladı.Hadis derleme işi Peygamberimizden 6-7 kuşak sonra başlamıştır. En iyimser tahminle 200 yıl. Kendi aranızda “kulaktan kulağa” adlı oyunu oynadıysanız eğer, beni daha iyi anlayacağınızdan eminim.

Bu oyunu oynayan herkes bilir ki, bırakınız kelimeleri, mana bile kaybolur gider. Kur’ân’a ve Peygamber’e rağmen, üstelik en güvenilir olduğu belirtilen hadis kitaplarında (Buhari, Müslim, İbn Sad) dahi bu konu ele alınır. Ne ilginçtir ki, aşağıdaki sözler neredeyse tüm hadis kitaplarında vardır. Buhari 1. cilt ve Tezkiratül-Huffaz’da denir ki: “Hz. Ebubekir, Peygamber Efendimizin vefatından sonra halkı toplamış ve şöyle demiştir: ‘Sizler Allah’ın Elçisi’nden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler büyük anlaşmazlıklara düşeceklerdir. Allah’ın Elçisi’nden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere, işte Allah’ın kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün’ deyin.”

İbn Sad Tabakat 5/140 denir ki: “Hz. Ömer halktan, beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek, ‘Kitap Ehli’nin mişnası gibi Müslümanların mişnasıdır bunlar’ dedi.” İbn Abdilberr Camiu Beyanil-ilm’de denir ki: “Hz. Ali, minberden, ‘Yanında hadis sayfaları bulunanlar, gidip onları yok etsinler. Zira halkı helâk eden olay, âlimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kur’ân’ı terk etmeleridir’ diyordu.” Allah’ın kitabı Kur’ân, eğer anlaşılmaz ise onlar nasıl anlamışlardır? Allah’ın kelâmının üzerine elçisinin asla müsaade etmediği hadis yazma işine kim, ne amaçla izin vermiştir? DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân’ın bıraktığı sıcaklığı hissedin (1)

Okurum Ecehan Dilek gönderdiği e-mektubunda diyor ki: Yaz aylarına rastlayan Ramazanlardan biriydi. Bodrum merkezden Turgutreis’teki bir dostuma iftara gitmek üzere minibüse bindim. Hava sıcaklığı 41 dereceyi gösteriyordu. Bodrum-Turgutreis arası 20 kilometreydi. Henüz 5 kilometre kadar yol almıştık. Tek bacağı olmayan biri bindi minibüse. Hemen kalkıp yer verdim. Adam kalktığımı gördüğü halde oturmayınca kendisini uyardım. Bana, “Oturacağım ama sıcaklığın geçsin diye bekliyorum” dedi. Ben Turgutreis’e kadar 15 kilometre ayakta gitmeye razı bir şekilde insanlık yapmaya çalışırken, bu kişinin aklından geçenler midemi bulandırdı. Daha önce böyle bir hurafeye hiç tanık olmamıştım. Konuyu size yazmak için birçok kişiyle konuştum, onlarca belge okudum.

Kur’ân’da, ne sözle ne de manayla bu anlama gelebilecek hiçbir ayete rastlamadim. Kimse de rastlamamış zaten. Hanefi mezhebinde böyle bir görüşün bulunduğu söyleniyor. Peki, bu mezhep işi nereden çıktı? Biliyoruz ki, Peygamberimiz ve 4 halife devrinde Kur’ân dışında hiçbir kaynak yoktu. “İslâm’ın en mutlu zamanları” diye anılan bu dönemde kimse ben Sünniyim, Aleviyim, Hanefîyim, Şiiyim, Caferiyim şeklinde görüş belirtmiyordu. Onlar sadece “Ben Müslümanım” diyor ve bunu yeterli görüyorlardı. Müslüman olmayı etikete bağlamak, Kur’ân’ın neresinde yazıyor? Din hakkında bilgi almak için Kur’ân’a değil de tefsirlere, fetvalara, hatta hadislere bakmak, Kur’ân’a saygısızlık, Kur’ân’ın haşa yetersiz olduğunu kabullenmek değil mi sizce?

Kriter eğer mezheplerse, aynı konuya birinin evet dediğine diğerinin hayır dediğini görerek işin içinden nasıl çıkacağız? Abdesti bozan şeylerin sayısı Hanefi’ye göre 12, Maliki’ye göre 3, Şafii’ye göre 5, Hanbeli’ye göre 8’dir. Kur’ân’da böyle bir sayı var mı? Yok. Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü Hanefi’ye göre hapsedilir, kanatılana kadar dövülür, öldürülür. Maliki’ye göre tövbe etmezse öldürülür. Şafii ve Hanbeli’ye göre ise üç gün içinde tövbe etmezse öldürülür. Kur’ân’da böyle bir hüküm var mı? Yok. Kadın, yanında kocası olmadan hacca gidebilir mi sorusunun cevabı Hanefi’ye göre hayır, Maliki ve Şafii’ye göre evet, Hanbeli’ye göre hayır. Kur’ân’da böyle bir karışıklık var mı? Yok. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Secdede tespih sünnettir

SORU: Secdeye varılıp alın yere konulduğunda, Diyanet’in http://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.asp isimli sitesinde, “Subhne Rabbiyel-alâ denilir” diyor. Siz ise Kaf Suresi’nin 39-40’ıncı ayetlerinin tefsirinde “Subhne rabbiyel-aliyyil-alâ denilir” diye yazmışsınız. Bunlardan hangisi geçerli? (Murat Erko)

CEVAP: Secdede tespih farz değil, sünnettir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yazdığı da benim yazdığım da olur. Aradaki fark sadece “aliyyil” kelimesidir ki bunda Allah’ın yüceliği iki kelimeyle önerilir. Ayrıca Diyanet, namaz secdesindeki tespihi yazmış. Ben ise namaz secdesi değil, genel olarak Allah’a secdede söylenecek tespihi yazmışım. Başka tespih de söyleyebilirsiniz. Ancak İsra Suresi’nin 108. ayetinde, Kur’ân’ı duyan ve bundan etkilenen kitap ehli bilginlerin, saygı için secdeye kapanıp yaptıkları tespih anlatılmaktadır: “107- De ki: ‘Siz ister ona inanın ister inanmayın O, daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar.’ 108- ‘Subhane rabbina in kane vadu rabbina le-mefula: Rabbimizin şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin sözü mutlaka yerine getirilir’ derler.”



Dinle hiç ilgisi yok

SORU: Hollanda’da yaşıyorum. Koyun etini Hollanda marketinden alan birinin davetine katıldım. İçimizden biri, “Müslümanın marketi varken neden oradan aldın? Ben bu etten yemem” dedi. Bir başkası şu cevabı verdi: “Peygamberimiz de Yahudilerin etinden yerdi. Haram düşüncesi olsa Peygamber yemezdi.” Bu olay için yorumunuz nedir? Sizce kim haklı? (Emrah)

CEVAP: Bunun dinle hiçbir ilgisi yok. Çünkü din, kitap ehlinin kestiklerinin ve yiyeceklerinin helal olduğunu vurgulamaktadır (Maide: 5). Hollanda’nın imkânlarından yararlanan, onun marketindeki eti yemeyi helal görmüyor. Tabii oradan yemeyecek ki sözde Müslüman’ın kestiğini yesin. O Müslüman da kesmiyor, gidip Hollandalı’dan alıyor. Sonra da sizlere helal kesim diye satıyor. Din bu değil kardeşim. Din, Kur’ân’ın yasaklamadığı tüm şeyleri helal bilmektir.

Yazının devamı...

Namaz ve baş örtüsü

“Namaz kılarken baş örtüsü takmak zorunlu mu?” diye soran okuruma cevabımdır: Baş örtüsü namaz için değil, yabancı erkeklerden korunmak içindir. Namaz kılmak için Kur’ân’da baş örtüsü şartı getirilmemiştir. Ancak hadislerde ve fıkıh kitaplarında kadının namaz kılmak için saçlarının ve el yüz hariç bütün bedeninin örtülü olması önerilmektedir. Ama Kur’ân’da böyle bir hüküm yoktur. Kanaatime göre erkeklerin bulunduğu yerde namaz kılan kadının başını örtmesi gerekir. Ama kadınlar arasında veya evinde, erkeklerin görmeyeceği ortamda namaz kılan kadının saygı gereği örtmesi daha uygun ise de herhangi bir sebeple baş örtüsü takmadan kılması da geçerlidir. Çünkü Allah kulunun şekline değil, gönlüne gönlüne bakar. Peygamberimiz, “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat sizin gönüllerinize ve niyetlerinize bakar” buyurmuştur.



Sol elin günahı nedir acaba?

“Sol elle yemek yemek, tespih çekmek, sol yanımıza yatmak günah mı?” diye soran okuruma cevabımdır: Nasıl rahat ediyorsanız öyle yatın. Yatmak ve oturmak mubah olan eylemlerdir. Dinle ilgisi yoktur. Sağınıza veya solunuza yatın fark etmez. Sol elle yemek yenilebilir. Ama genel olarak sağ el yemek gibi güzel işlerde, sol el de temizlik işlerinde kullanılır. Sağ elle yemek Peygamberimizin sünnetidir yani onun uygulamasıdır. Ayrıca kendileri, Elinizden geldiğince sağdan yapınız, sağı kullanınız” buyurmuştur. Normal durumlarda böyledir ama zorunlu durumlarda sol elle yemek yemenin bir sakıncası yoktur. Bu sol elin günahı nedir ki, insanlar bunun üzerinde duruyorlar? Tespihi ister sol elle, ister sağ elle çek. Peygamberimiz ömründe bir kez olsun tesbih çekmedi. Onun zamanında tespih, din uygulamasına girmemişti. Peygamberimiz namazın ardından tespihlerini, parmaklarının boğumları üzerinde baş parmaklarını gezdirerek çekerdi. Bu şekilde tespih çekmek sağlık açısından da çok yararlıdır. Çünkü eklemler hareket etmekle kireçlenmenin önüne geçilmiş olur.

Yazının devamı...

Huzur imandadır (3)

DÜNDEN DEVAM

Şeyhimizin kerameti kendisinden menkul bir keramet. Bu iddia sahibinin, diğer metinlere yaptığı çevirilerin ne derece aslına uygun olduğunu iyice düşünmek gerekir. Bu zat da İlhan Arsel gibi tercüme eserleri tarayarak kendince İslâm aleyhine kullanabileceği noktaları seçmektedir. Aldığı parçaların çevirisi çoğunlukla kendisine ait değildir. Benim ona cevap vermediğim savı ise asılsızdır. Son zamanlarda bir dergide çıkan yazısına cevap verdim. Çünkü onun din aleyhtarı yazılarından ancak 8 yıl süren yurt dışı yaşamımdan sonra haberdar oldum. İşte o zaman bir yazısına cevap verdim. Sonra

“Din Bu” adlı kitabı çıktı. Ben bunlara cevap hazırlarken bir suikasta kurban gitti. Öldürülmesine gerçekten üzüldüm. Benim cevap kitabımın, onun öldürülmesinden sonra yayınlanmasının asla ondan çekinmemden değil, yurt dışında olmamdan ve basit şeylerle uğraşmaya gerek görmememden ötürüydü. Ama sonra bazı gençler bana topluca müracaat edip bir cevap yazmamı istediler. Ben de onların ricası üzerine bu işe koyuldum.

“İslâm’a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerîm’den Cevaplar” adlı eserim, onun kitaplarından çok önce 1966’da yayınlanmıştır. Şahıslarla dalaşmak, isim zikretmek benim karakterime uymaz. Kim ne yaparsa yapsın. Nice Turan Dursunlar Allah’ın nurunu söndürmeye çalışmışlar ama onlar sönüp gitmiştir. Kur’ân ışığı ise ufukları aydınlatmaya devam etmektedir ve edecektir. Kur’an buyurur: “Allah’a ve Elçisi’ne karşı gelenler kendilerinden öncekilerin tepelendikleri gibi tepeleneceklerdir. Biz açık açık ayetler indirdik. inkârcılar için küçük düşürücü bir azap vardır” (Mücadele: 5). Siz isterseniz Turan Dursun’a cevaben yazdığım “Gerçek Din Bu” adlı eserimi okuyun. Onun bildiği Arapça’nın derecesini de öğrenmiş olur, olayları nasıl kasten çarpıttığını görürsünüz. Size bir soru: Bir deprem anında acaba kime yalvarırsınız, aklınıza kimden yardım istemek gelir? Turan Dursun gibi ateistlerden mi, yoksa kâinatın yaratıcısı Allah’tan mı? Eğer Allah’tan diyorsanız işte doğanızın gereği budur. Yaratansız yaratık olmaz. Aklınıza da fazla güvenmeyin. Bugün doğru bildikleriniz birkaç yıl sonra yanlış olabilir. Bakın dün inkâr ettiğinize bugün inanmaya başladınız. Güvenlik ve huzur imansızlıkta değil, imandadır. İnançsızlık kimseye huzur getirmemiştir.

Yazının devamı...

Huzur imandadır (2)

DÜNDEN DEVAM

Klasik Arapça’yı kendi anadilinden daha iyi biliyormuş. Kitabından vereceğim iki örnek, bu iddiasının nasıl abartılı olduğunu gösterecektir. Birinci kitabın 34. sayfasında Hz. Peygamber’in azl (doğumu önlemek için boşalmadan önce ayırma) ile ilgili sözünü aktarıyor. Ebu Said el-Hudri anlatıyor: “Peygamberle birlikte Benu Mustalik gazasına gittik. Tutsaklar elde ettik. Bekârlık çok güç gelmişti bize o günlerde. Azl yapmak istedik. Ancak “Peygamber aramızdayken ona sormadan nasıl azl yapacağız” dedik. Ve gidip Peygamber’e sorduk. Peygamber de azl yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur (yapabilirsiniz de yapmayabilirsiniz de). Ama bilin ki kıyamet gününe kadar meydana gelecek bir yavru, ne olursa olsun meydana gelir” (Bkz. Buhari, es-Sahih, Kt. Itk/127, Tecrid, hd. No. 1596; Müslim, es-Sahih, Ktb en-Nikah/127, hds. No. 1438).

Bu metinde geçen “Yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur” cümlesinin orijinali “mâ aleykum ellâ tef’alû”dur. Bunun Türkçe anlamı, “Yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur” değil, “Yapmamanız için bir sebep yoktur, yapabilirsiniz” demektir. Yani hadiste, yazarın söylediğinin tersi söylenmektedir. “Yapmamanızda bir sakınca yoktur” değil, “Yapmanızda bir sakınca yoktur” denmektedir. Hatta “mâ”, olumsuz edatı olduğu gibi soru edatı da olabilir. Bu takdirde “Neden yapmayacaksınız?” anlamını da verir.

İkinci kitabın 46. sayfasında Arapça metni şöyle çevirmiştir: “Ancak onlar (Sabiiler),

7 yıldıza ve 12 burca saygı göstermek gerektiğini ve bunların suretlerini (resimlerini, heykellerini) tapınaklarında yapıp bulundururlar. Bunlara kurbanlıklarla ve darıyla yakınlaşmaya çabalarlar.” Burada Sabiilerin yıldız tanrılara kurbanlıklarla ve darıyla yaklaşmaya çalıştıklarını söylüyor. İbn Hazm’ın al-Fasl adlı kitabından aldığı Arapça metinde “ed-Dukhen” kelimesini darı diye çevirmiş ve Sabiilerin, kurban yanında darıyla da tanrılarına yaklaşmaya çalıştıklarını ileri sürmüştür. Bildiğim kadarıyla tarihte hiçbir millet tanrı diye taptığına darı sunmaz. Çünkü darı, tanrıya takdim edilecek değerde değildir. Asıl metinde geçen “ed-Dukhen” kelimesi darı değil, duman, tütsü, buhur demektir. Tanrıları için kurban kesenler, buhur yakarak güzel koku ve tütsüyle ibadetlerini tanrılarına takdim ederler. Dini törenlerde mevlitlerde buhur yakmak, tütsüyle topluluğa güzel koku yaymak hâlâ uygulanmaktadır. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.