Şampiy10
Magazin
Gündem

İnsanı izleyip koruyanlar (7)

* DÜNDEN DEVAM

17 Ağustos depreminden 40 gün sonra yani 26 Eylül 1999 pazar günü Gölcük’te görevliler, enkazın altından bir kediyi sağ olarak kurtardılar. Kedi, yıkılan evin bir odasının köşesinde oturmaktaydı. Ancak bu kadar zaman yalnız kalmaktan ötürü saldırgan olmuştu. Tedavi için yaklaşan veterinerden korkuyordu. Bu gayet normaldi. Ama hayvanın sağ kalması tam bir mucizeydi. Herhalde orada bir miktar su veya yiyecek bulmuştu veya yağan yağmurlardan sızan suları içmiş yahut ıslanan taşları yalayıp hayatını sürdürmüştü. Yüce Allah, hayvanın yaşaması için mutlaka sebeplerini yaratmıştı. Bu da Allah’ın korumasını gayet güzel anlatmaktadır. Gizli güçler, yine Allah’ın kaderi gereği, insanı kesinleşmesi mukadder olmayan bazı kazalardan korurlar. Ama kesin kader gelince el çeker, onu kaderiyle başbaşa bırakırlar.

- Bilinen bir meseldir: Hz. Süleyman, bir grup yoldaşıyla bir çadırda otururken içeriye garip kılıklı birisi girmiş ve oradakilerden birine hayretle bakmış. Baktığı kişi gizlice Hz. Süleyman’a, bu gelenin kim olduğunu sormuş. O da Azrail olduğunu söylemiş. Müthiş korkuya kapılarak Süleyman’dan rica etmiş: “Aman ne olur, rüzgara emret, bu akşam beni Semerkand’a atsın.” Süleyman, emrindeki rüzgara, bu zatı Semerkand’a atmasını buyurmuş ve rüzgar adamı Kudüs’ten Semerkand’a kondurmuş. Azrail gülmüş. Süleyman niçin güldüğünü sormuş. Azrail demiş ki: “Cenabı Hak bana, bu akşam o kulunun canını Semerkand’da almamı emretti. Ben onu burada senin huzurunda görünce hayret ettim. Çünkü bu adam Semerkand’a iki ayda gidemezdi. Ben ise onun canını burada değil, Semerkand’da alacaktım. Bunun nasıl olacağına şaşırdım. Şimdi bu adam, kendi isteğiyle kendisini Semerkand’a attırınca canını orada alacağım.”

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Belki herkesin geçirdiği tehlikeli olaylar vardır. İnsan bunları iyi düşünmeli, kendisinin yalnız, başı boş bırakılmadığını, ruhsal varlıkların gözetimi altında bulunduğunu bilmeli ve onlardan mahcup olmayacak işler yapmalıdır.

NOT: Amsterdam Schipol hava limanına inmek üzereyken düşüp 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan elim kazada mucizevi kurtuluşlar bana bunları anımsattı.

Yazının devamı...

İnsanı izleyip koruyanlar (6)

DÜNDEN DEVAM
Televizyonda izlediğim mucize olaylardan ikisi şöyledir: ABD’de bir kamyon şoförü, uzun yollarda nakliyecilik yaparak ailesinin geçimini sağlamaktadır. Bir seferinde, taşıdığı yükü zamanında yerine ulaştırdığı takdirde ödül alacaktır. Yalnız başına seyahat eden şoför, telsizinden yansıyan sesleri ve mesajları dinlemektir. Bir gece şöyle bir mesaj duyar: “Bana yardım edin. Kurtarın beni. Ne olur yardım edin.” Şoför hemen cevap verir: “Yardım isteyebileceğin kimse veya polis yok mu?” Telsizdeki ses: “Beni duyabilecek hiç kimse yok.” Şoför: “Bulunduğun yeri tam olarak bildir. Sana yardıma geleceğim.” Güçlükle konuşabilen adam, bulunduğu yeri söyler ve ses kesilir.

Şoför, ödülü bir kenara bırakarak bu adama yardım için yolunu değiştirir. Kendisine söylenen yere varır. Bir otomobilin yanında yere uzanmış, kalp krizi geçirmekte olan adamı görür. Adam şoförden, arabasının arka koltuğundaki çantasında bulunan dil altı ilacını ister. İlacı veren şoför, olayı telsizle polise bildirir. Gelen polis, kendisine bu durumdan nasıl haberdar olduğunu sorar. Şoför, telsizden aldığı mesajla buraya gelmiş olduğunu anlatır. Hastanın arabasını kontrol eden polis, “Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Bu arabada telsiz yok ki” der.

Yardım mesajını kim geçti?

Gerçekte telsizin olmadığı arabadan, kamyon şoförünün telsizine yardım mesajını kim geçmişti acaba? Elbette vadesi yetmeyen hastanın koruyucu izleyicileri... Aradan yıllar geçer. Emekli olan kamyoncu bazen arkadaşlarıyla balığa çıkmaktadır. Bunlardan birinde, ağır bir kalp krizi geçiren kamyoncu, köydeki sağlık ocağına kaldırılır. Tecrübesiz bayan doktor, buna kendisinin müdahale edemeyeceğini ösyler. Ancak bu hastanın çok şanslı olduğunu da belirtir. Çünkü ünlü kalp doktoru babası, tatil için kızının yanına gelmiştir. Hemen babasını çağırır. Kalp uzmanı, durmuş olan kalbe birkaç şok uygulayıp şoförü hayata döndürür. Kamyoncunun hayatını kurtaran bu kalp doktoru, vaktiyle kendisinin yetişip hayatını kurtardığı adamdan başkası değildir. Böylece kamyoncu, o adama yardım etmekle kendi hayatını kurtarmıştır.

Yazının devamı...

İnsanı izleyip koruyanlar (5)

* DÜNDEN DEVAM

l 20-25 Nisan 1996 günü Elazığ’ın Tadım köyünde, 6 yaşında Serkan adlı bir çocuk, ağabeyiyle beraber davar otlatmaya gider. Dağda ağabeyine, “Ben eve gitmek istiyorum” der. Ağabeyi, “Sen eve yalnız gidemezsin” diyerek çocuğu bırakmak istemez. Serkan, ağabeyine üşüdüğünü söyler. Bunun üzerine ağabey, Serkan’a kendi ceketini giydirir. O sırada hayvanlar başkasının ekinine girer. Davarı oradan çıkarmak için giden ağabey, döndüğünde Serkan’ın orada olmadığını görür. “Herhalde eve gitmiştir” diyerek kendisini avutur. Fakat köye geldiğinde Serkan’ın eve gelmediğini öğrenir.

Haber hemen duyulur. Bütün köylü, üç gün boyunca çocuğu arar, bulamaz. Üçüncü gün akşam, başka köyün çobanları, davarların ürktüğünü görür. Bunun bir nedeni olacağını düşünerek davarların ürktüğü tarafa giderler. Elleriyle toprağı eşeleyip sürünen bitkin halde bir çocuk görürler. Bunun kaybolan Serkan olduğu kanısına varırlar. Çocuk, aç olduğunu söyler. Biraz çorba içirirler. Yağmur nedeniyle çok ağırlaşan ağabeyinin giydirdiği ceketi atan, kar serpintili iki geceyi yalın ayak geçiren çocuğu doktora götürürler. Sadece eliyle ayağında biraz şişlik görülen, genel sağlığı yerinde olan çocuk şunları söyler: “Yanıma bir sakallı geldi. Ben korktum, bağırdım. Babamla annem geldi. Annemin kucağındaydım.” Şimdi sağlıkla yaşamını sürdürmekte olan Serkan’ı 1998 Haziran ayında köye gittiğimde görmüştüm.

- Gölcük’te henüz 1 yıllık evli genç çift, 17 Ağustos depreminde yıkılan evlerinin altında kalırlar. 9 aylık hamile bu genç hanımın kurtarıldıktan sonra getirildiği hastanede anlattıklarını televizyondan izledim: “Evin beton tavanı üstümüze çöktü. Tavanla aramızda sadece 1-2 santimlik mesafe kalmıştı. Hiç hareket edemiyorduk. Başımızı koyduğumuz yastığın altında bir tabancaya ulaşabildik. Tabancada üç kurşun vardı. Birisini dışarıdakilere duyurmak için kullandık. İki kurşun kaldı. Birini benim için diğerini de eşim için kullanıp intihar etmeyi önerdim. Eşim moral verdi, beni bu düşünceden vazgeçirdi. Uzun zaman sonra ağabeyimin sesini duydum. Biz de yanıt verdik. Babam, ‘Kızım orada mısın?’ diye bağırdı. ‘Evet baba burdayım ve çok iyiyim’ dedim.” Bu çift 13 saat sonra kurtarıldı.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İnsanı izleyip koruyanlar (4)

DÜNDEN DEVAM
17 Aralık 1997 tarihli Milliyet Gazetesi’nin 3’üncü sayfasında şöyle bir haber yer alıyordu: “Mucize Kurtuluş!” İngiltere’de iki arkadaşıyla atlayış yaparken 600 metre yüksekten paraşütsüz düşen bir kişi hafif sıyrıklarla kurtuldu. Bren Jones adlı bu iş adamı, iki paraşütçü arkadaşıyla birlikte atlayış yapmak üzere Lincolnshire’a gitti. Bir uçakla 1700 metre yüksekliğe çıkan ekip sorunsuz bir atlayış yaptı. Ancak 600’üncü metrede Jones’un paraşütünün arkadaşlarından birininkine takılmasıyla birlikte düşmeye başladılar. Diğer iki paraşütçü, Jones’un paraşütünü kesmeye ve yedek paraşütlerle inmeye karar verdiler. Jones, 600 metreden düştü. Yarı bilinçsiz halde bulunan iş adamı kazayı küçük sıyrıklarla atlattı.

* Muhasebeci 22 yaşındaki Süha Akbaba, 34 U 8729 plakalı otomobiliyle Kartal Meslek Lisesi yakınlarında virajı alamayınca yolun kenarındaki bariyerlere çarptı. Bariyerleri aşan otomobil 3 metre yükseklikten rayların üzerine düştü. Otomobil, bu sırada Gebze-Haydarpaşa seferini yapan 14072 sefer sayılı banliyö treninin altına girerek sürüklendi. Hurdaya dönen otomobilden yara almadan kurtulan Akbaba,“Yaşadığıma inanamıyorum. Verilmiş sadakam varmış. Tren, benim bulunduğum taraftan çarpmasına rağmen burnum bile kanamadı” dedi.

Ölüm olmaması şans mıydı?

* Çankaya-Türkiş arasında sefer yapan Doğan Kara yönetimindeki 06 AN 1636 plakalı halk otobüsü, Cinnah Yokuşu’ndan aşağı inerken freni patladı. Büyük bir hızla önündeki arabayı altına alarak sürüklemeye başlayan otobüs, 8 araca daha çarptı.“Terminatör”otobüs, Polonya Elçiliği’nin bahçe duvarına çarparak durabildi. Kazada yaralanan 12 kişi çeşitli hastanelere kaldırıldı. Kazada ölüm olmaması şansa bağlanırken ağır yaralı olan 4 kişi ameliyata alındı.

* Erzurum’da bir kız, Tıp Fakültesi’ni bitirir ve evlenir. Kocasıyla birlikte arabayla giderken kocasına, “Şu dedeye bak. Ne kadar nurlu” der. Kocası göremediği ihtiyara bakmak isterken direksiyon hakimiyetini kaybeder. Genç doktor yaşamını yitirir. Kocası ve çocuğu kurtulur. Kocasının anlattığına göre orada ihtiyar falan yoktu. Azrail, vadesi dolmuş kadına öyle görünerek genç kadını ahirete götürür. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İnsanı izleyip koruyanlar (3)

* DÜNDEN DEVAM

12 Mayıs 1991 tarihli Milliyet Gazetesi’nden:“Bangladeş tayfununda 150 bin kişinin evsiz kaldığı bildirilirken ülkenin kuzeyindeki Surma ve Kushiara ırmaklarının taştığını öğrenildi. Bangladeş Çevre Bakanı Abdullah en-Numan’ın açıklamasına göre 29 Nisan 1991 tarihindeki kasırga sırasında bir yunus balığı, Ukhia köyünde dalgalara kapılan bir bebeği ağzına alarak 30 kilometre uzaklıktaki Çokoria köyüne taşıdı. Bebek köydeki balıkçılar tarafından hastaneye kaldırıldı.”

- 2004 yılında Endonezya’da meydana gelen tsunami sırasında denizde boğulmak üzere olan anneyle çocuğu, önlerine çıkan bir yılan balığının sırtına binerek kıyıya çıktı.

- 1995 yılı Ocak ayı başlarında İstanbul’da 17 yaşındaki bir kız öğrenci, intihar etmek üzere kendisini boğaz köprüsünden aşağı atmıştı. Üzerindeki montun içine dolan hava, genç kızın düşmesini hafifleterek hayatını kurtarmıştı. Bu da mucizevi bir olaydı.

- 10 Mayıs 1997 Cumartesi günü akşam vakti, çaldırdığı para yüzünden bunalıma giren Fatma Köksal, Boğaz Köprüsü’nden kendisini aşağıya bırakmış. Tesadüfen orada bulunan balıkçılar tarafından denizden çıkarılıp hastaneye götürülen Fatma Köksal, akciğerleri zedelenmesine rağmen kurtulmuştur.

- 13 Ocak 1995 Cuma günü televizyonların verdiği haberde Kolombiya-Bogota seferini yaparken havada infilak ederek bir bataklığa düşen uçağın 51 yolcusunun öldüğü belirtiliyordu. Kazada 10 yaşındaki kız çocuğunun sadece kolunun kırılarak kurtulduğu ifade ediliyordu. Herkes bunu “mucize” olarak nitelendirdi. Bir başka gün, bütün televizyon kanalları yine Kolombiya’da meydana gelen mucizevi bir kurtuluş olayını veriyordu: 22 Aralık 1995 günü Kolombiya’da, limandan havalanan bir yolcu uçağı 4 bin metre yükseklikten düşerek dağa çakıldı. 100’den fazla yolcu ölürken 4 kişiyle bir köpek yavrusu sağ olarak kurtuldu. Bu yükseklikten düşen ve hurda yığını haline gelen uçaktan 4 kişinin sağ çıkması insanları hayrete düşürmüştür. Hele kahve rengi, sevimli yavru köpeğin burnu dahi kanamadan kurtulması, tam bir mucize olarak değerlendirildiğinden köpeğe Miracle (mucize) adı verilmiştir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İnsanı izleyip koruyanlar (2)

* DÜNDEN DEVAM

Hz. Ali, “Muradlı bazı kimseler seni öldürmek istiyorlar. Kendini bekletsen (yanına koruma alsan) iyi olur” diyen birine, “Her kişinin yanında iki melek vardır. Bunlar, onu mukadder olmayan şeylerden korur. Fakat kader gelince melekler onunla olay arasından çekilirler. Ecel sağlam bir kalkandır” demiştir (İbn Mace,Tıb: 1; Tirmizi, Tıb: 21). Tabii bu sözü, tedbiri bırakmak anlamına gelmez. Bazı insanlar Hz. Peygamber’e, “Ya Resulallah, ne dersin? Tedavi olsak, afsun yaptırsak, kendimizi korumak için tedbir alsak bu, Allah’ın kaderine engel olabilir mi? Bunun bize bir yararı olur mu?” diye sormuş. O da “Allah’ın kaderlerinden biridir” buyurmuş.

Hastalık nasıl Allah’ın kaderi ise onun tedavisi de Allah’ın kaderidir. Bazı etkenlerin hastalık yapmalarını takdir eden Allah, bazı karşı etkenlerin de o hastalığı tedavi etmesini takdir buyurmuştur. Hastalığın çaresini aramak, Allah’ın bir kaderiyle diğer kaderini savmaya çalışmak, bir kaderinden diğer kaderine geçmektir. Veba salgını bulunduğunu duyunca Şam’a girmekten vazgeçip geri dönmeye karar veren Hz. Ömer, Şam komutanı Ebu Ubeyde’nin, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” sözüne, “Allah’ın bir kaderinden diğer kaderine kaçıyoruz”demiştir.

- “Trafik kazasında 4 kişi öldü. Ancak annesinin kucağındaki çocuk, kırılan pencereden birkaç metre öteye fırlayıp hiç yara almadan kurtuldu” şeklindeki olayları çok duyduk. İşte Allah’ın, insanın başına diktiği ruhani güçler, henüz ecelini doldurmamış o çocuğu korumakta, o insanı kurtarmaktadır. Özellikle kendisini korumaktan aciz çocuklara, Allah’ın riayeti ve koruması daha fazladır.

- Üniversitede bir doçent arkadaşım, kamyon şoförlüğü yapan Artvinli Kadir isimli bir kişinin kendisine anlattığı şu olayı aktarmıştı: “Bir gece yalnız başıma Yusufeli yakınlarındaki Tortum baraj gölünün yanından geçerken uyumuşum. Yanımda bir kızın oturduğunu görüyorum. Kulağımdan tutan kızın, ‘Sağdan git, soldan git’ gibi komutlarla beni yönlendiriyordu. Kıza, ‘Beni öper misin?’ dedim. ‘Ben meleğim, sana yardım etmek istiyorum. Frene bas. Yoksa uçurumdan yuvarlanacaksın’ dedi. Frene basmışım. Tam o sırada kendime geldim. Gerçekten o anda frene basmamış olsaydım parçalanmış olacaktım.”

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İnsanı izleyip koruyanlar (1)

Rad Suresi’nin 11’inci ayetinde insanı önünden, arkasından kollayıp koruyan manevi varlıklar (melekler) olduğu vurgulanır. Hayatta birçok tehlikeden kurtulma olayı vardır ki bunlar ancak mucize olarak nitelendirilir. Yaşamımız boyunca bunun örneklerine tanık olmaktayız.

- 2007 yılında İstanbul Ataşehir’de bir kız, 14 katlı apartmanın 10’uncu katından düşüyor ve ölmüyor. Güldalı isimli bu kız televizyonda olayı şöyle antatıyor: “Sabahleyin uyandığımda pencereyi açtım. Dışarıya bakayım dedim. Uyku mahmurluğuyla dengemi kaybetmişim. Düşmeye başladım. Başım aşağıya doğruydu. Bir katın pancuru açıkmış, ona çarptım. Başım yukarıya doğru döndü. Allahım bana yardım et diye yalvardım. Çok korkuyordum. Düşüyorum ama çok yumuşak biçimde. Sanki hava beni kucaklayıp hafifçe yere indirdi. Herkes öldü sanmış. Yanıma geldiklerinde ben üstümdeki tozu silkeleyip kalkmaya çalışıyormuşum. Hastaneye götürdüler. Şansım varmış. Türkiye’nin her yerinden uzman beyin cerrahları, hastanede düzenlenen sempozyuma gelmişler. Hepsi bana yardımcı olmaya çalıştılar.” 27 Ocak 2009 tarihinde televizyonda yayınlanan bu haberin devamı şöyleydi: “Güldalı gülümsüyordu. Şimdilik tekerlekli sandalyede ama yürüyeceğine bütün kalbiyle inanıyor.”

Gitmedi ve kurtuldu

- 25 Şubat 2009’da İstanbul-Amsterdam seferini yapan THY uçağı piste 500 metre kala çamurlu tarlaya düştü. Sürüklendi. Gövdesi üçe bölündü. 9 kişi öldü, 80 kişi de yaralandı. Ama uçaktan burnu kanamadan çıkanlar oldu. Ayrıca bilet alıp son anda gitmekten vazgeçen üç kişi vardı. Bunlardan biri her hafta Hollanda’ya uçuyordu. Olaydan sonra şöyle dedi: “Amsterdam’a gidecektim ama o gece içimde uyanan bir hisle ‘canım istemiyor. Şimdi gitmeyeyim’ dedim. Bileti iptal ettirdim.” Belki gitseydi, yaralanacak veya ölecekti ama manevi koruyucular onun içine gitmeme isteğini düşürdüler. Gitmedi ve kurtuldu.

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Peygamber’in sahabisi Ebu Ümame, ‘Hiçbir insan yoktur ki kendisiyle beraber olup kendisini savunan bir melek bulunmasın. Melek onu, kendisi için takdir edilen şeye teslim edinceye kadar savunur’ demiştir” (İbn Kesir,Tefsir: 2/505)

Yazının devamı...

Ali evladı (3)

* DÜNDEN DEVAM

Bilindiği üzere Hz. Hasan, babasından sonra halife oldu ama Müslümanlar arasında kan dökülmemesi için Muaviye’nin ardından halife olmak kaydıyla Muaviye lehine halifelikten feragat etti. Fakat bir süre sonra karısı Cade tarafından zehirlenerek hayatını kaybetti (Mesudi, Muruc, 3/5-6). Hasan ve Hüseyin neslinden gelip de halifelik iddiasında bulunanlar, devrin iktidarı tarafından şiddetle cezalandırıldı. Zühd ve takvada daha üstün olan Hüseyin nesli ise Kerbela olayından sonra pek siyasete karışmayıp kendilerini ilme ve takvaya verdiler.

Ali Zeynelabidin’in oğlu Zeyd, Emevi iktidarına karşı isyan başlattı ise de hareketi şiddetle bastırılıp öldürüldü. Ali Zeynelabidin’in diğer oğlu Muhammed Bakır ve onun oğlu Cafer-i Sadık, siyaset üstü kalıp ilimle meşgul oldular. Cafer-i Sadık’ın vefatından sonra oğulları İsmail ile Musa Kazım’dan hangisinin imam olacağı konusunda Şiiler arasında görüş ayrılığı belirdi. İsmail adına başlatılan hareket, İsmailiyye adıyla evlatları ve yandaşları tarafından sürdürüldü. Zamanla güçlenen bu akım, Kuzey Afrika ve Mısır’da üç asır süren Fatimi hilafetini kurabildi. Musa Kazım’ın çocukları siyasete karışmadılarsa da hareketleri daima Abbasiler tarafından izlendi. Ancak Abbasi halifelerinin Ali evladına karşı tutumları da farklıdır.

Seyyid ve şerifler...

Kimi ılımlı, hoşgörü göstermiş, kimi de onlara karşı sert davranmıştır. Halife Memun, İmam Ali Rıza’yı kendisine halef göstererek bir feragat örneği vermiştir. Buna karşılık Mütevekkil, Hz. Hüseyin’in Kerbela’daki türbesini yıkıp yerle bir edecek kadar Ali evladına düşmanlık göstermiştir. Ali ve Fatıma çocuklarından Hasan nesline şerif, Hüseyin nesline seyyid denilir. Abbasi halifesi Harun Reşid döneminde seyyid ve şeriflerin yeşil sarık sarmaları kuralı konmuştur.

Memun ise Ali Rıza’yı kendisine halef seçtiği zaman Abbasi rengi olan siyahı bırakarak Ali Rıza’ya yeşil sarık giydirmişti. Osmanlılar döneminde şerifler yeşil, seyyidler ise sarı sarık sararlardı. II. Bayezid zamanında geliştirilen Nakibul-eşraflık kurumu, Ali evladının şecerelerini tutmak ve bu konuda sahte nispet iddilarında bulunanları cezalandırmakla görevliydi. Seyyid veya şerifliği tasdik edilen kişi, sarığını ömür boyu giymek zorundaydı. Bir suç işlerse önce sarığı çıkarılır, sonra cezalandırılırdı (Bkz. M. Öz, DY. Vakfı İslâm Ans. 2/392-393).

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.