Şampiy10
Magazin
Gündem

Çekilme yerine ‘lağvetme’ neden olmuyor?

Televizyonlar, gazeteler devamlı “geri çekilme” muhabbeti içindeler.. “PKK sınır ötesine güvenli çekilme için yasa çıksın istiyor”.. “TBMM geri çekilme için devreye girerse ne olur, girmezse ne olur”.. “Geri çekilmenin güvenli olması için akil adamlar aranıyor”.. Ve daha insanın içine baygınlık getiren, günlerdir bitmek bilmeyen bir sürü tartışma, laf kalabalığı..

Bazı okurlarımız haklı olarak soruyorlar; “PKK zaten sınır ötesinden gelip, bombalayıp, mayın döşeyip, saldırı yapıp gitmiyor muydu? Sınırın öbür tarafına çekilmesi ne fark edecek?”

Bazı okurlarımız da “ne yapılırsa yapılsın, açıktan açığa bir geri çekilme sırasında provokasyonlar önlenemeyebilir, bu da çok kötü olur” endişesinde..

Silah bıraksın, çekilmesin!

Oysa bütün bunlara hiç gerek yok, sorunun ta kendisi PKK’nın “silah bırakma”yı kabul etmemesinde yatıyor. İsrarla “silahı toptan bırakma” yerine “ateş kes, eylemsizlik vs. vs” diye oyalama yaptıkları için ilerleme kaydedilmiyor.

Bu geri çekilme tartışmasını yapacaklarına “Madem ki böyle bir süreç başladı, kardeş kardeş bir arada yaşamayı kabul ediyoruz, madem ki o teröristlerin de bu ülkenin vatandaşı olduğunu söylüyoruz, Hükümet tarafı da ‘her tür talebimizi karşılamaya’ yakın görünüyor, biz de terörü toptan bitiriyoruz. Artık bir terör örgütü ve terör girişimi hiç olmayacak. Terörist de olmayacak” deseler olmaz mı?

Tek tek sayacak mısınız?

Bütün teröristlerin sınır ötesine çekildiğini kim anlayabilir ki zaten? Alnında bir işaret filan mı var hepsinin? Sınır ötesinden (Irak’tan, Suriye’den, İran’dan) istediği anda geri geldiğine göre hepsi çıksa ne anlamı var? Bazı evlerde “bir kardeşin dağda, diğerinin şehit asker olduğu” haberlerini görmedik mi, dağdakiler evlerine hiç mi uğramıyor? Birçok evde terörist olsa bile anlaşılabilir mi?

Bu “çözüm” denen süreçte BDP ve PKK her tür taleplerini adeta dayatarak söylediler, silahlı güçlerinin geri çekilmesinden söz ettiler ama “Terör örgütü sürecinin biteceğini” hiç söylemediler. Eğer ilerde yeni talepler için “aynı yöntem” kullanılmayacaksa bunu kesinkes söylemeliydiler, kullanılacaksa bütün bu olay neyin nesidir, sormaz mısınız?

Hükümet de, muhatabı olan Demirtaş, Öcalan ve Karayılan da bu soruyu cevaplamalı..

Akiller ile sakiller!

Pazartesi günkü yazımın başlığı buydu aslında, okurumuz Selçuk Tınaz’a ait sözcükler bunlardı, son dakikada “Akiller kimden akil” diye değiştirince ilk cümle havada kalmış. Şimdi gidişatta yukardaki yazımda söz ettiğim durum iyice göze batmaya başladığı için başlık iyice haklılık kazanıyor.

Akil adamlar diye seçecekleri sonunda sakil adamlar olacaklar, belli.. Terör örgütü orta yerde dururken hangi geri çekilmeye göz kulak olacak, kimi neye ikna edecek bu akiller?

‘Makul’le beraber olmuyor!

Bakın, terörü iyi bildiği için bu durumun “makul” olmadığını da bilen Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök “akil adamlığı” kabul etmiş mi, etmemiş. “Ben makul adamım” demiş, demek ki ikisi bir arada olmuyor.. Her konuda sessiz kalmanın kendisi için “en güvenli yöntem” olduğunu da biliyor bu “makul adam”..

STK’lar neden yok?

Bu arada.. Bence son derece gereksiz, zaten akil adamın “sadece kendi aklına güvenen, kendinden başka akıldan çıkana itibar etmeyen” tarifine bakınca bizi yönetenlerden başkası olamaz diyor insan ama akil adamlar arasında “sivil toplum kuruluşları, kadın yöneticileri” neden yok? Seçenler erkek olduğu için erkeklerin “daha akil” olduğuna mı karar verdiler acaba?

KOMİKK!!



Atatürk anıtını da kaldırın!

Batman kent merkezinde 30 yıldır Atatürk heykelinin yanında bulunan, Atatürk’e ait “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözü kaldırılmış, yerine “Yurtta Sulh,

Cihanda Sulh” yazısı konmuş. Görenlerin “Çözüm sürecinin Batman’daki yansıması” olarak değerlendirdikleri belirtiliyor.

Yine şimdi “ne önemi var canım” diyenler çıkacaktır malum ama önemi yoksa neden 30 yıldır duran söz kaldırılıyor? Çözüm; Türkiye toprakları içinde, bu devleti kuran Atatürk’ün sözlerinin bile yazılamadığı bölgeler oluşması mıdır?

Yoksa çözüm adına yakında bu sözü söylemek bile yasaklanacak mı? Atatürk anıtlarını da şimdiden kaldırsınlar da kökten bitsin tartışma!

Yazının devamı...

‘Silahlı mücadele gündemde tutulacak’mış!

Başbakan Erdoğan son konuşmasında da yine “çözüm sürecinin önüne dikilenler” diyerek bu süreçte “tüm ihtimaller”i tartışanlara, başta her zaman yaptığı gibi “muhalefet partilerine” çattı... “Öcalan’a ne söz verdin diye soruyorlar, milletimin verdiği yetkinin dışına çıkmadım” dedi. Ama PKK’nın Kandil’deki lideri Karayılan da, BDP de “geri çekilme ve silah bırakma” için şartlar öne sürüyorlar ve bu şartların başında “parlamentonun alacağı yasal kararlar” geliyor. Yani “yeni anayasada söz verilmiş olan değişiklikler”..

Karayılan, Hasan Cemal’le yaptığı röportajda da “Türk Hükümetinin Ortadoğu’da PKK lehine gelişmelerden çekindiği için çözüm noktasına geldiğini” söyledikten sonra yine ayrı bir devletten söz ediyor gibi “Türkiye’yle ittifak temelinde Kürt sorununu çözme ve ortak yaşamı tesis etme” benzeri ılımlı sözlerin arkasından “Silahlı mücadele olgusunu gündemde tutmaya karar verdik” diyor.

Bu şartlar ne?

“Sınır dışına çekilme için şartlarımız var; yasal çerçeve.. Hükümet gerekli adımları atsın” diyor..

“Geri çekilme Sonbahar’a sarkar”..

“BDP Genel Başkanı Demirtaş ‘silahlı boyut yüzde 99 bitti, yüzde 1 parlamentonun kararına kalmıştır” dedi, bu yüzeysel bir yaklaşım, geri çekilme ve silahlı mücadelenin sonlanması öyle kolay bir şey değil” diyor..

“Kalıcı barış Apo’nun özgürlüğünden geçer” diyor..

Çok zorlandığında, sıkıştırıldığında “önce özerk, sonra bağımsız bölge” taleplerinden vazgeçmişler gibi şartları “Kürt kimliğini tanıma, ana dilde eğitim ve benzeri alanlarda devletin adım atması” olarak tarif ediyor ama bu “benzeri alanlar” nedir, ondan söz etmiyor.

Gerçek hâlâ gizleniyor!

Sadece 2011’den bu yana terörle 3000 insanın öldüğünü söylediğine göre bu boyutta acımasız bir terörü sadece “Kürt kimliğini tanıma ve ana dilde eğitim” için mi yaptılar?

Şu anda Hükümet bu tür talepleri karşılamaya hazır göründüğüne göre ve buna rağmen hala “geri çekilme ve silahlı mücadelenin zor olduğunu” söylediklerine, “Öcalan’a af”fı da telaffuz ettiklerine göre bunun için gereken “yasal düzenleme” başka neleri içerecek? Ne oldu da bu güne kadar dilden düşürmedikleri “kendi kendini yöneten, kendi eğitim ve savunma sistemi olan özerk bölge” talebinden vazgeçilmiş gibi konuşmaya başladılar? Halkın bu konuları merak etme hakkı yok mudur?

Eğer bu özerk bölge “yerel yönetim yasası” değiştirilerek veya “başkanlık sistemi için eyaletler gerekli” denerek getirilmeyecekse, bu talepten gerçekten (birkaç yıl içinde tekrar o noktaya gelmeyecek şekilde) vazgeçtilerse bunu açıkça ifade etmeleri gerekmez mi?

Karayılan bile TBMM diyor!

Bunların yanında dikkat çeken nokta Kandil’deki Karayılan’ın bile “Başbakan Erdoğan, Meclis’e gerek yok, Hükümet olarak yaparız dedi ama bu eksik bir çerçeve.. TBMM karar almalı, CHP de bu sürece dahil edilmeli” demesi.. O bile bu önemli “anayasal” kararları ancak Meclis alırsa doğru olacağını biliyor. Bakalım yeni anayasa bu sorunu nasıl çözecek



Akiller kimden akil?

Bu sözcükler bana değil, okurumuz Selçuk Tınaz’a ait.. Haksız da değil.. PKK liderleri “Öcalan geri çekilme için tarih, takvim gibi teknik boyutlara girmedi, bizce de bu öyle kolay bir konu değil” diyor ama bir yandan da “geri çekilme konusunda gözlemci olacak, kamuoyunu da şartlara hazırlayacak akil adamlar” listeleri yapılıyor.

Liste başında da deneyimli siyaset bilimciler, toplum bilimciler, terör uzmanları filan değil, yaptığı bir konuşma nedeniyle “Kadirizm” var, Kadir İnanır.. Arkadan gazeteciler, yazarlar geliyor.. Neden Ayşen Gruda yok mesela, bu durumda sorulabilir.. O da “teröristleri ikna için dağa çıkarım” demişti. Ayrıca neden Kürtlerden oluşan bir akil adamlar listesi de yok, asıl onlar silah bırakmayı kabul etmeyen, ateşkes yaptığını söyleyen PKK’nın geri çekilmesinde etkin rol oynayabilir değil mi?

Önce “Sonbahar’a kadar sarkabilir” dedikleri ve bunun için şartlar öne sürdükleri geri çekilme tam olarak ne zaman gerçekleşir, daha toplum kaç ay gereken şartın ne olduğunu bilmeden “barış süreci” tartışmalarını, polemiklerini izler o belli olsun, “geri çekilmeye göz kulak olacak” akil adamlar listeleri sonra çıksın.

Kamuoyunu “ikna”ya gelince; (en teknik yargı referandumuna yetecek akıl var da buna mı yok) toplum yeterince “akil” zaten, kimsenin aklı diğerinden fazla değil, herkes aynı terör acılarını yaşadı, tiyatro gösterisine gerek yok! İnşallah terör biterse bu “talepler karşılandığı için” bitecek nasılsa, açıkça söyleniyor!

Yazının devamı...

Silah bırakma ve geri çekilme var mı?

Bazı arkadaşlar köşelerinden “şu parti böyle değerlendirdi, bu parti öyle değerlendirdi, Kemalistler böyle değerlendirdi” diye Öcalan’ın Nevruz açıklamasına kafadan “başkalarının değerlendirmesini” yazıp duruyorlar. Da kendilerinin nasıl değerlendirdiği pek görülmüyor. İyice incelesinler mesela; Başbakan Erdoğan “silah bırakma ve bir başka ülkeye çekilme”yi devamlı öne sürerken PKK tarafında böyle bir niyet var mı? Bir başka ülke dediğiniz zaten PKK’nın “devlet kurmayı ve sonunda hepsini birleştirmeyi” planladığı diğer üç ülkeden; Irak, İran ve Suriye’den başka bir yer değil.. Kaldı ki bu ülkelere çekilseler bile oradaki PKK güçlerinin de desteğiyle sınırı geçip terörü sürdürmeleri an meselesi..

Ateşkes diyor!

PKK liderleri buna rağmen “silah bırakma ve geri çekilme” konusunda pek de istekli değiller. “Ateşkes” dedikleri şey “eylemsizlik” kararından başka bir şey değil ki bunu zaten daha önce “referandum ve seçim” sırasında geçici olarak yapmışlar ve seçim bittiğinde Hükümet tutum değiştirince teröre yeniden başlamışlardı.

Şimdiki konuşmaları “savaş ve barış” sözcüklerinden başlayıp “PKK askeri faaliyetlerini ateşkes planı çerçevesine göre ayarlayacak”, “silahlı güçlerimiz duruma göre tavır alacak” cümlelerine kadar hep “iki ayrı devlet” havasında yapılıyor. Ortada bir “savaş” mı vardı, yoksa bitirilmesi istenen “arkadan saldırılarla gerçekleştirilen terör” müydü, önce bunun anlaşılması lazım..

Geri çekilme ise “Hükümet ve parlamentonun sorumluluğunu yerine getirmesi, zeminin oluşması” şartlarına bağlanıyor. Oysa daha önce nasıl yüzlercesi bir arada sınırları geçip Türkiye’ye girmeyi başardılarsa yine sessizce çekilebilirler, neden olmasın? Zaten teröre son verecekleri liderleri tarafından karara bağlandıktan sonra çekilseler ne olur, çekilmeseler ne fark eder. Kaç kişinin çekilip, kaç kişinin kaldığı “sayım” yapılarak mı anlaşılacak?

Terör tehdidi ile...

Genel tabloya baktığınızda bir taraf “barış şarkıları” söylerken diğer taraf hiçbir açıklamada “talepler karşılanmazsa anında teröre başlarız” tehdidini eksik bırakmıyor ki Başbakan da bunun farkında.. Gerçekten “iyi niyet” varsa bu “ateşkes” ile değil, önce koşulsuz olarak silah bırakma ve demokratik zeminde “olabilecek” taleplerin gerçekleştirilmesi şeklinde yapılır. Silahların, tehditlerin gölgesinde ve “karşı bir devlet”miş gibi davranarak değil.. Siyaset bilimciler bu konuşmaları değerlendirmeliydi aslında ama onlarda bile konuşma isteği ve cesareti bırakılmadı maalesef!

Şöhret meraklısını kim susturacak?

Twitter herhalde “küfür merkezi” olacak değil, bu ülkede “twitter”ı bile çileden çıkaracak değiliz..

Baş harfleri N.D olan (şöhret merakına yardımcı olmayalım) ve aslında “ünlü bir kadın sanatçının, programcının arkadaşı” olarak isim yapmış olan şahıs Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarına katılmış. Bayrak olmaması nedeniyle kendisine de tepki gelmiş. Aman Allah’ım o ne hakaretler öyle; Soysuz köpekler, yavşaklar, ağzı savaş kokan kan emici savaş bezirganları, şerefsizler, kuduz gibi saldırdılar ve daha bir çok iğrenç sözcük.. Her fırsatı reklama çevirmeye çalışan bu adamı kim durduracak? İnterneti gençlere, “insanlara kötü örnek sunma aracı” haline getirmelerine kim engel olacak?



Şehrin göbeğinde kadına saldırı!

Kadınlara karşı erkek şiddetinin azaldığı iddia ediliyor ki durum bunun tam aksi.. Saldırgan erkeklerin ayrıldıkları kadınlara, ayrılmak isteyen eşlerine ve hatta “kendi ailelerindeki çocuklara” saldırdığı ve bu olayların görülmemiş şekilde arttığı gizlenemeyecek şekilde ortada..

Cuma günü Beyoğlu Tarlabaşı ’nda bir kadına 5 adamın saldırdığı haberi vardı. Şehrin göbeği, olay yeri kalabalık ama kimse kadına yardım etmiyor, hatta sesini bile çıkarmıyor. Bir erkek cep telefonunu çıkararak “onu bırakın yoksa polis çağırım” deyince ona saldırıp dövüyorlar, bir arabanın önüne düşüyor ama ne araçtakiler, ne de etraftaki insanlar hep birlikte adamı kurtarmak için harekete geçmiyor.

Böylece saldırganlar “yardım edin” çığlıkları atan kadıncağızı sürükleyerek Aksaray yönüne götürüyorlar ve kadın hala bulunamamış.. Yok orası “kör nokta”ymış, kamera kaydı yokmuş filan.. Polisin söylediği bu..

Ülkedeki güvenliğe bakın, insanların vurdumduymazlığına bakın. Yazıklar olsun insanlığımıza, korkaklığımıza, beceriksizliğimize.. Ben bile kadın halimle ortaya atılır, engel olmaya çalışırdım. Beyoğlu Emniyeti bu “dağ başı” havasının hesabını vermeyecek mi şimdi? O zavallı kadının başına kim bilir ne korkunç şeyler geldiğini o sorumsuz ve korkak “izleyiciler” düşünmeyecek mi, vicdanları sızlamayacak mı?

NOT: Dün de Samsun’da 19 yaşında bir genç kızın boğazının kesildiği ve 4 yerinden bıçaklanarak komaya sokulduğu haberi duyuldu. Daha ne kadar susacağız bu vahşete? Mahkemeler suçsuz insanlara müebbet verirken bu katillere ne hakla ceza indirimi yapıyor? Neden hesap sorulmuyor?

Yazının devamı...

Türk bayrağı siyasi partiye mi ait?

Diyarbakır ’daki Nevruz kutlamalarında tek bir Türk bayrağının olmaması tepki çekti, Başbakan Erdoğan da iki kez bu konuya vurgu yaptı, tepki gösterdi.. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş onun tepkilerine karşılık “Türk bayrağının asılması için şart” öne sürmüş..

Demirtaş “Bayrak bir siyasi partinin ve anlayışın unsuru olmaktan çıkarılırsa önümüzdeki Nevruz’da asılabilir” demiş. Sanki daha şimdiden Diyarbakır “başka bir devletin şehriymiş gibi” bunu söyledikten sonra “Kürt halkı devletin bayrağından rahatsız değildir” diye devam etmiş..

Yani hem Türk bayrağının “siyasi bir partinin ve anlayışın unsuru” olduğunu iddia ediyor, hem de “devletin bayrağı” olduğunu söylüyor. Hangisinin doğru kabul edilmesini bekliyor acaba?

Türk bayrağı “bir partiye ait” ise hangi parti bu? Diğer partiler “bizim bayrağımız değil” mi demişler?

BDP “ülke bütünlüğü korunacak” dediğine göre aynı zamanda kendi bayrağı değil mi? “Türkiye’nin bayrağı bir anlayışa ait” ise o hangi anlayıştır? Çelişkinin de bir sınırı olmalı.. Türk bayrağının Türkiye sınırları içinde asılması “şartlara bağlanabilir mi”, yoksa o sınırlar değişmiş midir bunun cevabını vermek Hükümet’e, sözlerini açıklamak Demirtaş’a düşüyor!



Tokat saldırısı gibi..

Bendeki çağrışımları durduramıyorum, keşke yapabilseydim. Bu lav silahlı, ses bombalı silahlı saldırıları duyduğum anda önce aklıma Tokat saldırısı geldi, arkasından “Ergenekon’da verilen müebbet cezalarından hemen sonra.. Bu saldırılar da mutlaka Ergenekon’a yüklenecektir” diye tahmin ettim, öyle oldu.

Eğer “terörist liderleri tanık yapılırken” İlker Başbuğ’a “tanıklık etmek isteyen komutanları” bile dinlemeye gerek duymadan, sahte delilleri ortaya çıkaran bilirkişi raporlarını da yok farz ederek ömür boyu hapis cezası veren mahkemeler varsa onları haklı çıkaracak, halkı da inandıracak kanıtlara ihtiyaç hissedilebilir. 7 askerimizin şehit olduğu Tokat Reşadiye saldırısı sırasında da hemen, daha araştırmanın bitmesi beklenmeden Hükümet üyeleri “PKK değil, başka örgütlerden şüpheleniliyor” demişti. Arkadan PKK üstlendi saldırıyı..

Eh insaf artık!

Şimdi bu “sis bombalı, lavlı” saldırıyı DHKP-C diye bir örgüt üstlendi dediler. Niye yapmış belli değil. Ama arkadan Başbakan’ın çıkıp aynen Tokat saldırısında “işaretler başka örgütü gösteriyor” dedikleri gibi “Bu örgütün bildirisi ile CHP’li Aygün’ün açıklaması benziyor. Zaten Kılıçdaroğlu da bu örgütün varlığını hiç kabul etmedi” demesi henüz araştırma safhasındaki bir olayda polisi ve yargıyı etkilemek, hatta yanıltmak değil midir?

Hani muhalefet partileri ağızlarını her açışlarında olmadık suçlamalar ve hakaretlerle karşılaşıyorlar ama siyaset etiğini bu kadar yok saymak fazla değil midir? Bildiğim bir şey varsa hiçbir ülkede böyle bir yakıştırma asla yapılamazdı. Sonuçta bu da ülkenin “ana muhalefet partisidir ve demokrasi adına iktidar partisi kadar gereklidir” değil mi? Başkanlık sisteminde tamamen yok olacaklar ama daha şimdiden??

İtiraf ediyor

Ayrıca.. Birbiriyle hiç alakası olmayan insanların, mahkeme kararlarını uyguladığı için içeri atılmış ve ağır hasta bir rektör le, dünya çapında ünlü bir cerrah ın, ülkenin tanınmış başarılı gazetecileriy le emekli generaller in ve dahi bir Genelkurmay Başkanı’nın, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ’in içinde olduğu söylenen “iddia bir örgüt”e herkes inanmak zorunda mı? Hele bu örgütü ilk ortaya atan Tuncay Güney “Ergenekon bir projeydi, bitti. Devlet bana baskı altında bunları söyletti” itirafını yapmışken neden inanmak zorunda?

Kaç kişi aylar-yıllarca içeri atılıp delil bulunamadığı için bırakılmışken neden herkes geri kalanların “hükümet indirmek için çalıştığına” inanmak zorunda? İnanmayanı kim, ne hakla bu “ispatlanamamış” örgütle yan yana getirebilir? Hem de hukuka aykırı olduğu açıklanmış “özel yetkili” lerin elindeki bir davada? Bunların hepsi bir tür “kamuoyuna baskı”dır, halkı yanıltmaktır .

Tabii ki olay için geçmiş olsun, Allah’tan yaralanan yok ama benzer bir saldırı, hem de tam “masasını nişan alacak şekilde” İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’a da yapıldı.. Hükümet’in görevi ülkede güveni sağlamak, bu tür olayları önlemektir. Örgüt ilişkisi konusunda müneccimlik yerine buna gayret gerekir. Neden başka ülkelerde değil de hep bizde oluyor?

(NOT; Bazı kurumlarda, bazı kişiler yasadışı çalışmalar yapmış olabilirler, her kurumda olabilir. Ama Ergenekon ve Balyoz ’da hukuksuz tutuklamaların, ilgisiz kişilere yapıldığını ve bunun siyasi nedenleri olduğunu da kimse yadsıyamaz.)

Yazının devamı...

Savaş tehdidi ve barış sevinci!

Öcalan’ın beklenen Nevruz konuşmasını dinledik ve pek sevindik.. Elbette terörün bitmesi eğer bitecekse- kimi memnun etmez ki? Kaç gencimizi, bebeklere varana kadar kaç insanımızı kaybettik bu insafsız terörle..

PKK lideri her ne kadar “geri çekilme PKK’yı daha güçsüz hale getirmeyecek, tam aksine güçlenecek, İran’da, Suriye’de, Irak’ta on binlerce PKK’lı var, bu sayı daha da artacak” dediyse de “Artık silahlar sussun, PKK sınır ötesine çekilsin” isteğini açıklaması önemli bir gelişme.. Ama hangi talep karşılanana kadar geçerlidir ve hangi süre beklenecektir o daha önemli..

Türk bayrağı yok!

Başbakan Erdoğan “Öcalan’ın açıklamasının kendilerinin sözleriyle örtüştüğünü” söylerken “Silahlar bırakılmalıdır. Ülkemizi terk etmeleri halinde de zaten sulh-ü sükun söz konusudur” demiş. Ama aynı konuşmada Diyarbakır’da Öcalan’ın açıklamasının okunduğu Nevruz kutlamalarında Türk bayrağı olmamasını da “Doğrusu orada bu çözüm süreci noktasında bayrağımızı görmek isterdim” sözleriyle eleştirmiş.

Oysa maalesef aynen yıllar önce ilk “açılım” süreci başladığında olduğu gibi hala olaya PKK ile farklı açılardan baktıkları görülüyor. Hep beraber barış şarkıları söyleyelim, bu hava hepimizi mutlu ediyor ama gerçekleri görmeye de engel olmamalı.. Aynı gün Kandil’den Karayılan’ın yaptığı açıklama yalnızca Türkiye Kürdistanı için değil, daha önce açıkladıkları gibi “İran-Irak-Türkiye ve Suriye’yi, 4 ülkenin belirli bölgelerini kapsayan bir Kürdistan” hedefiyle bu adımların atıldığını net şekilde ortaya koyuyor.

Tüm Kürdistan için...

Daha önce “Özerk bölge Türkiye’den kopmayacak, her iki bayrak da olacak” denmesine rağmen Kürdistan’ın müjdelendiği bir günde bu sözün tutulmasını, Türk bayrağı olmasını beklemek fazla iyimserliktir.

Karayılan “Eğer egemen devletler hazırsa biz de barışçıl yollarla Kürdistan’ı özgürleştirmeye hazırız. Herkes bilmeli ki PKK savaşa da, barışa da hazırdır. Bu bir mücadele sürecidir, sadece Batı Kürdistan için değil, tüm Kürdistan için önemlidir. Önderliğimiz bu yeni süreçte Kürt sorununun ‘tüm parçalarda’ çözümünü istiyor. 2013 yılı ya savaşla, ya barışla çözüm yılı olacak” demiş.

Kontrol kimde ki?

Görüldüğü gibi terör de değil “savaş” sopası “aba altından” filan değil, açıktan açığa gösteriliyor. Terör örgütünün (daha doğrusu artık kendini şimdiden ‘ayrı bir devlet’ olarak gören örgütün) sopası devletin karşısına dikilmişken barış süreci nasıl olur bilinmez ama bu durumda Hükümet’in hala “silah bıraksınlar, ülkeyi terk etsinler” benzeri, sanki kontrol ondaymış gibi açıklamalar yapmasının anlamı var mıdır?

PKK ve BDP her türlü açıklamayı özgürce yaparken Türkiye’de endişeleri bildirmek “barış sürecine darbe” olarak empoze ediliyor. Umalım da ABD’nin “BOP planı” doğrultusunda Ortadoğu’ya yeni bir şekil verilirken Hükümet sonunda Habur’da olduğu gibi “yanlış yaptık” noktasına gelmesin.

Bir de; PKK en çok 2013’ün sonuna kadar zamandan söz ediyor, Hükümet acaba PKK’nın taleplerini karşılayacağı “yeni anayasayı” gerçekten o sürede bitirebilecek mi? İnsanın aklına geçen referandumda başlayıp seçim sonrası biten “PKK’nın eylemsizlik kararı” geliyor da!



Başbuğ için yasa!

Sokakta, alışverişte, takside karşılaştığım insanların ne düşündüğünü sık sık sorarım, halkın genelde ne düşündüğünü anlamak için fikir verir bana (gerçekçi anket oluyor, tarafsız).. Son günlerde en çok konuşulan konu “terörün bitme umuduyla ilgili gelişmeler” den sonra “Ergenekon davasında savcıların istediği müebbet hapis cezaları”ydı..

Şimdilik her iki konuda da insanlar tepkili görünüyor. İlker Başbuğ ve diğer isimlere yapılan (terör örgütü, darbe vs.) suçlamalarını ise hiç kimse inandırıcı bulmuyor. Örneğin İlker Başbuğ konusunda çok kişi “MİT’çilerin yargılanmaması için nasıl hemen yasa çıkardılarsa Başbuğ, Haberal , diğer milletvekilleri, Fatih Hilmioğlu gibi insanlar için de çıkarabilirler. Madem ki Başbakan da ‘özel yetkili mahkemeler’den şikayet etti bunu neden yapmıyor” düşüncesinde..

Güven kalmadı!

Özel yetkili mahkemelere kimsenin güveni kalmadığı halde, hukuka aykırı bulunarak kaldırıldıkları halde Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılamaya devam etmelerine izin verildiğine göre en azından hukuk böyle işletilebilir.

Başbuğ da aynı şeyi düşünüyor olmalı ki Başbakan’ın “Tarih affetmez” sözünü hatırlatarak “siyasilere ciddi görev düşüyor” demiş.

MİT’e gösterilen yaklaşım neden Genelkurmay eski Başkanı’na gösterilmesin? Bu millete hizmet etmiş insanlar özgürlüklerine kavuşmak için “Öcalan’a çıkarılacak af”fı mı bekleyecekler?

Yazının devamı...

‘Çözüm’ü Öcalan’dan önce açıkladı!

Çözüm aşağı, çözüm yukarı devamlı “çözüm” sözcüğü kullanılıyor da bir türlü “çözüm”ün ne olduğu söylenmiyor diyorduk hep birlikte.. Aynen uzun yıllardır “Kürt sorunu” diye tekrarlanıp tam olarak ne olduğunun söylenmeyişi gibi.. Nihayet herkes derin bir nefes alabilir. BDP’li bağımsız milletvekili Aysel Tuğluk Nevruz kutlamalarında hepsini söyledi.. Yine konuşmasında güç gösterisi yapmayı ve aralara sıkıştırılan “terör” tehditlerini unutmadan.. Aysel Tuğluk’un veya diğer BDP’li, PKK’lıların yaptığı konuşmalarla Başbakan Erdoğan’ın yaptığı arasında çok fark var, o “BDP veya PKK’lı olmayan herkese” eğer bu süreçle ilgili bir eleştiri yapıyorlarsa fena halde kızıyor.

Bir taraf panikte, diğeri rahat!

Hatta “BDP’lilerin sızdırdığı İmralı görüşmesini”i yazan Namık Durukan’a bile kızdı. Partisinin milletvekillerine konuşma yasağı bile getirdi.. Oysa onun bu haline karşılık BDP ve PKK çok rahat, hiçbir çekinceleri olmadan ağızlarına geleni söylüyorlar. Adeta “devlet” onlarmış gibi..

Yakında “olacaklarının” güveni midir bilinmez.. Zira Tuğluk beklenen Öcalan açıklamasından önce açıklamış, sürprizi (!) bozmuş. Söylüyor:

“Öcalan’a özgürlük.. Kürdistan’a statü”.. Türkiye’de de bir Kürdistan devleti kurulmuş,adı da konmuş.. Kurulmamışsa bile Güneydoğu’nun adı “Kürdistan” olmuş.. Nereden nereye kadar, onu da söylemişlerdi bir ara, yakında gelir tekrarı..

“Çözüm istiyorlarsa Öcalan’ı serbest bırakacaklar..”

“Kendi kendimizi yönetmek istiyoruz..” “Özerk Kürdistan kurulana kadar..”

“İçinde bulunduğumuz süreç mücadele sürecidir (..) İstediklerimizi gerçekleştirmezlerse tek bir seçenek kalıyor, direnişimizi yürütmek”.. Yani “teröre devam”!

Eyaletlere bölerek...

Şimdi artık besbelli ki; ya “başkanlık sistemi için böyle gerekiyor” diyerek veya “Yerel yönetimler Yasası’nda eyalet sistemi getiriyoruz, her eyalet kendini yönetecek” diyerek Türkiye ’ye yeni bir şekil verilecek.. Bir değil,birçok bölgeye bölününce fazla tepki çekmeyecek.

Sonra mı? Sonrası için “İspanya’da bitmeyen Bask ve Katalonya sorunu”nu bir zahmet okuyun bilgisayarlarınızdan.. Yıllardır örnek verilen buydu çünkü!

Ergenekon ve Balyoz fiyaskodur!

Lafı eğip bükmeye gerek yok, Türkiye’de korkudan söylenemeyenleri ABD’nin “The Wall Street Journal” gazetesi açıkça yazmış son kararlardan sonra.. Deneyimli analistlerin görüşlerine dayanarak “Mahkemenin bu kararlarının bağımsız bir yargı tarafından alınan kararlar olduğuna inanmanın güç olduğu, savcılığın sanıklara karşı sert muamelesi ve verilen kararların Erdoğan’a ‘eski müttefikleri bir kenara bırakmaması yönünde uyarı olduğu’ , Başbuğ için müebbet istenmesinin Başbakan’a yönelik güçlü bir sinyal olduğu” anlatıldıktan sonra “Erdoğan ile Fethullah Gülen arasındaki bağların yıpranması”ndan söz ediliyor.

Mesela Ergenekon davasının başlangıçta halk arasında destek bulduğu ama “uzun tutukluluklar”, “milletvekili seçilenlerin göreve başlamasına izin verilmemesi”, 31 “gizli tanığın” ifadelerine dayanan kararlardan sonra nüfusun geniş bölümünün “davaya karşı” tavır alması..

Bardağı taşıran damla

Halkın tepkisinde bardağı taşıran damlanın “PKK eski liderlerinden Şemdin Sakık’ın tanık olarak dinlenmesi” olduğu belirtilmiş. Biz tamamlayalım; Sakık tanık olurken İlker Başbuğ davasında tanıklık yapmak isteyen “eski üst düzey komutanlar”ın tanıklığının mahkeme tarafından reddedilmesi tam bir hukuk skandalıydı.

Hukuk skandallarının başında ise DGM’lerin yerine özel yetki, özel dokunulmazlık sağlanarak getirilen ve sonra “hukuka aykırı” bulunarak, “devlet içinde devlet oldular” denerek kaldırılan “özel yetkili mahkemeler” in Ergenekon ve Balyoz davalarına hala bakmaları geliyor tabii.

Yargı şahıs çekişmesi halinde

Bu “yargıda devlet içinde devlet mahkemeler” iddiası ise Wall Street Journal yorumunda görüldüğü gibi “iki kişinin ve onlara ait grupların çekişmesi” haline gelmiş. Biz söylemiyoruz, onlar söylüyor..

Şimdi sonuç olarak, Başbuğ’un dediği gibi “terör örgütü suçlaması aynen dururken” , Erdoğan bile “İlker Başbuğ’a terör örgütü mensubu diyenleri tarih affetmez” açıklaması yapmışken ona ve diğer tanınmış, saygın insanlara “hükümeti cebir ve şiddet kullanarak düşüreceklerdi” diye müebbet hapis cezası istemek hangi vicdana sığıyor? Kim inanıyor?

Silahla mı yakalandılar?

Rektör Fatih Hilmioğlu işini gücünü bırakıp darbeyle mi uğraşmış? Dünya çapında ilmi buluşlarıyla şöhret yapmış olan Prof. Dr. Haberal ne yapmış, silahla mı yakalanmış, eyleme giderken mi görülmüş? Mustafa Balbay “darbe toplantısı”na mı katılmış, Doğu Perinçek ve o da yetmiyor olmalı ki Türkiye’nin yararına yıllarca yabancı arşivlerde çalışıp kitaplar yazan oğlu Mehmet Bora Perinçek hangi somut suçu işlemişler Hükümeti indirmek için?

Öcalan’a affı bekliyor

12 Eylül darbesini yapan , 27 Nisan muhtırasını verenler, Balyoz döneminin asıl yönetim kadrosu serbest dolaşırken bu insanlara yapılan haksızlık hiçbir vicdana ve tarihe de sığmayacaktır.

Yıllarca Hükümet’le uyum içinde çalışmış olan, hala bugün Başbakan’ın bunu söylediği İlker Başbuğ’un darbe niyeti olduğunu Hükümet bile hissetmedi de, güç elinden gittikten, emekli olduktan sonra mı akla geldi “Hükümeti indirmek” istediği? Komedi filminde olsa ancak bu kadar güldürebilirdi yani! Bu hukuk cinayetleri sanıyorum “Öcalan’a getirilecek af” ile düzeltilecektir, yargıdaki güç kavgasıyla sürdürülmezse, onu bekliyor!

Yazının devamı...

Ne içtiği değil, ne söylediği önemli!

Sözüm ona “demokratik ve laik” yani kimsenin bir başkasının yediğine, içtiğine, dinine,inancına karışılmaması gereken ülkede son yıllarda adet olmuştu, “seçim önceleri” bu kuralların kaldırılması.. Rekabet ve propaganda da tüm “siyasi etik” sınırları kaldırıldığı ve neredeyse birbirlerine bir “küfürün” eksik kaldığı konuşmaları dinlediğimiz gibi bir de “mezhebine, etnik kökenine” kadar her türlü ayırımcılığı dinliyorduk siyasetçilerden..

Milletin oyu için sanki “dürüstlük, çalmamak, adil yargıyı sağlamak, özgürlüklerin sağlanması, cinayet-tecavüz gibi ağır suçların önlenmesi” ve diğer sorunların çözümü değil de “rakiplerin inancı-kökeni ya da yediği, içtiği” önemliymiş gibi bu konular halkın önüne sürülmekteydi. Bakıldı ki bu yöntem işledi, şimdi artık hemen seçim geliyor olmasa da devamlı suçlama, yargılama sürüyor.

Partiler konuları Meclis’te değil, adeta sokak kavgasıyla tartışıyorlar.

Kim bu alçaklar?

Başbakan “Kerbela’dan ders çıkarılmadığını, katliamların sürdüğünü, son 30-35 yıldır büyük katliamlara şahit olduklarını” söyledikten sonra Suriye’deki olayları örnek göstermiş. O kadar uzağa gitmeye gerek yok oysa, biz kendi ülkemizde de “bir defada 15-20 askerimizin arkadan vurularak, baskınlarla, mayınlarla şehit edildiği” katliamlara şahit olduk. Önce kendimize bakmalıyız.

Başbakan o noktaya da gelmiş; “Bu ülkeye şehitlerimiz sayesinde alçaklar uğramadı. Allah’ın izniyle şehitlerimizin fedakarlığıyla hiçbir zaman da uğramayacaklar” demiş. Doğrudur ve gazilerimiz de bu cümlelerin içine girmelidir öncelikle, her ne kadar hakları teslim edilmiyor ve azarlanıyorlarsa da aslında şehitten pek farkları yoktur..

Peki kim bu Başbakan’ın sözünü ettiği “alçaklar”? Teröristlerden söz ediyorsa bir yandan onların lideriyle açık pazarlık sürerken diğer yanda “onların sayesinde uğramayacaklar” çelişkisi nedir? Ki “onların” sözcüğüyle “yeni şehitler” in mi kastedildiği de anlaşılmıyor.

Sonra “CHP’lilerin ne içtiği” sorununa gelmiş sıra.. Ülke en zor dönemini yaşıyor, yarının ne olacağı belli değil ama CHP’lilerin ne içtiği her şeyden önemli.

Sulu rakı!

Anket severler ülkesinde bir anket de bunun için yapılmış olmalı “sulu rakı” içtiklerine karar verilmiş. Öyle bile olsa kime ne, Meclis’te içmiyor ya?

Suudi Arabistan’da Kral ailesi dahil sayısız kişinin içki içtiği, halkın büyük kesiminin evlerinde şarap yaptığı, İran ’da da bunun olduğu defalarca haberlerle, kitaplarla anlatılmadı mı? Hesabını herkes kendi verecek, yargılamak kimin hakkı?

Siyaset yapan insanların ne içtiği değil, “ne söylediği, ne yaptığı” önem taşır. Kaldı ki bu ülkede daha şimdiden, başkanlık sistemi gelmeden muhalefet partileri de yok sayılmakta, her uyarıları-tepkileri halka şikayet edilmektedir.

Kan tacirleri

Mesela MHP ve CHP ’nin İmralı görüşmeleri ile ilgili kaygılarını bildirmeleri “onların çözüm kaygısı olmadığı” şeklinde yansıtılıyor. “Savaş baronları”, “kan tacirleri” gibi ağır laflarla suçlanarak, halk provoke ediliyor. “Gerçek bir milliyetçi korkularla yaşamaz” demiş Başbakan..

Bir yandan İmralı’da Öcalan’la pazarlık için arabuluculuk yapan BDP de dahil edilmiş bu hakaretleri yiyen muhalefet partilerinin içine.. Bu ne perhiz, ne lahana turşusu o zaman? Kim kime sövüyor?

Çözüm denilen süreçte kendilerinden herşeyin gizlendiği partiler suçlu, “her şeyin konuşulduğu” ve PKK’nın ortağı durumundaki parti de suçlu..

PKK tek muhatap!

Bu durumda Hükümet’in tek muhatabı PKK demek ki, çıkan sonuç bu..Devamlı tekrarlanan ve lakin ne olduğu söylenemeyen “çözüm” görüşmelerinde Hükümet hiçbir partiyi katmadan sadece PKK ile karşı karşı karşıya.. Ve o PKK, Öcalan: “Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum, Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var. Çekildiğimiz anda gerilayı daha da büyüteceğiz” diyor.

“İstediklerimiz olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı çıkar” diye tehdit ediyor. “AKP aciz kaldığı için bizimle anlaşma yoluna gitti” diyor. “Kürdistan, özerk yönetim” diyor..

PKK her istediğini söylerken, adı üstünde “karşı görüş” ünü bildirme hakkı olan “muhalefet” partilerine “kan taciri, savaş baronu” demek nasıl yorumlanmalıdır, söyleyenler bir kez daha düşünmeli.

Malum “Habur” konusu ve daha önceki “açılım”da da muhalefet partilerine aynı çıkışlar yapılıyordu ama sonunda onların haklı olduğu görülmüştü!

Yazının devamı...

Pek saf darbeciler bunlar!

Ne gülüyorum ama bana “Siz haham Tuncay Güney’in Ergenekon’un varlığıyla ilgili ilk iddialarına inanmamıştınız ama son söylediklerine inanıyorsunuz. Yoksa darbe yapılmasını mı tercih ediyorsunuz” benzeri saçmalıklar yazanlara.. Tabii, tabii ben “darbe sever” im, özellikle de bu ülkede yapılmış tüm acımasız darbelerin mağduru olmuş, 27 Mayıs darbesinde Yassıada ’da bile yatmış, 12 Eylül darbesinde “Senato Başkanvekili” iken siyaset hayatı bitirilmiş bir babanın kızı olduğum için daha da çok seviyorum darbeleri..

Gülerken esaslı küfür de ediyorum söylemiş olayım. Ağzım bozuktur, bakmayın fotoğrafta kibar göründüğüme.. Darbelere karşıyım ama insanlığımı da unutmadım ya!

İLK GÜNDEN BELLİYDİ..

Darbe yapanların kesinkes cezalandırılmasını istediğim için Kenan Evren’e yapılan özel muamele beni fena halde öfkelendiriyor. Ve ona ya da 27 Nisan muhtırasını verene hiç dokunulmazken “darbe yapmamış” genç insanların hayatının söndürülmesine de kesin şekilde karşı çıkıyorum.

Bu Ergenekon ve Balyoz olaylarının senaryoya dayandığını biraz aklı ve dikkati olanlar ilk günden anlardı.. Birdenbire ortaya fırlayan bir hahamın sözüyle başlayan operasyonlar, hahamın işini bitirdikten sonra buharlaşıvermesi, bazı gazete ve gazetecilerin canhıraş şekilde adeta “özel yetkili” mahkeme benzeri tutuklatma ve TSK’yı ezme misyonu üstlenmesi, arsalardan denizlerden fışkıran silahlar, bombalar.. Bu silahların fışkırma furyasının da birden kesilivermesi ve daha neler..

DONANMA SEMİNERDE YOKTU!

Cezaevlerindeki Balyoz tutuklusu subaylardan gelen mektupların arkası kesilmiyor. Bakın Taylan Çakır “Merhaba, ben Taylan Çakır. Balyoz Davasında, yazmadığım ve aslında dijital ve hiç kimseye gönderilmemiş sahte bir yazı ile 16 yıl ceza almış ve halen Hadımköy Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan bir subayım” diye başlayan mektubunda(Şubat’ta) neler yazmış.

“ Son dönemde Balyoz Davasına yönelik olarak bazı yayın organlarında ‘bilgilerin sanıklar tarafından güncellendiği ’yle ilgili yazıları hayretle ve üzülerek okumaktayım(Ö) Bunların bir komplo olduğu nereden belli biliyor musunuz? Gölcük’ten 1’İNCİ Ordu Komutanlığında 2003 yılında yapılmış olan seminerin oturma planı da çıktı, çünkü o plan gerçekti ve maddi delil olabilsin diye sahtelerin yanına konmuştu. Oysa o şemanın ne Donanma’yla bir ilgisi vardı, ne de Donanma’dan o seminere bir insan katıldı.”

İLGİLİ-İLGİSİZ BİR ARADA

“Sözde darbeciler gizli plan yapacak ama ilgili ve ilgisiz şeyler bir arada bulunacak. Askerlikte ‘bilmesi gereken’ diye bir prensip vardır, bizim darbecilerin hiçbir şeyden haberi mi yokmuş?

Aynı şekilde 1’inci Ordu Harekat Başkanı ’nın güya kendisi veya komutanı için hazırladığı bir ‘çek listesi’ de Gölcük ’ten çıktı biliyor musunuz? İki kişiyi ya da sadece hazırlayanı ilgilendiren bu liste Gölcük’e niye gelmiş mantıklı bir cevabı bulunabilir mi? Bunlar komployu güçlü kılmaya çalışan komplocuların yarattığı tutarsızlıklardır. Gölcük’te çıkarılan harddisk’te ‘2009 yılına ait bir banka dekontu’ da bulunmaktaydı, kaydedilme tarihi ise 2003 .. Birileri bir program kullanarak 2007 yılından sonra hazırladıkları dosyaların üstverilerini değiştirirken ‘yanlışlıkla’ bu dosyanın da üstverisini değiştirmişler.”

YENİDEN YAZILAMAZ

2003 yılında var olamayacağı kesin olan, daha sonraki yıllara ait bilgiler in “sahteciliği” ortaya koyduğunu anlatan Çakır “Bu gerçekleri mahkeme hiçbir kanıtı olmadan ‘güncelleme’ diye izah etmeye çalışıyor ama CD’lerin ‘yeniden yazılamaz ve kaydedilemez bilgi depoları’ olduğunu ya bilmiyor ya da görmezden geldiği gibi ‘bilirkişi raporu’ da almayarak adaletsizlik yapıyor” demiş. TSK’nın daha önce yaptığı darbelerin hesabını günahsız insanlar dan sormak olacak iş değildir. Hele de “günahlı” olanlar serbest iken!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.