Şampiy10
Magazin
Gündem

Akil adamlara para ödenecek mi?

İki gündür en çok karşılaştığım sorulardan biri bu, başlıktaki soru; Tam 63 kişiden oluşan “akil” kişilere bizim cebimizden para ödenecek mi?

“Onlara yüksek maaşlar bağlanırken üstüne bir de sekreter, danışman, makam araçları, yüklü telefon faturaları, saymakla bitmeyecek masraflar kim tarafından ödenecek?”

Şimdi tamam, terörün bitirilmesi için Hükümet “PKK’nın taleplerinin kabul edileceği” bir süreç başlattı ve bu süreçte “yeni anayasaya gerek var” denilerek başlatılan çalışmaların da esas konusunun “yine aynı talepler” olduğu anlaşıldı. Toplumun büyük kesimlerinde bu toplu sürece tepkinin olduğu da ortaya çıktığı için Hükümet her fırsatta “Sürece destek şu kadar” diye yeni-yepyeni araştırmalar (!) öne sürüyor ama halkın da bu konuları merak etmesinin önüne geçilemez değil mi?

Başbakan önce reddetmişti

Başbakan önce Oslo’da “PKK’nın karşısına devlet oturtuldu” diye tepki gösterenlere “ispat etmeyen şerefsizdir, terör örgütüyle masaya oturmadık” demiş, sonra MİT’çiler hakkında soruşturma açılması iktidar partisi tarafından çıkarılan yasayla önlenmiş, Hakan Fidan’ın da Oslo’ya “Başbakan’ın özel temsilcisi” olarak gittiği kendi ağzından açıklanmıştı..

Şimdi “çözüm” için PKK ile Hükümet açıkça görüşüyor ama buna rağmen iki taraf bu söz konusu “çözüm”ün (özerk bölgeden, Türklük tanımının çıkarılmasından başlayıp Öcalan’ın serbest bırakılmasına kadar birçok talep) kolay kolay gerçekleşmeyeceğini “birbirine tümüyle zıt” açıklamalarla ortaya koyuyor, halk da izliyor.

Bu durumda doğal olarak akiller grubunun maddi olarak neye mal olacağını merak eder. Bunun açıklanması gerekiyor.

76 milyonun özeti mi?

Başbakan Erdoğan dün “akil adamlar” toplantısında “76 milyonun özeti sayılabilecek bir akiller listesi” yaptıklarını söylemiş. Ve “PKK ile görüşmeler” süreci için “artık helalleşme zamanı” demiş..

Benim dikkatimi en çok bunlar çekti, lütfen diyelim; o grup kesinlikle “76 milyonun özeti” olamaz..

Ve PKK da “helalleşmek” ten değil, bir “alışveriş”ten söz ediyor.

Alışveriş bile değil, sadece “terör yapmamaları” karşılığında bir dizi “alış”tan.. Keşke iki konuda da ben haksız, Başbakan haklı olsaydı!



Görünmeyen kahramanlar!

Hep söylüyorum biliyorsunuz, bizde bir “her yaptığı işi, hatta devletin-milletin imkanlarıyla yaptığı her işi bin kez anlatarak göze sokmaya ve bundan kendi çıkarını sağlamaya çalışanlar” vardır, bir de.. Bir de “tamamen kendi imkanlarıyla ülkesine yarar sağlamaya, çağdaş yaşamın-bilimin gereklerini sunmaya çalışan ama çoğunun adını hiç bilmediğimiz kişiler”..

İkinci gruba oldum olası hayranlık duyarım.. 3 Nisan Çarşamba günü öğleden sonra Taksim Divan Otel’in yenilenmiş toplantı salonunda böyle bir vakfın; “Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı”nın yemekli toplantısındaydım.

Ne gördüm ne anladım?

-Öncelikle hepimizin, toplumun diğer fertlerinin bu “görünmeyen kahramanlar”ın neler yaptığından habersiz yaşadığımızı..

-Maalesef medyanın magazin haberlerine sayfalar ayırırken, en önemli sivil toplum çalışmalarına bile “içinde magazin olmazsa” pek ilgi duymadığını ..

-Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı ’nın bünyesindeki “45 uzman öğretim üyesi”yle hastanelerdeki genç doktor ve hemşirelere, aile hekimlerine, annelere “yeni doğan bebeklerin kurtarılması, yaşatılması” için eğitim verdiklerini..

-Bu önemli vakfın çeşitli hastanelerin “yenidoğan” yoğun bakım ünitelerine eksik cihazları alarak tamamladığını, 2009’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bu üniteyi tamamen yenilediğini..

-2013 projelerinin başında öncelik sırasına göre “tüm Türkiye’deki hastanelerin ‘yenidoğan’ yoğun bakım bölümlerindeki eksik araç gereçlerin sağlanması”nın geldiğini..

Ve kendilerini bu amaçlara sessizce nasıl adadıklarını, Gülben Ergen, Nil Karaibrahimgil, Sertap Erener gibi ünlü sanatçıların onlara destek vermek için koştuğunu.. Onları gururla ve gönülden kutladım. Bu güne kadar yeterince destek veremediğime üzülerek..

Hem çok şey öğrenip, hem dinlenmek ne güzel şeymiş meğer!

Harika bir otel!

Bu arada, yılların Taksim Divan’ına uzun süredir gitmediğimi ve Otel’in inanılmayacak kadar modern ve adeta yeniden inşa edilmiş hale döndüğünü de fark ettim. Lobisinden restoranlarına, salonlarına kadar tümüyle değişmiş.. Yemekler ve tatlılar olağanüstü güzellikte..

Bu güne kadar başarılarını duyduğum iki isim; bütün Divan’ların CEO’su Marcos Bekhit ile Taksim Divan’ın Operasyon Müdürü Emre Altunal’ın deneyimlerinin ve çalışkanlığının da bu değişimde payı olduğuna şüphe yok. Kapıdan giren herkesle ve her detayla önce Emre Bey ilgileniyor, müthiş bir dinamizm..

İmkanınız, fırsatınız varsa Taksim Divan’ı mutlaka görün derim!

Yazının devamı...

Akil insanlar ‘partiye’ de aday olur mu?

Daha önce çıkan “akil adamlar” listesinde bir kadın vardı, ‘sadece erkekleri mi akıl sanıyorsunuz, komik’ dedik, neyse bu kez 63 kişilik listede kadınlar da var.. Ama bu kez daha büyük bir sorunla birlikte..

Geçenlerde “akil adamlar bu süreçte bölgeleri dolaşıp konuşarak neler olacağını halka anlatıp desteği arttıracak” dendiğinde ortaya çıkan isimlere bakarak bir meslektaşımız Hürriyet’te “meğer akil insan değil, yandaş arıyorlarmış” diye yazmış, “sorgulama yapamayacak, hiçbir konuda eleştiri getirmeyecek, Hükümet’in ideolojik aygıtı gibi çalışacak” kişilerin listeye konacağından söz etmişti..

Çoğu ‘taraf’ zaten!

Listede aralara konulan ve amacı da “bakın seçilenler tamamen taraf değil” yanılgısı yaratmak olan beş altı isim dışında özellikle gazeteci ve akademisyen isimleri tamamen “Hükümet’in tarafı” olarak çalışmış ve çalışacak kişiler seçilmiş akil insan olarak.. (Bazı isimler ise “akil buysa geriye kalan vatandaşları nasıl tarif edeceksiniz” sorusu sorduracak kadar alakasız..)

Birçoğu “Ermeni soykırım iddiası” konusu başta olmak üzere devlet için, Türkiye’nin geleceği için en önemli konularda “kendi ülkelerini haksız çıkarmak, örneğin ‘soykırımcı olduğu iddiasını’ yaymak” üzere uluslar arası çalışmış isimler.. Bunun yanında gazeteci dediğinizde gazetelerin büyük çoğunluğu dışlandığı ve “halkın tarafsızlığına inandığı gazeteciler”den tek bir kişi düşünülmediği halde aynı gazetede çalışmış 8 yazar birden (Taraf gazetesi) listeye alınıvermiş.

63 kişilik listede “akil adam”lığı kabul etmeyen ismin yerine ise hemen “Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü” alınmış. Ama sözüm ona görevi “PKK ile Hükümet arasındaki görüşmeleri ve yeni anayasada bu yönde atılacak çok önemli adımları millete anlatıp tepkileri azaltmak” olan bu “akil” komisyonda ülkenin en akil, en deneyimli siyaset bilimcileri, “terör, özerk bölge” konularını uluslar arası boyutta araştırmış, İngiltere, İspanya gibi ülkelerde gelişme süreçlerini ve bugünkü durumları en iyi bilen uzmanlar yok.. Onların yerine çoğunlukla “konusu siyasetle tamamen ilgisiz olduğu için de bilgisi olmayan” ama Hükümet’in de sözünden çıkmayacak kişiler var.. Fazla anlatmak da gereksiz, alın isimleri internete yazın, görüşleri ve konuyla ilgileri olup olmadığı ama iktidar partisine “aday” olacak kadar yakınlıkları şak diye çıkar ortaya..

Herkes Özkök mü?

Tabii aslına bakarsanız “sizin bu konuda akil olduğunuza karar verdik” diye arandığında herkesin kendini “her konuda yeterince akil” bulacağı bir yana, tamamen taraf olmayanların “kabul etmiyorum” diyerek reddedecek, tepki çekecek cesareti göstermeleri bile zordur.

Oysa daha önce yazdığım gibi Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök, bu konunun uzmanı olduğu (ve PKK olayının sonunun gelmeyeceğini de pek iyi bildiği) için adı geçer geçmez reddetti ve “ben akil değil, makul adamım” dedi.. Herhalde bunu “konuşmam gereken konularda susmayı prensip edindim” diyerek yapmamıştır.

Bu soruyu sorsunlar

Bugün çoğu “iktidar partisinin akilleri” olan kişiler Dolmabahçe’de istişare toplantısı yapacaklarmış. Akiller bu toplantıda Başbakan’a; “Siz silahlarını bırakıp gitsinler” diyorsunuz, PKK ise “insiyatif bende, isteklerimin tamamı yapılmazsa silah bırakmam, geri çekilmem, kafamı bozmasınlar 50 bin kişiyle savaş çıkarırım” diyor, bu durumda halka neyi anlatacağız ki, yumurta atmazlar mı diye sorsalar fena olmaz sanıyorum!

Kuşları öldürmeyin!

Daha önce de duymuştum, geçenlerde hayvansever bir tanıdığımdan tekrar duyunca yazmaya karar verdim. Sokaklara atılan çiğnenmiş sakızları kuşlar yiyecek, ekmek zannederek hızla alçalıp kapıyorlar ve ağızları birbirine yapıştığı için açlık ve susuzluktan ölüyorlar. Sokaklar, caddeler ise yere yapışmış sakız izleriyle dolu.. Lütfen bunu aklınızdan çıkarmayın ve yere sakız atmamalarını çocuklarınıza da söyleyin. Onlara kendilerini “ağzı yapışmış kuşlar”ın yerine koymalarını ve empati yapmalarını önerin. Kışın zaten yiyecek bulmakta zorlanan kuşların katili olmayalım!

Konserve kutuları!

Bir de kızım Yasemin’in şahit olduğu tehlike var; Sabahın çok erken saatinde işe gitmek üzere evden çıkıyor, iki gün önce “kafasına bir konserve kutusu geçmiş halde” sokağın ortasında oturan bir yavru kedicik görmüş. Tabii hemen arabadan atlayıp kutuyu kafasından çıkarmış ama bütün gün aklından çıkmamış.

“Ben rastlamasaydım biri ona arabasıyla çarpabilirdi çünkü etrafı göremiyor ve kutudan da kurtulamıyordu” deyip durdu. Aman lütfen, özellikle et, balık gibi yiyecek (veya kedi maması) konservelerini “kutularını iyice ezmeden atmayın”. Kedilerin çöp kutularında yemek aradığını unutmayın.

Ve tabii, motorlara saklanan yavruların çıkması için “arabaları çalıştırmadan önce motor kapağına vurmayı veya açıp bakmayı” da.. Bunları yapmak sadece 2 dakikanızı alır ama hayat kurtarır!

Yazının devamı...

Tüm konuşmalar çok acımasız!

Meclis’teki partilerin birbirleriyle diyalogu “neredeyse yok” diyeceğim ama birden “hiç olmadığını” hatırlıyorum. Ülkenin geleceğini belirleyecek olan en önemli bir süreçte sadece kavga etmek üzere ağızlarını açıyor, her konuşmalarında ülke sorunlarından önce rakiplerini kötülemeyi amaçlıyorlar . Bu hepsi için, ülke adına “bağışlanamayacak bir yanlış” ve aynı zamanda “hakları olmayan” bir tutumdur.

Zaten bu durum mevcutken bir de birbirleri için söyledikleri “küfürden beter” hakaretler ve suçlamalar vatandaşın sabrını iyice zorluyor. Başbakan Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı ağır konuşmaya, “iktidarın ihanet içinde olduğu” sözlerine karşılık grup konuşmasında “Asıl hain sizsiniz” dedi dün..

Oy böyle mi kazanılacak?

Her zamanki gibi ekonomiden başlayarak anlattığı adımlarda “Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye rağmen” demeyi de hiç ihmal etmedi.. “Diyarbakır caddelerine de Prag kadar turist gelmesini” isterken PKK ve BDP’nin yeni anayasada “o bölgeye gelen turistler devletin değil, bizim olsun” şeklinde bir değişikliği “öncelik” gördüğüne değinmedi ama “CHP ve MHP’nin hiçbir zaman ‘bunları nasıl çözeriz’ demediğini” söyledi..

Şimdi.. Devlet Bahçeli ve tüm liderler için geçerli ki; birbirleri hakkında konuşurken “hain, ahlaksızlık, şerefsizlik, utanmazlık” gibi küfür sayılan tanımları asla kullanmamaları gerekir. Ama Başbakan Erdo-ğan’ın da bu tür sözlere kendisi kızarken aynı anda beterini muhataplarına yapması “balık baştan kokar” lafını hatırlatıyor. Ayrıca topluma “rol model” konuma gelmiş kişilerin vatandaşları düşünerek de ölçülü konuşması şarttır.

Söylenecek söz değil!

Başbakan’ın Pazar günü yayınlanan “Ulusa Sesleniş” konuşmasında kendi partisini överken iki büyük muhalefet partisi için “muhalefet partileri şehitler olsun, kan dökülsün istiyorlar”dan başlayan öyle cümleler kurdu ki dinleyenlerin tüylerini ürperttiğine hiç şüphe yok..

Neden bunu istesinler, insan olan isteyebilir mi? CHP “sürece biz de destek verelim,olup biteni bizimle paylaşın” dediğinde onlara alayla “ihtiyacımız yok, siz kendinize destek verin” benzeri cevaplar verilmedi mi? MHP yeni anayasada “Türk” tanımının çıkarılmasından, “özerk bölge” adı altında “bağımsız bir ayrı devlet”e gidecek sürecin başlamasından rahatsız olarak “terör örgütü-devlet görüşmelerine” tepki belirtse bile “gelişmelerin TBMM ile paylaşılmadığı”ndan şikayet etmedi mi uzun süre? Terörü bu ülkeye yaşatmış, binlerce kişinin ölümüne neden olmuş terörislere yapılmayan suçlamalar rakip partilere reva görülebilir mi?.

Her üç liderin ve diğer siyasetçilerin bu tavra son vermeleri gerçekten şart, “olgunluktan, sağduyudan uzak” gerginlikler, partiler arası savaşlar yaratırken “çözüm” den, “kardeşlik”ten söz etmek bizim çelişkiler ülkesine bile fazla geliyor!


Merak edilen sorunun cevabı bu mu?

Teröre çözüm denilen süreçte masanın iki yanında bulunan “Hükümet ve PKK”nın söylemleri tamamen birbirine zıt. Başbakan bir yandan neredeyse çözüm sağlanmış gibi konuşup “terör örgütü silah bırakıp gitsin” derken, PKK “İnsiyatif onda değil, önce yeni anayasa, sonra geri çekilme konuşulabilir ” diyor..

“Silah bırakma”nın ise sözünü bile etmiyor. Tabii herkes merak içinde, acaba bunların anlamı nedir? En başta konuşulup masaya öyle oturulması gereken konular neden şimdi çekişme haline getirildi?

Galiba burada da “seçime yönelik” bir politika söz konusu.. Bu çekişme seçimlere kadar sürecek, terör örgütü ısrardan vazgeçerse ne ala, geçmezse iktidar partisi halka karşı yine de “biz elimizi taşın altına koyduk, hiçbir hükümetin yapmadığını yaptık ama görüyorsunuz olmadı” durumunda kalacak.. Muhalefetin ilk günden beri bu konuya karıştırılmamasının nedeni de herhalde bu..

Tarih tekerrürden ibaret!

Yani “referandum öncesinden” başlayıp, “geçen seçim sonuna” kadar devam eden “PKK’nın eylemsizlik kararı” da iktidara aynı yararı sağlamamış mıydı? Aynı şeyleri tekrar yaşayacağız gibi görünüyor. Umalım da “terörü” tekrar yaşatmasın bu hatalar, zira “terörle bir yere varılmaz” sözünün tam aksine “bir yere varılacağı”nı gösterdi bu süreç!

Dev bir sanatçının acısı!

Değerli meslektaşımız, büyük sanatçı ve yazar Zülfü Livaneli’nin babası “Yargıtay Onursal 1’inci Başkanvekili Mustafa Sabri Livanelioğlu”nun Ankara’da yapılan cenaze törenindeydim Pazartesi günü.. Ülkesine onurla hizmet vermiş dürüstlüğüyle tanınan değerli bir hakimin önce Yargıtay Başkanlığı’ndaki resmi törenle başlayan önemli bir cenaze töreniydi bu..

Hayatım boyunca en sevdiğim dostlarım arasında bulunan Livaneli ailesinin, sevgili Zülfü Livaneli ve kardeşleri (okulda sıra arkadaşım) Seyhan, Asım ve Ferhat’ın babaları olması dolayısıyla benim için kat kat daha önemli..

Camideki törende sevenleri, Livaneli hayranları ve aile yakınları dışında hukukçular, gazeteciler, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP’den ise AB Bakanı Egemen Bağış ile eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk vardı.

Ortak gururumuz!

Söylemeden geçemeyeceğim..

Bakan Egemen Bağış’ın yanında Hükümet’ten başka bakanları, hatta kesinlikle Başbakan’ı, hatta Cumhurbaşkanı Gül’ü, MHP Genel Başkanı’nı, CHP’den çok sayıda milletvekilini, tüm meslektaşlarını aradı gözlerim. Türkiye’ye dünya çapında gurur kazandıran dev bir sanatçının, romanları birçok dile çevrilen büyük bir yazarın acı gününde “bir kısmı” değil, bence “hepsi” orada olmalıydı..

“Mazereti” veya “başka nedeni” olamayacak durumlardan biridir bu; “yıllardır bu ülke için üreten, müziğiyle kuşakları mutlu eden” bir sanatçının en yakınının kaybı..

Sevgili dostlarıma bir kez daha başsağlığı diliyorum.

Yazının devamı...

AKP oyları hızla düşüyormuş. Acaba neden?

Ben bu sık yapılan araştırmalarla “anket manyağı” haline getirilmemize, “beyin yıkama” yapılmasına karşıyım biliyorsunuz. Özellikle de seçim önceleri devamlı aynı rakamların çıkarılmasıyla birlikte o rakamların aynen seçimde de çıkması, milyonlarca seçmende artı-eksi 2-3 hata payının bile olmaması “enayi kandırma” gibi geliyor bana..

Adil seçim için..

“Bilgisayarla oy toplama ve parmak boyasının kaldırılması yla ‘mükerrer oy kullanımı’ başta olmak üzere bin çeşit hilenin yapılabilir olması”nı her anket daha da çok hatırlatıyor.

Bilgisayarla toplamada ABD’den bile ilk bir saatte oyların istendiği yerde toplanabilmesi gibi ihtimaller daha dikkat çekici hale geliyor. Zaten ilk yapılacak şey “adil ve güven veren bir seçim” için eski sisteme dönülmesidir ve Yüksek Seçim Kurulu umursamadığına göre Meclis’teki partiler laf kalabalığını bırakıp derhal buna yoğunlaşmalıdır.

Eyalet sistemi olmalı mı?

‘Anketler yeter artık’ diyoruz ama devam ediyor, son araştırmalardan biri Gezici Araştırma Şirketi tarafından 46 ilde 5 bin 270 kişiyle yüzyüze (neyse ki en azından ‘telefonla’ değil) yapılmış. Sonuca göre “Öcalan’la yapılan görüşmeler” in AKP oylarını erittiği bildiriliyor.

En önemli sonuç bence “Türkiye eyalet sistemine geçmeli mi” sorusunun cevabı.. Yüzde 88.6 “Hayır” cevabını vermiş.. Ki bu daha ilk etapta halkın “eyalet sistemine geçiş” in bölünmenin başlangıcı olacağını hissettiğini gösteriyor. Aslına bakarsanız açıkça “eyalet” denmese de “Yerel Yönetim Yasası” nda yapılacak değişiklikle bir bölgeyle ilgili “tüm yetkilerin o il veya bölgenin belediyesine” verilmesi de aynı sonuca varacaktır.

Nitekim (hatırlatalım) İspanya’da 17 özerk bölge olmasına rağmen, PKK ve BDP’nin devamlı örnek gösterdiği “Bask ve Katalonya bölgelerinin özerklikle bile yetinmeyip tam bağımsızlık istemesi”yle ilgili sorun hala bitmemiştir.

Bölünme endişesi

Ankette “Türkiye’nin bölünmesiyle ilgili endişeniz var mı” sorusuna da yüzde 63.8 “Evet” cevabı çıkmış. “Gazeteci ve yazarlar üzerinde baskı var mı” sorusunun cevabı yüzde 57.6 “Evet” .. (Yüzde 42.4 ’ün durumu görebilmesi için gözlere lens gerekiyor belki de..)

Bu arada Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da “Çözüm sürecine halk desteğinin yüzde 58 olduğunu” söylemiş.. Söyleme lüzumu hissetmiş demek ki..

Çözüm ama nasıl?

Şimdi “terörün bitmesi için çözüm” dediğiniz zaman yüzde 90 destek de çıkar, doğalı budur. Ama burada aynen yıllar önce “açılım” ve “Habur” süreçlerinde olduğu gibi “masanın iki tarafında bulunan” gruplar (BDP-PKK ve Hükümet) farklı “çözüm” lerden söz etmekte veya olayları farklı yansıtmaktalar..

Hükümet “önce PKK silahları bırakıp ülke dışına çıkacak” diyor, BDP ile PKK ise “Bu sözlerin karşılığı yok, süreç sizin insiyatifinizde değil, önce yeni anayasayı yapacak, taleplerimizi vereceksiniz. Kürt sorunu böyle çözülecek” cevabını veriyor. “Kürdistan” dan, “Öcalan’ın serbest bırakılması” ndan söz ediyor..

Hükümet de başta Ana Muhalefet Partisi CHP ’nin bile “sürece katkı” teklifini alayla reddettiği için olumsuzlukların da bütün sorumluluğuyla baş başa kalıyor. “Silah bırakma” konusunda Hükümet’in geç kalmış olması, PKK’nın “terörü sonlandırıyoruz” demek yerine “savaş çıkarırız” tehditleri de “geri çekilme” yi bile anlamsız kılıyor ki zaten çekilme de şimdilik söz konusu değil.

Sonuç; Bu ankette çıkan endişelerin ve “AKP’ye desteğin düşmesinin” somut nedenleri var.. İspanya örneği aksini söylese de bir ihtimal; süreç doğru yönetilseydi olmayabilirdi .. Tabii “cezaevlerine tıkılmış (Mehmet Metiner “kimin tıktığını” söylemişti) yüzlerce insanın, hayatını terörle mücadeleye adamış askerlerin” çektiklerinin bu cevaplarda rol oynamış olacağını da unutmayalım.

Yazının devamı...

Diyanet sorularının tek cevabı var; size ne?

Diyanet İşleri Başkanlığı istemiş, Türkiye İstatistik ve Araştırma Kurumu “İzmir ”e anket yapmış. 10 eve girerek insanların “dinini, inancını, nasıl ibadet ettiğini” soruşturmuşlar. Ben olsam “kesinlikle sorma hakları olmayan” bu soruları değil cevaplamak, sormalarına bile izin vermezdim.

Allah’la kul arasında..

Sorulara bakın, yanındakiler benim cevaplarım..

“Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?”.. Size ne? Kime ne?

“Aşağıdaki namazları ne sıklıkla kılarsınız?”.. Kardeşim “Müslümanlıkta Ruhban sınıfı” yoktur, insanlar papaza günah çıkarır gibi size hesap vermek zorunda değil.. Bu sorunun cevabı yalnız “Allah’la benim aramda”dır.

Ayrıca dinimizde “teşhir ederek ibadet” gibi bir şart da yok, tam aksine.. O nedenle; size ne?

“Haftada ortalama kaç vakit namazı cemaatle kılarsınız?”.. Size ne?

“Hangi dine mensupsunuz?” .. Size ne, “laik demokratik bir ülkede” sadece vatandaşın kendisini ilgilendirir.

“Dini kaynağınızın bilgisi nedir?”.. Allah’ın Kur’an’da bildirdiği gibi “ihtiyacımız olan her bilgi orada verildiğine” göre kaynağımız Kur’an .. Ne yapacaksınız, Kur’an’ı da eksik veya “farklı” bulup kendi bilginizle mi donatacaksınız, hadi işinize..

Umarım bu ankete cevap veren çıkmaz.. Diyanet Başkanı yaptığı büyük hatadan, işlediği büyük günahtan kurtulmak istedikçe batıyor, vazgeçsin artık!



Ne olacak şimdi?

Dizi haline gelecek yakında “Ne olacak şimdi” ler, dün başlamıştım devam ediyorum. Biliyorsunuz medyada bazı arkadaşlarımız diğer arkadaşları ve PKK ile ilgili (ABD ’yi de unutmayalım tabii, Obama İsrail’e boşuna mı özür diletti) süreçte “soruları olan veya kendilerinden farklı eleştiriler getiren” herkesi baskılamayı çok seviyorlar. “Söyle bakim, senin istediğin ne, önerin ne, sürece karşı çıkıyorsun vs. vs”.. Sanki öneri ve çözüm getirmek medyanın işiymiş gibi.. Medyanın işi bu değil ama medya hükümetlerin attığı adımlarda sorular sorabilir, kendi yorumlarını yapabilir, uyarabilir.. Ne demişler, el elden (ayıptır eklemesi, zeka zekadan) üstündür, akil adamlık seçmeyle olmaz..

İlk adam yanlış!

Her neyse, mesela baştan beri, yıllar öncesindeki ilk açılımdan beri diyoruz ki ‘bu çözüm arama, anlaşma, masaya oturma süreçleri devletin üstünlüğüyle başlamalı, önce terör örgütü silah bırakmalı, sonra masaya oturulmalı. Öncelikli şart budur. Örnek verdikleri İRA-İngiltere anlaşması da böyle olmuştur, silahların gölgesinde anlaşma olmaz, oldurmaya kalkarsanız tehditlerin sonu gelmez.’

Nitekim gelmiyor.. Başbakan Erdoğan “ilk şartımız silah bırakma” demeye Öcalan ve örgütle masaya oturulduktan (Oslo’dan ve hatta İmralı’dan) epeyce sonra başladığı için şimdi artık çok geç.. Daha önce de yazdım; Başbakan Erdoğan “bizim şartımız silah bırakmaları” dediğinde ‘artık kontrol sizde değil ki, şartları karşı taraf koyuyor’ dedim. Şimdi durum açıkça bu hale geldi.

Niyetimiz yok diyor!

CNN Türk’teki konuşmasında “Silah bıraksınlar, öyle gitsinler. İster gömsünler, ister mağarada bıraksınlar” sözleri üzerine Kandil’den kesin bir cevap geldi; “Sanki herşey tek taraflı gibi, kendi insiyatifinde gibi yanlış ve olumsuz bir algı yaratıyor. Süreç tek taraflı değil, karşılıklı.. Önce devlet tarafı ‘gerekli adımları’ atacak, bu temelde yasal zemin hazırlanacak. Erdoğan’ın iddia ettiği gibi bir geri çekilme hareketimizin gündeminde değil .”

PKK ve BDP aslında bunları önceden beri söylüyorlar, duymak istemeyen (veya siyaseten sürecin uzamasını isteyenler) duymuyor. “Gerekli adımlar” dedikleri nedir, onu da söylüyorlar; Öcalan serbest bırakılacak , önce yeni anayasa yapılacak ve orada PKK’nın vereceği “başkanlık sistemi desteği”ne karşılık talepleri “özerk bölge” den başlayarak sağlanacak.

Şimdi.. Bunların olacağını önceden söyleyen ve durumu sorgulayanlara “ne istiyorsunuz siz, öneriniz ne peki” diye soran arkadaşlar oturup düşünler; ne öneriyorlar bu durumda?



Çocuk gelinler için..

Sabancı grubu son zamanlarda “çocuk gelinler” için toplantılar yapıyor, çözüme katkı sağlamaya çalışıyor. Türkiye’de “aile içi yanlışlar ve aile içi şiddet” konusunda destek vermeyi gerçekten istiyorlarsa en büyük katkı yıllardır bu konuda çalışan kadın sivil toplum örgütlerine destek vermeleri, birlikte çalışmaları olacaktır.

Mesela “Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu”, mesela “Türk Kadınlar Birliği” gibi kuruluşlara.. Yapılacak şey budur!

Yazının devamı...

Genelkurmay Başkanı’nı Silivri’ye kim tıkmış?

Hemen her konuda o kadar ciddi çelişkiler içinde debelenip duruyoruz ki hangisinden söz edeceğini şaşırıyor insan.. Hemen bugün ortaya çıkan duruma bakın..

Ürdün Kralı Abdullah’ın “Atatürk’e duyduğu saygı ve sevgi nedeniyle” Anıtkabir’i ziyaretinde gözyaşlarını tutamamasını bile “yaptığı siyasi yoruma karşılık koz olarak kullanan” üst düzey siyasetçimiz “zaten ağlamasından ne olduğu belliydi” şeklinde değerlendirmeyi başarmıştı biliyorsunuz.. Şimdi de ABD’nin yeni Savunma Bakanı ilk basın toplantısında “Atatürk’e hayranlığından” söz etmiş. Onun “Ortadoğu’daki planlarında Türkiye’ye biçtikleri rol nedeniyle”, bize yaranmak için Atatürk’ü övdüğünü düşünsek bile..

Yabancılar takdir ederken..

Adam diyor ki “Atatürk dünyada hala devam eden çok önemli bir mirasa sahip, biz Batı’da Atatürk’ün yaptığını tam olarak takdir edemedik”.. Göz yaşartıcı bir çelişkili durum; o Batı’nın anlamamasından yakınıyor, oysa “gel de kendi ülkesindeki tabloya bak, sözleri 30 yıldır durduğu anıtlardan çıkarılıyor, Çanakkale savaşındaki kahramanlıkları ve neredeyse Kurtuluş Savaşı ve en önemli mirası, en büyük iyiliği olan “Cumhuriyet” unutturulmaya çalışılıyor.. Onun kurduğu Meclis’e ‘üzerinde fotoğrafı olan atkıyla’ girilemiyor, rozetini takmak bile cesaret istiyor” diyesi geliyor insanın.

Ne olacak şimdi?

Şu durumlara da bir göz atalım ve “ne olacak şimdi” sorusuna cevap bulalım.

-Diyanet İşleri Başkanı Görmez “İzmir’in farklı bir dindarlığı farklı. Onlara gerekli irfanı verecek bir müftü atadık” diyor, onun hocası olan eski İzmir Müftüsü İbrahim Acar “Sayın Başkan benim öğrencimdi... İzmir’de 8 yıl müftülük yaptım İzmirlilerin dindarlıklarını da, kendilerini de çok sevdim, İzmir halkının bu konularda hiçbir sıkıntısı yok” diyor.. (Görmez’in hocası da böyle dedikten sonra durumu kurtarma çabalarının anlamı yok tabii..)

-Adalet Bakanı PKK’lıların geri çekilmede serbestçe sınırlardan geçmesi ilgili olarak “Bu suçsa ben bu suçu işliyorum” diyor, Mehmet Başer isimli okurumuz yazdığı yorumda “Diyelim ki; işim yok, karnım aç.. Bakkaldan ekmek çaldım. Bence suç değil. O zaman kimse beni hırsız diye cezalandıramaz” diyor.

-Mesut Aydın isimli okurumuz ise “HSYK’nın başkanı durumunda olan Adalet Bakanı (ki açıkça “yargının siyasallaşması” anlamına geldiği için olmaması gerekir) yargıya emir, talimat anlamında söz söylememeli” diyor..

Cüppe çıkarma meselesi!

Devam edelim..

- Ziya Yalçın “Memur statüsünde olan Diyanet İşleri Başkanı bir parti lehine propaganda yaparak ‘tarafsızlık’ ilkesine aykırı davranmıştır. Diyanet, Savunma Bakanlığı’ndan sonra bütçeden en çok pay alan kurumdur. Bu kurumun başına ‘adam gibi bir adam’ ın gelmesi şarttır. O makamdan hemen ayrılarak iktidar partisinde yerini almalıdır” diyor. (Rektörler görüş bildirdiğinde “cüppelerini çıkarıp siyaset yapsınlar” diye paylanmışlardı, hatırlayalım. Diyanet Başkanı “dini siyasete alet ederek” koca bir ilin dinine-imanına iftira attığı halde nedense hiçbir siyasetçi rahatsız olmadı.)

-AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “vur de vuralım, öl de ölelim” sloganlarına verdiği “onun da zamanı gelecek” cevabı için “Bahçeli’nin evladı yok, evlat acısını bilmez” diyor. Bahçeli’nin (çocuğu olmaması ne hakla aleyhine kullanılabiliyorsa) bunu “terör devam etsin” anlamında söylemeyeceği, söylemediği belli, buna rağmen de bir parti başkanı bu tür konuşmalar yapmamalı, ama.. Ama Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan’da onun koltuğuna oturan çocuğa “Şimdi istediğini yaparsın, astığın astık, kestiğin kestik” sözüne ne demeli?

Milletvekili söylüyor!

Hüseyin Çelik ve Bahçeli’ye tepki verenler “şiddeti öneren, hükümet başkanlarının ‘asmak, kesmek’ yetkisi varmış gibi söylenen” bu sözlere tepki vermiş miydi?

-Uludere Komisyonu’nun “34 vatandaşın hayatını kaybettiği Uludere olayında devletin kastı yoktur” şeklindeki raporu tartışılırken MHP Milletvekili Yusuf Halaçoğlu “sınır dışı her operasyon mutlaka Genelkurmay Başkanı’nın emriyle olur” diyerek onun dinlenmesini istemiş. AKP’den milletvekili seçilen gazeteci Mehmet Metiner ise “Genelkurmay başkanlarını Silivri’ye tıktığımız zaman itiraz ediyorsunuz ama” cevabını vermiş.. Pardon, Genelkurmay Başkanı’nı kim Silivri’ye tıktı, Metiner’in partisi mi? AKP Milletvekili söylüyor bunu.. İnsanlara “özel yetkililerle” yıllardır azap çektirilen bu davalarda ortada yargı yoksa veya yargı “iktidardan emir alıyorsa” milletin bunu Metiner’den mi duyması gerekir?

Bu kadar çelişki ve saçmalık arasında hepimizin şaşkına dönmesinde de şaşılacak bir durum yok. Aklımız, fikrimiz Allah’a emanet doğrusu!

Yazının devamı...

Adalet Bakanı ile Diyanet Başkanı!

Bir ülkenin Adalet Bakanı herhangi bir konuda, konu ne olursa olsun “Eğer bu suçsa ben bu suçu işliyorum” diyebilir mi? Alın bu soruyu, dünyanın bütün demokratik (isimde değil, gerçek demokratik ) ülkelerini dolaşın ve vatandaşlara, siyasetçilere sorun, tek bir tane “evet” cevabı alamazsınız. “Yetmez ama evet” denebilen ülkede ise olabiliyor.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin; “PKK’lı teröristlerin rahatça ülke dışına çıkması” konusundaki soruya “barış için” diyerek bu cevabı vermiş. Öncelikle ortada “savaşan iki ülke” veya “bir devlet tarafından el konmuş, aslında başkalarına ait topraklar” filan olmadığına göre Adalet Bakanı’nın “barış”tan söz etmesi anlamsız.. Konu “terörün bitirilmesi”dir.

Herkes aynı hakkı görür!

Sonra; Adalet Bakanı bir konuda “bu suçsa ben bu suçu bilerek işliyorum” dediğinde vatandaşlar arasında kendine göre makul nedenlerle ama hukuken suç olan bir konuda aynı sözün düşünülmesi, tekrarlanması nasıl önlenir?

PKK’lıların ülke dışına çıkması (ne yararı olacaksa) konusunda zaten anlaşmalar yapan Hükümet kararı vermiş. Ama “suç işlemiş” teröristlerin serbestçe sınırlardan geçmesi aslında “hukuken suç”tur, bu da yadsınamaz.. Peki bu durumda Adalet Bakanı hiç değilse sussa daha doğru olmaz mı?

Hırsız ve PKK’lı..

Mesela Zeki Okunakol isimli okurumuz “herkesi şu mizansen üzerinde düşünmeye davet ediyorum” diyerek şöyle yazmış: “Polis Atatürk Havalimanı Dış Hatlar’da iki şahıstan şüpheleniyor. İlk sorguda birinin “hırsızlıktan” aranan bir kişi , diğerinin ise “yola mayın döşemekten” aranan bir PKK’lı olduğu anlaşılıyor. Polis her ikisini de göz altına alıyor, Emniyet Müdürlüğü’ne gönderiyor.

PKK’lı “önder Apo’nun talimatına uyarak yurt dışına çıkmak üzere havaalanında bulunduğunu” söylüyor, Başbakan’ın da “yurt dışına çıkan PKK’lılara dokunulmayacağı” sözünü hatırlatarak serbest bırakılması gerektiğini söylüyor. Şimdi polis PKK’lı hakkındaki yakalama emrine mi, yoksa Başbakan’ın sözüne mi uyacaktır?

Hangi durumda polis “suçlu” duruma düşecektir? Serbest bırakması Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı değil midir?

Ve tabii hırsızlık suçsa, adam öldürme kastıyla hareket nasıl suç sayılmaz sorusu da var..

Terörün bitmesi için yasalar ve hukuk göz ardı ediliyorsa Adalet Bakanı’nın bir de kafa tutuyor havaya girmemesi gerekir, hukukçu değilim ama görülen bu değil mi?

Farklı dindar başkan!

Aynen Adalet Bakanı’nın söylememesi gereken söz gibi Diyanet İşleri Başkanı da Anayasa ’yı, insan hak ve özgürlüklerini , din ve inanç özgürlüğünü hiçe sayan sözler söyledi.

Aynı zamanda dinen günah işledi.. O görevden ayrılmadığı takdirde bundan böyle saygı görmesi , inandırıcı olması neredeyse imkansızdır. İnsanların Mehmet Görmez ’e “Senin de ‘farklı’ bir dindarlığın var. Ben daha iyi dindarım zira sadece Allah’a ait bir görevi üstlenmeye kalkmıyor, insanların dinini-inancını yargılamıyorum” diyebilirler. Zira saygı “süslü, uzun, işlemeli cüppeler” le olmaz, davranışlarla yaratılır.

Eğer istifa etmeyecekse Diyanet Başkanı’nın “İzmir’de yaşayan ve her biri diğerinden farklı milyonlarca insanın, ailenin dindarlığını hangi açıdan farklı bulduğunu, nasıl bir irfanla ne şekilde değişeceğini” açıklaması gerekir. Gönderdiği müftüde bulunan dindarlık ve “irfan” neden İzmirlilerde yokmuş, kimin Allah katında daha makbul olduğuna nasıl karar vermiş açıklasın da herkes öğrensin bari!

Öğrenciler ‘Akut’ için tasarlıyor!

Nasıl bayılıyorum, nasıl takdir ediyorum böyle farklı buluşları ve gençleri sanata yöneltecek gayretleri.. Vakko ile Saint Pulcherie Lisesi 3 yıldır birlikte özel bir projeyi gerçekleştiriyorlar.

Gelir Akut’a..

Öğrencilerin resim dersinde tasarladığı desenler in “dereceye girenleri” eşarp tasarımı için Cem Hakko’nun sponsorluğunda ipek kumaş üzerine basılıyor. Ve sonra modacı ve sanatçılardan oluşan bir jüri bu tasarımları ödüllendiriyor.

Bu yıl 27 Mart akşamı yapılan ödül töreninden sonra öğrencilerin (Osmanlı motifli) tasarımlarının bulunduğu eşarplar Cem Hakko’nun isteği üzerine Akut Derneği adına satışa çıkarılmış, elde edilen gelir Akut’a kalacakmış. Eşarpları Vakko mağazalarında bulmak mümkün, böyle güzel bir projeye destek vermeye, gençleri teşvik etmeye ne dersiniz?

Bu gayretleri hep uzaktan izlemeyi artık bırakalım ve biraz da bizler elimizi taşın altına koyalım değil mi?

Yazının devamı...

Gücün karşısında secde edenler!

Dün “İzmir dindarlığının irfana ihtiyacı var. İzmir’in dini ve manevi hayatını yeniden ayağa kaldırmak için ehil bir müftü atadık” sözüyle ilgili konuşmak üzere Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i aradım. “Müsait olmadığını, olunca cevaben arayacaklarını” söylediler ki başta TV’ler olmak üzere çok sayıda arayan olduğunu ve bu şekilde savuşturulduğunu düşündüm.. (Saatler sonra arayıp hala meşgul olduğunu bildirerek Basın Müşaviri ile konuşmak ister miyim diye sordular, kabul etmedim, yararı yok çünkü..)

Bu durumda konuşmadan kendi görüşlerimi yazayım, aramamın sebebi onunla daha önce “uydurma hadisler” konusunda saatler süren bir televizyon röportajı yapmış olmamdı aslında..

Gayet “samimi, dürüst, siyasete göre dini uyarlamaya çalışmayan” bir konuşma yapmış ve uydurma hadislerin dikkatle ayrılacağını söylemişti ama bu söz tutulmadığı gibi kendisi de o günden bu yana çok değişti.

İstifa etmesi lazım!

“Gücün karşısında eğilmek, rüzgara veya ‘ÇIKARLARA’ göre tüm görüşlerini-davranışlarını değiştirmek” çok ciddi bir karakter sorunudur.. Allah kullarından “secde etmelerini” istiyor ama yalnızca kendisinin huzurunda.. Güçten yararlanmak için yerlerde sürünmekle arada çok fark var, bizde bu karıştırılıyor artık.

Asıl konuya gelelim, İzmir için hem de ülkenin Diyanet İşleri Başkanı tarafından söylenen söz hangi açıdan bakarsanız bakın tam bir skandaldır. Her ilin-tüm toplumun hakkı olan (onların vergilerinin büyük kısmını savurarak ayakta kalan) bir devlet kurumunun başı olan Diyanet İşleri Başkanı’nın derhal istifa etmesini gerektirecek kadar büyük bir skandal..

Laik devletin görevlisi!

Bugüne kadar “dini siyasete alet eden” ve bundan yeterince yararlanmak için halkın ve siyasi partilerin inançlarına kendince değer biçenleri; “bu kesim daha dindar çünkü şöyle giyiniyor, böyle inanıyor, diğer kesimin inancı tartışılır çünkü öyle giyinmiyor” ya da “bu parti dindar değil, din-inanç bizden sorulur, bizim partiden olmayan patates dinindendir, onlar içki içer, Kur’an’ı duvara asar vs. vs” diyenleri çok gördük.

Maalesef “parlatarak söylenmiş sözlere düşünmeden inanmaya hazır” kesimleri din üzerinden, başkalarının inancını yalanlayarak aldatmayı da başardılar. Ama bunu bir Diyanet İşleri Başkanı yapamaz. Bırakın “laik (insanların din ve inancında özgür olduğu, kimsenin değerlendirme hakkına sahip olmadığı, devletin de bir dine taraf olamayacağı) devlete ait” üst düzey bir görevlinin halkın inancı hakkında iftira atma saygısızlığını ve suçunu işlemiş olmayı, din bilimci olarak getirildiği makamda “kendini ALLAH’a eş koşma günahı”nı işlemektedir.

Şirk koşma!

Kullarının inancını değerlendirme hakkını Hz. Peygamber’e bile vermeyen, buna ancak kendisinin karar vereceğini bildiren Yaradan acaba bu hakkı Diyanet İşleri Başkanı’na mı vermiştir ki milyonlarca vatandaşın yaşadığı İzmir’de insanların inancını tartışmaya açacak şekilde “dindarlığın neye ihtiyacı olduğuna” kendisi karar veriyor, o ilde yaşayanların dindarlığı hakkında söz söyleyebiliyor?

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in “siyasi güce yaranmak uğruna bir ildeki milyonlarca insanın dini-inancı hakkında yorum yapması”yla ilgili hiçbir açıklamasının, özrünün anlamı yoktur ama “en büyük günahı işlediği için” Allah’tan af dilemeyi düşünse iyi olur!



Karayılan’ın şartı!

Adalet Bakanı Sadullah Ergin “Öcalan’ın serbest bırakılması” konusundaki soruyu “Devletin kanunlarına göre mahkum edilmiş, bırakılması söz konusu değil, gülerim bu iddiaya” şeklinde cevapladı.

Aynı gün Kandil’deki PKK Lideri Karayılan “geri çekilme” kararına uymak için bir şartları olduğunu; “Öcalan’ın serbest bırakılması gerektiğini” söyledi. “Her an savaşa hazırız” tehdidini tekrarlamayı da yine unutmadı.. Bu “barış süreci” dedikleri “terörü bitirme” sürecinde bir sakatlık var ama bir türlü tam anlaşılamıyor, “TBMM’den yasa lazım” diye israr ettikleri yasa Öcalan Yasası mı acaba?

PKK silah bırakmadan böyle bir süreci başlatmanın “devlet açısından” yanlışlığı ne zaman görülecek bakalım! (Tabii bu arada “Irak, Suriye ve İran varken sadece Türkiye’deki PKK silah bıraksa ne olur” sorusu da var. Sonu “zor” yani!)



Cem Yılmaz ‘babalığı’ anlatacak!

Okul öncesi eğitim” konusunu yıllar önce ele alarak diğer ülkeler için bile örnek bir başarı elde eden Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) bir süredir de “çocuk yetiştirmede anne kadar babanın rolü” konusunda çalışmalar yapıyor, ülke çapında babaları eğitiyor.

Bugün İstanbul Swiss Hotel Bosphorous’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile AÇEV’in işbirliğinde “Türkiye’de Baba Olmak: Cinsiyet Eşitliğinde Sorumluluklar, Haklar ve Çözümler” başlıklı bir panel yapılıyor. Sabah 9’da başlayacak panelde yeni baba Cem Yılmaz da “Cinsiyet Eşitliğinde Babalık ve Erkeklik” konusunda konuşmacı olacak. Konu önemli, ilgilenenlere duyurmak istedim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.