Şampiy10
Magazin
Gündem

Ankara’daki palalılar da ‘esnaf’ mı?

İstanbul’da eli palalı kişilerin Taksim’deki göstericilere saldırdığını TV’de ilk izlediğim anda Mısır ve Suriye’deki “Baltacılar”ı hatırlamış ve yazılarımda da belirtmiştim.

Çarşamba akşamı “Eskişehir’deki Gezi gösterileri sırasında polisten kaçarken eli sopalıların saldırısına uğrayarak ağır yaralanan Ali İsmail Korkmaz’ın 33 gün sonra hayatını kaybetmesi” nedeniyle halk Ankara ve Hatay’da protesto gösterileri yaptı. Ve Ankara Dikmen’de araçlardan palalarla inen kişiler yine aynen İstanbul’da olduğu gibi göstericilere saldırdı.

Her olaya bir kılıf!

Şimdi, artık bu ülkede her olaya “gerçeğinden farklı bir kılıf” başarıyla giydiriliyor, medyanın büyük bölümü de “gerçek haberleri gizlediği, olayları çarpıtarak yansıttığı” için toplum kesimleri, özellikle de okumayan-araştırmayanlar, eğitimsiz kitleler “sanal bir alemde, yalanlarla” yaşatılıyor.. Bütün bu skandal durum bir yana..

Bu “pala-satır-kasap bıçağı” dediğiniz, barbarlara yakışır aletler, öyle göz yumulacak bir şey değil. Bunlarla saldıran gözü dönmüşlerin derhal kapatılması gerekir ama bizde ne oldu? Efendim onlar “esnaf”mış da, işleri aksadığı için sinirleri bozukmuş da.. “Terör mağduru” sayılıp zararları karşılanabilirmiş. Ooldu, bırakın “suçluları içeri kapatarak toplumu korumayı”, milletin parasıyla palalı beslenecek ve bundan sonra “daha çok palalı”nın ortaya çıkması sağlanacak..

Polisle birlikte..

Polis ordularının halkın üstüne saldırıp komaya sokması, öldürmesi, gençlerin gözünü çıkarması yetmiyor, bunlarla birlik halinde saldıracaklar. Taksim’deki polis şiddeti sırasında gaz fişeğiyle başından yaralanan “17 yaşındaki Mustafa Ali Tombul” beynindeki hasar nedeniyle bilinci kapalı olarak yoğun bakımda. Polis 5-6 metreden ateş etmiş, Ethem Sarısülük’e olduğu gibi, çok yakından..

İçi yanan babacığı isyan ediyor; “Biz evledımıza gözümüz gibi bakarak büyüttük, devletin polisinin bunu yapmaya hakkı yok. Yetkililer olayla ilgili açıklama yapsınlar” diye ama Vali’den, Bakan’dan, gençlere şiddet uygulayanları ödüllendirenlerden hiç ses çıkmıyor.

Taksim’de “göstericinin kafasına tuğlayla vuran, tekmeleyen beyaz gömlekli-sakallı kişiyi, ellerinde palayla vatandaşlara saldıranları polislerin nasıl koruduğunu, yanında yapılan şiddete göz yumduğunu” gördük. Bu suçluların hiçbiri hapis cezası almadı, kimliği bile söylenmedi. Peki bu hukuksuzluğa; Taksim Dayanışma üyeleri göz altına alınırken, Yılmaz Büyükerşen’ler-Ümit Kocasakal’lar eften püften nedenlerle yargılanırken, sanatçılara otellere suç aranırken, gerçek ağır suçluları koruma ve hatta “cesaretlendirme”ye ne zamana kadar susulması bekleniyor?

Seçim, halk iradesi, ve..

Boğaz boyu haksızlıklara, yanlışlara susamayan halk kesimleri sokaklara dökülünce “demokraside halkın iradesi, seçim önemli, bekleyeceksiniz” deniyor, tamam da hükümetler “demokrasiyi, milli iradenin büyük kesimlerini, hakkı-hukuku” hiçe sayıyor, “gücü elime geçirdim, seçime kadar canımın istediğini yaparım” diyorsa o toplumdan “demokrasiye saygı” beklemeye hakkı var mıdır?

Örneğin halk “palalı demokrasi”ye razı olmak ve daha yıllarca satırların gölgesinde, vahşet havasında yaşamak ve gençlerini kurban vermek zorunda mıdır? Nasıl bir ülke ve gelecek sunabilir bu tablo? Mısır’da, Suriye’de “Baltacılar” ne getirdi ki, burada “Palacılar” ne getirecek?

Mısır’da Baltacılar ilk kez 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda “Mübarek’e karşı gösteri yapanlara saldırarak” ortaya çıkmış. Bu tarihten sonra da yaptıkları saldırılarda çok kişi hayatını kaybetmiş. Eski rejimin “polis şefleri tarafından yönlendirildikleri ve gösteri alanlarına onlar tarafından getirildikleri, her olayın altından çıktıkları bazılarının silah da taşıdığı”, arkalarında Mübarek döneminin bakanları, Meclis Başkanı, bürokratları olduğu biliniyor. Bizdeki Palalılar’ın arkasındaki “isimler” ise henüz belli değil.

Ali İsmail Korkmaz “eli sopalı”ların yüzünden hayatını kaybetti, susarak ve cesaretlendirerek eli satırlıların da başka gençleri katletmesi beklenemez. Vali, Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı bu başıboşluğun hesabını millete vermek zorundadır! Hukuksuzlukların hesabını ise Adalet Bakanı!

Hata!

Sevgili okurlarım, Çarşamba günü “Hakime kim hesap soracak” başlıklı yazımın uzun tutukluluk sürelerinin kısaltılmasıyla ilgili kısmında; “Kararı ya iktidar partisi veya onların kontrolündeki hakimler verecek. Ki vermeyecekleri ‘milletvekili seçilenlerin bile bırakılmasını istememelerinden’ bellidir” cümlelerinde “istememelerinden” kelimesi “istemelerinden” şeklinde yazılmış. Özürlerimle düzeltiyorum.

Yazının devamı...

Çok hazin bir durum!

Taksim’de palayla halka saldıran ve yaralayan 4 palacı serbest bırakılmıştı, savcı S.Ç.’nin serbest bırakılmasına itiraz edince biri tutuklanmış. Havaya ateş açan A.S. de mahkeme tarafından tutuklanmış. Aynı akşam bu nedenle Hükümet’e “bravo” diyenler vardı. Dün yazmıştım, hakimler özellikle referandumdan sonra tamamen Hükümet’e bağlı hale getirildiler, kutlayanlar herhalde bu nedenle “yargı yerine Hükümet’i” kutlamaktalar.

Bu aslında son derece hazin bir durumdur adalet adına.. Eğer burası gerçekten bir hukuk devleti olsaydı, gerçekten “adalet”ten söz edilebilseydi palalı saldırganda, silahlı saldırgan da hiçbir şekilde serbest bırakılamazdı. Ama yargı “ne yaparsa iktidarın tepkisini çeker, ne yaparsa çekmez” önce karar veremiyor. Kimbilir belki de Bülent Arınç konumunda olan, “hukukçu ve Başbakan Yardımcısı” bir isim “Ben de serbest bırakılmalarına şaşırdım, hakimlere sormak lazım” deyince hakimler ne karar vermeleri gerektiğine karar verebiliyor.

Ona da şaşırsaydı..

Ve buna rağmen 2 genci öldürenlerin adı bile geçmedi, Ethem Sarısülük’ü öldüren polis ise serbest bırakıldı, onun tutuklandığı duyulmadı.. Acaba Arınç onun için de “Ben şaşırdım bu karara” deseydi o zaman tutuklarlar mıydı? Yoksa göstericilere şiddet uygulayan polise “yargıda dokunulmazlık” mı verildi? Ya da “gösteri yaparsanız başınıza her şey gelir, yapan da yargıdan kaçırılır” mı denmiş oluyor?

Böyle bir yargıdan ne hayır gelir herkes kendine bir sorsun bakalım.. Yargı da kendine şunu sorsun; “AİHM, 2006 yılında İzmir’de 1 Mayıs gösterilerinde polisin şiddet ve biber gazı kullanması konusunda ‘her şikayetçiye 15 bin Euro ödenmesine karar verdi. Gezi gösterileri ve sonrasında olanlar için de AİHM’ye gidilecek sonunda, bu cezayı hak eden biziz ama halk ödüyor, buna hakkımız var mı?”.. Cevabı bilseler de korku dağları beklerken bir yararı olmuyor.

İsim meselesi!

Saldırganların isimleri hala söylenmiyor, hep isimlerin baş harfleri sahnede..

Sahte CD’lerle, “tutmayan tarihlere-var olmayan adreslere dayalı uydurma belgelerle” tutukladıkları ve çoğunu mahkum ettikleri isimler gizlenmedi. Ülkenin gurur duyup ödüllendirmesi gereken sadık, vatansever, önemli insanları “ailelerine, tüm geçmişlerine kadar” deşifre edildi ama halka en vahşi şekilde saldıran, yaralayan, ateş eden militanların adı saklanıyor. Asıl onları deşifre edin de millet kendini korusun!

Karalama, itibarsızlaştırma!

Siyaset bugüne kadar hiç görülmemiş boyutlarda öyle çirkin bir hale getirildi ki Türkiye’de çok yakında “en güvenilmez kurum”un anketlerde ne olacağı açıkça görülüyor. Bütün veriler aksini söylerken; “istenmeyen kişi, kurum ve toplum kesimlerine” atılan iftiralar, yalanlar, açılan davalar, olayları halka “gerçeğinin tamamen aksi” gibi empoze etmeler, ülke gençlerini-tiyatro oyunlarını-doktor ve avukatları bile karalamalar, rakip görülen herkesi itibarsızlaştırmak için yapılan suçlamalar, kaliteli bir demokraside , bir hukuk devletinde asla görülmeyecek ne varsa hepsi mevcut.

Büyükerşen ve Divan Otel!

Ülkenin en güvenilir, en sevilen, en çalışkan belediye başkanlarından biri olan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e bile “ihaleye fesat karıştırma” davası açılabiliyorsa (ki bu olayın İstanbul Barosu’nun dürüstlüğüyle tanınan Başkanı Ümit Kocasakal’a açılan davadan farkı yoktur), Divan Otel gibi “ülkenin en çok vergi veren, en dürüst ailesine ait” olan, en eski ve en kaliteli oteline bile atılacak iftira bulunabiliyorsa, bir tiyatro oyununa bile “o milyonların sokağa dökülmesinin provası yapıldı” gibi çocukları güldürecek suçlamalar bulunabiliyorsa söylenecek söz kalmamıştır.

Büyükerşen “Bu da darbedir, seçimlerde alamadıkları belediyeyi yargı yoluyla almaya çalışıyorlar. Seçim öncesi itibarsızlaştırma yapıyorlar” demiş ki tablo aynen bunu gösteriyor. Divan Otel de son derece haklı bir açıklama yapmış, çok sabırlı davranıp susmaya çalıştılar ama bizde artık yalanlar ispatlansa da susmak yok, yola devam durumu olduğu için onlar da sonunda dayanılmaz noktaya geldiler. Sonuçta Otel’in ismi, onuru, bunca yıllık imajı, müşteri güveni ve çok şey var işin içinde.

Başka odaları göstererek..

Divan’ın açıklamasında “Haksız suçlamalar ve ithamlara maruz bırakılarak adeta bu sürecin temel muhataplarından biri ilan edildikleri, Divan İstanbul’un odaları denilerek TV’lere dağıtılan ve Molotof kokteyli görünen oda kayıtlarının Divan İstanbul’a ait olmadığı, tersinin kanıtlanmasının bu kadar kolay olduğu bilgilerin bile çarpıtılmasının üzücü ve yıpratıcı olduğu” anlatılıyor. Otel’de Gezi Parkı olayları öncesinde hazırlık yapıldığı, otoparkın önceden hastane haline getirildiği, 2 bin sedyenin hazırlandığı ve benzeri haberlerin asla gerçeği yansıtmadığı, otoparkın da İBB iştiraki ile İSPARK tarafından işletildiği, “gösteriler öncesi park görüntülerinin” hala kolayca izlenebileceği de..

Bir de şu durum çıktı; “Gezi gösterileri önceden biliniyormuş gibi” bu tiyatro oyunu ile prova, o otelde hazırlık benzeri iddialar öne sürülüyor. Gezi olayları önceden bilinmiyordu, durup dururken polisin gösterdiği şiddetle ortaya çıktığını dünya gördü, yabancı gazeteciler ve Claudia Roth da yaşayarak şahit oldu. Aynen Divan Otel’in ve istemese de yaralı ve şiddetten kaçan insanlara kapısını açmak zorunda kaldığını gördükleri gibi. Otoparkının göstericiler tarafından işgal edildiğinin ve personelin-müşterilerin, dolayısıyla otelin kendisinin defalarca mağduriyet yaşadığının görüldüğü gibi.

Bu “kurum ve kişilere işkence” ne kadar sürecek bilinmez ama yapılanın çok büyük haksızlık olduğu kesinlikle biliniyor!

Yazının devamı...

Hakime kim hesap soracak?

Hukuku iyi bilen bir yorumcumuz Bersan Özcan Pazartesi günü “Ateşli silahlar ve bıçaklarla ilgili 6136 sayılı kanun hala yürürlükte.. Elinde pala, satır, büyük bıçakla gezinme en az 1 yıl, saldırırsa en az 3 yıl hapis cezası var” diye yazmıştı. Bir başka yorumcu ise “İçerde zor tutuyorum söylemiyle katliama davet edenler asıl tehlikeyi yaratanlardır” diyor.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hukukçu ve o da “Palayla, satırla herkese sataşanların görüntüsü korkunçtu, serbest kalmalarını ben de çok garip karşıladım, neden bırakıldıklarını hakime sormak lazım” dedi. Şimdi tabii, halk tepkisi normal ama bir başbakan yardımcısı böyle söylediğinde ortada “bağımsız bir yargı varmış da, ne yaptığına kimse akıl erdiremiyormuş” gibi, “mış gibi” bir hava esiyor, oysa özellikle referandumdan sonra “yargının tümüyle siyasi güce bağımlı hale geldiğini” bilmeyen kalmadı sanıyorum.

12 Eylül’den kalma, dokunulmadı!

Hakimler HSYK ’nın elinde, HSYK “Adalet Bakanlığı”nın elinde.. HSYK başkanlığını bile hiçbir demokratik ülkede olmayacak şekilde Adalet Bakanı yapıyor ki “12 Eylül darbesinden kalan” ve darbelerle getirilmiş herşeyi değiştireceğiz diye yapılmış referandumda nedense (!) dokunulmayan bir uygulama..

Bu durumda, hakim katilleri, palacıları, silah atanı bırakmışsa bal gibi aynı anda “HSYK Başkanı olan Adalet Bakanı” durumu değiştirebilir, neden yapmıyor? Yoksa artık normal mahkemeler de “özel yetkili” mi oldular? (AYM Başkanı’nın “uzun tutukluluk süresini Meclis ve hakimler değiştirebilir” demesi gibi.. Adı Meclis, aslı “iktidar partisi”.. Kararı ya onlar veya “kendilerinin kontrolündeki hakimler” verecek.. Ki vermeyecekleri “milletvekili seçilenlerin bile bırakılmasını istemelerinden” bellidir.)

Suç bulamadıklarını at zindana 6 yıl, palacıları bırakıver. Silah atan olursa “MERMİYİ BULUP POLİSE VEREN VATANDAŞ”ı kasklarındaki numaralar kapatılmış olan polis “alın bunu da, delile dokundu” diye gözaltına alsın, vatandaşları satırla ve hem de polisin yanında kan revan içinde bırakanlar salıversin.. Göstericileri sopayla takip edenlerden biri, polis yakalamaya yeltenince “Ben sizdenim amirim” demiş, dokunulmazlığı olan palacılar “kimlerden” acaba?

Yürüme suçu!

İstanbul Valisi Mutlu “Silah atan şahıs gözaltına alındı” duyurusu yaptı.. “Şahıs”.. İsmi nedir, halk neden öğrenemiyor, kimdir bu şahıslar, aniden satırla, silahla nereden çıkmaya başladılar, “içerde zor tutulanlar” mıdır, Mısır’ın Baltacılar’ı “Burada işimiz bitti, İstanbul’a uzayalım” mı dediler, nedir?

Bir de “gözaltına alındı” haberinin arkasından gelecek olan “sonra?” sorusu var ki gözaltına almalarından daha önemli.. Sonra ne olacak, satırlılara ne yapıldı ki silahlılara ne yapılacak? “Bu ülkede serseri kurşunlarla bebekler bile öldü, hadi bakalım içeri” demeyeceklerine göre “içerisi” sadece gazetecilere, rektörlere, milletvekillerine, Genelkurmay eski Başkanı’na ve orduya ayrılmış olmalı.

Plastik mermi yalanı!

Ethem Sarısülük Ankara Kızılay’daki gösterilerde gaz fişeğiyle başından vurularak hayatını kaybettiğinde henüz 26 yaşındaydı. O sırada olayı çeken güvenlik kamerasının vurulmadan hemen sonra yönünü başka yere çevirdiği anlaşılmış. Evlatlarını bu şekilde kaybetmeleri yetmiyormuş gibi ailesi “tehdit edildiklerini” açıklıyor. Vali sözünü bile etmiyor ama polisin attığı gaz fişeğiyle beyninden yaralanan 17 yaşında bir genç daha komaya girdi.. Bir başka genç; Volkan Kesanbilici polis mermisiyle gözünü kaybetti ve “plastik” denilen merminin içinde metal parçaları olduğu ortaya çıktı. Yazık değil mi bu ülkenin çocuklarına, düşman mı bunlar?

Taksim Dayanışma Platformu üyeleri ise Vali’nin açılış yaptığı Gezi Parkı’na doğru yürürken gözaltına alındılar. Suçları “parka doğru yürümek”.. Cumartesi günkü polis müdahalesi sırasında gözaltına alınan 8 kişi de tutuklandı. Suçları “görevli memura mukavemet, gösteri kanununa muhalefet”..

Palacı kardeşler!

Böyle bir tabloya nasıl susulur bilmiyorum, en ilkel kabilelerde görülebilecek saldırıları yapan “Palacı Kardeşler” serbest, yürüyen, polisin kendisine müdahalesine itiraz eden veya gösteri yapan “tutuklu” ki artık 5 kişi birlikte yürüse gözaltına alınıyor...

Ve polisin bu ağır suçlularla beraber halkı yaralama yetkisi de var.. Diyorum ya; Mısır’a (kendi halkına silah doğrultma konusunda filan) akıl vererek dünyayı güldürmeyelim, daha iyi durumda değiliz. Bu adaletsizlikler alıp başını gitti mi, ortaya çıkan kaosu düzeltmek de imkansız olur, örnekleri önümüzde!



TV kanalları ne zaman düzelir?

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in “din adına yapıyormuş gibi yasakladığı” müzik programları onlar sahneden çıkar çıkmaz geri dönmüş. Düşünün, bu yobaz kafa bir kere yerleşti mi “müzik” bile günah sayılıyor, eğlenmek günah, gülmek günah, Allah yerine onlar karar veriyor kulların günahına, sevabına.. Alenen “şirk koşuyorlar” kendilerini.. Ve hepsi aslında “güç” için, koltuk için..

Suriye halkı Esad’dan nefret ediyor ama o giderse Mısır’daki gibi “Müslüman Kardeşler ve El Kaide iktidarı ele geçirir” diye de korku içindeler. Kaçmayı başaran sade Suriye vatandaşlarının hepsinin psikolojisi bozulmuş, çoğu “ağır sakinleştirici”lerle ayakta duruyorlar, kısacası bir yanda mezhep kavgaları, bir yanda “Sünni Müslüman köktendinci örgütler”in baskıları ortaya çıktı mı sonu gelmiyor.

Haber vermeye korkuyor!

İşte Mısır’da olanların sorumlusu “müzik programına kadar yasak getiren, ülkeye korku salan Müslüman Kardeşler ve Mursi”.. Peki “bizdeki durum Mısır’a benzemiyor” diyenler Türk medyasının utanç verici haline bakıyorlar mı hiç?

TV kanallarının patronları “işleri bozulur, gazaba uğrarlar” korkusuyla ülkede olup bitenin, “Baltacı-Palacı vahşeti”nin bile kanallarında haber yapılmasını önlüyorlar. Gerçekleri “olduğu gibi yansıtan, tartışan haber programı” yok ekranlarda.. Yalan dolanla milletin gözünü boyayıp parti propagandası yapanlar dışında kalmadı. Mısır’dan alınacak ders var diyenler, “dersin bu yönüne” baksalar çok iyi olur!

Yazının devamı...

Orada ‘Baltacılar’, burada ‘Palacılar’!

Gezi Parkı ’nın Topçu Kışlası’na çevrilmek istenmesi nedeniyle çıkan ve günlerce süren olaylardan sonra Park yenilendi, çiçeklerle cicilendi ve sanki ilk kez açılıyormuş gibi açılış yapıldı. Ki yeni olaylara davetiye çıkarmaktan başka bir anlamı yoktur bunun.. Açılıştan bir gün önce Cumartesi akşamı Taksim Dayanışma Grubu’ nun çağrısıyla kalabalık gruplar yine Taksim’de toplandılar, yine polis orduları oradaydı, yine biber gazı, yine TOMA’larla su, yine gözaltına almalar, eksiksiz herşey yerindeydi ki..

Daha önce, Gezi Parkı’nın boşaltıldığı gün ortaya çıkmış ve göstericilerin arkasından koşmuş ve CHP ilçe binasına saldırmış olan “eli bıçaklı-sopalı gruplar”ın benzeri fırladı.. Bir farkla, bu kez bıçak da değil, palalar var ellerinde.. Hani Mısır ve Suriye’de elinde baltayla halka saldıran “Baltacılar”ın yerine Türkiye’de “Palacılar” türedi dense tam yeridir.

‘Vurun Kahpeye’ günleri..

Bu dehşet verici, ancak korku filmlerinde, barbarları konu alan filmlerde görülebilecek olaylar Taksim’de yaşanırken yine merkez medya ekranları, sözüm ona “haber” kanalları, daha da dehşet verici şekilde “haberden habersiz” havadaydılar, çoğu kişi Halk TV’den izledi.

Eli palalı yaratıklar yoldan geçen genç kızlara, kadınlara palayla saldırıyor, vuruyor, beline sırtına tekme atıyor ve POLİSS, “HALKIN POLİSSSİ” halka palayla saldıranları öylece izliyor, palalıların sırtına dokunuyor, arada bir göstermelik olarak ortada koşuyor. İnanılmaz bir görüntü.. Adeta “taassubun, yobazlığın vahşete dönüşmüş halini anlatan ‘Vurun Kahpeye’ filmi gibi..

Kameradan korkmuyorlar!

Bu inanılmaz olayda “polis-palacı dayanışması” yanında bir inanılmaz daha var ki o da palacıların yüzünü, kimliğini gizlemeye gerek duymaması..

Kameradan hiç çekinmeden yüzünü dönerek saldırıyorlar, demek ki “ülkenin her köşesinde milyonlarca insanın katıldığı Gezi direnişini bir tiyatro oyununa bağlayarak günlerce ekranlardan sanatçıları hedef gösteren”, doktorları-avukatları bile sürükleyerek gözaltına alanlar-aldıranlar bunlara dokunmayacak. Onlara terörist diyenler bunlara demeyecek, onlara her iftirayı atanlar burada göz önündeki dehşeti, vahşeti görmeyecek.. Gayet eminler..

Elinde “silah yerine karanfil veya su tabancası” olanlar DHKP-C’den başlayıp tüm terör örgütlerinin üyesi, “eli satırlılar” masum vatandaş..

Müslüman kardeşler mi geldi?

Ne bu gerçekten, Müslüman Kardeşler veya El Kaide Suriye’yi, Mısır’ı bırakıp buraya mı koştular şimdi de? İçişleri Bakanı Güler “Taksim’deki olaylar sırasında elinde sopa-satır ve palaya benzer aletlerle saldıran iki kişi yakalandı” diyor, ne benzeri, ta kendisi; satır ve pala .. İstanbul Valisi ise “iki kişi yakalandı, polisimiz her zamanki gibi görevini yapmaktadır ” demiş. Valla polisiniz görevini hakikaten çok iyi (!) yapmakta, birkaç ödül daha verin. O zaman belki palacıları öperler.

Ve TBMM ’de de birbirine giren, birbirini yaralayan milletvekilleri.. “Balık baştan kokar” sözünü ne güzel bulmuş atalarımız, bu gidiş kötü gidiş.. “Camide içki içtiler yalanı”nı bırakıp tabak gibi ortada olan “eli satırlılar”ı derhal tutuklamaları gerekir. Tam bunu diyordum ki haberi gördüm.

Palacılar serbest!

Elinde palayla, satırla vatandaşı kovalayan, yaralayan, yüzünü saklamaya da gerek görmeyen ve göz boyama gibi sadece 4’ü yakalanan “Türk Baltacıları” tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmişler ve mahkeme hepsini serbest bırakmış. Neymiş efendim “esnafmış, maddi zarara uğramış vs. vs..” Sorarsanız katillerin de kendine göre uygun bir mazereti vardır.

Yüzlerce insanı ve dahi milletvekillerini, gazetecileri, rektörleri, ünlü cerrahları, terörle mücadele etmiş onurlu askerleri hiçbir suçu yokken (ve yıllardır suç bulmaya uğraşmalarına rağmen bulunamazken) hapislerde çürüten, ölüm döşeğindeki annelerini-eşlerini görmelerine izin vermeyen mahkemeler demek ki satırla saldıran, yaralayanları serbest bırakıyor. Neden onları “özel yetkili mahkemelere” gönderip, evlerini didik didik ederek anında tutuklamıyorlar?

Bu kafayla ne Taksim eylemleri biter, ne de Gazdanadam Festivalleri.. Adaletin olmadığı yerde halkın en azından “ADALET ARAMA” hakkı vardır, bu olaydan sonra kimsenin de itiraz edecek hali kalmamıştır!

Mısır’daki gelişmeler hakkında konuşacak hali de...

Biz kim oluyoruz ki Mısır’a akıl vereceğiz!

Yazının devamı...

Mısır’dan çıkaracak ders yok mu?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Geçmişte yaşanan tecrübelere bakarak Mısır halkını çok daha iyi anlıyoruz ve tahlil edebiliyoruz” dedikten sonra şunları söylemiş: “Bir zamanlar ordu darbe yapsın diye bekleyenlerin uslandığını zannediyorduk ama kanlar depreşiyor. Bir yerlerdeki bu olayları görüp ‘ah bizde de darbe olsa’ özlemi çekenler var. Başta Ana Muhalefet Partisi olmak üzere, medya, siyasetçiler ve demokrasi özlemi çeken insanların çıkaracağı çok ders var”..

Elbette geçmişte Türkiye’de yapılan darbeler kötü ve demokrasiye sekte vuran olaylardı ama 12 Eylül darbesinden sonra 33 yıldır böyle bir olay yaşamadı Türkiye.. Yani darbeye karşı çıkarken bir başka haksızlığa ve anti demokratik uygulamaya; şu anda yüzlerce sivil ve askerin haksız-hukuksuz şekilde içeri tıkılmış olmasına alkış tutulamaz. Hele de darbeleri yapan Genelkurmay Başkanları veya “darbe hazırlığı vardı” iddiası olan dönemlerin Genelkurmay Başkanları dışarıda dolaşır ve sorumlu tutulmazken..

Kim suçlanıyor acaba?

Hükümet’in “Mısır halkını anlıyor” olması güzel bir durum ama “ordu darbe yapsın” diye bekleyenlerin kim olduğunu adıyla sanıyla söylemeleri lazım.. Geçmişte de “bir gazetecinin veya mankenin” sözlerini (bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam, dağdaki çoban gibi) alıp milyonlarca insana mal ettikleri oldu. Şimdi kimin cümlelerini medyaya mal ediyorlarsa açıklasınlar, medya hakkında bu şekilde genelleme yapmaları hiç dürüst değil.

Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Mısır’daki darbe Tahrir Meydanı’nın demokrasi üretmesine engel olmuştur. Bir darbeci gelip halkın demokrasi, özgürlük istemesine, seküler sistemi savunmasına sekte vurmuştur” dediğine göre onun çıkaracağı bir ders de yok.. Ama “dini siyasete alet eden” siyasetçiler ve medya kesimini kastediyorsa (!) söyledikleri çok doğru.

İşte ders!

Onların Mısır’dan alacağı ders var. Mısır’da “Seçimi kazandık şimdi rejimi istediğimiz gibi dönüştürür, aşırı dinci, İslamı istismar eden örgütleri her yere yerleştirir, anayasayı bile keyfimize göre değiştiririz” diyen Mursi’yi istemeyen, seçime kadar ülkelerinde onarılmaz değişikliklerin yapılacağına inanan milyonlar sokağa dökülmüştür. Askerin yönetime el koymasına demokrasi yanlısı olan herkes karşı çıkar ama “milyonların sokağa dökülmesi” halkın tepkisidir, daha önce Mübarek giderken o kalabalıkları alkışlayanlar şimdi farklı şey söyleyemezler.

Seçim yapılırsa Mursi yine Müslüman Kardeşler’in yardımıyla ve “din istismarıyla” seçim kazanabilir ama bu bile Mısır’ı istikrara kavuşturmayacaktır. Ta ki “gerçek demokrat” bir hükümet ve lider çıkana kadar. “Alacağımız dersler”e dikkat edelim lütfen!

Sakın Esad gibi olma!

Başbakan Yardımcısı Arınç Mısır’da “yeni gelecek lider ve hükümete uyarı”da da bulunmuş.

“Hiçbir şekilde siyasi tutuklama ve gözaltılar yapılmamalıdır. Bunların hiçbirinin adaletle ilgisi yok. Başbakan 1 yıl hapse mahkum edilmiş (...) Ordu ve silahlı güçler hiçbir şekilde halkına karşı Esad’ın yaptığı gibi şiddet kullanmamalı, halkın taleplerine kulak verilmelidir” diyor. Ordu Mısır’da halkın demokratik gösterilerine, tepkilerine müdahale etti, darbe yaptı. Gözaltı ve tutuklama yapılmamalı, tamam.. Da ordu darbe yapmadığı, kimse darbe yapmadığı halde yüzlerce insanın havasız koğuşlara 5-6 yıl tıkılmasına, “hukuka aykırı diye kaldırdık” dedikleri özel yetkili mahkemelerin hala bu işkenceleri sürdürmesine, milletvekillerinin bile çıkmaması için yapılan oylamalara ne diyeceğiz?

Gezi gösterilerinde “kendi halkına, hem de gençleri beyninden vurup öldürecek kadar şiddet uygulayan silahlı güçler”in kutlanıp, ödüllendirilmesini, doktorların-avukatların sorgulanmasını, sanatçıların hala bıkıp usanmadan ekranlardan hedef gösterilmesini nereye koyacağız? Bu olayda “halkın taleplerine kulak vermemek” ne olacak?

Demokrasi uyarısı yapabilmek için “kendi ülkende demokrasiyi sağlamış olmak” gerekir, aynı olayların yaşanmıyor olması gerekir, aksi takdirde “trajikomedi” diyorlar buna!

Yazının devamı...

Sandık ‘namus’tur, seçim ‘dürüst’se!

“Mısır’da olanlar azınlığın çoğunluğa tahakkümüdür”..

“Meydanlar değil, sandıklar ülkeyi yansıtır”..

“Sokağa ineceklerine sandığı beklesinler, son sözü milli irade söyler”..

Bu sözler şimdi Mısır için söyleniyor ama kısa süre önce Gezi eylemleri için Türkiye’de de söylenmişti. Mısır’daki fark orada ordunun işe karışması, Mursi’yi darbeyle indirmesi oldu, oysa halk en doğal hakkı olan “DEMOKRASİ”yi istiyordu.. Mursi’nin aşırı dinci uygulamalarına, Müslüman Kardeşler’le elele ülkeyi eskiye çevirmesine karşı ayaklanmıştı.

Yakın geçmişi okumak..

Hükümet üyelerinin Mısır’daki gelişmelerle ilgili söylediklerinin çoğu “kızım sana söylüyorum, gelinim sen duy” lafını hatırlatıyor, ordu müdahalesi kısmını çıkarırsak geriye “antidemokratik uygulamaları ve baskıları istemeyerek tepki gösteren kitleler için” söylenenler kalıyor. Demokrasi “çoğunluğun azınlığa tahakkümü” demek de olmadığına göre seçimi kazanan, geride kalan büyük kitleleri (hatta yüzde 1’i bile) dışlayarak canının istediğini yapar denemez.

Başbakan Erdoğan “sandık namustur” dediği konuşmasında “Mısır halkının Türkiye’nin yakın tarihini doğru okuması gerektiğini” söyledi. Yakın tarihle “darbeleri” kast ediyor, darbenin zararlarını doğru okumaları şart elbette ama “sandık namustur” sözüne onlar da inanmayacak, zira her şeyden önce “din faktörü kullanılıp düşman kutuplar yaratılarak, yalan dolan karıştırılarak yapılan seçimlerden hayır gelmediğini” gördüler.

Sandık ancak “seçim EŞİT ŞARTLARDA, seçmenin tamamı mecliste temsil edilecek şekilde, dürüst ve güvenli yapıldığına her vatandaş inanacak şekilde, din istismarı siyasete alet edilmeden, milletvekillerini halkın seçeceği sistemle” yapılırsa NAMUS’tur, aksi takdirde hiçbir şey değildir. Bu konuya devam edeceğim.

Türbanlı kadına saldırı... Gerçek mi acaba?

Başbakan Erdoğan’ın “bir başörtülü kadını Kabataş’ta yerlerde süründürdüler” iddiasını mitinglerden sonra grup konuşmasında da tekrarlaması üzerine çok sayıda mesaj ve telefon geliyor vatandaşlardan. Başbakan’ın bu olay nedeniyle de Ana Muhalefet Lideri Kılıçdaroğlu’na çatmasını da kimse anlayamamış. Kaldı ki Kılıçdaroğlu’nun kendisi de “böyle bir olay gerçekten yaşanmışsa kendisinin de lanetleyeceğini” defalarca söyledi, “güç kendilerinde yapanı ortaya çıkarsınlar” dedi.

Gelen mesajlar da aynı şeyi söylüyor, diyorlar ki; iddiaya göre olay İstanbul’un göbeğinde, iskelelerin, hızlı tramvayın, otobüs duraklarının olduğu meydanda geçmiş. Saldırıya uğradığı iddia edilen kadının kayınpederi “kamera kayıtlarının olduğunu” söylemiş ki her köşede kameraların olduğu zaten biliniyor. Peki, nasıl oluyor da böyle bir olayın suçlusunu “İstanbul Emniyeti” ortaya çıkaramıyor? Bunu bulmak Emniyet’in, Valiliğin, İçişleri Bakanlığı’nın görev alanında değil midir?

Provokasyon ise?

İnsanlar “Hükümet’in istenmeyen her olayı komplolara, provokasyona bağladığını, eğer gerçekten olmuşsa Türkiye’de daha önce hiç görülmemiş, duyulmamış bu olayın neden provokasyon olamayacağını da” merak ediyorlar. Öyle ya, bu memlekette türban takıp yalan söyleyen kadınlar varsa, “bana saldırdılar” diyerek olmamış bir olayı olmuş gibi gösteren de çıkabilir.

Ayrıca şu da merak ediliyor; “başörtülü kadına saldırı oldu” iddiasıyla yer gök inletilirken, Dikmen’deki gösteriler sırasında gözaltına alınan yüksek lisans öğrencisi Eylem K’nın “Akrep’e bindirilirken ve içinde polis tarafından her şekilde tacize uğradım” diyerek anlattığı, hem de güvenlik görevlilerinin eylemi olan iğrenç tacize neden hiç değinmiyorlar? Kadınlar başörtüsüz olunca vatandaş sayılmıyorlar mı? Onlara, hem de polis tarafından yapılan saldırılar konuşmaya değmez mi? Halkın tepkileri bunları yansıtıyor işte!



Gazdanadam Festivali!

Temmuz’un 7’sinde, yani yarın Kadıköy Rıhtım’da saat 17.30’da sanatçıların da katılacağı, Oyuncular Sendikası ile Sanatçılar Girişimi’nin de destek verdiği “Gazadanadam Festivali” yapılacakmış. Her yıl tekrarlanarak geleneksel hale dönüştürülmesi planlanan festivalde “Oh biber” diyenler için dev biber gazı kapsülleri, “serinlemek isteyenler” için dev TOMA’lar, sanatçıların kendi fotoğraflarından birleştirecekleri “direniş yap-boz’u”, isteyen herkesin slogan yazabileceği “dev maket duvar” ve daha birçok sürpriz çapulcuları bekliyormuş.

Tarık Akan, Ataol Behramoğlu, Ferhan Şensoy, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Füsun Demirel, Leman Sam, Mehmet Ali Erbil, Cem Adrian, Bulutsuzluk Özlemi, Kurtalan Ekspres, Boğaziçi Caz Korosu ve Çapulcular Korosu, Mir Sanat Topluluğu, Güven Kıraç, Bennu Yıldırımlar, Levent Üzümcü, Ayşen Gruda, Gülriz Sururi ve daha bir çok ünlü ismin, sanatçının, grubun katılacağı bildirilen ve TGB Basın bürosundan gönderilen haberde TV kanalları ve basının da festivali izleyeceği açıklanmış. Kadıköy’ün dört bir yanını festival alanına çevireceği söylenen İstanbul 1. Geleneksel Gazdanadam Festivali’ni sizlere duyurmuş olayım!

Yazının devamı...

Halklar artık seçim beklemiyor!

AB Bakanı Egemen Bağış’ın Mısır’da ordu darbesine varan büyük halk hareketi ile ilgili olarak yaptığı açıklama son derece ilgi çekiciydi. Bağış; “Mursi’nin halkın üçte ikisinin desteğiyle seçilmiş ‘DEMOKRATİK’ bir lider olduğunu.. Göreve geleli kısa bir zaman olmasına rağmen Mısır’da çok önemli reformlar yaptığını.. Desteği hak ettiğini ve olaylar karşısındaki dik duruşunu takdirle karşıladıklarını” söyledi.. Türkiye’de bu sözlerle, mesela sadece “demokratik” sözcüğüyle bile tamamen zıt düşünen milyonlarca insan olacağına göre böyle bir açıklama topluma mal edilemez, kendisini ve Hükümeti bağlar.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise Çarşamba akşamı Mısır’da gerçekleşen ordu darbesinden sonra “Askeri darbenin devrim kazanımları açısından kaygı verici olduğunu, Türkiye’nin kardeş halkların taleplerini desteklediğini, bu tutumun ‘evrensel ilkelere’ dayandığını” söyledi. Aynı konuşmada “Türkiye, Mısır halkının 25 Ocak devrimine destek vermiştir, bununla başlayan demokratik süreç korunmalıdır” diyor.

Diktatör yerine yenisi!

Elbette Mısır’da “ordunun halk hareketine müdahale ederek darbe yapması” yanlış olan tek şey.. Ordu karışmasaydı belki de halk hareketi “yeni bir seçimin yıllar geçmesi beklenmeden yapılmasını” sağlayabilecekti. Mısır’daki olay Arap ülkelerinin hepsinde “Arap Baharı” denen olayın olumludan çok olumsuz sonuçlar getirdiğini, diktatörlerden bıkarak demokrasi isteyen ve bunun için ayaklanan halkların karşısına “yeni diktatörler” çıktığını ve Müslüman Kardeşler, El Kaide gibi aşırı dinci örgütlerin, genellersek “dini siyasete alet etmenin” neredeyse dünyadaki tüm Müslüman ülkelerin başına dert olduğunu gösteriyor. Ama çoğu fark etti artık bunu..

Mısır’da 25 Ocak devrimini yapan, çoğunluğu genç halk kesimleri “organize” durumda değildi ama Müslüman Kardeşler tam organize haldeydi. Eski rejimin adayının karşısında “BÖLÜNMÜŞ DURUMDA PARTİLER” ve onların adayları vardı. Mursi “Müslüman Kardeşler’in desteğiyle ve her zamanki gibi din kullanılarak” seçimi kazandı. Halkın yine de bir umudu vardı ama bu gerçekleşmedi. Mursi “hükümete ve tüm kurumlara onları doldurmayacağına” söz vermesine rağmen tam aksini yaptı ve kendisinden önceki dönemi aratmayacak bir diktatör baskısıyla istediği rejimi yaratmaya girişti.

Halk aldatılırsa susmuyor!

Tabloya geniş açıdan bakacak olursak; artık Arap ülkelerinde halkların çoğunluğu zorba siyasetçi , “DİKTATÖR” istemiyor ama aynı derecede “Müslüman Kardeşler, El Kaide gibi terörle ve din-şeriat kurallarına göre ülkeleri yönetmek isteyen örgütleri” de görmek istemiyor. Mursi yalan söyleyerek bunu yaptı, Mısırlılar da susmadı. Dünyaya baktığımızda birçok ülkede benzer halk tepkileri görüyoruz.

Davutoğlu veya bir başkası istediği kadar “demokratik seçim” den söz etsin Mısır halkı örneğin, daha birkaç yıl seçim beklemeye razı değil. Mısır’daki fark; devrimi yapan halkın artık daha “organize” hale gelmesi, bölünmüş partilerin çoğunun birleşmiş olması. Böylece seçimde “oyların boşa gitmesi ve birçok adayın ortaya çıkması” önlenmiş. Darısı “herkesin” başına..

Mısır’a destek, ya Gezi’ye?

Ben şimdi Mısır’da ordu budalalık edip işe karışmasaydı ve darbe olmasaydı, Davutoğlu ve Türk Hükümeti bu halk hareketine de “evrensel ilkelere dayanarak” destek verecek miydi, onu merak ediyorum. Zira eğer Hükümet Mısır ve diğer Arap ülkelerinde “kardeş halkların taleplerini” destekliyorsa, kendi ülkesinde Gezi eylemleriyle (ve işin içine “şiddet” girdiği için son derece haklı nedenlerle) ortaya çıkan halk taleplerini neden desteklemiyor sorusu çıkar ortaya..

Bırakın desteği, Emniyet hala avukatından doktoruna, gazetecisine kadar “eylemci gruplara halk desteği sağlamak üzere yargı üzerinde baskı kurma vs” diye cadı avına çıkıyor? Otelinden sanatçısına herkes suçlu ilan ediliyor. Komedinin son perdesidir, liseli, ortaokullu gençlerin, erkek kadın milyonlarca vatandaşın kalabalıklar için “DKKP-C, MLKB, TKKKÖ” ve daha ne kadar harf varsa o kadar örgüt üyeliği iddiası filan yazılmış. Daha neler yani, kimi inandıracaklar?

Vah Amanpour vah!

Ölümlerin olduğu, şiddetin ayyuka çıktığı gösterileri veren, başta CNN International olmak üzere uluslar arası ünlü haber kanalları ve Christian Amanpour gibi bir habercilik efsanesi bile Türk Emniyeti tarafından fişlenmiş. Ne yapacaklarsa fişleri??.

Sebep; “Amanpour Başbakan Erdoğan’ın danışmanının sözünü kesmiş” ve CNN Int. de “90 yıllık Cumhuriyet tarihinde yapmadığı kadar yayın süresi ayırmış”..

İyi de Amanpour sözünü kestiğinde Danışman’ın “tümüyle gerçeklerden alakasız” şeyleri anlattığını izleyen herkes gördü, hala izlemek mümkün.. O da “bu kadar yeter” dedi haklı olarak, dünyadaki tüm TV’ler ve gazetecilerden de “yalanları yutmasını” ve seyircisini aldatmasını bekleyemezsiniz ki? Süreye gelince.. Gezi Olayının benzeri de 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemişti. “Emniyet” bir düşünüversin, hatta bunu düşüneceğine “polisinin sebep olduğu olayları ve ölümleri” düşünsün de bir daha olmasın. Polis karışmasa olaylar tümüyle farklı gelişirdi.

Yazının devamı...

‘Faiz lobisi, aşırı uçlar’ ne oldu?

Türkiye illerinin büyük çoğunluğunda milyonlarca kişinin katıldığı “Gezi gösterileri” için iktidar partisi bugüne kadar çok şey söyledi.. “Faiz lobisi” yle başlayıp “aşırı uçlar”a, “ideolojik gruplar”a, “dış güçlerin oyunu”na kadar çok şey.. Hatta bir milletvekili, artık tam kel alaka, “gay”lerin yürüyüşündeki “ay resmen devrim” yazan bir pankartı göstererek “işte Gezi provokasyonunun özeti de buydu” bile dedi.

Yahudi diasporası, başka?

Bu haberin altına vatandaşlardan gelen yorumların biri şöyle diyordu; “gayler diye küçümserler, seçimde oylarını isterler. Sonra da ‘dağdaki çobanın oyu’ diye rakiplerine sataşırlar”.. Haksız mıdır? Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ise Gezi gösterileri için yepyeni bir buluşla çıkmış ortaya; “Yahudi diasporası”.. Yalnız o da değil, “Yahudi diasporası, dış güçler ve dünya basını bu olayları yönlendirmiş”.. Yani, ülke çapındaki gösterilere katılan, penceresinden tencere tava çalan milyonlarca vatandaş “haksızlık ve baskılara, yanlış karar ve yasalara, şiddete ve hataların tümüne” tepki göstermedi, bunca insan (ülkenin yüzde 99’u Müslüman dendiğine göre bu milyonların da yüzde 99’u Müslüman’dır, hepsi) Yahudiler ve dış güçler tarafından yönlendirildi.

Ve..Yerli medya (üç kanal dışında) sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi haberleri vermediği için geriye kala kala suçlayacak “yabancı medya” kaldı. Peki, yerli medya “patronları iş adamı oldukları ve açıkça tehdit altında tutuldukları için” haberleri vermedi diye, dünya ülkelerinde ne olsa hemen izleyicisine duyuran CNN International, BBC gibi uluslar arası izlenen yabancı haber kanalları da vermeyecek?

‘Eski Millet’ meselesi..

Şimdi Mısır’da sokaklara dökülmüş milyonlarca insanı vermiyorlar mı? Brezilya’dakileri vermediler mi?

Bence bütün bu halk hareketlerinin açıklaması da Beşir Atalay’ın konuşmasında gizli “Milletin eski millet olmadığını, her şeyden haberi olduğunu” söylemiş.

Tamam işte; Mısır’da da, Brezilya’da da, Türkiye’de de “millet eski millet değil, her şeyden haberi oluyor”.. Özgür basın, medya tamamen yok edilse, sanatçıdan öğrenciye herkes tehdit altında olsa bile!

Türkiye yataklık yapıyormuş!

Gezi Parkı yakınında olup da polis şiddetinden kaçarak “kapılarına sığınan yaralıları içeri alan” oteller için de “eylemlere yataklık yaptılar, bu yasalarda suçtur, içeri almamalıydılar” dendiğini biliyoruz.. Türkiye’nin birçok köşesinden gelen mesajlarda “Hükümet 500 bin Suriyeli’yi içeri aldı, bu yataklık değil mi” sorusu var.

Geçen Cumartesi akşamı bir haber de “Suriye sınırında PYD ile (PKK’nın Suriye kolu) bir grup Kürt arasında silahlı çatışma çıktı, yaralı 6 kişi Türkiye’ye sığındı” diyordu. Şimdi bu durumda Başbakan’ın “içeri alarak eylemlere yataklık yaptılar, suçtur” sözünü ne yapacağız?

Bu arada.. Yoğun şekilde “Suriyelileri Türk vatandaşı yapıp iktidar partisine oy verdirecekler. Ziraat’tan maaşa bağlamışlar, kira paralarını ödüyorlarmış, İstanbul bile Suriyeli kaynıyor” şikayetleri geliyor. Yoksulu, işsizi, ayakkabısız ve “tek tişörtüyle arkadaşları alay ettiği için okula gidemeyen” çocukları bu kadar çok olan ülkede halkın parası nasıl veriliyor, oy kullanacaklar mı, bu haberlere mutlaka bir açıklama gelmeli..



Ali Ferzad!

Konuştuğum Suriyeli dostlar “Esad’ın kendisinin ve yarattığı olayların karikatürünü yapan Ali Ferzad isimli karikatüristin parmaklarını kırdırttığını” anlattılar. Ben de onlara “suçunu bilmeden 5-6 yıldır hapislerde çürütülen gazetecilerimiz”den söz ettim.

Hayretle dinlediler, Türkiye’yi dışarıdan farklı gördükleri için inanamadılar. Karikatürist deyince aklıma “okkalı yandaş karikatüristlerimizden bir tanesi” geldi, sustum. Söyleyecek bir şey bulamadım!!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.