Çok hazin bir durum!
.
Taksim’de palayla halka saldıran ve yaralayan 4 palacı serbest bırakılmıştı, savcı S.Ç.’nin serbest bırakılmasına itiraz edince biri tutuklanmış. Havaya ateş açan A.S. de mahkeme tarafından tutuklanmış. Aynı akşam bu nedenle Hükümet’e “bravo” diyenler vardı. Dün yazmıştım, hakimler özellikle referandumdan sonra tamamen Hükümet’e bağlı hale getirildiler, kutlayanlar herhalde bu nedenle “yargı yerine Hükümet’i” kutlamaktalar.
Bu aslında son derece hazin bir durumdur adalet adına.. Eğer burası gerçekten bir hukuk devleti olsaydı, gerçekten “adalet”ten söz edilebilseydi palalı saldırganda, silahlı saldırgan da hiçbir şekilde serbest bırakılamazdı. Ama yargı “ne yaparsa iktidarın tepkisini çeker, ne yaparsa çekmez” önce karar veremiyor. Kimbilir belki de Bülent Arınç konumunda olan, “hukukçu ve Başbakan Yardımcısı” bir isim “Ben de serbest bırakılmalarına şaşırdım, hakimlere sormak lazım” deyince hakimler ne karar vermeleri gerektiğine karar verebiliyor.
Ona da şaşırsaydı..
Ve buna rağmen 2 genci öldürenlerin adı bile geçmedi, Ethem Sarısülük’ü öldüren polis ise serbest bırakıldı, onun tutuklandığı duyulmadı.. Acaba Arınç onun için de “Ben şaşırdım bu karara” deseydi o zaman tutuklarlar mıydı? Yoksa göstericilere şiddet uygulayan polise “yargıda dokunulmazlık” mı verildi? Ya da “gösteri yaparsanız başınıza her şey gelir, yapan da yargıdan kaçırılır” mı denmiş oluyor?
Böyle bir yargıdan ne hayır gelir herkes kendine bir sorsun bakalım.. Yargı da kendine şunu sorsun; “AİHM, 2006 yılında İzmir’de 1 Mayıs gösterilerinde polisin şiddet ve biber gazı kullanması konusunda ‘her şikayetçiye 15 bin Euro ödenmesine karar verdi. Gezi gösterileri ve sonrasında olanlar için de AİHM’ye gidilecek sonunda, bu cezayı hak eden biziz ama halk ödüyor, buna hakkımız var mı?”.. Cevabı bilseler de korku dağları beklerken bir yararı olmuyor.
İsim meselesi!
Saldırganların isimleri hala söylenmiyor, hep isimlerin baş harfleri sahnede..
Sahte CD’lerle, “tutmayan tarihlere-var olmayan adreslere dayalı uydurma belgelerle” tutukladıkları ve çoğunu mahkum ettikleri isimler gizlenmedi. Ülkenin gurur duyup ödüllendirmesi gereken sadık, vatansever, önemli insanları “ailelerine, tüm geçmişlerine kadar” deşifre edildi ama halka en vahşi şekilde saldıran, yaralayan, ateş eden militanların adı saklanıyor. Asıl onları deşifre edin de millet kendini korusun!
Karalama, itibarsızlaştırma!
Siyaset bugüne kadar hiç görülmemiş boyutlarda öyle çirkin bir hale getirildi ki Türkiye’de çok yakında “en güvenilmez kurum”un anketlerde ne olacağı açıkça görülüyor. Bütün veriler aksini söylerken; “istenmeyen kişi, kurum ve toplum kesimlerine” atılan iftiralar, yalanlar, açılan davalar, olayları halka “gerçeğinin tamamen aksi” gibi empoze etmeler, ülke gençlerini-tiyatro oyunlarını-doktor ve avukatları bile karalamalar, rakip görülen herkesi itibarsızlaştırmak için yapılan suçlamalar, kaliteli bir demokraside , bir hukuk devletinde asla görülmeyecek ne varsa hepsi mevcut.
Büyükerşen ve Divan Otel!
Ülkenin en güvenilir, en sevilen, en çalışkan belediye başkanlarından biri olan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e bile “ihaleye fesat karıştırma” davası açılabiliyorsa (ki bu olayın İstanbul Barosu’nun dürüstlüğüyle tanınan Başkanı Ümit Kocasakal’a açılan davadan farkı yoktur), Divan Otel gibi “ülkenin en çok vergi veren, en dürüst ailesine ait” olan, en eski ve en kaliteli oteline bile atılacak iftira bulunabiliyorsa, bir tiyatro oyununa bile “o milyonların sokağa dökülmesinin provası yapıldı” gibi çocukları güldürecek suçlamalar bulunabiliyorsa söylenecek söz kalmamıştır.
Büyükerşen “Bu da darbedir, seçimlerde alamadıkları belediyeyi yargı yoluyla almaya çalışıyorlar. Seçim öncesi itibarsızlaştırma yapıyorlar” demiş ki tablo aynen bunu gösteriyor. Divan Otel de son derece haklı bir açıklama yapmış, çok sabırlı davranıp susmaya çalıştılar ama bizde artık yalanlar ispatlansa da susmak yok, yola devam durumu olduğu için onlar da sonunda dayanılmaz noktaya geldiler. Sonuçta Otel’in ismi, onuru, bunca yıllık imajı, müşteri güveni ve çok şey var işin içinde.
Başka odaları göstererek..
Divan’ın açıklamasında “Haksız suçlamalar ve ithamlara maruz bırakılarak adeta bu sürecin temel muhataplarından biri ilan edildikleri, Divan İstanbul’un odaları denilerek TV’lere dağıtılan ve Molotof kokteyli görünen oda kayıtlarının Divan İstanbul’a ait olmadığı, tersinin kanıtlanmasının bu kadar kolay olduğu bilgilerin bile çarpıtılmasının üzücü ve yıpratıcı olduğu” anlatılıyor. Otel’de Gezi Parkı olayları öncesinde hazırlık yapıldığı, otoparkın önceden hastane haline getirildiği, 2 bin sedyenin hazırlandığı ve benzeri haberlerin asla gerçeği yansıtmadığı, otoparkın da İBB iştiraki ile İSPARK tarafından işletildiği, “gösteriler öncesi park görüntülerinin” hala kolayca izlenebileceği de..
Bir de şu durum çıktı; “Gezi gösterileri önceden biliniyormuş gibi” bu tiyatro oyunu ile prova, o otelde hazırlık benzeri iddialar öne sürülüyor. Gezi olayları önceden bilinmiyordu, durup dururken polisin gösterdiği şiddetle ortaya çıktığını dünya gördü, yabancı gazeteciler ve Claudia Roth da yaşayarak şahit oldu. Aynen Divan Otel’in ve istemese de yaralı ve şiddetten kaçan insanlara kapısını açmak zorunda kaldığını gördükleri gibi. Otoparkının göstericiler tarafından işgal edildiğinin ve personelin-müşterilerin, dolayısıyla otelin kendisinin defalarca mağduriyet yaşadığının görüldüğü gibi.
Bu “kurum ve kişilere işkence” ne kadar sürecek bilinmez ama yapılanın çok büyük haksızlık olduğu kesinlikle biliniyor!