Otuz beş yılda kaç otuz beş kere Orhan Veli...
Edebiyatın güzelliği, yaratıcı bir sanat dalı olmasında...
Aklına geldikçe, ruhun istedikçe, kalbin çektikçe, şiiri, romanı, öyküyü tekrar tekrar okuyabilmende, içinde hazmedebilmende, yeniden yaşayabilmende, estetiğini hissedebilmende...
***
Orhan Veli'yi Ankara Sanat Tiyatrosu'nda, Müşfik Kenter'in "Bir Garip Orhan Veli"sinde ilk izlediğimde, yıl 1981'di...
Otuzbeş yıl önce ilk defa izliyorum Orhan Veli'nin şiirlerinden yapılan potburiyi...
***
Aradan geçen 35 yıl içinde, kaç otuz beş kere o şiirlerin hayatımı kurtardığını, bana yeniden yaşama sevinci verdiğini, içimin derinliklerime seyahat ettirdiğini, hayata tutunmamı sağladığını, bu hayatta yalnız hissettirmediğini ve paylaşacak dizelerin mutluluğunda Orhan Veli'yi hatırlattığını bilmiyorum...
Dün akşam canım yine Orhan Veli'ye gitmeyi istiyor...
İşte gittiğim ve derinliklerinde kaybolduğum Orhan Veli...
“Veli’nin oğlu...
Tarifsiz kederler içinde...
Bir garip Orhan Veli...”
*****
BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ
Beni bu güzel havalar mahvetti...
Böyle havada istifa ettim; Evkaftaki memuriyetimden...
Tütüne böyle havada alıştım...
Böyle havada aşık oldum...
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum...
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti...
Beni bu güzel havalar mahvetti...
ANLATAMIYORUM...
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda,
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma ellerinizle?..
***
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce...
***
Bir yer var biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün,
Epeyce yaklaşmışım duyuyorum,
Anlatamıyorum...
SAKAL...
Hanginiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını,
Sedefli hançerle, üstüne,
Gülcemal resmi çizmesini,
Beyit düzmesini,
Mektup yazmasını,
Yatmasını;
Kalkmasını;
Bunca yılın Halime’sini
Hanginiz bilir benim kadar
Memnun etmesini/..
Değirmende ağırtmadık biz bu sakalı
GARİBİM
Garibim,
Ne
bir güzel var avutacak gönlümü,
Bu şehirde,
Ne de
tanıdık
bir çehre;
Bir tren
sesi duymaya göreyim...
İki gözüm,
İki çeşme...
GİDERAYAK...
Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık,
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık,
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icad ettik,
Avunamadık;
Yoksa biz...
Bu dünyadan değil miydik?..
BİR FAKİR ORHAN VELİ; VELİ’NİN OĞLU...
İstanbul’da Boğaziçi’nde,
Bir fakir Orhan Veli’yim...
Veli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde...
***
Rumelihisar’ına oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum;
***
“İstanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları,
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Erdal’ım...
Senin yüzünden bu halım...”
***
“İstanbul’un orta yeri bir sinema;
Garipliğimi, mahzunluğumu duyurmayın anama;
El konuşur sevişirmiş bana ne?..
Sevdalı’m,
Boynuna vebalim!”
***
İstanbul’da Boğaziçi’ndeyim...
Bir fakir Orhan Veli;
Veli’nin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim...
YATIVERMİŞ SERE SERPE...
Uzanıp yatıvermiş sere serpe,
Entarisi sıyırmış hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde bir kötülüğü yok biliyorum;
Yok benim de yok ama...
Olmaz ki!..
Böyle de yatılmaz ki!..
AYNADA BAŞKA GÜZELSİN...
Aynada başka güzelsin,
Yatakta başka,
Aldırma söz olur diye;
Tak takıştır,
Sür sürüştür,
İnadına gel,
Piyasa vakti,
Muhallebiciye...
Söz olurmuş,
Olsun;
Dostum değil misin?..
GÖKYÜZÜNÜ BOYARIM HER SABAH...
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken,
Uyanır bakarsınız ki mavi.
***
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilemezsiniz kim diker,
Ben dikerim...
Dalga geçerim kimi zaman,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda;
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem...
HERKES BİR ŞEYE KARŞI
Durmadan işleyen saatlerde
Dişli dişliye karşı,
Güçsüz güçlüye karşı,
Herkes bir şeye karşı,
Küçük hanım yatağında uykuda
Rüyalarına karşı...
Gerin bedenim gerin,
Doğan güne karşı...
HİÇBİR ŞEYDEN ÇEKMEDİ DÜNYADA...
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye...
Ankara Nisan 1938
BİR ELİNDE CIMBIZ...
Ne atom bombası...
Ne Londra
Konferansı,
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna,
Umurunda mı dünya!..