Beyaz’la aylarca yaptığım program...
.
“Program telif paralarını ödemeyen” yapımcı Abdullah Oğuz’un PİŞTİ programını yapıyoruz Show TV’de 2006 yılında...
Demet Akbağ, Beyazıt, Hülya Avşar karşımda tekli oturuyorlar...
Haftanın konuları üzerinde espri, ironi, zaman zaman ciddi, zaman zaman makara, farklı bir sohbet yapıyoruz...
***
Herkes; tek başına; birer televizyon programcısı...
Moderasyonu ben yaptığım için, konu ve konukları planlama işi bir süre sonra benim üzerime kalıyor...
O günlerde Gülşen Yüksel; Vatan gazetesinde ve televizyon programlarımda yardımcılığımı yapıyor... Onunla programın çatısını çatıyor, sonra üç konuk, metin yazarları ve yapımcılarla uzun toplantıya geçiyoruz...
***
Her hafta sekiz ile on konu seçiyor, herkesin kendisine göre tezini, esprisini, yaklaşımını pozisyonunu ve ironisini belirlemesi için, toplantıda konuları sunuyoruz...
Ben de kimin ne söyleyeceğini görüyor, programın olası gidişatını ona göre belirlemeye çalışıyorum...
*****
BEYAZ’IN HİÇ BEKLEMEDİĞİM TAVRI...
Konu seçimi “en hassas, en ince, aynı zamanda en nirengi” işlerden birisi... Seçtiğiniz konuya, işleyiş biçimine göre, programın havası ve rüzgarı belli oluyor...
Gülşen Yüksel’le olayları iyice taradıktan sonra, kimin ne diyeceğini tahmin ederek, bir gündem saptıyor ve yapım şirketinin Nişantaşı’ındaki ofisinde metin yazarlarının da dahil olduğu geniş toplantıda her maddeyi bir bir tartışıyoruz...
***
O günler televizyon yayıncılığında 20 yılı geride bıraktığım günler...
Binlerce kez hazırladığım programlardan sonra konu ve konuk seçiminde rahat hissediyorum kendimi... Hülya’nın ve Beyaz’ın kendi talk show programları olduğundan, “program konularını seçmenin daha da rahat ve kolay olacağını” düşünüyorum başlarda...
***
PİŞTİ’nin ilk toplantısında ne kadar yanıldığımı anlıyorum...
Beyazıt Öztürk; her konuyu kılı kırk yaracak bir şekilde “süzgeçten geçiriyor”, hiç tahmin etmediğim şeylere karşı çıkıyor;
-“Öyle söylersem yanlış anlaşılır... Böyle söylersem başka anlamlara çekilir...” diye düşünerek, kolay kolay hiçbir konunun işlenmesini istemez görünüyor...
***
Konu ve konuk seçiminde, Beyazıt’ın aşırı titizliğinden; o kadar zorlanmaya başlıyorum ki; yapımcılara bir ara; “çok zor gidecek bu iş böyle” demeye başlıyorum...
*****
“PİŞTİ” DENEYİMİ...
O günlerde fark ediyorum ki; “ekranda espri yaparak insanları eğlendiren yakışıklı genç Beyazıt”, hayatı gereğinden fazla ciddiye alan, kılı kırk yaran, benliğinin derinliklerinde yaşamın komiğinden çok ciddiyetini ve ağırlığını yaşayan bir insan...
***
İşlenecek konuların yayında oluşabilecek anlamlarının, rahatsızlık verip vermeyeceğini anlatarak geçiyor program toplantıları...
Çok kaliteli, çok verimli, çok esprili ve heyecan verici birkaç ay geçiriyoruz beşimiz televizyon programında...
***
Televizyonculukta kendi çocuğum olan Ateş Hattı, İtiraf, Hayatım Roman ve Show Ana Haber Bülteni’nden sonra, yapımcılarla gerçekleştirdiğim programlar içinde en keyif aldığım program oluyor aylar içinde PİŞTİ...
***
Sezon bittiğinde Beyaz kendi kanalındaki programa devam edebilmek için, o programı bırakıyor...
Bu olayı, dün Beyazıt’ın canlı yayın videosunu Kanal D Haber’de izlerken düşünüyorum...
“20 yıldır canlı yayın yaptığını” söylüyor ve başına ilk kez böyle bir olayın meydana geldiğini anlatıyor yayında Beyazıt...
Olayın içeriğini tartışmıyorum...
***
Türkiye’de “olayların tartışmasının istenmeyen her tarafa çekilebileceğini, profesyonel etki ajanları tarafından çamura batırılacağını ve sosyal medyada anında lince tabi tutulacağını” biliyorum...
***
Türkiye profesyonel etki ajanlarının “karşılıklı olarak her yaratılan şeyi çamura batırmak için Amiral Battı oynadıkları” bir ülke haline geliyor...
Bu ortamda kimin gerçekten ne söylediğinin hiçbir anlamı yok...
“Çamurdan adam” yapmak için malzeme toplanmasına yardımcı olacak bir durumum yok...
***
Ancak “iyi tanıdığım Beyazıt’ın o andaki davranışlarına hakim olan duygusunu anlatmak, bir insan, bir televizyoncu olarak boynumun borcu...
*****
BEYAZ’IN KİŞİLİK ÖZELLİĞİ...
Beyazıt; ekranda görünenin aksine; “yaptığı televizyonculuğun sulu seplek bir eğlence ve içi boş bir magazin olmadığını” ispat etmeye çok özen gösteren bir yayıncı...
***
Ayşe Çelik canlı yayına telefonla bağlandığında; “çocuklar ölürken, siz orada eğlence programı yapıyorsunuz” mealinde sözler söyleyerek Beyaz’ı tam can damarından vuruyor...
Bu “içerik” Beyazıt’ın en hassas olduğu ve “kendisinin öyle olmadığını ispat etmek için, sözün gerisini bile dinlemeden aksini kanıtlayacak davranışlara düşünmeden girebileceği” yegane hassas muhteviyat...
***
Bunun böyle olduğunu Pişti programının hazırlıklarında defalarca yaşıyorum...
Ne olayı, ne Ayşe Çelik’i ne Beyaz’ı tartışmak amacında bir yazı değil bu yazı...
Ancak Beyazıt’ın “aşırı korumacı program ciddiyetinden” mütevellit; canlı yayında konuşmanın içeriğinin gerçekte ne olduğunun farkına varmadığından eminim...
***
Bunları anlatmamın bir nedeni var...
Bu köşede defalarca, başıma taammüden getirilen onca linci, onca iftirayı, onca kirli operasyonu yazıyorum...
Bu “linçleri” kişisel bir intikam, bir hınç alma, bir hesap sorma mantığıyla yazmıyorum...
Arda Turan’ın sevgilisiyle sinema kapattığı için başına getirilenlerden;
Caner Erkin’e karısı üzerinden yapılmaya çalışılan linçten... Gökhan Töre’ye uygulanan “manevi suikastten”...
Kendime atılan onlarca iftiradan sonra...
“Günahsız yere lince tabi tutulanların” gönüllü misyoner avukatı olma isteğinin dışında bir arzum yok...
***
Hayatta bana atılan bunca iftiranın bir anlamı olduğunu biliyorum...
O anlam; “gerçekte hak etmediği suçlamalara ve linçlere maruz kalan günahsız insanların temize çıkarılmalarının sağlanmasında bir çorba kaşığı katkıda bulunma misyonudur...”
Bu yazı “çorba kaşığı misyonun fonksiyonunu yerine getirme yazı”sı...
Bütün amacı bu...