Şampiy10
Magazin
Gündem

İki ünlü sevgiliden; iki sevgililer gününde ayrılıp gidiverdim gecelerin dehlizine... (1)

Sevgililer Günü geliyor...

Sevgililer gününün haftasının başlaması, yine bir tuhaf ediyor içimi...

***

İçimdeki tezatlar kıpırdıyor...

Ruhumdaki zıtlıklar filizleniyor...

Kalbimin med cezirleri uyanıyor...

Duygularım yumuşamıyor, duygularım zıtlaşıyor...

***

İki ünlü sevgiliden dört yıl arayla iki sevgililer gününde “yaptığım veda”ların muhasebesini yapıyor kalbim...

Nasıl bir ruh halinin eseri olduğunu düşünüyor zatımın; düşünmekte olan beynim...

***

Sevgililer Günü’nde; hiç olmazsa güne mahsus sevgili gibi görünmeyi, davranmayı, geçiştirmeyi bile reddeden “arıza halet-i ruhiyem...”

Hayatı “sahici yaşama ısrarındaki” egzistansiyalist direnç, kalbimin sınırlarını zonklatıyor...

***

Sevgililer Günü’nde “dramdan mı besleniyor kalbim” ki; iki ünlü sevgiliden ayrılıveriyor, sevgililer gününe denk düşürerekten?..

Yoksa “varolan dram ruhani bir tesadüfle” sevgililer gününe mi denk düşüyor spiritüel halimden mütevellit;

Kestiremiyorum bu soruların yanıtını...

***

Bildiğim; sevgililer gününde her zaman sevgiyi değil...

Zaman zaman büyük ayrılıkları tecrübe ettiğim...

Sevgiyi egzersiz etmek yerine, sevgiyi muhasebe ettiğim;

İki ünlü sevgiliden ayrıldığım iki yazıyı da dün akşam yeniden okuyorum...

***

Birinin üzerinden onüç, diğerinin üzerinden dokuz yıl geçiyor...

Buna rağmen; yaşadığım “sevgililer günü” dramlarının heybetli endamı karşısında “kalbime sıkı sıkı sarılmak ihtiyacı hissediyorum...”

Orhan Veli gibilerin anlayabileceği bir ruh halini, onun kadar veciz anlatamamanın derin dramını yaşıyorum...

Orhan Veli’nin ruhuna hitaben; bugün yayınlamak istiyorum gününde yazılmış o yazıları...

Edebiyat tarihçisine anekdot olur tesellisiyle...

*****

YANIBAŞIMDA ASALET DURUYORDU (2)

Sevgililer günü, sevgililerin birbirine sevgilerini anlattığı gün olmaz her zaman...

Sevgililer günü “aralarındaki sevginin, ya da birlikteliğin” muhasebesinin yapıldığı gün olur bazen...

***

Madem ki gün sevgililer günüdür..

O zaman sevgili olup olmadığını, ya da olup olamayacağını da sorgulama günüdür...

***

Bazen kendi başına...

Bazen başbaşa...

İnsanların önünde pisleşmeden, insanların önünde ucuzlaşmadan her halükarda...

***

Bir karar vermek gerekiyordu...

O karar verildi...

Sevgiliyle veda edildi...

Sevginin karşılıklı muhasebesi öylesini gerekli kıldı... Her zaman küfür olmaz sevgilerin bitiminde...

***

Her zaman belden aşağı kavga olmaz herkesin gözleri önünde...

Her zaman göz oyulmaz, deri süzülmez, bitmekte olan ilişkinin eşiğinde...

***

İçine aldığın insanla ayrılırken;

Her zaman küfür edilmez arkasından...

***

Aşk kutsal bir duygu...

Kutsal olduğu için kutsal olan asaletle yaşanmalı...

Ayrılırken, onun ‘aşk’ olduğunu gösterebilmek için asil olunmalı...

***

Ucuzlatılmamalı...

Saygı duyulmalı...

Kararları bazen konuşarak verirsiniz...

Bazen hiç konuşmadan sessizce...

***

Sevgiliye veda sessizce oldu...

Sessiz olarak da kalmalı...

Sessizliğin asaletini taşımalı...

***

Sevgililer gününü bekledim bunları yazmak için... Zira, sevgililer gününün dışında kendimle bu kadar meşgul etmek istemedim kimseleri...

***

Zaten bütünüyle istem dışıydı aylarca evin önüne gelen kameraların hepsi...

Vaktinizi aldıysa özür dilemeli benim gibi birisi...

***

Sevgililer günü, sevginin gösterildiği gün olduğu kadar, sevgilerin muhasebesinin yapıldığı gündür...

Bazen başbaşa...

Bazen tek başına...

Bazen konuşarak...

Bazen sessizce...

Her halükarda asilce...

*****

BEN SEVGİLİDEN AYRILIRKEN; UZAKLARDAKİ ESKİ SEVGİLİ... (3)

Önceki gün, sevgiliden ayrılırken...

Uzaklarda kalmış eski bir sevgili, yeni bir hayata yelken açıyordu...

***

Umuyorum sevgiyi ve aşkı yaşar ömür boyu...

Eski sevgiliden sözetme nedenim, bana mutlu bir şekilde ‘baba’ demeye devam eden küçük kızıdır...

***

Eminim ki annesi onun mutlu söylediği ‘baba’ sözcüğünün, hiçbir söylemden etkilenmesine müsade etmeyecek...

Küçük kızım babasına “mutlu” bir şekilde baba demeye devam edecek...

***

Bir Sevgililer Günü’nün daha sonuna geldik...

Sevgi muhasebesinden önceki gün mutlu çıkanlar umarım daimi olarak sevgili kalırlar...

Kim bilir kaç sevgililer günü daha var yaşayacağımız bu ahir ömürde?..

***

Kim bilir nasıl bir sevgi var önümüzde, uyacak hayallerimize?..

Ne yazık bazen sevgililer günü çiçeklere değil, vedalara kısmettir...

***

Veda ederken ucuzlaşmamak önemlidir...

Pisleşmemek, rezilleşmemek gereklidir... Yaşadıklarına sahip çıkmak, sahip çıkarak veda etmek güzeldir...

Sevgililer gününde yalnız mı kaldık acaba?..

Sanmam...

Yanıbaşımızda ‘asalet’ duruyordu...

*****

İLK SEVGİLİLER GÜNÜ “VEDA”M... (4)

O akşam, onu dışarıda bir yemeğe çıkaracaktım...

Akşam 8.00 sularında buluştuk... Aramız biraz limoniydi...

1.5 yıldır beraberdik... İlişkimiz bir süredir dalgalı denizlere doğru yelken açmıştı... Yelkenli tekne; arada bir alabora olma tehlikesi geçiriyordu...

Yine de o yemeğe çıkacaktık...

Başka bir şey olma ihtimali yoktu...

Belki hiç çıkmayabilirdik... Ama, o zaman limoni durum, biçim değiştirerek acımtraklaşacaktı...

Limoni...

Çünkü limoni ya da portakalvari, öyle ya da böyle biz halen sevgili sayılırdık... Restorana gidip yemeğe oturduk... Canlı müzik, ruhumun derinliklerine süzülüyor ancak o anki halet-i ruhiyemle bir bütünlük sağlayamıyordu...

***

O gece orada; ikimizi ilgilendiren, ama ikimizin dışındaki bir başka insanla ilgili düşüncelerimi açtım... Konu ettiğim üçüncü kişi, bir başka sevgili değildi...

Sevgilim dinledi... Pek benim duygularımı paylaşmış görünmüyordu... Önce kayıtsızda kaldı, sonra olumsuza geçti... Böyle bir günde tartışmak hiç istemiyordum...

Hiçbir şey söylemedim...

Konuyu kapattım... Bu tip nirengi noktalarda, nirengi tarihlerde, nirengi buluşmalarda, nirengi hayal kırıklıkları ilginç bir biçimde etkilerdi beni...

Midemdeki gastrit...

O an, hep olageldiği gibi mideme müthiş bir yanma hissi geldi...

Midemdeki yanmayla aramda 20 yıldır süren bir ilişki vardı...

Ne zaman ki özel hayatımda bir şeyler kötü giderdi, mideme mutlaka bir yanma girerdi...

***

Yanma nöbetlerinin acısını hissetmeye başladığımda, bir şeyleri acilen değiştirmem gerektiğini bilirdim... O sırada, midemdeki yanmayı, öksürüğe vuruyor; zaptedebilecek gibi görünmüyordu...

***

Durdurmak için sarf ettiğim efor bir işe yaramıyordu... Hiçbir şey olmamış gibi, yemeğe devam ettim...

Artık konuşmuyordum...

Kısa bir süre sonra restoranı terk ettik...

Hiçbir şey olmamış gibi evine götürdüm sevgiliyi... Yanağına bir öpücük kondurdum... “İyi geceler” dedim...

***

Evime dönecektim...

Arabadan inip evine girmesini, bekledim...

Sonra çok sevdiğim arabanın direksiyonunu çevirip gecenin karanlığında kayboldum...

Bir şey söylememiştim...

Fakat biliyordum ki o gece orada münhasıran sevgiliden ayrılmıştım...

Gece saat 23.00 sularıydı... Günlerden 14 Şubat... Sevgililer Günü’ydü...

***

Bir sigara yaktım...

Pencereyi açtım...

Kış gecesinin soğuk rüzgârının açık pencereden içeri süzüldüğünü hissettim...

İçime çektim o havayı...

Gecenin karanlığına dalıp gittim...

Yazının devamı...

Hillary arkasına Bill Clinton'ı almak yerine tek başına kampanyaya başlasaydı çok daha etkili olurdu...

New York’a gitmeden önce, arkadaşlarla Amerikan seçimlerini konuşuyorum...

Şu değerlendirmede bulunuyorum...

-“Kocası Amerikan başkanıyken ortaya çıkan seks skandalına rağmen, ailesinin ve kadınlığının onurunu kurtaran, üstüne bir de dört yıl Obama’nın yanıbaşında dışişleri bakanlığı yapan Hillary Clinton’u şanslı görüyorum ben... Favorim de, sempatim de Hillary Clinton’a...”

***

Ancak New York’ta seçim kampanyalarını ve adayların tartışmalarını izlemeye başlayınca, duygularım değişmeye başlıyor... Hillary Clinton; son yıllarda özel ve politik hayatında gösterdiği büyük performansa karşın, kendi içinde çok yıpranıyor...

Açık oturumlardaki hali, ses tonundaki gerginlik, üzerindeki baskı ve sinirli sayılacak vücut dili; Hillary’nin çok gergin olduğunu gösteriyor...

***

Yaşadığı bunca badireye karşın; yıllardır icraatın içinde olmak; Hilary’ye “seçmen üzerinde bunları aşmış bir kadın profilinden çok, yıpranmaya yüz tutan bir politikacı” imajı çiziyor...

***

Seçim kampanyasındaki rakipleri, Obama yönetiminin bütün icraatlarından Hillary’yi sorumlu tutuyorlar...

O da bunları karşılayabilmek için, savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalıyor...

Herkes saldırıyor...

Hillary ise savunuyor...

Sürekli savunmada kalan Hillary’nin “yeni projeleri”ni anlatmasına olanak kalmıyor...

***

Iowa ön seçimlerinde; Amerikalı demokrat bir kadın seçmenle arasındaki diyalog bu durumu çok güzel özetliyor...

Orta sınıftan seçmen kadın şöyle diyor Hillary’ye:

-“Demokrat adaylardan birine oy atacağım... Gösterilen performansa, söylenen vaatlere, açık oturumdaki tavırlara göre kararımı belirleyeceğim... İzin verirseniz Sayın Bakan (Hillary’ye dışişleri bakanlığı görevi dolayısıyla ‘Sayın Bakan’ diye hitap ediliyor) hiçbir önyargı olmadan size bir soru sormak istiyorum... İnsanlar üzerinde kaybettiğiniz güveni nasıl yeniden kazanmayı düşünüyorsunuz?..”

***

Hillary bu soruya;

-“Ne kadar güzel bir soru...” deyip; iltifat ederek başlıyor konuşmasına...

Hayatında geçirdiği tüm zorluklardan; şeffaflıkla çıktığını, çok uzun yıllardır tüm ailesi ve kendi hayatının bütünüyle kamuoyunun gözünün önünde olduğunu, buna rağmen dimdik ayakta kaldığını anlatıyor...

Etkili bir anlatım...

Ancak; bir arkadaşım;

-“Bu seçimlerde kadınlar Hillary’yi çok sevmeyecekler... Erkeklerden oy alacak Hillary...” diyor...

***

Seçim kampanyasındaki bir görüntü arkadaşımın haklı olduğunu düşündürtüyor bana... Hillary yüzlerce seçmeninin önünde konuşma yapıyor... Arkasında kocası eski başkan Bill Clinton ile kızı Chelsea ayakta duruyorlar...

***

Bill Clinton’ın yıllar içinde epey yaşlandığını fark ediyorum...

Karısının konuşmalarını bulunduğu yerden ayakta alkışladığını görüyorum...

Bill Clinton’ın bu kampanyada “karısının arkasında görüntü vermesi” bir aile birliğini göstermekten çok, bana “skandal dolu geçmiş günleri” hatırlatıyor...

Arkadaşım;

-“Hillary bu seçim kampanyasına sadece kızıyla tek başına bir kadın olarak ortaya çıksaydı; çok daha etkili olurdu...” diyor...

Ona bütün aklım ve kalbimle katılıyorum... Hillary’nin piarcıları “Bill Clinton’la kimsenin inanmadığı sanal aile birliği” görüntüsünü vermek yerine, yalnız ve onurlu bir kadının tek başına mücadelesi imajını işleselerdi; ortalama Amerikan seçmeni üzerinde çok daha etkili bir kampanya yapmış olurlardı...

BERNİE SANDERS; “TEK BİR KÜLODUM VAR...” 2

Musevi kökenli sosyalist politikacı Bernie Sanders çok babacan ve kalender bir portre çiziyor seçmen gözünde...

Üç gün önce seçim konuşmasında iyice coşuyor Sanders...

-“Benim...” diyor...

-“O milyarderler gibi, altımda sürekli değiştirdiğim bir sürü külodum yok... Tek bir külodum var... Onu giyiyorum ve o bana yeterli geliyor... Amerika’da siyasi ihtilal başlamıştır...”

***

Sanders’ın burada kast ettiği kişi özel olarak Donald Trump...

Trump’ın zenginliği, kendisine bir avantaj olarak mı yoksa dezavantaj olarak mı dönecek bunu kendisi de bilmiyor...

***


Birkaç gün önce, şu ilginç tespiti yapıyor:

-“Bu seçimlerde lobilerin milyonlarca dolarlık desteğini almayan, seçmenin birkaç dolarlık küçük bağışları dışında hiçbir bağış almayan tek Başkan adayı benim...

Bunun ne kadar önemli olduğunu biliyor musunuz?..

Diğer adaylara seçim kampanyalarında bu bağışlarda bulunanlar, seçimlerden sonra bu paraların karşılığını isteyecekler...

Bir tek benden kimse bir şey isteyemeyecek...

Çünkü kimseden tek kuruş bağış almıyorum...

Sadece kendi paramla kampanya yapıyorum... Ancak bunun öneminin anlaşılmadığının farkındayım...”

AMERİKAN SEÇİMLERİNDE TÜRKİYE NEREDE DURUYOR?.. 3

Gazeteciliğe diplomasi muhabiri olarak başladığım yirmi yaşımda, dışişleri bakanlığı koridorlarını arşınlarken, bütün Amerikan seçimlerinde Türkiye’nin “Cumhuriyetçi adayları desteklediği” gerçeğiyle karşılaşıyorum...

***

Diplomasi muhabiri olmanın o günlerde ilk koşulu; “Amerikan senatosunun Türkiye ile Yunanistan’a yardımları 7’ye 10 oranında yaptığı (Yunanistan’a 7; Türkiye’ye 10), buna da Türk diplomasisinin, hiçbir pratik sonuç alamayacağını bile bile karşı çıktığı” gerçeği oluyor...

***

Diplomasi muhabirinin ikinci öğrendiği gerçek ise, “Amerikan Başkanlık seçimlerinde Türkiye’nin daima ‘insan hakları ve demokrasi yerine ülkelerin stratejik önemine daha fazla yer veren Cumhuriyetçi adayları desteklediğini bilmek” oluyor...

***

25 yıl önce, gazetecilik kariyerimde diplomasi muhabirliğini de uluslararası muhabirliği de bırakıyorum...

Ülkeme dönüp televizyon programları, köşe yazıları, televizyon haberleri yapmaya başlıyorum...

Yirmi beş yıl içinde Türk dış politikasında Amerikan Başkanlık seçimleriyle ilgili bir şey değişiyor mu bilmiyorum...

***

Bildiğim, o zaman “biz Cumhuriyetçileri destekliyoruz” diye üstün körü bir ilgi gösterilir, ne adayların kimliklerine ne de neyi temsil ettiklerine pek bakılmazdı... Şimdi de adaylar üzerinde geniş kapsamlı aktif bir izleme yapıldığını hiç sanmıyorum...

Yazının devamı...

Dünya Musevi kökenli Amerikan başkanı için hazır mı?.. (1)

Çin Mahallesi’ni gezdikten sonra Little Italy’de (Küçük İtalya) yemeğe geçiyoruz...

New York’un 170 dilin konuşulduğu, bu dilleri konuşanların hepsinin kendisini New York’lu hissettiğini anlatıyorum çocuklara...

***

Çin Mahallesi’nde tüm dükkanların içinde, dışında, çevresinde, caddelerde, sokaklarda Çin’lileri görünce ilgilerini çekiyor çocukların...

İki gün önce metroyla Harlem’den geçerken “etraflarını kaplayan siyahilerin fazlalığında da aynı reaksiyonu gösteriyor ve ilgiyle çevrelerini süzüyorlar...”

***

Küçük İtalya’ya (Little Italy) gidiyor gerçek bir İtalyan lokantasında yemeğe oturuyoruz...

Çocuklara; Çin Mahallesiyle İtalyan mahallesinin yan yana konuşlanmasından kaynaklı; şehri sihirli kılan gizemi anlatıyorum...

***

Bu geziden ne kadar etkilendiklerini dün fark ediyorum...

Küçük kızım sınıfta; New York’u öğretmenlerine ve arkadaşlarına anlatırken; öncelikle Çin Mahallesi’ni ve Küçük İtalya’yı anlattığını söylüyor bana...

***

New York farklı milletlerin, değişik derili insanların, farklı etnisitelerin, milyonlarca ayrı insanın kendini sadece New York’lu farz ettikleri, şehrin aidiyetinde buluşabildikleri dünyanın en önemli kenti...

İKİ KÜBALI, BİR MUSEVİ, BİR KADIN, BİR MİLYARDER... (2)

New York’ta fark etmiyor insan; Amerikan Başkanlık seçiminde adayların “dini ve etnik kökenlerini...”

Fark ettiği şeylerin de üstünde durmuyor...

Ted Cruz ve Marco Rubio’nun ailelerinin Küba’dan gelmeleri; “parfüm” etkisinin ötesine taşmıyor Amerikan iç politikasında...

***

Hillary Clinton’la çekişen; Demokrat Parti’nin iki ana adayından biri Bernie Sanders...

Musevi kökenli bir politikacı...

Amerikan siyasi çevrelerinde, televizyon yorumlarında çok ender “Amerika musevi Başkan’a hazır mı?..” yolunda bir iki soruya şahit oluyor insan...

***

Barnie Sanders seçim kampanyasını, “Amerika’da, demokratik sosyalizm iktidar oluyor... Siyasi ihtilal başlıyor” temasına dayandırdığından; Musevi kökenli bir Amerikan Başkanı’nın ilk kez seçilme ihtimalinin yaratacağı sonuçlar, hiç konuşulmuyor...

***

Amerikan seçmeni; Barnie Sanders’ın, içerde yaratacağı siyasi ihtilale, demokratik sosyalizme, savaş karşıtı politikalara, Kuzey İskandinavya usulü sosyalizme odaklanıyor...

***

Amerikan tarihinde Obama; ilk kez siyahi bir lider olarak Başkan seçildikten sonra, bu seçimlerde “herkes bir farklılıkla sahneye çıkıyor...”

Amerika;

Kübalı göçmen...

Musevi sosyalist...

Eski Beyaz Saray first lady’si kadın başkan adayı...

Ve ünlü milyarder emlak kralı soslarını birer “siyasi parfüm” havasında içselleştirerek sandığa gidiyor...

BİR KADIN MI, BİR MUSEVİ Mİ, BİR KÜBA’LI, BİR MİLYARDER Mİ AMERİKAN BAŞKANI OLACAK?.. (3)

Bugün yapılacak New Hempshire ön seçimlerinde, Demokratlardan iki; Cumhuriyetçilerden aday öne çıkıyor...

***

Siyahi lider Obama’dan sonra, bu seçimlerde öne çıkan adayların hepsinin, bilindik Amerikan Başkan adayı portresinin dışında “mutlaka farklı bir özellikle” ortaya çıktığı görülüyor...

***

Donald Trump milyarder bir emlak kralı...

Trump kuleleriyle dünyada adını duyuran milyarder bir işadamı...

Bilindik anlamda bir politikacı değil Trump...

Milyarderliği ve özel hayatıyla gündeme gelen bir işadamı Trump...

***

Hillary Clinton; bir politikacı eşi, sonrasında ise politikacı...

Ancak Hillary Clinton’un da çok farklı bir özelliği var...

Hillary kadın bir politikacı...

Hillary Amerikan Başkanı seçilirse ilk kez bir kadın Amerika’ya Başkan olacak...

***

Bernie Sanders da politikanın içinden gelen bir senatör...

Ancak onun da çok farklı bir özelliği var...

O seçilirse; Amerika’ya ilk kez bir Musevi kökenli kişi Başkan seçilmiş olacak...

Üstelik o Musevi kökenli politikacı bir “sosyalist...”

Amerika ilk kez hem bir sosyalisti hem de Musevi kökenli bir Amerikalı’yı başkan seçmiş olacak...

***

Diğer iki aday; Ted Cruz’la Marco Rubio ise Hispanik kökenli ve Kübalı... (İspanyol kökenli)

Onların Başkanlığı da ilk kez “bir Kübalının Amerikan Başkanı olması” anlamına geliyor...

***

Kim seçilirse seçilsin; seçilen kişi, ya kendi cinsinin, ya kendi sosyal sınıfının, ya kendi dininin, ya etnisitesinin Beyaz Saray’daki ilk örneği olacak...

MUSEVİ KÖKENLİ AMERİKAN BAŞKANI’NA DÜNYA NE KADAR HAZIR?.. (4)

Amerikalı; kadın bir başkan, milyarder bir Beyaz Saray’lı Kübalı ya da Musevi bir Amerikan Başkanı arasında kimi tercih ederse etsin, durumu içselleştirebiliyor...

***

Ancak dünyadaki dengeler Amerikan iç politikasından daha hassas...

Amerika’ya seçilecek Başkan dünyayı çok yakından ilgilendiriyor...

Onun için ülkede etkin olan iç ve dış lobilerin “çok farklı yöntemlerle” Başkan adaylarının seçimlerine dahil olduklarını işitiyorum...

Ancak elde ettiğim bu bilgiler henüz yazılabilecek kıvamda değiller...

Yazının devamı...

20 yıl önce New York'ta bir kadın...

Kadınların deyimiyle “Kıvama gelmekte olan bir adamdı...”

36 yaşında, mesleğinde zirveye çıkmıştı...,

Ülkede en çok konuşulan insanların başında geliyordu...

Popüler kültürün zirvesindeki hayatlar, dışarıdan çok tılsımlı görünseler de, içinde öznelerine çok cezbedici eskizler çizmezler...

***

Bir akşamüstü cep telefonu çaldı...

Bilmediği bir numaraydı...

Karşıdan bir kadın sesi geliyordu...

Kadın kendisini tanıttı...

“Ülkede tanınan güzel, seksi ve çekici bir kadındı...” arayan...

***

Kadını bire bir tanımıyordu, ismini biliyordu sadece...

Kadının güzelliği ülkede dillere destandı...

Dillere destan güzellikte kadın; ”onu çok beğendiğini söyleyerek konuşmasına başladı...”

***

Genç adam; kadınlarla ilişkilerinde “Üniversite eğitimi sayılacak eğitimimi çok ünlü bir şehirde aldım” dese de, ruhunun derinliklerindeki “naif”lik, onu “tecrübeli ve kaşer erkekler” sınıfına sokmuyordu...

***

Güzel kadınla konuşmaya başladılar...

Bir akşam, şehrin kenarda, köşede kalmış bir deniz kıyısı balıkçısında buluştular...

Akşam saatleriydi...

Genç gazeteci; restorana erken gitti...

Genç kadınla hiç karşılaşmamıştı...

“Ne olur ne olmaz resimlerindeki gibi değildir... Tanımam rezil olurum...” diye düşünerek; kapıyı gören köşe masalardan birine yerleşti...

***

Bir süre sonra güzel kadın, etrafında huzme yaratırcasına restorandan içeri girdi...

O kadar dikkat çekiciydi ki, genç adam tedirgin oldu;

“Herkesin gözleri şimdi buraya dikilecek” diye içinden geçirdi...

***

Evli değildi, yaptığı bir kaçamak falan da değildi...

Gizli bir sevgilinin korkusu da mevz-u bahis değildi...

Ne ki, gazete sayfalarında boy boy resimlerinin çıkmasından hep tedirgin olurdu...

***

Ne yazık ki gazete sayfaları onun bu sıkıntısını hiç tınmayacak, o günlerden başlayarak izleyen günler ve yıllarda, genç adamı sayfalarına sıkça baş tacı edeceklerdi...

O geceden sonra, sık sık buluştular...

Bir ilişki yaşıyorlardı ama, nasıl bir ilişki yaşadıklarını tam oturtamıyordu adam...

İÇKİ VE SİGARA İÇMEYEN GÜZEL... 2

Genç kadın içki ve sigara kullanmıyordu...

Spor yapıyordu, fit bir vücudu vardı...

Kendisine bakıyor, sağlıklı besleniyor ve birlikte oldukları zamanlarda, genç adama “sağlıklı beslenme” üzerine öğütler veriyordu...

Bazen ton balıklı kepekli makarna gibi, yemekler yapar, adama yedirirdi...

Güzel kadın, hayatta çok şey yaşamıştı...

Adı manşetlerden inmemişti...

***

O sıralarda tam 35 yaşındaydı ve neredeyse 15 yıldır manşetlerin ortasındaydı...

Genç gazeteci ise 36 yaşında, henüz o dünyalarla tanışmamıştı...

Sağlıklı beslenme ve yaşam günlerinin uzaklarında, deli bir bohemin içinde geceler boyu bitmeksizin çalışıyordu...

Stres dolu, rekabetçi bir işi ve

başarıya odaklı bir hayatı vardı...

***

Bir gün şehirden uzakta bir deniz kenarı kasabasına gitmişlerdi...

Sahilde otururken, bir kadın genç kadınla gazeteciye yanaşarak, resim çektirmek istedi..

-“Ah” dedi “Ne güzel sizi görmek...”

-”Beraber bir resim çektirebilir miyiz?..”

Adam uyanmamıştı, “olabilir”miş gibi bakıyordu...

“Güzel Kadın” bir atmaca gibi atladı...

“Resim çekmeyin lütfen...”

Talepte bulunan kadın hemen uzaklaşıverdi...

NEW YORK’TA HERKESİN DİKKATİNİ ÇEKEN GÜZEL KADIN... 3

Altı haftalık bir tatil almıştı genç gazeteci;...

-“Yürü yurt dışına gidelim” dedi, “Burada rahat yaşayamıyoruz ilişkiyi...”

New York’a gideceklerdi...

İstanbul’da rahat rahat görüşemiyorlardı, dışarısı daha rahat olacaktı...

Paris, New York sonra yeniden Paris...

Adamın tam da yerli yerine oturtamadığı ilişkileri başlayalı birkaç ay olmuştu...

Ancak New York’ta yolda rahat yürüyebildikleri söylenemezdi...

Herkes “kadın”a bakıyordu...

O derece alımlıydı kadın New York caddelerinde...

Kendisine öyle bakılmasına alışkındı...

***

Hatta biraz bu durumu oyuncak haline getirmiş oynuyordu... Bir kadının, imkansız olan her şeyi yapabileceğine” o tatilde kanaat getirdi adam...

Bir önceki güzel sevgilisi, oyunu bu kadar açıktan oynamazdı...

Güzel kadın herhangi bir garsonu, yoldan geçen bir adamı, oteldeki bir görevliyi, tek bir bakışıyla altüst ediyordu...

Bu oyunu “eğlenmek için” oynuyordu... Yanındaki erkeğe bu durumda iki yol kalıyordu... Ya sevmediği bu oyuna istemeden katılacak... Ya da içinden sinirlenip dışına taşırmayacak...

***

Genç adam, Fransız erotik film fantazyalarını çağrıştıran bu tür oyunlardan pek zevk almazdı... Bu durumda yapacak tek bir şey kalıyordu...

Sinirlense de fazla dışarı taşırmayacaktı...

O da öyle yaptı...

Genç kadın “eğlenceli oyununu istediği zamanlarda oynuyor, keyfini çıkartıyordu...”

***

O akşam New York’ta çok kalabalık ve geniş bir kafe-bar’a oturduklarında saat 19 sularıydı...

Bar üstünde sigara içilebiliyordu o sıralarda New York’ta...

Kadın bara oturduğunda anda bar müşterileri ve barmenler ilgiyi bu ikiliye çevirdiler...

Genç gazetecinin; orada sonradan ettiğine pişman olacağı sözcükler çıkıverdi ağzından:

-“Sevgili ....” dedi,

-“Sen çok güzel bir kadınsın...

Hayatının zirvesini yıllardır yaşadın ve yaşıyorsun...

35 yaşındasın ve zirvede herkesin ilgisinin odağındasın...

Bense bir erkeğim... Hayat merdivenlerini daha yeni çıkmaktayım...

Bundan sonra erkek olduğum için benim yıllarım başlayacak...

Sen yıllar içinde düşüşe geçeceksin...”

***

Cin gibi bir kızdı...

Gözlerinin içi parıldadı bir an, şeytanca bir gülümseme yayıldı yüzüne...

Anlamıştı adamın ne dediğini!..

Ses etmedi hiç...

Genç gazeteci; “Hayatın kadın erkek arasındaki farklılığını” eşitlemeye çalışıyordu... Kırıcı değildi; ama yine de hayatın ilerleyen yıllarında New York’ta söylediği bu sözler ona fazla gelecekti......

Güzel kadın önemsemedi, güldü geçti...

PARİS’TE VEDA... 4

New York’ta çekişmelerle dolu tatilleri bitti... Dönüşte Paris’te iki gün kalıp, öyle döneceklerdi...

Biletler öyle alınmıştı...

Ancak Paris’e indikleri gün genç kadın “Benim İstanbul’da işlerim var... Yetişmem lazım... Bugün hemen gidelim İstanbul’a...” diye ısrar etmeye başladı...

Talep çok ani gelmişti ve bunun niye olduğunu genç gazeteci anlamamıştı...

O birkaç gün daha kalmak istiyordu, hayallerinin şehri Paris’te...

Çok çalışmış, zor bir yayın dönemi geçirmiş, bir süre daha gözlerden uzak dinlenmeyi planlamıştı...

***

Genç kadın ise “Bugün gidelim, hemen bugün gidelim” diyordu...

Genç gazeteci o gün “kadının ani gelişen travmatik yörüngesine” girmeyi reddetti;

-”Biletini değiştirelim, akşama alalım...” dedi... -“Seni bırakırım... Ama ben kalacağım Paris’te...”

***

Genç kadın şaşırmıştı...

Beklemiyordu böylesi bir “cevabı...”

-”Sen gelmeyecek misin?..” diye bir daha sordu...

Gazeteci; fikrini değiştirmeyecekti...

Paris’te birlikteliğin olduğu kadar; ayrılığın da başka bir tadı vardı...

Pont Neuf’e (Dokuzuncu Köprü’ye) gider, üzerinden Saint nehrinin bulanık akan sularına dalar giderdi insan...

Genç gazeteci da öyle yaptı ve ışıl ışıl bir Paris gecesinde, köprü üzerinde Saint nehrinin bulanık akan sularına daldı gitti bir süre...

NEW YORK’TAKİ KAFE-BAR... 5

Yıllar yıllar geçti bu olayın üzerinden...

Bir gün bir kız arkadaşıyla oturmuş sohbet ediyordu genç gazeteci... Artık 36 değil, 46 yaşındaydı...

Köprülerin altından çok sular akmış popüler kültürün göbeğinde uzun yıllar kalmış, sonra çok başka mecralara yelken açmıştı...

Kız arkadaşının telefonu acı acı çaldı...

Arayan bir gazeteciydi ve “Çok Güzel Kadın”ın, “iyi günler geçirmediğini” acilen hastaneye yatması gerektiğini söylüyordu.....

***

Kaldıracak kimsesi yoktu...

Kızı hastaneye yatmaya ikna edecek kimse olmadığı gibi...

Telefonlar etti tanıdığı doktorlara Adam...

Güzel Kadın’la ertesi günü konuşup, ikna etmeye çalıştı; doktora gitmeye...

***

O gece ve izleyen günlerde derin bir üzüntü duydu gazeteci...

On yıl önce bir New York kafe-bar’ında, güzel kadının erkeklerle oynadığı eğlencelik oyuna tepki duymuş, “Artık senin değil, benim yıllarım başlıyor” mealinde sözler söylemişti...

***

O sözleri söylediği, Güzel Kadın, şimdi kötü durumda, hastaneye yatmayı bekliyordu... Genç gazeteci yapılması gerekenleri yaptı... Doktorlarla konuşup, güzel kadının hastaneye yatmasına önayak oldu.,.. Kadınla ilgili bir şey duyduğunda aklına hep New York’taki o bar gelecekti...

İkisinin 35’li yaşlarında yaşamlarının kısa bir süre için kesiştiği o bar...

Yazının devamı...

Amerika’yı 75 yaşındaki bir sosyalist mi, yoksa para dünyasının desteklediği bir kadın mı yönetecek?..

“Wall Street’in (Amerikan finans kuruluşları) 15 milyon dolar vererek desteklediği bir politikacı ‘ilerici’ olamaz...” diyerek kestirip atıyor Bernie Sanders... Hedef aldığı politikacı; kendisiyle Demokrat Parti’den yarışa giren Hillary Clinton...

***

-“Böyle ilerici olunmaz... Hillary; Amerikan finans kuruluşlarınca destekleniyor... 15 milyon dolarla destek oluyorlar ona... Hillary; Wall Street’in bu desteğinden sonra nasıl ilerici bir programı uygulayacak ki Amerika’ya Başkan olduğunda?..”

***

Üniversite yıllarından beri, sosyalist olan bir politikacı Bernie Sanders...

Demokrat Parti’den senatör ve başkanlık için adaylığını koyuyor; ancak Sanders “yıllarca bağımsız politika yapmış olan bir sosyalist...”

***

Üniversitede; “Genç Sosyalistler Birliği”ne katılıyor...

“Irkların eşitliği”, “Sivil Haklar Girişimi” gibi inisiyatiflerde rol alarak sosyalist rüştünü ispat etmede önemli aşamalardan geçiyor...

***

75 yaşında...

Amerikan orta sınıf aileleri tarafından “dürüst, babacan, yalanı dolanı, abartısı olmayan, bizlerden biri” olarak görülüyor...

Seçim kampanyasının sempatik ve insan yönü ağır basan karakteri olarak öne çıkıyor...

75 yaşında olması; Başkanlık seçimi için bir dezavantaj ancak, sözlerinin inandırıcılığı su götürmez bir avantaj sağlıyor kendisine...

***

75 yaşındaki sosyalist; ‘Beyaz Amerikalı egemenliğine karşı; Amerikan solcuları, ilericileri, liberalleri, siyahileri ve ‘tüm öteki’lerin; partisi olarak bilinen Demokrat’ların ‘diğer adayı Hillary’yi,’ ilerici olmamakla, dolayısıyla Demokrat Parti’yi temsil edemeyeceği iddiasıyla eleştiriyor...

-“Wall Street’in desteklediği bir politikacı, temsilcisi olduğu gruplara ve kesimlere bir şey veremez...” demeye getiriyor...

HİLLARY’NİN ALDIĞI 675 BİN DOLAR KONUŞMA PARASI... 2

Hillary Clinton bir süre önce, Wall Street’in dünyaca ünlü finans kuruluşu Goldman Sachs’ın konferansına konuşmacı olarak davet ediliyor...

Goldman Sachs, Hillary’ye; konferansta yaptığı konuşma için 675 bin dolar ödüyor...

***

Amerika’da eski Başkan’ların, Hillary gibi Dışişleri Bakanlığı yapan, üst düzey politikacıların “azımsanmayacak paralar karşılığı” özel kuruluşlara konuşmacı olarak davet edilmeleri görülen bir uygulama...

Ancak bir konuşma için önerilen rakamın 675 bin dolar olması, Hillary’nin Amerika’da Başkanlık seçim kampanyasına girmesi, “eleştiri oklarının kendisine yönlenmesine” neden oluyor...

***

Önceki gün CNN moderatörü Anderson Cooper seçmenlerin de katıldığı canlı yayında, Hillary’ye aniden bu soruyu yöneltiveriyor...

Hillary; kısa bir tereddütten sonra; “Bu rakamı önerdiler... Ben de kabul ettim...” diyor...

Sonra durumu rasyonalize etmek için;

-“Ben o günlerde Başkan adaylığımı henüz açıklamamıştım... Başkanlık seçimine girmeye karar vermemiştim... Konuşma için önerilen para benim Başkanlık kampanyamla ilgili değil...” diyor...

SKANDALLARI AŞA AŞA GELEN KADIN... 3

Hillary’nin 675 bin dolarlık konferans konuşması, eğer ön seçimleri de kazanır; Demokrat Parti adayı olursa, rakibi Cumhuriyetçiler tarafından çokça kullanılacağa ve başını ağrıtacağa benziyor...

***

Ancak onu tanıyanlar; Monica Lewinski’nin oval ofis ve oral ofis skandalından; Amerikan dışişleri bakanı ve Başkan adayı olarak çıkan Hillary’nin bu meseleyi leblebi çekirdek gibi çözeceğini düşünüyor...

***

Hillary ise; “New York finans çevrelerinin adamı” suçlamalarına karşı çıkıyor;

-“Evet; Ben New York senatörüyüm... New York’u temsil ediyorum... Ama finans çevrelerinin adamı olmam söz konusu değil...” diyerek kendini savunuyor...

MARCO; “KÜRTAJI KABUL EDERSEM; KİLİSEME VE KENDİME İHANET EDERİM...” 4

Türkiye’de “kürtaj yasaklansın” tartışmaları sürerken; kürtajın ilk üç ayda yapılmasının normal olacağını, daha sonra yapılacak “kürtajın insani” olmayacağını savunuyorum...

***

Ancak benim neyi savunduğum çok önemli değil... Önemli olan ‘herkesin kürtajla ilgili her pozisyonu serbestçe ve özgürce savunabilmesi...’

***

Türkiye’de bu pek mümkün olmuyor...

İki taraf birbirini en ağza alınmayacak ifadelerle suçluyor...

Amerikan seçim kampanyasının Iowa’daki ön seçimlerde sürpriz yapan ve öne fırlayan “bebek yüzlü Küba’lı politikacısı” Marco Rubio da bugünlerde bu konuda tartışmaların ortasında...

Marco’nun ‘kürtaj’ın serbest bırakılmasına karşı çıkan sözleri’ siyasi yorumcuların önemli bir gündemi oluyor...

***

Marco; “Kürtaj benim için siyasi bir konu değil...” diyor...

-“Bu bir insan hakları konusu... Ben kürtajın serbest bırakılması hakkını kabul edemem... Eğer kürtaj hakkını kabul edersem, ‘kilisem’e’ ters düşerim... Böyle bir şeyi yapmama inancım müsaade etmiyor... Çocuklarıma söylediğim öğretilerle çelişkiye düşmüş oluyorum... Bunu yapamam...

O zaman kendime ve değerlerime ihanet ederim... Ben anne karnındaki bebeğin hayat hakkını savunuyorum ve savunmaya devam edeceğim...”

***

Seçim kampanyasının sürpriz çocuğu Marco; Iowa eyaletinden 7 delege çıkartarak Başkanlık seçimine güçlü bir ‘el’le giriyor...

New Hempshire’deki ön seçimlerde, Iowa’nın da ötesinde kamuoyu yoklamalarında ikinci görünüyor...

MARCO KAZANIRSA AMERİKA’DA KÜRTAJ YASAKLANACAK MI?.. 5

Marco bu yakaladığı rüzgarla, ön seçimlerden zaferle çıkar ve Cumhuriyetçilerin Başkan adayı olursa ne olacak?..

-“Kürtajın serbest kalmasını savunamam... Çocuklarıma öğrettiklerime ve kilisemin inancına ters düşerim... Bu siyasi bir mesele değil... Kendimi inkar etmiş olurum...” diyor...

***

Dün gece televizyon kanallarından birinde Marco’nun kürtaj konusundaki tavrının tartışılmasını izliyorum...

Konuşmacılardan biri Marco’nun tutumuyla ilgili soruya “gülerek” cevap vermeye kalkması; diğer konuşmacıyı hareketlendiriyor...

Hemen söze giriyor:

-“Niye gülüyorsun?..” diye uyarıyor...

-“Marco’nun söylediklerinin inancı olduğunu kabul etmiyor musun yoksa?.. Niye gülüyorsun?..”

***

Bu çıkış üzerine, ironik biçimde gülmekte olan konuşmacı kendini toparlıyor... Gülmeyi kesiyor;

-“İnancı olduğunu kabul ediyorum... Fakat seçmenle arasında çok önemli sorunlar çıkacak... Bunu düşünüyorum...” diyerek düzeltmeye çalışıyor...

***

New York’a kar yağıyor... Kar yağarken New York’u hiç görmediğimi fark ediyorum... Karı ve New York’u seyrediyorum...

Yazının devamı...

Obama; Trump’ın Müslümanlarla ilgili sözlerine cevap veriyor...

İki ay önce; 7 Aralık Pazartesi günü, Amerika’dan; Başkan adayı Donald Trump’ın bürosundan gelen haberler, “Müslüman dünyada büyük infial” uyandırıyor...

Milyarder işadamı;

-”Kamuoyu araştırmaları dünyadaki Müslümanların önemli bir kısmının Amerikalılardan nefret ettiğini söylüyor...

Amerikalı temsilciler neler olup bittiğini çözene kadar, Amerika kapılarını turist ve göçmen olarak buraya gelmek isteyen Müslümanlara kapatmalı...” diyor...

***

Sömestr tatilinde çocuklarla Newyork’a gitmeyi planlıyorum...

Broadway’leri izlemeyi...

Özgürlük anıtını görmeyi, Hayvanat bahçesine gitmeyi, Newyork’un havasını solumayı istiyorlar...

***

Hayatta uygulamaya çalıştığım bir ilkem var...

Politikacıların mümkün olduğunca “çocuklarımın ve benim hayatımın üzerinde etkili olmaması için” gayret sarfediyorum...

Hayatı kolaylaştırmak ve sorunları çözmek için “politikacı olan insanların”, hayata kattıkları yeni sorunların bizlere teğet geçmemesine çaba gösteriyorum...

***

Çağdaşlığı; “seçimlere katılma oranının fazlalığında” değil, “politikacıların ve devletin insan hayatına daha az müdahalesinde görüyorum...”

Mümkünse hiçbir politikacıdan hiçbir şey istememeye;

Onlardan da benim hayatıma “çeşni olmamalarını” talep ediyorum...

***

Onun için; Donald Trump’ın “Müslümanların Amerika’ya girmelerinin yasaklanmasını isteyen tavrı”nı kaale almıyorum...

Çocuklarla yaptığım Amerika seyahati planlarını değiştirmiyorum...

O günlerde saldırıların hedefi olan Paris’e bile ara tatil için yaptığım planı bozmuyor ve hayatın dış etkilerle bozulmak istenmesine mümkün mertebe direnmeye çalışıyorum...

ANNELERDEN İSTEDİĞİM ONAY KAĞITLAR... 2

Politikacıların Trump benzeri ‘nefreti tetikleyen’ sözlerinin; “sınır kapılarındaki pasaport polislerinin tavırlarında yeni sorunlar çıkaracağını” öngörerek, seyahat öncesi iki anneyi arıyorum...

- “Çocukların babayla seyahat edebileceklerine dair onay belgelerinizi aman unutmayın... Amerika girişinde sorun yaşamayalım...”

***

Paris’e giderken sorun yaşayacağım pek aklıma gelmiyor da; Amerika’ya giderken “ne olur ne olmaz” duygusu etkili oluyor...

Kolej’deyken çevremde; “Avrupa kolay... Amerika’ya giriş çok zor...” sözlerinin hala belleğimin derinliklerinde etkili olduğunu fark ediyor; kendi kendime kızıyorum...

***

Kennedy havaalanından Newyork’a giriş yapıyoruz...

“Pasaport polisinin davranışlarında Müslümanları Amerika’ya alırken zorluk çıkarmak” gibi bir uygulamanın emaresini görmüyorum...

Görevliler çocuklarla şakalaşıyor, sevgi gösteriyorlar...

Yine de sorulara kesin cevaplar veriyor; onlarla hiçbir tartışmaya girmemeye özen gösteriyorum...

“MÜSLÜMANLAR AMERİKA’YA GELMESİNLER” AÇIKLAMASI VE ALTI PUANLIK DÜŞÜŞ... 3

Önceki gün; Iowa’da yapılan ön seçimi, Trump üç puan geriden ikinci kapatıyor...

Oysa kamuoyu yoklamaları milyarder işadamını seçimlerden önce Ted Cruz’un üç puan ilerisinde gösteriyor...

***

Trump’ın oy kaybında; Amerikalıların çok önem verdiği bireysel özgürlükler konusunda; “Müslümanlar Amerika’ya turist olarak bile gelmesinler” sözü ne derece etkili oluyor bilmiyorum...

Ancak ona “Amerika’da yaratmayı beklediği popülariteyi sağlamadığı” kesin...

O kadar ki Cumhuriyetçi Parti bile “Trump’ın kendi değerlerini temsil etmediğini” söylüyor...

OBAMA; “KORKUM ÇOCUKLAR EVDEN GİDİYORLAR...” 4

Dün sabah Barack Obama Washington’daki İnanç Forum’unda Amerikan Başkanı olarak ‘Forum’daki son konuşmasını yapıyor...

Kahvaltılı toplantıda; “Başkanlığı sırasında eleştirilerle yerle bir edilen Obama’nın neden Amerika’da iki defa üst üste seçildiğini” anlıyorum...

***

Sakin ve kendine güvenli bir konuşma ...

Tanrı’ya inanç ve hayatın ruhani gerçekleri konusunda özgüvenli bir felsefi birikim...

Tanrı’ya ve onun gücüne duyulan inanç;

Ve bu inancın “bireysel korkularını yenmede verdiği ilham”a duyulan bağlılık; var Obama’nın konuşmasında...

***

“Tanrı’ya olan inancı üzerinden yenmeye çalıştığı kişisel korkularından” söz ediyor bir ara Obama;

-“Çocuklar büyüyorlar,” diyor;

-“Evden gidecekler yavaş yavaş... Kendi başlarına kaldıklarında, kendi hayatlarını kurduklarında neyi ne kadar yapabilecekler acaba?.. Yapabilecekler mi?.. Bunun korkularını yaşıyoruz anne ve baba olarak...”

OBAMA’NIN SÖZ ETTİĞİ; NAMAZ KILMAKTA ZORLANAN RAMAN... 5

Sonra; Donald Trump’a cevap vermeye başlıyor Obama...

Önce Nazi’lere karşı direnen bir Amerikan subayının hikayesini anlatıyor...

Kendisinden “kimler Musevi?” diye soran Nazi’ye;

-“Musevi kökenli askerlerini vermemek için, ‘Hepimiz Museviyiz’ diyen Amerikalı subayın dokunaklı hikayesini anlatıyor”...

***

Arkasından: son olaylardan sonra “namazını iş yerinde orta yerde kılmaktan çekinen Amerikalı Müslüman Raman’ın hakayesini anlatıyor...”

***

-“Dün Baltimor Camii’ni ziyarete gittim... Raman, son olaylardan sonra artık herkesin ortasında kılmaktan çekinmediği namazı, birkaç gün önce korkuya kapılıp kılamadığını anlatıyor bana...

7 yaşındaki kızı durumu fark ediyor ve babasına ‘neden bugün namaz kılmıyorsun baba?’ diye soruyor...

***

Raman o sırada anlıyor ki uzunca bir süredir; ‘kızına her şart altında inancını yaşamasını’ kendi ağzıyla telkin etmiş bulunuyor...

Şimdi kızına vermiş olduğu telkinin bizzat kendisi tarafından bozulduğunu fark ediyor...

Seccadesini seriyor ve yeniden kızının önünde namazını kılıyor...

***

Bu hikayelerin öznesi olan Müslümanlar da Museviler de hepsi Amerikalılar...

Onların öykülerini dinlerken, kendi Hristiyan inançlarıma olan duygularım kabarıyor...”

***

Amerika’da televizyon kanalları; Obama’nın kahvaltı konuşmasının adresinin kim olduğunu ‘açık’ olduğunu belirtiyorlar...

Çocuklar Newyork’u çok sevmiş görünüyorlar...

Belki de onların bu dugyusundan ilham; Newyork bana da bu kez bir başka görünüyor...

Yazının devamı...

Otel barmeni ile oda temizlikçisinin Amerikan başkanlığına soyunan yakışıklı çocukları...

Pazar sabahı çocuklara onları özel bir yere götüreceğimi söylüyorum...

Merakla bekliyorlar “nereye gidecekleri” konusunda...

-“Sizi Amerika’nın sembolü olan Özgürlük Anıtı’nın olduğu adaya feribotla götüreceğim...” diyorum...

-“Özgürlük Anıtı’ndan sonra; Amerika’ya yıllar önce bir yüzyıl önce 20 milyon göçmenin geldiği ve ülkeye kabul edilmek için sırada beklediği Elis adasına gideceğiz... Her şeylerini bırakıp Amerika’ya gelen dünyanın dört bir yanından göçmenlerin, bu ülkeye kabul edilebilmek için; yaşadıkları dramı göreceğiz...

Onların Elis Adası’nda; sırada beklerken, sağlık muayenesine girerken, yemek yerken, bavullarını taşırken, kontrol memurunun karşısında sorulara cevap verirken çekilen fotoğraflarını göstereceğim sizlere...”

***

Çocuklar; adaya gitmeden olayı kafalarında canlandırabilsinler diye “Baba” filminden bir sahneyi anlatıyorum onlara...

-“Goodfather filminde Al Pacino’nun babasının, Amerika’ya küçükken gelişini izlemiştiniz...

Bütün ailesi Sicilya’da öldürülen küçük çocuğu; hayatının kurtulması için akrabaları gemiye bindirip Amerika’ya yolluyorlardı... Çocuk çelimsiz ve hasta vücuduyla Amerikan güvenlik görevlilerinin önünde duruyor ve Amerika’ya girmek için onay bekliyordu...

Ciğerlerinden hastaydı ve Amerikalı görevliler onu alıp almamakta tereddüt ediyorlardı... Şimdi o sahnenin çekildiği yere götüreceğim sizi...”

BAŞKANLIK SEÇİMİNİN YILDIZLARI HİLLARY CLİNTON VE MİLYARDER İŞADAMI DONALD TRUMP... 2

Elis Adası’nda milyonlarca göçmenin, Amerika’ya ilk ayak bastığı yerleri, çekilen fotoğrafları, görevlilerin o günlerle ilgili anlatımları, büyük bir dikkatle izliyor çocuklar...

***

Amerika’nın “her şeyini geride bırakarak yeni bir hayat ve gelecek kurma hayaliyle ülkeye gelen farklı milletlerden, dinlerden, dillerden milyonlarca insanın” enerjisiyle kurulan bir ülke olduğunu anlamaya çalışıyorlar...

***

Ertesi günü Amerikan siyaseti “ülkenin bu sihirli gerçeğinin” en sürpriz örneğiyle çalkalanmaya başlıyor... Kasım ayında Amerika’da Başkanlık seçimleri var...

Obama iki dönem başkanlık yaptığı için artık Başkan seçilemiyor...

Amerika’da iki büyük parti Cumhuriyetçiler ve Demokratlar; önce kendi başkan adaylarını seçiyorlar...

***

Bu seçim çok heyecanlı geçiyor...

Eyalet eyalet yapılan seçimlerde iki partinin en yüksek oyu alan iki adayı, Başkanlık yarışında partilerini temsil etmek için seçiliyor...

Cumhuriyetçi Parti adayıyla, Demokrat Parti adayının belirleneceği ilk seçim önceki gün Iowa eyaletinde yapılıyor...

***

Seçim kampanyasının dünyada çok tanınan iki starı var... Cumhuriyetçiler adına adaylık için yarışan “milyarder işadamı Donald Trump” bunlardan birincisi...

“Müslümanlarla ilgili söylediği sözlerle dünyada tepki çeken Trump; Texas Senatörü Ted Kruz’la yarışıyor bir süredir...

***

İkinci star ise; Demokratların aday adayı eski Başkan Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton...

O da sosyalist senatör Bernie Sanders’la kapışıyor adaylık için...

Hillary Clinton’la, Donald Trump Amerikan seçimlerinin dünya çapındaki şöhretleri...

***

Hillary dışişleri bakanlığından geliyor...

Esasen Bill Clinton’un “Beyaz Saray’daki seks skandalı esnasında, Başkan’ın yanında olgun duruşu, kadınlığından ve ailesinden taviz vermeyen tavrıyla” dünya çapında bir saygınlığa kavuşuyor...

Kadınlar üzerindeki en büyük gücü buradan geliyor...

***

Hillary bu asaletini, aktif politika içinde kazandığı tecrübeyle birleştirdiğinden; adı hemen ön plana çıkıyordu...

“Amerikan seçmen sosyolojisi” Demokrat adayı; Cumhuriyetçi adaya göre avantajlı kıldığından Hillary’nin Amerika’nın yeni Başkanı olması ihtimali çok güçleniyor...

***

Hillary’nin başkanlığını engelleyebilmek için Cumhuriyetçilerin, “seçkinci adaylar yerine; tüm Amerika’ya hitap edecek, onun göçmen ruhunu, sinerjisini ve sıfırdan gelerek zirveye çıkabilen Amerikan Rüyası ruhunu yansıtacak bir politikacı bulması” şart gözüküyor...

***

Donald Trump milyarder ve çok başarılı bir işadamı...

Amerikalı’nın içinde var olan “kazanma duygusuna” hitap ediyor...

Ancak Trump, kitlelerin kendisinden sayıp empati kuracağı bir lider değil...

Çok zengin ve çok güçlü...

Amerikalı çok zengin ve çok güçlü yerine, “kendisi gibi olanı” daha fazla tercih ediyor...

Trump’ın Demokrat Parti adayını geçerek Amerikan Başkanı seçilmesi çok zor görünüyor...

KÜBALI MARCO’NUN GELECEĞİNİ MUSEVİ LOBİSİ TAYİN EDECEK... 3

İşte bu şartlarda; Iowa eyaletinde, “mucize çocuk Marco” bir anda ortaya çıkıyor ve aldığı sonuçla bütün Amerika’yı kendisinden söz ettirmeye başlıyor...

Marco Robio; 44 yaşında...

Dört çocuk babası “bebek yüzlü” yakışıklı bir politikacı...

***

Genç adamın Amerika’lıyı esas çarpan özelliği, annesiyle babasının bu ülkeye; Küba’dan göçmen olarak gelmeleri...

Marco doğduğunda Amerikan vatandaşı bile değil annesiyle babası...

O bir göçmen çocuğu ve annesiyle babası o doğduktan ancak dört yıl sonra Amerikan vatandaşlığına kabul ediliyorlar...

***

Küba’dan göç ettikleri Florida’da babası bir otelde barmenlik, annesi ise başka bir otelde temizlikçilik yaparak çocuklarını büyütüyorlar...

Marco dört kardeşin üçüncüsü...

Amerika’da seçkinlerin ve Beyaz Amerika’lıların partisi olarak bilinen Cumhuriyetçi partinin “zamanında Amerikan vatandaşı bile olmayan Kübalı göçmen bir ailenin çocuğunu” Başkan adaylarından biri olarak öne sürmesi “çok zekice bir hamle...”

Marco Cumhuriyetçilere öyle sesleniyor: - “Beni seçerseniz Demokratlar değil, biz kazanırız...”

***

Genç adam, Iowa gibi Beyaz Amerika’lıların yüzde 88’lik bir oranla yaşadığı, Marco gibi Hispaniklerin (İspanyol kökenli) sadece yüzde 5’de kaldığı bir bölgede, Ted Cruz ve Donald Trump’ın hemen arkasından üçüncü seçilerek ilk seçim başarısını kazanıyor...

***

İki gündür bütün Amerika “Iowa’dan birinci çıkan Ted Cruz’u, ikinci çıkan Donald Trump’ı değil, kıl payı farkla üçüncü çıkan Marco’nun seçim zaferini konuşuyor... Öyle ki milyarder işadamı Donald Trump;

-“Ben ikinci oldum... Beni mağlup ilan ediyorlar... Marco üçüncü oldu... Onu galip... Bu nasıl iş anlayamadım...” diyor...

AMERİKA’NIN CHE GUEVERA’SI GİBİ... 4

Marco; Kübalı bir göçmen ailenin çocuğu olmasına karşın, Amerikan seçmeninin en hassas can damarlarından birine dokunuyor ve “Bu yüzyıl Amerikan yüzyılı olacak...” diyor...

***

Seçimlerin yapılacağı ikinci eyalet New Hampshire...

Marco’nun Iowa’daki başarısı, bundan sonraki eyaletlerde ibrenin kendisine dönmesine olanak sağlayacak mı?..

Son anda bütün tahminleri altüst ederek gelen bu “sihirli sürpriz çocuk”, Cumhuriyetçilerin, istediği taze kanı verip adaylığı kazanabilecek mi?..

***

Şimdi Amerika’da herkes bu soruyu soruyor...

Cumhuriyetçi adayın Ted Cruz mu, yoksa Marco mu olacağını, Cumhuriyetçiler üzerinde çok etkili olan Musevi lobisinin vereceği kararın belirleyeceği ifade ediliyor...

Amerikan politikası yeni seçimlerle değişir mi değişmez mi?..

Cumhuriyetçi adaylardan ‘New Jersey valisi Chris Christe; gazetecilere çıkışıyor...

-”Marco’ya soru sorun... Neyi nasıl yapacakmış anlatsın... Ona soru sormuyorsunuz... O da hiçbir şeyi anlatmadan yarışta öne geçiyor... Sorsanıza neyi nasıl yapacakmış... O sorulara verecek bir cevabı yok...”

***

Medya Marco’ya neyi nasıl yapacağını şimdilik sormuyor...

Şu anda fazla bir önemi yok bu sorunun ülkede...

Amerika; seçimlerde parlayan yıldızını bulmuş gözüküyor...

Kübalı göçmen bir ailenin Cumhuriyetçi çocuğu...

Marco bu seçimlerde Cumhuriyetçilerin adayı olup, Demokratların adayını geçer mi?..

Yeni Amerikan Başkanı Küba’lı çocuk olur mu?..

Bu şu anda uzak bir ihtimal gibi gözükse de, ben; Newyork’ta patlamasını yakından izlediğim Marco ismine bir çentik atıyorum...

***

Bu seçim ve gelecek seçim onu izlemeye devam edeceğim...

Küba’lı Marco;; Castro iktidara gelince tası tarağı toplayarak Amerika’ya göç eden bir aileden geliyor...

Amerika’nın Che Guevera’sını andıran çocuk, Che Guevera’nın Küba’da iktidara gelmesinden kaçan bir aileden çıkıyor...

Kaderin böylesine ne denir ki?..

Yazının devamı...

Al Pacino 50 bin doları kabul etmeyince, teklif 1 milyon dolar oluyor...

“Baba filminin ilkinde bana 35 bin dolar teklif etmişlerdi...” diyor Al Pacino...

-“İkinci Baba filmi maceralı oldu... Önce 100 bin dolar teklif ettiler kabul etmedim...

‘150 bin dolara ne dersin’ diye sordular bu kez... ‘Sanmıyorum’ diye cevap verdim... ‘Ya senaryoyu Mario Puzo yazarsa?..’ Bu kez ‘Evet olabilir’ dedim...

***

Mario Puzo senaryoyu yazdı okudum...

Ancak tam aradığım senaryo değildi...

Onun için 150 bin doları da reddettim...

200 bin dolara çıktılar...

‘Hayır’ dedim...

300 bin, 350 bin, 400 bin dolar teklif ettiler...

Hiç birini kabul etmedim...

Nihayet beni New York’taki ofislerine çağırdılar...

Masada bir şişe viski duruyordu...

İçip sohbet etmeye başladık...

Yapımcı çekmecesinden teneke bir kutu çıkartıp bana doğru itti...

‘İçinde 1 milyon dolar var desem’ diyerek gözlerime baktı...

‘Hiçbir anlamı yok...’ dedim...

Fikrimi ancak Coppola’yla (yönetmen) konuşunca değiştirdim...

Onu dinlerken resmen tüylerim diken diken oldu...

Bir yönetmen; senin böyle hissetmeni sağlıyorsa eğer, onunla mutlaka çalışmalısın...

***

Bu arada 1 milyon dolar almadım elbette... 600 bin dolar aldım...

Bir de filmin gelirinden belirli bir hissem oldu...” diye devam ediyor Al Pacino ‘hayatını anlattığı kitap’taki nehir söyleşisinde...


PARADAN ÖNEMLİ OLAN ŞEY... 2

Yaratıcı kişiliklerin; bir teklifte “paradan çok daha fazla, eserlerini yaratacakları ortama, nefes alabilecekleri oksijene, havaya ve suya ihtiyaç duyduklarını anlatan muhteşem bir örnek” sunuyor Al Pacino...

1 milyon dolara ‘evet’ demeyen adam, yönetmen Coppola’yla konuştuktan sonra, 600 bin dolara el sıkışıyor...

400 bin dolarlık garanti para yerine ise; filmin kazancından kendine hisse alıyor...

Garanti parayı değil, hak edeceği ve kazandıracağı parayı istiyor...

Kendi oyunculuğuna yaratıcılığına, sanatçılığına ve beraber çalışacağı iş arkadaşına güveniyor...

***

Al Pacino’yu ikna etmek için New York’taki ofiste, masaya konan ve beraber içilmeye başlanan ‘viski’; “beni 17 yıl önce İstanbul’da bir otel restoranının kapalı bir bölmesinde yaşananlara” götürüyor...

VİSKİ ŞİŞESİNİN MASADA DURDUĞU GÖRÜŞME... 3

TRT’de üç yıl haftalık sürdürdüğüm Ateş Hattı programı, üçüncü yılın sonunda özel televizyonlardan arka arkaya teklifler alıyor...

Önce Show TV’nin genel müdürü teklif ediyor programı kendi kanalına taşımayı...

Ben de olumlu bakıyorum...

Fakat o sırada Show TV’de program yapan ve “35 yıl bana mesleğimi yaptırmamayı, gazetecilikten, televizyonculuktan beni sildirmeyi, beni içeri attırmayı, iftira üzerinden algı yaratarak beni linç ettirmeyi” amaçlayan; ‘gazeteci görüntüsü altındaki gizli odak’, bana yapılan teklifi durduruyor...

O sırada, teklifin aniden kesilmesinin nedenini bana söylemiyorlar...

***

Üç ay sonra Star televizyonu teklif ediyor... Kabul ediyorum ve kanalla anlaşıyorum...

Yaz bitiyor, yeni yayın dönemiyle birlikte Eylül ayında Star televizyonuna başlıyorum... Programın henüz beşinci haftasında “12 Eylül döneminde, uçak alımlarında milyar dolarlık bir rüşvet iddiasını” dosya yapıyorum...

Bu dosyayı yapmaktaki amacım siyasi bir mücadeleye girmek değil; haber değeri taşıyor ve ben haber değeri taşıyan dosyayı yapıp, başka bir konuya geçeceğim...

***

Kanal bunu yayınlamak istemiyor ve programın içeriğini değiştirmemi istiyor... İçerikte bir problem olmadığı için değiştirmiyorum ve kanaldan ayrılıyorum...

***

Arkasından Kanal D’ye, daha sonra Show TV’ye geçen maceralı bir televizyonculuk mecrasından sonra; Star televizyonunun patronuyla yeniden yolum kesişiyor...

Kanal D’de ve Show’da patlayan televizyon programı, ana haber bülteniyle devam ediyor ve Star’ın patronu Cem Uzan beni kanalına transfer etmek için, görüşmeye çağırıyor...

***

Cem Uzan ve yanındaki yöneticisi iyi viski içmeleriyle biliniyorlar...

Ben de iyi viski içiyorum, o zamanlar... Otelin kapalı bölmesindeki masaya bir şişe viski getiriliyor...

-“Viski içeceğiz, konuşacağız... Anlaşma sağlanmadan bu masadan kalkmak yok...” diyor Cem Uzan...

İlk “itirazı”mı orada dile getiriyorum...

Garsona dönüyor;

-“Ben bu viskiyi içmem... Benim içtiğim viskiden getir sen bana...” diyorum...

8 SAAT SÜREN GÖRÜŞMENİN SONU... 4

New York’ta yapımcısının Al Pacino’ya teklifini 50 bin dolardan 1 milyon dolara çıkarması gibi, masada bana yönelik teklif arttıkça artıyor... Ben de ünlü star gibi teklife karşı gönülsüz davranıyorum...

Böyle davranmamın esas nedeni Al Pacino’nunkine benziyor...

***

Daha birkaç yıl önce, beşincisinde “içerik” yüzünden programı bırakmak zorunda kaldığım televizyon kanalında, “her gün ana haber bülteni yapmaya kalkarsam, beş ay dayanamayacağımı” tahmin ediyorum...

***

Toplam 8 saat sürüyor masadaki viski şişesiyle süren görüşme... Gece yarısını geçen saatlerde, olmayacağı anlaşılıyor ve ayrılıyorum bulunduğum yerden...

CEM UZAN’A VE EROL AKSOY’A SÖYLENEN TELEVİZYONCULUK YALANI... 5

Yıllar sonra Show’dan ayrıldığımda bir daha Star’la yollarım kesişiyor...

Ancak bu sefer çok temkinli davranıyorum... Star’da yapacağım televizyon programcılığında tamamen siyaset dışında kalmaya özen gösteriyorum...

O sırada o kanalda çalışabilmemin tek yolunun, “bütünüyle siyaset dışında kalmak olduğunu” biliyorum...

***

Cem Uzan’ı herkes bütün gücüyle siyasetin içine çekmeye çalışıyor...

Bunun bir sakıncası olmayabilir...

Ancak ben bir televizyoncuyum ve siyasetin içine bodoslama dalan televizyonculuğun “televizyon olarak yaşaması”nı mümkün görmüyorum...

Televizyon denilen şey siyaset mühendisliğinin çok dışında bir alan...

***

Yıllar önce, Show TV’nin patronuna yanaşarak; “siyaset dışında kaldığın için, televizyon kanalını satmak zorunda kaldın” diyen etki ajanları, yalan söylüyorlardı... Siyaset dünyasının içinde yer alan, siyaseti dizayn etmeye soyunan “televizyon kanalları” kaderlerini zorunlu olarak siyasetin labirentlerine bağlıyorlar...

***

O labirentlerde bir süre sonra kayboluyor, bu arada izleyiciyle bütün iletişimlerini kaybediyorlar... Hayatlarında; “gizli siyasi manipülasyonların, etki ajanlığı dışında doğru düzgün bir meslek icra etmemiş olanlar”ın, bu evrensel televizyonculuk gerçeğini bilmeleri mümkün değil...

***

Hiçbir iş yeri, ticaretin ve rekabetin doğal kuralları dışında kalan kurallarla işlemiyor...

Televizyonculuk; “siyaset dışında bir yaratıcılık ve profesyonellik” gerekiyor...

İzleyiciyle sahici ilişki ancak böyle kurulabiliyor.... İletişim köprüsü ancak böyle sağlanabiliyor...

***

New York’ta güneş açıyor, yazıyı yazdığım saatlerde... Sabah güneşi; New York gökdelenlerinin arasından ışığını ulaştırmaya çalışıyor Manhatten’a...

“Güneşi engelleyen gökdelenlere rağmen”, fark ediyorum ki doğa bir yolunu buluyor ve insanlar güneşle buluşuveriyorlar...

Kalimera ilye kalimera... (Günaydın güneş; günaydın...)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.