Şampiy10
Magazin
Gündem

Jandarma’da sürpriz ihtimali

Söz ne zaman ‘askeri vesayet’ten açılsa, klasik bir cümle vardır Türkiye’de kullanılan. Bilirsiniz...

“Batıda, demokrasisi gelişmiş ülkelerde, sokaktaki insan değil kuvvet komutanlarının, genelkurmay başkanlarının bile adını bilmez” cümlesi, sözünü ettiğim.



Bu sene şubat ayında, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Okulu’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’de sivil demokrasinin gelişimine örnekler verirken benzer ifadeler kullanmıştı.

“Son yıllarda Milli Güvenlik Kurulu toplantıları sizi çok heyecanlandırıyor mu?” diye soran Çelik, “Ben size, ‘4 kuvvet komutanımızın adını söyleyebilir misiniz’ diye sorsam, kaç kişi söyler burada? Bilmemeniz normal. MGK Genel Sekreterliği sivilleştirilmiştir, MGK olması gereken bir forma gelmiştir” şeklinde konuşmuştu.

Çelik haklıydı; haklı.

Geçmiş yıllara oranla, bu noktada çok ciddi bir fark var gerçekten.

Konuyla doğrudan ilgilenenler dışında, komutanların adlarını bilenlerin sayısı, eskiye kıyasla çok az.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) komuta kademesindeki isimler, devam etmekte olan davalara konu oldukları dönemler dışında, artık (neredeyse) sadece temmuz-ağustos aylarında gündemde yer alıyor. Yani Yüksek Askeri Şûra’nın (YAŞ) yaz toplantısı öncesi ve sonrasında.



Yaz şûrası bugün başlıyor. 3 gün sürecek toplantıların ardından, TSK’nin yeni komuta kademesi şekillenecek.

Ordudaki nöbet değişimlerine ilişkin tahminler havada uçuşuyor.

Haberlere, özel durumları itibariyle, daha çok Deniz ve Hava Kuvvetleri’ndeki gelişmeler konu oluyor.

Şûra kulislerine ilişkin detaylı ve lâf aramızda en güvenilir haberi bugünkü

VATAN’da, savunma muhabirimiz Levent İçgen’in imzasıyla okuyacaksınız.

Ben de, buna ek olarak, aldığım bir son dakika bilgisini paylaşıyorum.

Kuvvetli bir ihtimali...



O ‘sürpriz’ olasılık, Jandarma Genel Komutanlığı’na ilişkin...

Orgeneral Bekir Kalyoncu’dan boşalacak Jandarma Genel Komutanlığı koltuğuna, bugüne kadar konuşulan ve yazılanların dışında bir isim atanırsa şaşırmayın.

O isim, 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Ahmet Turmuş.

Devre arkadaşı olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in en uyumlu çalıştığı komutanlardan olduğu belirtilen Turmuş’un bir yıl için (çünkü Ahmet Turmuş 1949 doğumlu ve seneye yaş haddinden emekli olacak) Jandarma Genel Komutanlığı’na getirilmesi çok kuvvetli bir ihtimal.



Bir not da, Kara Kuvvetleri’nde 4’üncü yıldızı takacak iki komutan a dair...

TSK kulislerinde konuşulanlara bakılırsa, orgeneralliğe terfi edecek iki karacı korgeneral; Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Salih Zeki Çolak ile Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Ümit Dündar gibi görünüyor.



Ve son not, malumun ilanı...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel’in belirlediği TSK’deki terfi ve emeklilikler listesine ilişkin nihai kararı, YAŞ’nın da başkanı olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan verecek.

Yazının devamı...

12 yıl sonra aynı isim

Tarih 19 Aralık 2009...

Yer, başkent Ankara’nın Çukurambar semti...

Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı’nda görevli Özel Kuvvetler mensubu bir albay ve bir binbaşı, Bülent Arınç’a yönelik suikast hazırlığı yaptıkları iddiası ile derdest edildiler.

‘Kozmik oda’ arama ve incelemesine gerekçe oluşturan bu olayın üzerinden üç buçuk seneden fazla zaman geçti ama konuyla ilgili iddianame dahi oluşmuş değil.

İki subay savcılık ifadelerinde, Bülent Arınç’ı değil, bir Silahlı Kuvvetler mensubunu takip etmekte olduklarını söylediler.

Verdikleri isim Topçu Kurmay Albay Baki Kaya’ydı.



Tarih 6 Haziran 2013...

Ankara 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, yaklaşık 2 buçuk yıl süren soruşturma neticesinde hazırlanan ‘28 Şubat iddianamesi’ni kabul etti.

Ve ilginçtir...

Bin 705 sayfalık o iddianamede...

Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetleri ana başlığının altında...

İddianamenin 579’uncu sayfasında, “El yazısı ile yazılan belge. 3.Kls.S:232) bölümünde, takip edilen (fişlenen) personel listesindeki isimlerden biri; “Top. Yzb. Baki Kaya”!

Takip (fişleme) gerekçesi ise “İrticai faaliyet”!



İddia edilen olayın, yani Batı Çalışma Grubu’nun o dönemde yüzbaşı olan Baki Kaya’yı, irticai faaliyet gerekçesiyle takip ettiği (fişlediği) tarih 1997.

Çukurambar’da Bülent Arınç’a yönelik suikast hazırlığında olduğu iddia edilen iki subayın, “Takip ettiğimiz kişi Bülent Arınç değil, Kurmay Albay Baki Kaya’ydı” dediği tarih 2009.

Soru 1: Baki Kaya 12 yıl boyunca izlendi mi?

Soru 2: Baki Kaya 12 yıl boyunca izlendiyse, bu durum ‘devlette devamlılık esastır’ anlayışının bir örneği midir?

Soru 3: Baki Kaya 12 yıl boyunca izlendiyse, bu süre içinde hakkında herhangi bir işlem yapılmamış olması, kendisi ile ilgili bir suç unsuru bulunamadığı anlamına mı geliyor?

Soru 4: Çukurambar hadisesi olmasa, takip daha ne kadar sürecekti?

Soru 5: Çukurambar’da görev yapan iki subayın, görev sırasında deşifre olmaları hâlinde verecekleri isim (önceden planlanmış şekilde) aynı semtte ikamet eden Baki Kaya olabilir mi?

Baki Kaya ne diyor?

Emekli Kurmay Albay Baki Kaya’ya dün telefon ile ulaştım ve yukarıda aktardığım durum hakkındaki görüşlerini istedim.

Kaya, 28 Şubat iddianamesinde isminin geçtiğini benden öğrendiğini söyledi ve devamında şu bilgileri verdi:

- Batı Çalışma Grubu’nun takip listesinde olduğumu bilmiyordum. İzlendiğimi hiç hissetmedim ama yaptılarsa da yapmışlardır, bilemem. Doğrusu umurumda da değil.

- Kurmay yüzbaşılığımdan beri terfilerde hep birinci sıradaydım. NATO’da, ABD’de, Genelkurmay İletişim Daire’de çalıştım. 2007’nin 11 Kasımında kalp krizi geçirdim ve 2 yıl raporluydum. Sonra by-pass ameliyatı oldum. 2010 Ağustosunda da kendi isteğimle, sağlık sebepleriyle emekli oldum.

- Çukurambar hadisesi benim açımdan hâlâ açıklığa kavuşmuş değil. O dönemde hastanedeydim. Orgeneral Erdal Ceylanoğlu hastaneyken aradı beni ve “Biz sana güveniyoruz” dedi. Belki birileri kendilerini kurtarmak için, “Bu adam zaten ayrılacak, haydi bunun adını verelim” demiş olabilir. Ya da beni takip ederek hata yaptılar.

- Ben savcıya verdiğim ifadede de söyledim. TSK bir personelinden şüphe duyuyor da araştırmıyorsa yanlış yapar ama yöntemi bu olmamalı.

- Her şeye rağmen umurumda değil. Ben çıkıp TSK aleyhinde konuşsaydım, zaten zor durumda olan kurumuma bir leke de ben sürmüş olurdum. Bunu yapmadım, yapmam da.

- Ben TSK’yı yıpratmam. “Bu kişiyi takip emrini ben verdim” diyenler ya da “Biz takip ediyorduk” diyenler konuşsunlar. Ben kırgın da değilim, davacı da değilim.

Yazının devamı...

TRT News projesine hız verilmesinin nedeni

“Uzun süredir gündemde ama maalesef bugüne kadar muvaffak olamadık.”

Cümle Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a ait.

Arınç’ın, “Maalesef muvaffak olamadık” dediği konu, “TRT News” projesi. Yani açılması planlanan TRT’nin İngilizce haber kanalı.



Başbakan Yardımcısı Arınç, salı akşamı yazılı basının Ankara temsilcileriyle buluştuğu iftarın ardından sohbete, bakanlığına bağlı kuruluşlarda gelinen noktayı anlatarak başladı.

Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) ve Anadolu Ajansı (AA) ile birlikte, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’ndan (TRT) bahsetti.

TRT ile ilgili sözlerinin büyük kısmını da, “Geriye kalan tek eksik” olarak ifade ettiği ve kurumun son televizyon kanalı olacağını söylediği ‘İngilizce haber kanalı’ projesi oluşturdu.

Arınç, “TRT birçok yabancı dilde radyo yayını yapıyor ama televizyonda İngilizce haber kanalı büyük bir eksiklik” dedi.

Bülent Arınç, İngilizce haber kanalı için TRT’de çalışmalara hız verildiğini, kanalın azami bir yıl içinde yayına girmesini beklediklerini söyledi.



Gecikmenin nedenlerini bilemiyorum.

Zaten bu durum TRT kurumunun iç işi. Yani beni ilgilendirmiyor.

Ama İngilizce haber kanalı projesinin kurum içi gündemin ilk sırasına çıkmasının ve çalışmaların hızlandırılmasının ardındaki nedeni öğrendim.



Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp birçok kente yayılan eylem ve çatışma gündeminde, ‘dış basın’ faktörünün hangi boyutlarıyla tartışıldığı malum.

‘Yabancı medya’nın dış dünyaya geçtiği haberlerin Türkiye açısından nasıl bir ‘imaj sorunu’ yarattığını biliyoruz.

En çarpıcı örnek, CNN International’ın Taksim Meydanı’ndan yaptığı yayınlar.

Sadece CNN’in yayınları değil...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 3 Haziran 2013 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı’nda düzenlediği basın toplantısında, kameralar önünde Reuters Haber Ajansı’nın İstanbul Muhabiri Birsen Altaylı’ya gösterdiği tepkiyi hatırlayın...

Erdoğan yabancı ajans muhabirine, “Siz işte buradan Reuters’ı böyle bilgilendiriyorsunuz veya topladığınız bilgileri böyle gönderiyorsunuz” demişti.



Aldığım bilgiye göre; yabancı medyanın yanlı ve maksatlı habercilik yaptığından yakınan Başbakan Erdoğan, “Özellikle böyle kritik dönemlerde, dünyayı sağlıklı ve doğru bilgilendirmemiz gerekiyor. TRT İngilizce haber kanalı gibi yayın organlarımızın olması işte bu yüzden çok önemli” diyerek, kanalın yayına girmesinin neden bu kadar geciktiğini sormuş.

Başbakan’ın ilgili bakan yani Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a sorduğu bu soru, Arınç vasıtasıyla TRT Genel Müdürü’ne yansıyınca, konu kurum içinde orta şiddette bir sarsıntıya yol açmış.

Sarsıntının ardından da, TRT News projesi yeniden hızlandırılmış.

Şu anda, teknik altyapı çalışmalarının yanı sıra, kurulacak olan kanalda görev yapacak ‘İngilizce haber dili’ne hâkim personel arayışı da devam ediyormuş.

Görünen o ki, TRT’nin İngilizce haber kanalı, Bülent Arınç’ın seslendirdiği tahmin olan bir yıldan daha kısa bir süre içinde yayın hayatına başlayacak.

KEŞKE...

Günü kurtarmanın bizi kurtarmaya-cağının farkına varabilsek.

Yazının devamı...

İftardan sahura Bağış ile İstanbul

Geçen cuma iftardan sahura, Avrupa Birliği (AB) Bakanı Egemen Bağış’ın İstanbul’daki programlarını takip ettim.

Gözlem, izlenim ve notlarıma geçmeden önce, son söyleyeceğimi en baştan yazayım:

Egemen Bağış’ın, İstanbul seçmeninde kayda değer bir karşılığı var. Üstelik sadece bir hükümet üyesi olarak değil, aynı zamanda potansiyel bir büyükşehir belediye başkan adayı olarak da.



Bağış 11 yıldır aktif siyasette.

3 dönemdir İstanbul Milletvekili.

Bu süre içinde, standart bir İstanbul milletvekilinden çok daha aktif ve seçmen ile iç içe bir performans sergiledi. Aynı şekilde de devam ediyor.



Misal; sokakta yürürken sadece yolda karşılaştığı insanlarla selamlaşmakla yetinmiyor. Çevredeki binaların balkon ya da pencerelerinden aşağıdaki hareketliliği izleyenleri de ihmal etmiyor. Onları da selamlıyor, onlara da uzaktan hâl hatır soruyor.



Gördüğüm kadarıyla, sadece vatandaş yani seçmen ile değil Bağış’ın yakınlığı.

Partisinin il ve ilçe teşkilatları ile ilçe belediyelerinde görev yapanlarla da dostane diyaloğa sahip.

“Şöyle bir konu vardı, ne yaptınız?” ya da “Şu kişinin bir sorunu vardı, halloldu mu?” türünden sorular, bahsettiğim ilişkideki süreklilik ve takipçiliğinin göstergesi.



‘Popülarite’yi dikkate alan bir üslubu var Egemen Bağış’ın. ‘Popüler’ ama ‘popülist’ değil söylemi.

Gittiği bölgenin gündemi öncelikli olmak üzere, güncel konulara temas ediyor konuşurken. Ama bol keseden vaatlerin artık prim yapmadığının farkında. Çözüm bekleyen sorunlara ilişkin söz verirken ‘gerçekçi’lik sınırını gözetiyor.

Bütün bunları yaparken ona destek olan, özel kalem ve danışman kadrosunun performansının da altını çizmem, yakın çevresinin hakkını teslim etmem gerek.

Benim gördüğüm şu:

Yakın mesai arkadaşları bir ‘bakan’ ile değil, bir ‘arkadaş’ları ile birlikte çalışıyor, bir ‘arkadaş’larına omuz veriyor.



Egemen Bağış genç bir siyasetçi. 43 yaşında.

Enerjik, hatta neredeyse hiperaktif.

Zaman zaman açıklamaları tartışma yaratıyor. Kendince yaptığı espriler bazen başta siyasi rakiplerinden olmak üzere tepki alıyor.

Ama ilginç bir tarzı var genç bakanın. Örneğin sık sık genel başkanlarını hedef aldığı muhalefet partilerinin Kâğıthane Hasbahçe’de kurduğu stantları ziyaret edip, MHP ve CHP’nin üyeleriyle, seçmenleriyle hasbihâl etmekte beis görmüyor.



Çeliktepe, Kâğıthane, Pierre Loti ve Sultangazi’de birlikte geçirdiğimiz yaklaşık 8 saatin sonunda gördüğüm şu:

Olur ya da olmaz bilmiyorum ama partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Egemen Bağış’ı aday gösterirse, bu koltukta tahminlerin ötesinde bir performans göstermesi şaşırtıcı olmaz.

Adaylık mevzuunda, “Partim ve genel başkanım bana hangi görevi verirse, ben elimden gelenin en iyisini yapıp onlara lâyık olmaya çalışırım” demekle yetiniyor ama sokakta, İstanbullular ile yaptığı sohbetler, Egemen Bağış’ın böylesi bir muhtemel görev için dersini daha şimdiden ve ciddi şekilde çalıştığının işaretleri ile dolu.

Yazının devamı...

İmralı’da akreditasyon olacak mı?

“İmralı’da bir basın buluşmasıyla kamuoyunu doğrudan bilgilendirme imkânım olursa, sürecin sağlıklı ilerlemesi hususunda ciddi katkılarım olabilir” demiş Öcalan, BDP heyeti ile yaptığı son görüşmede.

Soralım...

1. İmralı’da bir basın toplantısı yapıp kamuoyunu ‘doğrudan’ bilgilendirme imkânı olmazsa, sürecin sağlıklı ilerlemesine ciddi katkı sağla(ya)mayacak mı?

2. Kamuoyunu ‘doğrudan’ bilgilendirme talebi, sürecin başından beri uygulanan ‘dolaylı’ yani BDP’liler vasıtasıyla mesaj verme yönteminin başarısız veya yetersiz olduğu anlamına mı geliyor?

3. Bir önceki sorunun yanıtı “Evet” ise bu, bugüne kadar adada görüştüğü BDP’liler mesajlarını yanlış ya da eksik ilettiler demek mi oluyor?

4. Basın toplantısı isteğinde bir pazarlık payı var mı? Muhtemel “Hayır” cevabı üzerine, bu talep, “O zaman burada TRT ya da Anadolu Ajansı kamerasına bir (hatta iki) açıklama yapayım. Biri örgüt üyelerine, biri de Türkiye kamuoyuna hitap edecek olan bu bant kayıtları yayınlansın” şeklinde revize edilebilir mi?

5. Bir formül bulunur da, görüntüsü ve sesi ile kamuoyunun karşısına çıkarsa, bir süre sonra; önce İmralı’da ‘haftalık olağan basın toplantısı’ yapmak, ardından da her perşembe günü Ankara’da Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı arasında yapılan görüşmelere dâhil olmak da ister mi?

(Dikkat: 5’inci soru gerçek dışı bir abartma içermektedir.)

Ve son soru:

İmralı’da basın toplantısı isteği aslında ‘özgürlük talebi’ne giden yolda atılan ilk somut adım mı?

NOT:

“Sen de amma abarttın” dediğinizi duyar gibiyim.

Evet abarttım.

Birkaç yıl önce biri çıkıp, bugün yaşananların olacağını söylese ona da “Amma abartıyorsun” derdiniz ama öyle değil mi?

Başka sorum yok.

En ‘baba’ cevap

Geçen hafta, “Geçmişten farklı düşünmek döneklik midir, gelişmek mi?” diye sormuştum ya buradan.

Yazının yayınlandığı gün, akşamüstü telefonum çaldı.

Arayan babamdı.

“Cevap veriyorum” dedi.

Anlamadım ilk anda. “Neye?” diye sordum

“Yazının başlığında sorduğun soruya” dedi.

“Geçmişte benim gibi düşünürken şimdi benden farklı düşünüyorsa buna ‘döneklik’; geçmişte benden farklı düşünüyor ama şimdi benim ile aynı görüşteyse buna ‘gelişim’ denir” dedi.

Toplumsal genetik kodumuza dönüşen ‘çifte standart’lı değerlendirme anlayışımız bundan daha açık ve net nasıl ifade edilebilirdi ki!

Eyvallah baba.

İftardan sahura Egemen Bağış ile İstanbul

Cuma günü İstanbul’daydım.

Avrupa Birliği (AB) Bakanı Egemen Bağış’ın iftardan sahura kadarki İstanbul programını takip ettim.

Çeliktepe’de mahalle iftarı, Kâğıthane Hasbahçe’de ramazan etkinlikleri, Pierre Loti Tepesi’nde çay - kahve eşliğinde sohbet ve nihayet Sultangazi’de sahur.

Adı partisinin büyükşehir belediye başkanı adayları arasında anılan Bağış ile İstanbul’da geçirdiğim yaklaşık 8 saatten ilginç izlenimlerim var.

O notlar, perşembe günü burada olacak.

KEŞKE...

Uzmanların dediği gibi, kredi kartının bir ‘borçlanma’ değil ‘ödeme’ aracı olduğunu unutmasak.

Yazının devamı...

Geçmişten farklı düşünmek döneklik midir, gelişmek mi?

Siyasetçilerin sık sık karşılaştığı bir durumdur; geçmişte söylediklerinin bir gün karşılarına çıkması, önlerine konulması.

Üstelik yanında şöyle bir not iliştirilmiş şekilde: “Bugün böyle diyorsun ama bak şu tarihte aynı konuda ne demişsin...”

Aynı durum biz gazeteciler için de geçerli aslında. Ardında birikmiş bir arşivi olan köşe yazarları için, özellikle de içinde yaşadığımız ‘Google çağı’nda...

“Bugün böyle diyorsun ama bak bilmem kaç sene önce bu konuda ne yazmışsın” cümlesinden söz ediyorum.

İnsanın işini yaparken ‘takip edildiği’ni bilmesi iyidir aslında.

Siyasetçinin ağzından, gazetecinin de kaleminden çıkanın acımasız bir denetim ağı içinde peşinden geleceğini, bir gün karşısına çıkabileceğini, önüne konuluvereceğini bilmesi iyidir.

Lâkin bu noktada can alıcı bir soru var cevap bekleyen:

Geçmişten farklı düşünmek, bir insanın görüşlerinin zaman içinde değişmesi; döneklik midir, değişimin doğal sonucu olarak gelişmek mi?

Ve bağlantılı ikinci bir soru:

Birinci sorunun yanıtının, ‘üzüm yemek’ isteyenler ile derdi ‘bağcıyı dövmek’ olanları ayrıştırıcı bir özelliği var mı?



Sizinkini bilmiyorum ama benim cevabım şu: Sanırım mesele, geçmiştekinden farklı düşünenin yani düşünceleri zaman içinde değişen kişinin kim olduğu ile ilgili.

İnsanlar, samimiyetine inandıkları kişilerdekini bir ‘değişim/gelişim’ olarak görüyor ve anlayışla karşılıyor.

İçtenliğine kani olmadıklarındaki farklılaşmayı ise ‘zikzak’, ‘U dönüşü’, ‘çark etme’, hatta ‘döneklik’ olarak değerlendiriyor.

Nasıl güveneceğiz?

Çözüm süreci...

Barış süreci...

PKK’nın çekilme süreci.

Nasıl adlandırmak isterseniz... Fark etmez. Mühim olan isimlendirmedeki değil, bakış ve anlayıştaki farklılıklar çünkü.

Birileri, sürece ilişkin sadece PKK - BDP ekseninden gelen açıklamalara itibar edilmesinden, sadece o cenahtan verilen bilgilerin gerçek kabul edilmesinden yana.

Demiyorum ki; o taraftan verilen bilgilerin tümü maksatlı, çarpıtılmış ya da yanlıştır.

Devlet kurumlarının kamuoyu ile paylaştığı bilgilerin külliyen gerçek kabul edilmesini de savunmuyorum elbette.

Ancak şimdi şu aşağıdaki tabloya bir bakın...



Önce Başbakan Tayyip Erdoğan konuştu. “Çekilenler örgüt üyelerinin ancak yüzde 15’i civarında” dedi.

Bu açıklamaya cevaben BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş , “Yüzde 80, hatta daha fazlası” dedi.

Hafta başında, AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “Yüzde 15 - 20 çekildi” dedi. BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan üç gün önce, “Çekilenlerin oranı yüzde 60” dedi.

Ve önceki gün, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, “Bizim elimizde çekilenlerin sayısına dair herhangi bir bilgi yok. Yüzde 15 - 20 midir, yüzde 60 mıdır, 80 midir bilmiyoruz” dedi.



Durum bu olunca, soru şu:

BDP - PKK cenahından verilen bilgilere, yapılan açıklamalara ihtiyatla yaklaşmakta haksız mıyız?

KEŞKE...

Geç bulup erken kaybetmesek.

Yazının devamı...

Ak Partili Ensarioğlu ne diyor?

“PKK çekilmekte yavaş davranıyor, devlet de adımlarını yavaş atıyor. Çekilme çok yavaş ilerliyor. Yüzde 15 - 20 civarında çekilme var. Çıkanlar da zaten problemi olanlar. Yaşlı, hasta gibi üyeler... Örgüt bir yandan çekiliyoruz diyor bir yandan yeni üye kabul ediliyor. 2.000’e yakın yeni üyeyi çekilirken niye kabul ediyorsun? Devlet bütün bunları görüyor ve yavaş adım atıyor. Bu durum çözüm sürecini istemeyenlerin işine yarıyor. Herkes birbirine güvenmeli ve adımlarını hızlı atmalı.”

Bu sözler, Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’na ait.

Hafta başında, Türkiye Gazetesi, “Yaşlı ve hasta PKK’lılar gitti” başlığıyla manşetten verdi Ensarioğlu’nun sözlerini.

Ensarioğlu sıradan bir isim değil.

Bölge insanının özelliklerini, terör örgütünün yapısını, PKK ile bölge halkı arasındaki ilişkiyi, doğu ve güneydoğunun sosyoekonomik yapısını en iyi bilenlerden biri.

BDP’li Kaplan ne diyor?

Bölgeden Ankara’ya ulaşan istihbarat raporları, Ak Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun (yukarıda aktardığım) açıklamalarını teyit eder nitelikte.

Ensarioğlu’nun seslendirdiği noktaları dün telefonda, yine bölgeyi çok iyi bilen bir başka milletvekiline sordum. BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’a...

Kaplan söze, “AKP’nin bölge milletvekillerinin yapması gereken sürecin selameti için bir takım varsayımlar üzerinden hareket etmek, mazeretler üretmek değil” diye başladı.

- Örgüt üyelerinin sadece yüzde 15 - 20’lik bir kısmının çekildiği doğru değil mi yani?

- Hayır değil. Nereden biliyorlar? Tek tek saydılar mı? Çekilme büyük ölçüde yapılmıştır. Yerinden uzaklaşma, sınır dışına çıkma... Toplamda yüzde 60 oranında gerçekleşmiş durumda.

- Çekilen örgüt üyelerinin yaşlılar ve hastalardan oluştuğu bilgisi de mi doğru değil?

- O da doğru değil. Nereden biliyorlar? Hasta olduklarına dair adli tıptan rapor mu aldılar? Bakın bu tür doğru olmayan bilgilerin halk üzerinde güven kırılmalarına yol açacağını görmeleri lâzım. Sürecin zarar göreceği yer de burasıdır zaten.

- Bir de katılım konusu var. İstihbarat raporları ‘yoğun’ bir katılımdan söz ediyor. Galip Ensarioğlu da “2 bine yakın yeni üye aldılar” diyor. Bu katılımın sebebi ne?

- Katılım da bu boyutlarda değil. Evet var ama her zaman olduğu kadar. Her dönemde, her yıl belli bir katılım süreci kendiliğinden oluşuyor.

- Siz hükümeti, üzerine düşenleri yapmamakla itham ediyorsunuz. Peki örgüt üzerine düşeni yaptı mı, yapıyor mu tam olarak?

- Evet örgüt yapıyor. Burada tabii önemli olan İmralı’da Öcalan’ın, Kandil’de Başkanlık Konseyi’nin söyledikleridir.

Hükümet ise şimdiden seçim hesabı yapıyor ve sürece yazık ediyor. Yeni bir anayasa dediler, demokratik yasaların hayata geçirilmesi dediler, sonra da Meclis’i kapattılar. Meclis 1 Ekim’de açılacak ve zaten bütçe görüşmeleri başlayacak. Hükümetin üzerine düşeni yapmadığını ve mazeret aradığını görüyoruz.

KEŞKE...

Sağlık ve huzurun diğer bütün sahip olunanlardan daha kıymetli olduğunu unutmasak.

Yazının devamı...

Cenk Akyol

“Çok hassas bir konu... Ortam da öyle, çok hassas. En ufak bir şey söylediğimde bile bambaşka yerlere çekilebileceğini biliyorum ve ben bunu istemiyorum.”

Profesyonel basketbol oyuncusu Cenk Akyol, dün telefonda işte böyle dedi.



Akyol’un yaşadıklarını biliyorsunuz.

Yıllardır yer aldığı A Milli Basketbol Takımı aday kadrosuna alınmadı Cenk Akyol.

Başka bir zaman olsa; şampiyon takımın, sezonu çok iyi geçirmiş oyuncularından biri olduğu için yine tartışılırdı ama basketbol camiası içinde, en fazla, “sürpriz” ya da “yanlış” bir karar olarak söz edilip kapanırdı konu.

Ancak mesele, zamanlaması itibariyle, ‘gündem’ ile paralel (ve çok doğal) olarak bambaşka boyutlara taşındı.

Çünkü Akyol, Gezi Parkı gündeminde bir izleyici olarak beklediğini bulamadığı bir haber kanalına kişisel olarak tepki göstermişti.

O kanal Basketbol Milli Takımlarının resmi yayın organı, kanalın ait olduğu holdingin bankası da Türkiye Basketbol Federasyonu’nun (TBF) ana sponsorlarından biriydi.

Bu yüzden diyorum, “Konu çok doğal olarak başka boyutlara taşındı” diye.



Mevzuyu takip edenler, yapılan bir dizi açıklamayı biliyor.

Basketbol Milli Takım teknik kadrosu, TBF, ana sponsor banka ve son olarak TBF Başkanı Turgay Demirel, art arda yaptıkları açıklamalarla oyuncunun kadroya alınmamasının, gündemdeki tartışmalar ile bir ilgisi olmadığını duyurdular.

Cenk Akyol ise bu süreçte tek bir yazılı açıklama yaptı.

“İlk ve son açıklama” niteliğinde bir metin ile durumu kendi açısından izah etti 26 yaşındaki oyuncu.



Yaptığı o açıklamadan sonra, konunun muhataplarından ‘karşı açıklamalar’ gelince dün aradım Cenk Akyol’u.

Tartışma, polemik, gerginlik istemeyen bir üslup ile sadece şunları söyledi:

“Çok hassas bir konu... Ortam da öyle, çok hassas. En ufak bir şey söylediğimde bile bambaşka yerlere çekilebileceğini biliyorum ve ben bunu istemiyorum. Bu yüzden de, yaptığım açıklamanın dışında herhangi bir yorumda bulunmak istemiyorum. Beni anlamanızı rica ediyorum.”

Gayet medeni bir üslup ile seslendirilen, gayet makul bir ricaydı bu.

Ve “Ne söylesem, bambaşka yerlere çekilecek” cümlesi de bir o kadar haklı bir kaygıydı.

Bu nedenle karşımdaki kişinin ‘susma hakkı’nı kullanmak istemesine saygı duymaktan başka seçeneğim yoktu.



Konu ile ilgili olarak aklımda şu sorular var:

- Basketbol camiasından, Cenk Akyol’a telefonda ya da yüz yüze destek veren arkadaşları, eski sporcu ya da teknik adamlar bu desteklerini kamuoyu önünde seslendirmekten neden imtina etmiş olabilirler? (Bilmiyorum ama eminim böyledir çünkü malumunuz, yüzüne karşı “Yanındayım, arkandayım” deyip, dışarıda sessiz kalmak bizde âdettir.)

- Akyol, Galatasaray Kulübü’nün bir oyuncusu. Kendi kulübü, kendi koçu ve kendi taraftar grubu dışındakilerden neden ses çıkmaz? Yarın öbür gün formasını giymesi muhtemel kulüplerden, birlikte çalışması olası teknik adamlardan ya da diğer kulüplerin taraftar gruplarından neden bir açıklama gelmez?

- Yaşadığı bu olay, genç bir sporcunun kariyerini olumsuz etkileyecek bir iz bırakır mı? Doğal, anlık ve insani bir tepki gösterdi diye, Cenk Akyol’a basketbol camiasında “cüzzamlı” muamelesi yapılır mı?

- Eğer durum bu ise yanlış ve yazık değil midir?

KEŞKE...

Hayatın değil, o hayatı bu şekilde yaşamayı tercih eden bizlerin ‘acımasız’ olduğu gerçeğini görebilsek.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.