Şampiy10
Magazin
Gündem

Obama ve başkanlık!

Tam 17 yıldır ABD Başkanı olan Barack Obama bu yıl sonunda görevi bitince “kiralık eve” çıkacakmış, oysa Washington’da, New York’ta ve daha birçok ilde villalar, yalılar alabilirdi.

Sınırsız bir servete sahip olabilirdi.

Olamayışının nedeni ABD veya bir başka Batı ülkesinde siyasetçilerin “dürüst ve topluma hesap verebilir” olma zorunluluğu yanında “siyasi denetimin ve mal varlığı denetiminin” çok sıkı şekilde yapılmasıdır.

Türkiye’de ne yazık ki bu şartlar geçerli değil. Olmadığı için şu anda Reza Zarrab’a ABD’de açılan davada Türk bakanlarına, Banka Genel Müdürü’ne verdiği milyonlarca dolar ve Euro’luk rüşvetleri dünya duyuyor.

Türkiye’de vermedikleri hesaplar, hatta kendilerine faiziyle iade edilen “rüşvet kazançları” orada açığa çıkıyor.

Bu yozlaşma ile yalnızca kendi isimleri değil, ülkemizin adı da yolsuzluklarla anılıyor, tüm vatandaşlarımıza “güvenilmez” gözüyle bakılması söz konusu oluyor.

İlk gündem başkanlık!

Binali Yıldırım başbakanlığı devralır almaz “Hükümetin ilk gündeminin başkanlık sistemi ve yeni anayasa” olduğunu açıklamıştı.

“Terörle mücadele” ve turizmdeki hızlı gerileme nedeniyle de risk yaşayan ekonomiyi “yeniden canlandırma” bile bundan sonra geliyordu.

İktidar partisi “Başkanlık sistemi” veya daha sonra bunun yerine öne sürülen “partili cumhurbaşkanı” isteğinin gerçekleşmesi için gerekli 330 milletvekili sayısına sahip değil.

Bu konuda gözler, son zamanlarda iktidarla yakınlaşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye çevrilmişti ki…

Referandum ne zaman?

MHP için Yargıtay’dan olağanüstü kurultay kararı çıktıktan sonra Bahçeli “Başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı konusunda AKP Hükümetine vereceğimiz destek, sunacağımız katkı yoktur” açıklaması yaptı.

Bu durumda değil Meclis’ten çıkması, referanduma gidilmesi için bile gereken sayıya ulaşılması zor görünüyor.

Peki, Ak Parti ilk gündemini nasıl gerçekleştirecek?

Diyelim ki 14 oy desteği daha buldular, bu referandum iç ve dışta büyük sorunlarla uğraştığımız, 3 milyon mülteciye Batı’dan yardım alamadığımız, ekonominin de zorda olduğu bir dönemde nasıl ve ne zaman yapılacak?

Diğer sorunlara yoğunlaşmak için bu konunun bir an önce çözüme kavuşup, diğer partilere ve halka açıklanması gerekiyor.

Bu yapılırken, başkanlık mı yoksa partili cumhurbaşkanlığı mı hedeflenmektedir, “aralarındaki fark” nedir, “yasama-yürütme” yani milletvekili ve bakanlar kurulunu seçmenin yanında “yargıyı da aynı başkanın (ve partisinin) seçmesi, Meclis’i feshetme yetkisi” ne gibi sorunlar getirebilir, “demokrasilerde başka örneği var mı”dır gibi soruların…

Cumhurbaşkanı partili olduğu takdirde devlet organları arasında uyumlu çalışmayı gözetme görevi de olan cumhurbaşkanları, partiler arası sorunları gidermede nasıl rol oynayacak gibi soruların da cevaplanması lazım.

Televizyonlarda “Başkanlık sisteminde yasama-yürütme-yargı daha net ayrılır, kontrol ve denge sistemleri parlamenter sistemden 10 kat fazladır” şeklinde konuşmalar yapılıyor.

Bunların açıklığa kavuşması ülkenin yararınadır!

Yazının devamı...

Halk ve Mehmetçik bitirecek!

Terör Türkiye’nin bir numaralı sorunu olmaya devam ediyor.

Sur, Nusaybin, Şırnak başta olmak üzere çok sayıda ilçe Suriye’deki görüntülerden farksız şekilde harabeye döndü, yakıldı, yıkıldı.

Türk askeri ve polisi gövdesini siper ederek iyice azgınlaşmış halde canlı bomba saldırılarıyla toplu katliamlar yapmaktan çekinmeyen PKK’nın eylemlerini önlemeye çalıştılar.

Bir yıl önce PKK’nın tekrar başlattığı saldırıları sürerken Nusaybin’de önce Çarşamba günü 25 terörist teslim oldu, dün de 10’u kadın 42 teröristin güvenlik güçlerine teslim olduğu haberi geldi.

Güvenlik güçlerinin çıkış yollarını kapatmasıyla kaçamayacağını anlayan ve teslim olan teröristler arasında pişmanlık yaşayanlar var.

Fotoğraflarda çoğunun “çocuk yaşta” olduğu da görülüyor.

Hem devlete, hem Kürtlere…

Daha önce ailesine pişman olduğunu bir mektupla bildiren Zehra “Bu gereksiz ve boş bir davadır, sonu yok. Hepimiz bir piyonuz. PKK hem devleti, hem de Kürt halkını yakıyor” derken diğer PKK militanlarına da “devlete teslim olun” çağrısı yaptı.

Diyarbakır’ın Tanışık Köyü’nde içinde 15 ton patlayıcı bulunan kamyonu infilak ettirerek 16 masum insanı öldüren, 36 çocuğu yetim bırakan PKK eyleminin ardından Selahattin Demirtaş şöyle demişti; “Bu saldırıyı yapanlar halktan özür dilesin”…

Ne istiyor açıklasın!

Demirtaş çok sayıda masum insanın öldüğü, kitleleri yok eden bombalı saldırıların “özürle” geçiştirilebileceğini düşünüyor olmalı.

Onun bu açıklamasının ardından, aynı gün terör örgütü cinayetlerine devam etmişti.

Çarşamba gecesi Mardin Midyat’ta Jandarma karakoluna “bombalı araçla” yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit oldu.

Aynı gece Diyarbakır’da bir ortaokulu ateşe verdiler. Peki, teslim olan PKK’lıların bile “Bu gereksiz ve boş bir davadır. Kobani’de bir anlamı vardı, burada sonu da yok” dediği bu terör için acaba Demirtaş’ın nasıl bir gerekçesi var? Diyarbakır’daki saldırı için “özür” istiyorsa, PKK’nın Ankara, İstanbul, Bursa, Diyarbakır, Van, Tunceli, Mardin ve diğer illerde, ilçelerde “IŞİD’le dönüşümlü” olarak yaptıkları terör eylemleri, örneğin Ankara’da 37 kişinin hayatını kaybettiği saldırı için de özür mü isteyecek?

Kobani ve Rakka

Dört gün önce Sur’da halk, esnaf HDP’li milletvekillerine büyük tepki göstererek “Alın pisliklerinizi de defolun. Niye geldiniz” sözleriyle kovdu.

Güneydoğu veya Türkiye’nin bir başka bölgesinde halk HDP’yi veya PKK’yı “Kürtlerin temsilcisi” olarak görmediğini, tam aksine “terörün ortak sorumluları” saydığını artık açıkça anlatmaktadır.

PKK’nın sivilleri 15 tonluk patlayıcıyla öldürmesi ve diğer eylemler Demirtaş’ın “Kobani’de ne olduysa burada da aynısı olacak” sözleriyle örtüşüyor. Kobani’de “IŞİD” bahanesiyle Türkiye’den destek bile alınmıştı, şu anda aynı olay Rakka’da yaşanmaktadır.

ABD; PKK-PYD’nin “Suriye’deki kantonları birleştirmek için son alan” olan Azez-Cerablus hattının güneyinde önemli bir petrol bölgesi olan Rakka’yı Türkiye’den vuruyor.

Suriye’deki yanlış politikamıza bir yenisinin eklendiğini görmek zorundayız!

Yazının devamı...

İnsanlığın zirvesinde!

“İnsana değer vermeyi anlamak için insan olmak gerekir” derdi bir büyüğüm… Bu sözün ne kadar önemli olduğunu zaman geçtikçe daha iyi anladım.

Değerli dostlarım Ali-Benta Şen ve Süha-Deniz Tanık sevgili torunlarını, çocukları Adnan-Begüm Şen çifti canları evlatları Alp’i iki yıl önce henüz 15 yaşında bir trafik kazasında kaybettiklerinde en büyük acıyı yaşadılar.

Biz dostları ve sevenleri de onlarla bu üzüntüyü paylaştık.

Alp Şen diğer gençlerden farklıydı, o çok genç yaşında bile Biyoloji Öğretmeni Ceyda Yılmaz’ın önderliğinde, kendisiyle aynı duyguları paylaşan birkaç arkadaşıyla “binlerce çocuğun da bir ümit ışığı beklediği” çok önemli bir hastalığın tedavisi için gerekli adımları atmak için yola çıkmış, etkili bir projeyi gerçekleştirme çalışmaları yapmıştı.

Anemi, lösemi gibi kan hastalıklarının ileri evrelerinde, hayat kurtarmak için gereken “uygun kemik iliği nakli” için “doku tipleme analizi”ni gerçekleştirecek kitleri almak üzere önce kendi gayretleriyle para topladılar.

Hayal gerçekleşiyor!

“Enka iyİLİK Projesi” ismiyle çıktıkları yolda sağladıkları başarılarla, kısa sürede yaptıkları aralıksız çalışmalarla kendilerini bile şaşırtacak kadar bağış toplayarak çok sayıda kan analizi yapılmasını sağladılar.

Alp Şen’in çok genç yaşında, bir yetişkinden bile beklenmeyecek duyarlılıkla başlattığı proje “Alp’i ölümsüz yapacak, milyonlarca insana hayat verecek” şekilde Şen ailesi tarafından büyütüldü.

Önce çocuk hastalıkları konusunda bilinç oluşturmak, Yardıma muhtaç çocuklara eğitim desteği de sağlamak üzere “Alp Şen Vakfı” kuruldu, ailenin de büyük katkısıyla İstanbul Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası için çalışacak özel bir laboratuvar hazırlandı.

Bugüne kadar “analizi gerçekleştirecek kitlerin eksikliği” nedeniyle 16 yılda 28 bin gönüllü verici analizi yapılmışken “İstanbul Tıp Fakültesi Alp Şen Doku Tipleme ve Genetik Araştırma Laboratuvarı” ile yılda 16-21 bin arasında analiz gerçekleştirilebilecek.

Siz de katılın!

Salı günü Fakültede laboratuarın “İstanbul Tıp Fakültesi Aziz Sancar Amfisinde”ki açılışında bulunarak, Nobel Ödülü alan bilim adamımızı da anarak Alp ve arkadaşlarının sayesinde yeşeren o “yaşam kazandırma” heyecanını paylaştım.

Çocuklar başta olmak üzere “kan hastalıklarından hayat kaybı”nı önlemek için dokuların genetik yapısının tutması gerekiyor.

Bu uzun bir araştırma süreci gerektirmekle ve adı “kemik iliği nakli” olmakla birlikte, tüm gönüllülerin Üniversite’ye başvurarak ve “sadece kan vererek” hayat kurtarabileceği bilgisini de sizinle paylaşmak isterim.

Şen ailesini ve projeye katkıda bulunan herkesi gönülden kutluyor, Alp’in, yaşattığı her gençte, her çocukta yaşayacağına inanıyorum.

MHP kurultayı

Yargıtay’ın Ankara 12’inci Sulh Hukuk Mahkemesi’nin “MHP’de olağanüstü kurultaya gidilmesi” yönündeki kararını oy birliğiyle onadı.

Bahçeli “10 Temmuz’da kurultayın yapılacağını” açıklarken, kurultay isteyen genel başkan adayları ve delegelere veryansın etti.

Bu tutum yanlıştır, muhalefet liderlerinin “koltuk yerine ülke düşünmelerinin” tam zamanıdır!

Yazının devamı...

Dokunulmazlık ve İnsani Zirve!

Dokunulmazlıkların kaldırılmasında AKP neden bu kadar ısrarcı oldu, CHP’nin rolü, sonuç ülkeye olumlu mu yansıyacak, olumsuz mu soruları hala tartışılıyor.

Acaba CHP “aynı referandumda dokunulmazlıklar ile partili cumhurbaşkanı konularının birlikte oylanmasının önüne mi geçmek istedi” sorusu soruluyor.

İki konunun aynı referandumda iki sandıkla oylanmaması doğrudur, ancak…

CHP içinde “Eğer parti yönetiminin terör ve Güneydoğu politikası doğru ve tutarlı olsaydı HDP ile aynı kefeye konma endişesi olmaz ve dokunulmazlıklara ‘hayır’ diyebilirdi” düşüncesinde olanlar az değil.

Ak Parti’nin “dokunulmazlıkları kaldırma”daki ısrarı ise “şehitlerin hesabını soruyoruz” mesajını halka iletmede, böylelikle olası bir seçim veya referandumda “oy arttırma”da kuşkusuz etkili olacaktır.

Kriz ihtimali

Öte yanda HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş hakim ve savcılara hitaben “Şimdiden söylüyorum kendi ayağımızla gelmeyeceğiz, ona göre hazırlık yapın. Ya tutuklama, yakalama ya da zorla getirme” dedi.

Bu şekilde davrandıkları takdirde HDP milletvekillerinin sorguya çağrılmasında bile olaylar yaşanması gerçekten ülke içi ve dışında yeni krizler doğurabilir.

“Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da (Güneydoğu) eylemlerimizi arttıracağız” diyen PKK, terörünü daha da tırmandırabilir.

Batı’nın söz konusu yargı sürecini “Türk devletinin Kürtlere baskısı” gibi yansıtması büyük olasılıktır.

Bu konuda atılacak her adımın ve tabii yargının; dosyası olan tüm milletvekilleri konusunda “adil ve dikkatli olması” büyük önem taşıyor.

Tutulmayan sözler

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bugüne kadar mülteciler için 10 milyar dolar harcadık, bize gelen 400 milyon dolar” diyor.

AB ile Türkiye arasında imzalanan “Geri Kabul Anlaşması” şartı olarak Türk vatandaşlarına Shengen bölgesinde vizesiz dolaşım hakkı tanınacaktı, bu da ileri bir tarihe bırakıldı.

Aynı anlaşma konusunda “AB’ye girmemiz için müzakereler hızlanacak” denmişti.

İngiltere Başbakanı Cameron iki gün önce ; “Türkiye’nin AB’ye üye olması 3000 yılından önce mümkün görünmüyor. En azından onlarca yıl alır, o aşamada bile ‘hayır’ diyecek durumdayız” dedi.

Bir süre “Türkiye’nin AB’ye girmesine destek veren” Cameron bile bu tavrını değiştirdi.

AB Komisyonu da “Türkiye ile AB arasındaki mesafe azalmıyor, artıyor” açıklaması yapmıştı. Kısacası aldığımız milyonlarca mülteciyle baş başa kaldık.

Lafla peynir gemisi…

Dün İstanbul’da başlayan Dünya İnsani Zirvesi’nde Türkiye’nin “Suriyeli mülteciler, bizim ‘açık kapı politikamız’ın tüm ülkelerce benimsenmesi” gibi konular üzerinde duracağı belirtildi.

ABD ve AB’nin Suriye ve mülteciler konusundaki ikircikli tutumlarına bakınca bu zirvede verilen sözlerin tutulacağı konusunda da şüpheye düşmek mümkün.

“Açık kapı politikası”nı ise bizden başka bir ülkenin kabul etmeyeceği kesin sayılır.

İnsani yardım iyidir, gereklidir ama en zengin ülkeler her kuruşu hesaplarken bizim “milli gelirimize göre insani yardımda dünya birincisiyiz” dememize sevinmek mi gerekir acaba?

Yazının devamı...

Yargı bağımsızlığı ve ‘yeni çözüm’

Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Dokunulmazlıkların kaldırılmasının önü açılsın, teröre destek verenler ve suç işleyenler yargıya gitsin” demişti.

HDP’lilerin ve dosyası olan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması Meclis’te kabul edildi. Ancak ortada bir soru ve sorun var. Başkanlık sistemi için nasıl ki “olmazsa olmaz” şart “bağımsız ve başkanı denetleyebilecek güçlü bir yargı” ise bu konuda da durum değişmiyor.

Nitekim AB bu konuda yazılı bir açıklama yaparak “Çok sayıda milletvekili için dokunulmazlıkların kaldırılmasının ciddi bir endişe kaynağı olduğunu, Anayasa’nın kısıtlayıcı şekilde yorumlanmasının parlamento üyelerinin ifade özgürlüğüne risk oluşturduğunu” bildirdi.

Dokunulmazlık “Parlamenterlerin siyaset yapma, özgürce düşüncelerini ifade etme hakkını güvenceye almak, iktidardaki partilerin veya iktidar yönetimindeki kurumların baskısına izin vermemek” üzere tanınmış bir haktır.

Güçler ayrılığı sorunu

Milletvekilleri için yalnızca “kürsü dokunulmazlığı” olması kabul edilebilir, suça karışmalarını önlemek için bu doğru sayılabilir ama şart olan şey “bağımsız bir yargının tüm partilere eşit davranması” güvencesidir.

AB açıklamasında da bu noktaya vurgu vardı. Teröre destek veren partiler ve siyasetçiler Batı’da da cezasız bırakılmıyor. İspanya’da 2003 yılında “terör örgütü ETA’nın eylemlerini kınamaması ve onlarla ilişkisi olması” nedeniyle kapatılmıştı.

Parti kapatma olmasa da “teröre açık destek veren” partiler bunun sorgulanacağını bilmelidirler. Diğer partiler için ise “güçler ayrılığının olmaması”, yasama, yürütme ve yargının artık iktidar partisi kontrolünde olması, dokunulmazlıkların kaldırılmasında ciddi bir sorun teşkil ediyor.

“Güçler ayrılığının olmadığını” ise hatırlayacağınız gibi bizzat iktidar partili milletvekilleri açıklamıştı.

‘Yargı bizim’in anlamı!

Birlikte katıldıkları TV programında; Galip Ensarioğlu; “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde”, derken Burhan Kuzu; “Kız bizim, oğlan bizim, niye denetleyelim” demişti.

Bu sözler, aynı partiden başkanın olduğu “başkanlık sistemi”nin gerçekleşmesi halinde bir yargı denetiminin işlemeyeceğini anlattığı gibi, “iktidarın elinde olduğu açıklanan yargı” ile “yargıya gidecek, farklı partilerden milletvekilleri”nin adil yargılanmaları konusunda endişe yaratmaya da yeterlidir.

Çoğunluğu aynı partide olan Meclis Komisyonu’nda “bakanların yüce divana gönderilmesinin engellenmesi” tablosunun benzeri, adil ve eşit olmayan bir yargılama acaba “tarafsızlığı tartışmalı” bir yargıda da gerçekleşir mi?

Milli ve yerli

AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu ; Başbakan Yıldırım’ın başbakanlığında “Kürt sorunu”nda yeni bir döneme girileceğini, “milli ve yerli bir Kürt politikası”nın geldiğini” söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” dediği, “tekrar masaya dönülmeyeceğini” söylediği konuda farklı bir noktaya gelindiği görülüyor.

HDP’lilerin “mahkemede anlatacağız” dedikleri konular bu yeni süreci nasıl etkileyecek onu da düşünmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Teröristin füzesi!

Bir hafta önce, 13 Mayıs’ta PKK Hakkari Çukurca’da askeri üsse saldırı düzenledi, çatışmada 6 asker şehit oldu.

Destek için çatışma bölgesine sevk edilen 2 F16 taarruz helikopterinden biri yerden açılan ateş sonucu düştü, 2 askerimizi daha şehit verdik..

Genelkurmay “helikopterin PKK’lılar tarafından düşürüldüğünü” kabul etti.

“Ülke içinde ilk kez” bir helikopter teröristler tarafından düşürüldüğü için olay çok önemli, buna rağmen gündemdeki “daha az önemli konular” arasına giremedi.

Güvenlik Uzmanı Mete Yarar; PKK’nın kolu PYD’ye hem ABD’nin, hem de Rusya’nın silah verdiğini…

Bu füzelerin “bir ülkenin onayı olmadan alınabilecek füzeler olmadığını” söylüyor.

Kendi topraklarında…

Helikopterler Güneydoğu’da çatışmalara giren, her an terör tehdidi altında olan güvenlik güçleri için cephane ve kumanya taşıyor.

Operasyonlarda, saldırılarda hava desteği sağlıyor. TSK kendi ülkesinin topraklarında güzergah mı değiştirecek, bunu terör örgütünün kontrol sağladığı bölgelere göre mi yapacak?

18 Nisan’da İngiliz Daily Telegraph gazetesi “Kürt güçlere gönderdikleri silahlar” için bu ay başında cephane de gönderileceğini yazdı.(Batı için PYD-PKK, peşmerge fark etmiyor, hepsi “Kürt güçler”).

Abd’ye, abd’den eleştiri!

İki gün önce ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi tarafından düzenlenen “Suriye’deki Savaş” oturumunda ABD’nin son Şam Büyükelçisi Robert Ford nihayet “PKK-PYD ilişkisini ve ABD’nin onlara verdiği desteği” dile getirmiş.

“Şu anda Kürtlerin yapmaya çalıştığı şey Kuzey’de Afrin’den Doğu’ya kadar kantonları birleştirerek kendi devletlerini ortaya çıkarmak değil mi” sorusuna verdiği cevap, neredeyse Kobani olayından başlayarak yazdıklarımızla bire bir örtüşüyor.

Ford’un sözleri şöyle; “Evet, kesinlikle doğru. Bununla ilgili soru işareti yok. PYD ile PKK’nın bağı var. Bölgede hem IŞİD, hem Esad’la savaşan başka gruplar da var ama onlar PYD’nin aldığı gibi bir destek almadılar”.

Toplantıda Florida Senatörü Marco Rubio da “ABD’nin PYD’ye desteğini” eleştirmiş.

Peki, Türkiye her gün asker-polis-sivil onlarca insanını teröre kurban verirken acaba ABD yönetiminin, Obama’nın cevabı neden duyulmuyor?

Pazar günü başbakan seçilecek olan Binali Yıldırım “Terör belasını Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” dedi.

ABD ve AB’nin, Rusya’nın silah ve diğer desteklerini kesmeden gerçekleştirmek mümkün değil!

Türkan Saylan gecesi

ÇYDD’yi kurarak “çağdaş bir toplum” için on binlerce gencin eğitimini sağlayan, çeşitli bölgelerde okullar, kız yurtları açtıran, sağlık alanında büyük hizmetler veren Prof. Dr Türkan Saylan ölüm yıldönümü olan 18 Mayıs’ta büyük bir törenle anıldı.

Ağır hastalığı ve ağır baskılara rağmen son nefesine kadar ülkesine hizmet için verdiği mücadele, onun kaybından sonra çok zor ve sıkıntılı bir dönemde ÇYDD Başkanı olan Prof. Dr Aysel Çelikel ve tüm konuşmacılar tarafından dile getirildi.

Konuşmaları dinlerken Prof Saylan’ı bir kez daha, bin kez daha sevgi ve saygıyla, rahmetle andım.

Hizmetleri asla unutulmayacak bu büyük kadınla gurur duydum!

Yazının devamı...

Başbakan ve başkanlık

Dün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı halkın büyük coşkusuyla, törenlerle kutlandı.

Milyonların Anıtkabir’e koştuğu günde Nobel Ödüllü Prof. Aziz Sancar’ın “ödülünü Anıtkabir’e teslim töreni” de yapıldı.

Prof. Sancar Nobel ödülünü aldıktan sonra “Bu ödülü Atatürk sayesinde aldığını” söylemişti ve Ata’ya sunmuş oldu.

Aynı gün Ahmet Davutoğlu’ndan sonra kimin genel başkan ve başbakan olacağı açıklandı ve Binali Yıldırım’ın önümüzdeki Pazar yapılacak AK Parti kongresine “tek aday” olarak girmesine “büyük bir mutabakat”la karar verildiği bildirildi.

Binali Yıldırım “tek aday”lığının ilan edilmesinden sonra “liderimizle uyum içinde çalışacağız” dedi.

Demokraside Başbakan…

Demokrasilerde başbakanların normal şartlarda hükümetle ve mümkünse Meclis’teki diğer partilerle, devletin önemli kurumlarıyla uyum içinde çalışması beklenir.

Oysa Binali Yıldırım kongreden bile önce “liderimizle uyum içinde” ifadesini kullandı.

Bu ifade, “başkanlık” talebinden sonra iktidar partisinin kullanılmaya başladığı “partili cumhurbaşkanı” sisteminin şimdiden başladığını ortaya koyuyor.

Bu konuda referanduma gidileceği, hatta “dokunulmazlıkların kalkması Meclis’ten çıkmadığı takdirde” iki sandıkla referanduma gidileceği, birinin “partili cumhurbaşkanı” oylaması olacağı konuşuluyordu.

Demek ki kısa süre sonra başbakanlığı devralacak olan Yıldırım, referandum yapılmadan önce de uygulamaya geçildiğini düşünüyor.

Bir dirhem mesafe

Bu şartlar altında onu eleştirmek anlamsız çünkü dün Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik de şu açıklamayı yaptı:

“Sayın Cumhurbaşkanımızla, liderimizle Ak Parti arasında bir dirhem mesafe yoktur, bundan sonra da olmayacaktır”.

Onların bu sözleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2 Temmuz 2014’te söylediği; “Eğer seçilirsem herkes bilsin ki asla bir kesimin, bir partinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin, herkesin cumhurbaşkanı olacağım” açıklamasıyla da…

8 Temmuz 2014’teki “Taraflı cumhurbaşkanı olacağım, milletin tarafında” sözleriyle de çelişiyor.

Bununla birlikte “partili cumhurbaşkanı” referandumundan söz edildiği bir dönemde artık cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde söylenen sözlerin unutulması gerekiyor olmalı. Aksi takdirde zaten Yıldırım da, Çelik de bunları açıkça vurgulamazlardı.

Türkiye’de terörün ve Suriye sınırı ötesiyle ilgili sorunların hızla arttığı, her gün şehitler verdiğimiz, onlarca sivil vatandaşımızı tek terör eyleminde kaybettiğimiz bir dönemde referanduma gitmek mümkün olacak mı, doğru olacak mı, bunu da bekleyerek göreceğiz.

Yazının devamı...

Sorunlar ve kaos!

Bugün 19 Mayıs… Büyük önder Atatürk’ün “sonunda inanılmaz zaferler kazandığı, bir mucize yarattığı Milli Mücadele”yi Samsun’dan başlattığı gün. Çağdaş ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli o gün bir avuç kahramanın gösterdiği cesaretle atılmış ve büyük komutan ve kurucu devlet adamı Atatürk bilinçli bir seçimle 19 Mayıs’ı bu ülkenin gençlerine armağan etmiştir.

Atatürk ve silah arkadaşlarına milletçe duyduğumuz minneti bir kez daha ifade ederken nice 19 Mayıs’ları takdirle ve özgürce kutlamamızı diliyorum.

Bu özel ve önemli günde ülke gündemimiz ciddi bir karışıklık içinde…

Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık “Türkiye’nin barındırdığı 3 milyon mülteciye 10 milyar dolar harcadığını, onlar için gelen tek destek parasının ise BM’nin verdiği 400 milyon dolar olduğunu” söylüyor.

Bu mülteci sorunun yanında AB ile “o ülkelere yasal yollardan gitmemiş mültecileri de almak” için bir de geri kabul anlaşması yaptık. Bu mülteciler bizim miydi, Türk müydü ki ki biz geri kabul ediyoruz?

AB Bakanı Volkan Bozkır şimdi AB’nin önce “bizi razı etmek için” öne sürdüğü sonra mülteci yardımı gibi yan çizdiği “AB ülkelerine girişte vize muafiyeti” konusunda “terörle mücadele yasası değişikliği” engelini aşmak için çalışıyor.

Özgürlükler ve terör

AB’nin bu konudaki kriterlerinin yasal çerçevesi “AİH Sözleşmesi, AİHM içtihadı, AB üyesi ülkelerin icraatı ile uyum içinde düzenlenmesi” gibi şartlar taşıdığı gibi “Düşünce, basın, toplantı, örgütlenme özgürlüğü” gibi başka önemli konular da var.

Batı medyası şimdiden “Türkiye’ye vize muafiyeti terör riskini arttırır” manşetleri atıyor. Bunun anlamını düşünmek şarttır. Türkiye’de birden fazla terör örgütünün aralıksız süren terör eylemleri yaşanırken bizim gündemimizin en önemli konusu da “mülteci sorunu ve terörü önleme” olmalıdır.

Oysa Türkiye; seçilecek yeni başbakan, muhalefet partilerinde ve AKP’de “yeni genel başkan” haberleriyle, dokunulmazlıklar Meclis’te kalkacak mı, referandum olacak mı olmayacak mı, bir sandık mı-2 sandık mı olacak sorularıyla uğraşıyor.

Muhalefet sorunu

Bu konuların hepsi ve elbette referandum; bizien önemli sorunlarımızdan uzaklaştıran, zaman kaybetmemize neden olan konulardır.

Eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın “Dokunulmazlık konusunun referanduma götürülmeden Meclis’te daha yumuşak bir şekilde halledilmesi gerektiğini, referanduma gitmenin terörü hızlandırabileceğini” söyledi.

Yargıtay’ın kolayca vereceği 3 sayfalık bir kararı vermemesi üzerine yapılması önlenen MHP olağanüstü kongresi olayları, en güçlü aday Meral Akşener ile Cemaat arasında bağlantı kurmaya çalışarak onu zayıflatma çabaları ise içler acısı görünüyor.

Demek artık “kurtulmak istediğiniz her isme Cemaat damgası yapıştırmak veya rakip partileri her fırsatta HDP ile yan yana koymak” yetecek. Bu olanlar Türkiye için acıdır.

Partiler bin kez seçim kaybetseler de genel başkanların koltuğa yapışma hakkı da, iftira anlamındaki yakıştırmalar da tarihte görülmemiştir.

Meclis bu konuları aşıp bir an önce asıl gündeme dönmek zorundadır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.