Şampiy10
Magazin
Gündem

Türkiye’nin soracağı sorular!

Beş gün önce Diyarbakır Sur ilçesinin Sarıkamış Köyü yakınlarında 4 PKK’lı “15 ton patlayıcı” bulunan kamyonu patlattı.

Son belirlemelere göre saldırıda 12 köylünün parçalanarak öldüğü, 23 kişinin yaralandığı anlaşıldı. İki gün önce Nusaybin’de 2 askerimiz şehit olmuştu, dün Mardin’de PKK’lılar yine askeri araca “bombalı saldırı” yaptılar, 2 askerimiz yaralandı.

İstanbul Çağlayan’da çöp konteynırında bomba bulundu. Bitlis’te 600 kilo el yapımı bomba ele geçirildi.

Terör örgütü Güneydoğu, İstanbul, Ankara demeden katliamlar yapıyor, tonlarca bombayı Türkiye içine sokuyor, saklıyor, bir uçtan bir uca araçlarla ulaştırıyor.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar dün “Kamu düzeni sağlanıncaya kadar terörle mücadele sürecek. Sivil zayiat olmaması için gayret gösteriyoruz” demiş.

Canlı bombalarla…

Eğer 2000’lerin öncesinde olduğu gibi PKK terörü yalnızca Güneydoğu Anadolu bölgesiyle sınırlı olsaydı söylediği sözün anlamı olabilirdi.

Bugün ise “Türkiye geneline yayılarak, şehirlerde terörü arttıracaklarını söyleyerek” sürdürdükleri bombalı, canlı bombalı saldırılardan söz etmektedir.

Tonlarca bomba yüklü araçlarla köylere, şehirlere dalarak kendini patlatan teröristlerle “kamu düzenini sağlamak” arasında ilişki yoktur.

Hulusi Akar, İçişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Emniyet bu bombalı saldırıların “ülke genelinde nasıl önleneceği” konusunda acil çözüm üretmek zorundadır.

Askeri üslere, karakollara bile en çok önlem alınan günlerde bombalı araçla saldırı düzenleyen kanlı bir örgütün eylemlerini önlemek için “terör uzmanlarıyla çözüm aramak” gerekir.

IŞİD VE PKK

Viyana’da ABD ve Rusya’nın başkanlığında dün düzenlenen “Uluslar arası Suriye Destek Grubu” toplantısında Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov arasında bir tartışma yaşandı.

“Türkiye’nin terör örgütü IŞİD’e göz yumduğu” iddiasına karşılık Çavuşoğlu “Tek deliliniz varsa istifa ederim” dedi.

Bu iddia kısa süre önce Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi tarafından da “Eğer terör örgütleriyle ilişki istemiyorsanız IŞİD, El Nusra Cephesi gibi örgütlerden uzak durun” imasıyla dile getirilmişti.

Rus Diplomat “Türkiye-Suriye sınırını kapatmanın Rusya ile ABD’nin Suriye’de çözüme yönelik çabalarına büyük katkı sunacağını” söylerken araya bunu da sıkıştırmıştı.

Rusya ile ABD’nin Suriye’de çözüm dedikleri şey Suriye’nin kuzeyini PYD bölgesi yapmaktan ibaret gibi görünüyor. Türkiye’deki PKK-PYD terörü ile ilgili hala tek söz etmiyorlar.

Kim destekliyor?

IŞİD’e göz yummakla ilgili iddialarını uzun süredir tekrarlayan Rusya’ya da, onunla birlikte Suriye çözümü arayan ABD’ye de “PKK ve onun Suriye kolu”na verdikleri destek bu toplantıda soruldu mu bilmiyorum.

Mutlaka sorulmalıydı.

Türkiye’de yaşanan terör olaylarında, PKK’nın elindeki bomba ve silahlarda Rusya ile ABD’nin rolü vardır ve ortaya çıkmalıdır.

Yazının devamı...

Dokunulmazlık ve MHP olayı!

AKP’nin de açıkladığı gibi “dokunulmazlıkları kaldırılmasını öngören yasa teklifi” bugün Meclis’te görüşülecek. Bu yasanın kabulü için 367 oy gerekiyor ve AKP ile MHP oyları buna yeterli değil. Diğer partilerden 11 oy daha alması gerekiyor.

Oysa CHP içinden “hayır” oyu kullanacak birçok isim olduğu söylenirken, AKP’nin de fire vereceği duyumları geliyor.

Kemal Kılıçdaroğlu yasa teklifi Meclis’e sunulduktan sonra “Evet” diyeceklerini açıklamıştı. Genel Başkan’ın bu kararına rağmen çok sayıda CHP Milletvekili farklı görüşler açıkladı.

Kılıçdaroğlu’na rağmen…

Yalova Milletvekili Muharrem İnce 18 Mart’ta “Hodri Meydan, bütün dokunulmazlıkları kaldırın ama ‘PKK silah stoklarken görmezden gelenler’ de yargılansın” demişti.

27 Nisan’da ise muhalefeti korkak davranmakla suçlayarak “muhalefet liderlerinin değişmesi gerektiğini” söyledi ve “Dokunulmazlıkların kaldırılması konusu Anayasa’ya aykırıdır ama destekleyeceğiz anlayışı yanlıştır. AKP’nin medyasından, propaganda gücünden, CHP ile HDP’yi bu nedenle aynı yere koymasından korkarak bu yapılmaz” dedi.

Böyle bir yasa teklifine “adı yolsuzluk davasında geçen bakanların” da dahil edilmesi gerektiğini ekleyerek.

Yargı bağımsızlığı

CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu ise “Yargının bugünkü haliyle dokunulmazlıklar kaldırılırsa CHP ve HDP’li vekiller ceza alır, AKP’liler aklanır” dedi. Bekaroğlu’nun bu sözlerinde gerçek payı vardır. Dokunulmazlıkların kaldırılması öncelikle “HDP’li milletvekillerinin ve eş genel başkanlarının terörü ve terör örgütünü destekleyen, ülkenin bölüneceğini açıkça ifadeden çekinmeyen konuşmaları” için istenmişti.

Diyarbakır’da ve birçok ilde bombalı araçlar patlatılır, güvenlik güçleri ve yüzlerce sivil hayatını terörle kaybederken bu konudaki suçlar zaten hangi mahkeme olsa benzer şekilde değerlendirilecektir.

Oysa diğer milletvekilleri, hatta gazeteciler konusunda verilen mahkeme kararları, özellikle de yaşanan Ergenekon-Balyoz sürecindeki hukuksuz kararlar sonrasında ancak “tam bağımsız bir yargıyla” güvenilir olabilir ki şu anda buna güven yok.

Bahçeli ve yargı

Aylardır MHP içinde “olağanüstü kurultay ve genel başkan değişimi” tartışmaları yaşanmakta…

Bu konu bir partinin iç meselesi olmasına rağmen Bahçeli’nin seçim sonrası yapmadığını şimdi yaparak “iktidara destek vermek”ten söz etmesinden sonra, Ankara 2’inci İcra ve 12’inci Sulh Hukuk mahkemelerinin kararına rağmen Pazar günü güvenlik güçleri, TOMA’lar, barikatlarla kongre önlendi. Bahçeli’nin isteği üzerine Sivas’ın bir ilçe mahkemesinin kararı geçerli sayıldı.

Bu durumda ülke vatandaşlarının “yargıya güven duyması” mümkün değildir.

Muhaliflere destek vererek Pazar günü Ankara’ya giden “MHP Antalya İl Teşkilatı” da dün görevden alındı.

Bu gidişle Bahçeli tüm teşkilatlarını fesh etmek zorunda kalacak gibi görünüyor.

Türkiye bu olaylarla zaman kaybederken iç ve dış terörle hakkıyla bir mücadele nasıl yapılabilir ki?

Yazının devamı...

Süpürme operasyonu

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bugüne kadar yaptığı açıklamalarda hep yalnızca IŞİD vardı.

PKK’ya ise “Türkiye’ye yaptıkları terör saldırılarından, öldürdükleri sivillerden dolayı endişe içindeyiz”den başka bir tepkisi duyulmadı.

Türkiye, Ocak ayından bu yana Kilis’e Suriye’den yapılan roket saldırılarını durdurmak için “Suriye’nin 20 km içine girerek süpürme operasyonu” yapacakmış.

Kime yardım?

Anlaşma sağlanırsa ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri havadan, Türkiye ise karadan bölgeyi temizleyecek deniyor.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Blinken “Türkiye sınırında yer alan ve IŞİD’in elindeki Minbic-Mare Hattı’nın IŞİD’den temizlenmesi için Türkiye ile işbirliği yapmakta uzlaştıklarını” söyledi.

“Geçen yıl kaydedilen en büyük başarı sınırın Fırat Nehri’ne kadar olan yüzde 90’lık bölümünü IŞİD’in elinden almak oldu. Hala Minbic cebi denilen bir alan var. Burayı almak için yerel güçleri destekleyeceğiz” diyor.

Daha önce de yazdım, “yerel güçler” dediği “Demokratik Suriye Güçleri”nin başında YPG yani PKK-PYD var. Söz ettiği “IŞİD’den alınan bölge” de ABD desteğiyle PYD’nin eline geçti.

YPG ise “Rojova’nın 3 kantonunu birleştirmeye hazır olduklarını, Afrin-Kobani arasını açmak için Minbic’e operasyon yapacaklarını” söylemişti. Bu durumda ABD kime yardım etmiş olacak?

Bazı büyük devletler…

Suriye iç savaşının başından beri yapılmak isteneni gerçekleştirerek Türkiye’yi Suriye kaosunun içine itiyor olmasın?

Kilis’e atılan roketlerin kim tarafından atıldığı, o bölgede IŞİD ve PYD arasında “çatışma yerine bir ortak plan” olup olmadığı belli değil.

Kara harekatı yapacak olan ve bir yandan da ülke içinde PKK terörüyle mücadele eden Türkiye büyük bir risk altına girecektir.

AKP’nin eski Dışişleri Bakanı ve Ortadoğu konusunda uzman bir diplomat olan Yaşar Yakış birkaç ay önce:

“Bazı büyük devletler Türkiye’yi savaşa itmek istiyor. Suriye’ye girecek olursak başarılı çıkmamız çok zor. ABD ‘Rusya cepheye inmeden önce bile Türkiye’nin Suriye kuzeyindeki Kürt kuşağını bölme girişimine izin vermedi. Uçuşa yasak alan, güvenli bölge taleplerini geri çevirdi” diyerek olayı özetlemiş ve Suriye politikamızın yanlış olduğunu söylemişti.

Kilis’e aralıksız olarak atılan bombalar “Türkiye’yi savaşa sokmak” için kasıtlı atılmıyorsa nedeni ne, bu araştırıldı mı?

Hiç değilse Yaşar Yakış’ın ve diğer deneyimli diplomatların fikri alınmadan “süpürme” işine girilmemelidir.

‘Bir değer’in kaybı!

Perşembe gecesi onlarca yıldır en yakın dostlarımdan biri olan, iş adamı sevgili Erdal Danyal’ı kaybettik.

Son derece çalışkan, dürüst, iyi bir aile babası, ülkesini çok seven ve turizm alanında yaptığı yatırımlarla Türkiye’ye büyük yararlar sağlayan, benzersiz güzellikte oteller bırakan, dostları tarafından çok sevilen Erdal Bey benim için de “yeri doldurulamayacak” bir arkadaştı.

Ona Allah’tan rahmet, aylardır başından bir an bile ayrılmayan sevgili eşi Filiz’e ve kızları Ayşe’ye, tüm sevenlerine sabırlar diliyorum. Nur içinde yatsın!

Yazının devamı...

Lider değişimi yolunda!

PKK’nın yaptığı katliamlar bitmiyor ve HDP’liler Osman Baydemir örneğinde görüldüğü gibi ülkeye yaydıkları saldırıları “Türkiye’yi bölmek, ayrı bir devlet kurmak için yaptıklarını” artık açıkça söylemekten çekinmiyorlar.

Cuma günü Hakkari Çukurca’da Çiğli Üs Bölgesi’nde terör örgütü ile çatışmada 6 askerimiz şehit oldu, 8 askerimiz yaralandı.

Yardım için giden Kobra helikoptere “kim bilir hangi ülkenin desteğiyle elde ettikleri” uçaksavarlarla ateş etmiş olmalılar ki helikopterin düşmesiyle (büyük ihtimalle vurularak düşürülmesiyle) 2 şehit daha verildiğini öğrendik.

Suriye uyruklu

Dün Şanlıurfa Viranşehir’de polis “şehir merkezinde eş zamanlı eylemlerin hazırlığında olan” bir canlı bomba yakaladı, çıkan çatışmada 4’ü ölü ele geçirildi.

Terör örgütü mensupları “Suriye uyruklu” imiş.

Görüldüğü gibi çözüm sürecinde ülke içinde terörist sayısını kat kat arttıran, ordular kurup açıkça eğitim verdiren PKK’ya “Suriye’den gelen PYDliler” de eklendi.

PKK’nın daha önce PYD’yi kendilerine destek vermeye çağırdığı da duyulmuştu.

Sormaktan yorulmayacağız;

Çok sayıda güvenlik görevlimizi şehit eden bu Suriye uyruklu PKK’lılar ve tonlarca bomba ve silah ülkeye nasıl giriyor? Sınırlar hala yeterince kontrollü değil mi?

Bazılarının “mülteci olarak girdiği” haberlerde yer aldığına göre bu şekilde kaç terörist Türkiye’de eylem yapma imkanına sahip?

Bu sorular cevaplanmalıdır.

Kurultay geliyor

Ankara 2. İcra Mahkemesi MHP’li muhaliflerin “olağanüstü kurultayın engellenmesi kararına yapılan itirazı kabul etti.

MHP’de genel başkan adayı olduğunu açıklayan isimler kurultayın 15 Mayıs’ta yapılacağını açıkladılar.

Bu çekişmenin artık bitmesi, istifalara, teşkilat feshetmelere, karşılıklı hakaretlerle partinin yıpranmasına varan karmaşanın “Kurultay’dan çıkacak sonuca saygı” ile sonlanması gerekiyor.

CHP’de de Yalova Milletvekili Muharrem İnce ve onu destekleyen milletvekilleri Balıkesir’de düzenleyecekleri mitingle, MHP’li muhaliflerin yaptığı gibi “seçimli olağanüstü kurultay” talebiyle ortaya çıkıyor.

Demokrasiyi sağlamak!

Eski CHP Milletvekili Şahin Mengü’nün başını çektiği bir başka grup ise yurt genelinde “kurultay çağrısı” yapmak için harekete geçti.

Seçimlerde üst üste başarı gösteremeyen liderlerin İngiltere seçimlerinde “başarı gösteremeyen 3 muhalefet partisinin liderinin yaptığı gibi” istifa etmesi geleneği olsaydı, bunlara gerek kalmayacaktı.

Burada önemli olan, “daha demokratik kurultay istiyoruz” diye ortaya çıkan muhaliflerin “bundan önceki kurultaylardan daha demokratik” bir kurultay yapma başarısını göstermesidir.

Tek genel başkan adayı ile kurultay yapılıyor, “parti içinden ve dışından” başka hiç kimse aday olmuyorsa o partide bir sorun var demektir.

Demokrasiden söz edebilmek için “isteyen ve şartlara sahip, delegeden oy alma ihtimali olan herkes, milletvekili olsa da olmasa da” aday olabilmelidir.

Milletvekillerini de halk seçmelidir. Genel başkanların milletvekili seçtiği ülkede zaten demokrasi, özgür milli irade yok demektir.

Yazının devamı...

Gül ‘partisiz Cumhurbaşkanı’ mıydı?

Çarşamba gecesi İstanbul’un Gazi Mahallesinde teröristler ellerinde silahlarla rahatça dolaşıp araçlara kimlik kontrolü yapmışlar. Bu durum ilk olmadığı, mahalle halkının “güvenlik güçleri bir an önce çözüm bulsun”çağrısı yaptığı bildiriliyor.

Diğer tarafta ABD Dışişleri Bakanlığı yine IŞİD’i öne sürerek “Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın kolu PYD’ye ‘kantonlarını birleştirecek’ desteği vermeye devam edeceğini” ifade eden bir açıklama daha yaptı.

Terör gündemimizin en önemli konusu ama bugün ülkede yönetim sistemi değişikliğiyle ilgili olan “partili cumhurbaşkanı” tartışmasından söz edeceğiz.

Ak Parti’nin Davutoğlu değişikliğinden sonra “Türk tipi başkanlık” söylemini “partili cumhurbaşkanı” olarak değiştirmesi gündeme geldi.

Partinin Grup Başkanvekili Nurettin Canikli:

Bunun başkanlık sisteminden vazgeçildiği anlamına gelmediğini…

Ancak “bir geçiş formülü” olacağını…

“Türkiye’ye özel” bir yönetim modeli olmasını planladıklarını söyledi.

Referandum gerekmeyecek

Bu durumda “referanduma gerek kalmayacağı” da söylendiğine göre Anayasa değişikliği için gereken milletvekili sayısına bu kez ulaşılacağına inanılıyor.

Acaba MHP “başkanlık olmaz” itirazından vazgeçerek “partili cumhurbaşkanlığı”na destek mi verecek?

Canikli öncelikle Anayasa’nın “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisiyle ilişiği kesilir” diyen 101’inci maddesinde değişiklik yapılacağını, “kesilir” ifadesinin “kesilmez” olarak değişeceğini bildirdi.

Tabii hepsi bu kadar değil. Açıklamalar isim değişikliğine rağmen “başkanlık sisteminden farksız” bir yönetim şeklinin çıkacağını gösteriyor.

Önemli sorular!

Peki Cumhurbaşkanı Gül “partisiz cumhurbaşkanı” mıydı? O da Ak Partili’ydi ve önüne gelen tüm yasa değişikliklerini, yasaları, kararnameleri onayladı.

Bununla birlikte bazı antidemokratik uygulamalarda, gösteri hakkı veya sosyal medya yasakları gibi konularda farklı görüşler de ortaya koydu. Partiler arası anlaşmazlıkları düzeltme çabası gösterebilecek kadar tarafsızlığı koruyabildi.

Cumhurbaşkanı Demirel de daha önce genel başkanlık, başbakanlık yapmasına rağmen bunu en iyi başaran isimlerden biriydi.

Onlar döneminde görülmeyen sorunlar neden bugün neden “başkanlık sistemi olmazsa istikrar olmaz” noktasında, bunu anlamak zor.

“Yürütmenin başı” da Cumhurbaşkanı olacaksa “başbakana ne gerek var”, bu da anlaşılmıyor.

Evrensel standart....

AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Çift kamaraya ve federal sisteme ihtiyaç duymuyoruz. Türkiye’nin buna ihtiyacı ihtiyacı yok” derken “evrensel standartları koruyacağız” da diyor.

Çift kamara dediği; başkanları denetlemek için 2 ayrı meclisin olması, yani “senatonun da denetlemesi”dir.

Federal sistem ise ayrıca “o ülkelerde zaten baştan var olan her eyaletin valilerinin ilaveten denetimi” demektir.

Yüksek yargı ve HSYK üyelerinin çoğunun aynı parti tarafından seçildiği bir yargı tablosu ve yukarıdaki durumla evrensel standartta değil, gerçekten “Türkiye’ye özel” bir sistem ortaya çıkar.

Hayırlı mı olur, bunu da yaşayarak görürüz.

Yazının devamı...

Komşuluk meselesi ve başkanlık!

HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in “İnsanlar bir evde birlikte yaşayamıyorsa komşu olmalıdır. Şimdi durum komşuluğa doğru gidiyor” sözleri yenir yutulur gibi değil.

TBMM’ye girmiş, verdiği “barış-kardeşlik” sözleriyle 3’üncü partiliğe çıkmış bir parti açıkça “ülkeyi bölmekten” söz ediyor.

Baydemir “şimdi durumun komşuluğa gittiğine” neye göre karar veriyor acaba?

Ona bu cüreti veren “PKK’nın sivil-asker-polis, Türk-Kürt, ev, lojman, karakol, askeri üs demeden yaptığı bombalı saldırılar” mıdır?

Hani bağınız yoktu?

Baydemir “PKK’ya lanet okuyan Kürt şehit analarının feryatlarını, ağıtlarını” hiç mi duymuyor, görmüyor?

Sokaktaki masum insanlara yapılan ve yüzlerce hayata mal olan canlı bomba veya bombalı araç saldırılarını destekleyen bu sözleri söylemek “Biz de PKK’yız” demekle eşdeğer değil midir?

Hani seçimden önce Eş Başkanınız Demirtaş “HDP ile PKK arasında organik bir bağ olmadığını” söylemişti?

Hani “PKK’nın amasız olarak saldırılarını durdurması lazım, bu ölümler durmalı” demişti?

Halkı, seçmeni aldatmak için miydi o sözler? Buna mı “siyaset” diyorlar, önce bu soruyu cevaplamaları gerekiyor.

Cesaret nereden?

Suriye’den Kilis’e roketler atılıyor, Gaziantep Karkamış ilçesinin karşısındaki Suriye Cerablus kentinde “IŞİD ile PYD’nin çatıştığı” haberleri veriliyor.

Cerablus’taki IŞİD militanları ile Kobani’deki PYD’liler karşılıklı havan atışları yapıyormuş. “Kobani’de PYD ile IŞİD çatışıyor” dediklerinde olduğu gibi görünen sadece dumanlar, duyulan sadece silah sesleri..

IŞİD ile PYD’nin çatışıp çatışmadığı bilinmediği gibi, Kilis’e atılan roketleri kimin attığı da belli değil. Bir süre sonra “PYD’nin, kantonlarını birleştirmek için almak istediği son noktalar olan Azez ve Cerablus’u da aldığını” duyarsak hiç sürpriz olmayacak.

Osman Baydemir’in “Durum komşuluğa gidiyor” sözlerinin de sadece PKK’nın Türkiye’de aralıksız sürdürdüğü terörle değil, Suriye’de PYD’nin ilerleyişinin verdiği rahatlıkla ilgisi vardır.

Unutmayalım ki HDP milletvekilleri televizyonlarda uzun zamandır Güneydoğu Bölgesi’nden açık açık “Kuzey Kürdistan” olarak da söz ediyorlar.

Bu rahatlıkta “çözüm sürecinde yapılanlara göz yumarak”, Suriye’de PYD’nin ilerleyişinde ABD, AB,İsrail, Rusya, Esad ortaklığını önlemeye çalışmayarak bizim de hatamız var.

Hiç değilse bundan sonra Güneydoğu ve Kuzey Suriye konularında doğru kararlar verelim.

Hukukçu yok mu?

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun TOBB Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada söylediği “Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz” sözü de yine “büyük hatalar” sınıfına giriyor.

Partisini “darbe” ile özdeşleştirmek için rakiplerine ancak bu kadar iyi bir fırsat sunabilirdi.

“Yeni anayasa ve başkanlık sistemi” gibi hayati önem taşıyan konularda anayasa hukukçularının açıklama yapması tüm partiler ve ülke adına en doğru olan yoldur.

Yoksa körlemesine, anlamadan, anlatılmadan bir referanduma daha yürüyeceğiz gibi görünüyor. Slogan cümlelerle olmuyor.

Yazının devamı...

Türkiye hatadan dönebilir!

Dün yine Diyarbakır’da polis servis aracına terör saldırısı yapıldı, 15 polis yaralandı, yaralanan siviller de var.

Güvenlik Uzmanı Mete Yarar patlama sonucunda ortaya çıkan tabloyu değerlendirirken buna “300-400 kiloluk bir bombanın sebep olacağını” söyledi ki bombanın yine “yola döşenmiş olduğu” anlaşılıyor.

Aynı gün Tunceli’de PKK’lıların “karayoluna bomba tuzakladığı” ihbarı üzerine alarma geçildi. Üç gün önce Güneydoğu ilçelerinde ağırlığı 10-500 kilo arasında 5 bin patlayıcı bulundu.

Açıkça ortada olduğu gibi; PKK dünyaya Türkiye’nin Güneydoğu’sunda da Suriye’dekine benzer bir iç savaş havasının sürdüğü duygusunu yaratmaya çalışıyor.

Terör örgütünün bu niyeti zaten uzun süredir bilinmektedir. Ancak…

Önlem nerede?

Ağırlığı 500 kilo hatta tonlarca olan bu bombaları saklamayı terör örgütü nasıl başarmaktadır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan “PKK çözüm sürecini kendileri için silah stoklama süreci olarak değerlendirdi, ciddi stok yaptı” demiş, “valilere o süreçte operasyon yapmamalarını söylediklerini” belirtmişti.

Daha sonra süreç sonlandırıldığına göre “stoklanan bu bombalar, silahlar bunca operasyona rağmen nasıl oluyor da hala bulunamıyor”? Yüzlerce kiloluk bombalar nasıl gizlice taşınıyor ve asker-polis araçlarının geçeceği yollara döşenebiliyor?

Bu güzergahlar önceden belli olduğuna göre o yolların önceden denetlenmesi neden yapılamıyor?

Çözüm süreci içinde valiler, Emniyet müdürlükleri, askeri birlikler “operasyon yapmasalar bile” tonlarca bombanın saklanmasına engel olmaları gerekmez miydi?

Her patlamadan sonra “helikopterler, ambulanslar gitti, yollar kesildi” gibi haberler yanında o ilin güvenliğinden sorumlu amirlerin “hangi önlemleri aldılar ve buna rağmen oldu” açıklamaları da verilmelidir.

Bm’nin saçma önerisi

Bu arada Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği anlamsız, çelişkili bir açıklama yaptı. Önce “PKK ve uzantıları tarafından yapılan eylemleri kınıyoruz” diyor, arkasından “Türkiye’nin, halkının güvenliğini korurken terörle mücadele operasyonlarında insan haklarına saygı duyması gerektiğini” söylüyor.

BM Mülteci Komiserliği, teröre aralıksız kayıplar veren Türkiye’ye yaptığı “insan hakkı” önerisini; “AB’den topluca Türkiye’ye sürülmeye çalışılan sığınmacılar” için AB’ye saklamalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “AB’nin söz verdiği 3 milyar Avro’nun gelmediğini, vize konusunda da ayak sürüdüklerini” söylüyor. Avrupa Birliği Türkiye’nin plan değiştirmesi halinde, bize hala vermediği 3 milyar yerine Yunanistan’a 6 milyar Euro’yu vermeye hazırlanıyor.

Avrupa Komisyonu Eski Başkanı Prodi ise Türkiye’nin AB’den giderek uzaklaştığını söyledi ve “Böyle giderse Türkiye sonsuza dek AB dışında kalacak” dedi.

Nüfusu 75 milyon olan bir ülke, aldığı mültecilerle 80 milyona dayandığında kaos, terör, ekonomik sıkıntı, sağlık sorunları azalmaz, hızla ve katlanarak artar.

Bu konuyu tekrar düşünmek, hatadan dönmek zorundayız. AB, Türkiye’deki mültecilerin en az yarısını ülkelerine dağıtsın, önerilerini sonra duyalım!

Yazının devamı...

Geçiş dönemi ve gelişmeler!

Başbakan Davutoğlu hükümetinden sonra, yapılacak kurultay sonunda kurulacak olan 65’inci hükümetle birlikte Türkiye için bir “geçiş dönemi modeli” uygulanacakmış.

Habere göre; iki ayda bir yerine ayda bir kez “bakanlar kurulu Beştepe’de toplanacak” ve bunun dışında ayda iki kez daha Kurul’a başkanlık edecek deniyor.

Atama yetkilerinin de “Başbakan’dan alındığı” düşünülürse ve o dönemde yapılamayan “valiler, emniyet müdürleri, il müftüleri, müsteşar atamaları”nın bundan sonra kısa sürede yapılacağı bilgisi göz önüne alınırsa başbakan yetkilerine Cumhurbaşkanı’nın sahip olacağı görülür.

Yani “başkanlık sistemi” referandum veya Meclis kararı beklenmeden fiilen başlatılmış olacak.

Hukukçular ne diyor?

Konu tamamen hukukla, mevcut parlamenter sistemin değişmesiyle ilgili olduğu için “bu gelişmenin hukuken ne anlama geleceğini” anayasa hukukçularıyla konuşma gereği duydum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baştan beri “siyasi, partili bir cumhurbaşkanı olacağı”nı anlatan konuşmalarından başlayarak şunları anlattılar.

- 2007 referandumunda anayasa “cumhurbaşkanını halkın seçmesi” yönünde değiştirildi.

- Bununla birlikte o anayasa değişikliği “cumhurbaşkanı yetkilerinde bir değişiklik” yapmadı.

- Yani; Mevcut Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı Sezer ve ya Gül’ün kullandığı yetkilerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yetkileri aynıdır.

- Buna aykırı bir gelişme “anayasasızlaştırma” eylemi olacaktır.

Kurul’a başkanlık

-Cumhurbaşkanları ancak olağanüstü dönemlerde, OHAL ilan edilecek veya bu yönde kararname çıkarılacaksa devreye girebilir. Örneğin Sezer ve Gül Kurul’a başkanlık etmemişlerdi.

- Anayasa’ya göre Bakanlar Kurulu ve Başbakan icra makamıdır, bu nedenle parlamentoya karşı sorumludur. Anayasa “siyaset oluşturma yetkisini bakanlar kuruluna vermiştir, cumhurbaşkanları siyasi aktör değildir”.

- Eğer yeni hükümetle birlikte fiilen bir başkanlık sistemi uygulaması yapılacaksa bu net şekilde “Anayasa’nın tamamen devre dışı bırakılması” demektir diyorlar.

Rafa kaldırılıyor!

Hukukçular, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halk oyuyla seçilmesinden sonra “Parlamentoyu bekleme odasına aldık” sözünü hatırlatarak bunun “Anayasa’nın bazı hükümlerini dondurduk” demek olduğunu, “Geçiş dönemi modeli” ile “Parlamentonun yanında Anayasa’nın rafa kaldırılmış olacağını” vurguluyorlar.

Yeni hükümet kurulduktan sonra atılacak adımların “hukuk devleti” ilkesine uygun olması için mutlaka anayasa hukukçularının görüşleri şimdiden alınmalıdır.

“Anayasal karşılığı olmayan, hukuk dışı sayılacak” iddiaları çıkıp televizyonlardan kendi kafalarına göre yorumlayan gazeteciler, siyasetçiler iktidar partisini yanlış yönlendirme veya halkta yanlış algılar yaratma hatasına düşüyorlar.

Aynı hata “MHP kongresi konusunda mahkemenin verdiği kararı ilçe mahkemeleriyle değiştirme” çabalarında veya Can Dündar-Erdem Gül için Anayasa Mahkemesi’nin “yaptıkları gazeteciliktir” kararını hiçe sayan mahkeme kararında göze çarpıyor.

Mahkeme kararları ve hukuk itibarsızlaştırılacaksa “yeni bir anayasa” neyi değiştirebilir ki?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.