Şampiy10
Magazin
Gündem

Sınır duvarı ve mülteciler

Türkiye-Suriye sınır hattında “kuş uçmayacak şekilde” önlemler alındığı haberi verildi.

Sınıra modüler bir duvar inşa ediliyormuş, duvarın arkasında mayınlı bir alan ve tel kafesler olacakmış.

Birçok AB ülkesinin çok zaman önce aldığı bir önlem… Geç de olsa işe yarayacağını umuyoruz.

Bir yanda duvar örülüyorsa, diğer tarafta henüz örülmemiş yerlerde ve sınır kapılarında büyük titizlik göstermek gerekir.

Elbette bunun yanında “açık kapı politikası” sırasında ülkeye sızmış ve birçok ilimizde hücreler kurmuş bulunan terör örgütü üyelerinin de aynı titizlikle yakalanıp sınır dışı edilmesi veya yargıya teslimi gerekmektedir.

Irak ve Suriye sınırlarından Türkiye’ye girip çıkarak, daire kiralayıp orada bomba imal ederek saldırı yapan teröristlerin kaç can kaybına neden olduğunu unutamayız.

Mülteci sorunu

Türkiye 3 milyondan fazla mülteciyi aldıktan, maddi-manevi büyük bir yükü üstlendikten sonra AB hala “daha fazla almamız için” baskıyı sürdürdü.

Angela Merkel defalarca Türkiye’ye geldi, hükümete “AB ülkelerinde istenmeyen, vasıfsız sığınmacıları” alması için ısrar etti.

(“Sizi vizesiz AB’ye alırız” diye aldatıyorlardı, Bakan Bozdağ’a miting izni bile vermediler.)

Toplasanız o zengin AB ülkelerinin tamamında Türkiye’deki sığınmacı sayısının yarısı bile yok. Biz neden “tüm mültecilerin sahibiymişiz gibi” bir ısrarla karşılaşıyor ve bunu doğrulamak ister gibi davranıyoruz?

AB “Yunanistan Türkiye’den oraya geçen mültecilerle baş edemiyor” diye yaygara kopardı, Türkiye o konuda da yardım etti, üstlendi, sonra ne oldu?

Yunanistan, Ege denizindeki Türk adalarını, Kardak dahil olmak üzere işgal etti.

Savaştan kaçan insanlara kapı açmak doğrudur ama “önce can, sonra canan” sözü de biz Türklere aittir, unutmayalım.

Referandumda ne olacak?

Türkiye’deki mülteciler bayramlarda, tatillerde Suriye’ye gidip geliyorlar. Artık Suriye’de her bölgede “Rejimin saldırıları” gibi bir tehlike yok.”

Çok sayıda askerlik çağında erkek mülteci olmasına rağmen TSK’nın Suriye’de şehirleri “DAEŞ’ten temizlemek ve yerli halkın kentlerine dönmesini sağlamak” için yaptığı savaşlara hiçbiri katılmıyor.

Oysa yerel televizyoncuların yaptığı sokak röportajlarında konuşan (işçi montları giyen) Suriyeli erkekler “Türkiye’nin kendilerine birkaç gün önce vatandaşlık verdiğini ve referandumda oy kullanacaklarını” söylüyor.

“Neye oy vereceğini biliyor musun” diye soruluyor, bilmediklerini söylüyorlar.

Halkın en çok tartıştığı ve merak ettiği konulardan biri de bu; Türkiye’de yönetim sistemini baştan başa değiştirecek ve Türk halkının geleceğini çok yakından ilgilendiren bir yeni anayasa için Suriyeliler oy kullanacak mı?

Acaba “ben de oy vereceğim” diyen mültecilerden kaçı “bu referandumun ne ile ilgili olduğunu” biliyor?

Acaba bu hakkı 3-4 yıl önce ülkeye gelmiş yabancılara vermek hukuken ve siyaseten doğru mudur?

Bu konu hakkında toplumun bilgilendirilmesi yerinde olacaktır.

Yazının devamı...

Suriye ve Ege sorunu!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pakistan dönüşü uçakta Suriye’deki gelişmelerle ilgili açıklamalar yaptı.

“ABD yeni yönetiminin Menbiç ve Rakka ile ilgili kesinleşmiş kararı var diyemem ama bu konular görüşüldü. Bütün ülkeler anlaşırsa ortak bir operasyon yapılabilir” dedi.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş ise dün “YPG güçlerinin Menbiç’ten çekilmesini bekliyoruz… Bu operasyonları şehirlerin ‘kendi halkları tarafından yönetilmesi’ için, bölge halklarının menfaati için yapıyoruz” dedi.

ABD’nin Rakka ile ilgili kararı kesinleşmemiş olabilir ama ‘Menbiç’le ilgili kararının kesin olduğunu, bu kentin PYD-PKK’nın elinden alınmasına izin vermeyeceğini’ belli etti.

Bu durumda yapılması gereken şey, ABD ile açık açık “Sınırımızın güneyi boyunca kurulacak bir PYD özerk bölgesinin Türkiye’de PKK terörünü arttıracağını, sınırlarımızın güvenliğinin tehlikede olacağını” konuşmak ve Rakka operasyonu sonunda bu kentin yönetiminin kime verileceğini sormaktır.

Dış politikada zıtlaşmayla çözüm mümkün değildir ve Türkiye için çok sıkıntılı ve uzun bir süreç başlayabilir.

Kardak ve adalar

Yunan Savunma Bakanı Panos Kammenos, TV’de “Kardak’a gelsinler, nasıl gideceklerini görelim. Yunan Silahlı Kuvvetleri her ihtimale karşı hazırlıklıdır” diyerek Türkiye’ye meydan okudu.

Yunanistan daha önce çok sayıda Türk adasına el koyarak Yunan bayrağı dikmiş, askerlerini bu adalara yerleşmişti.

11 Nisan 2016’da ise Yunan Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Muğla’ya bağlı Ardıççık adasına giderek “Ege, Yunan denizidir. Savaşmak istemeyiz ama haklarımızdan 1 cm taviz vermeyiz” dedi.

Yunan Bakan daha da ileri gidip Kardak’ın Yunan adası olduğu imasıyla “Yunan adasına ayak basacak olanlar geri dönerler mi görürüz” tehdidini de savurdu.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu buna “Türk askerinin geldiği zaman ne yapacağını en iyi onlar bilir. O şımarık çocuğa iyi anlatsınlar, bizim de sabrımızı taşırmasınlar” cevabını verdi.

Verdiğimiz cevap güzel ama sonuçta “şımarık çocuğun” yaptıkları bu şekilde söz düellolarıyla çözülecek türden değil.

Nokta kadar kayalık…

Sahil Güvenlik eski Komutanı Emekli Koramiral Can Erenoğlu, SÖZCÜ’de Saygı Öztürk’e yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: “Ege’de Yunanistan tarafından işgal edilen Kardak kayalıkları dahil 156 ada, adacık ve kayalık hayati önem taşır. Ada, adacık ve kayalıkların ‘karasuları’ vardır. Karasuları olduğu için ‘hava sahası’ da vardır…

Bu işgal edilen ada, adacık ve kayalıkların oluşturduğu alan Yunanistan’ın sahip olduğu karasularına eklendiğinde yüzde 80 oranında ilave egemenlik alanı demektir.

Denizde su üstündeki bir nokta kadar kayalık bile dikkate alındığında 388 kilometre karelik bir egemenlik alanı oluşturacaktır”.

Yunanistan’la olan Ege sorunu da Suriye sorunu kadar önemli, zaman kaybetmeden BM ve AB ile bu konunun çözülmesi gerekiyor. Şu anda Türkiye’nin başka ülkelerle de sorun yaşadığını bilen Yunanistan, durumdan yararlanmasın!

Yazının devamı...

ABD ‘müttefikini’ net açıkladı!

Suriye iç savaşı başladığında “bu savaşa karışmamamız gerektiğini” birçok kez yazdım, deneyimli siyaset bilimciler, tarihçiler de aynı görüşteydi.

Daha savaşın başında Esad muhaliflerine destek vermemiz, Esad güçlerinin bu bölgeden çekilerek geniş bir alanı PYD-PKK’ya bırakmasına neden oldu.

IŞİD ve PYD’nin anlaşmış gibi yer değiştirmesi, örneğin IŞİD’in Tel Abyad gibi kentleri hiç çarpışmadan PYD’ye bırakması, bir ortak projenin söz konusu olduğunu baştan gösteriyordu.

Bölgedeki Türkmenler “ABD ve IŞİD’in, Tel Abyad’ı PYD-YPG’ye verdiğini” söylemekteydi.

Akdeniz’e koridor…

PYD-PKK (YPG, SDG hepsi bir) arkalarında ABD’nin verdiği destekle sınırımız boyunca ilerlediler. Türkiye’nin “Fırat’ın batısı kırmızı çizgimiz” uyarılarına rağmen Fırat’ın batısından da hiç çekilmediler.

Sınırımız boyunca Akdeniz’e varacak bir PYD koridoru açılmak istendiği açıkça ortadaydı.

PYD-PKK-SDG’nin Hatay’ın bitişiğindeki Kürt kantonu Afrin’i, doğudaki Kobani kantonuyla birleştirmek için Cerablus’u da alma niyetinde olduğu görüldüğü için Türkiye Fırat Kalkanı operasyonunu başlattı ve Cerablus’u DAEŞ’ten aldı.

Bildiğiniz gibi son olarak El Bab da DAEŞ’ten temizlendi, TSK kent merkezine girdi.

Türkiye’nin çok sayıda şehit verdiği Fırat Kalkanı operasyonu sırasında ABD, koalisyon ülkeleri, Esad, Rusya pek ortada görünmediler.

PYD’yi koruyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türk ordusu El Bab’dan sonra Menbiç’e yönelecek” dedikten sonra her şey değişiverdi.

Son yazılarımın hepsinde “El Bab’dan sonra TSK çekilmezse büyük bir savaşın ortasında kalabiliriz. Başta ABD olmak üzere Esad da, Rusya da, Barzani de bu küresel planda (Kürdistan) PYD’yi destekler. Söz verilse de güven olmaz” uyarısında bulunmuştum.

Salı günü “Menbiç’e yapılacak bir operasyona karşı ABD tankları ile birliklerinin Menbiç çevresine ve kent merkezine girdiğini” duyduk.

ABD Merkez Kuvvetler CENTCOM Komutanı Joseph Votel, PYD’ye “Menbiç’in koalisyon güçleri koruması altında olduğu” sözünü vermiş.

Yaptığı bir açıklamada da “Türkiye’nin Menbiç bölgesindeki Kürt güçlere saldırmasının IŞİD’e karşı mücadeleyi zorlaştıracağını” söylemiş.

Fırat’ın batısı, doğusu!

Aynı sırada CENTCOM sosyal medyada PYD-PKK-YPG’li kadın militanların fotoğrafını yayınlayıp üstüne “Suriyeli IŞİD karşıtı kadın savaşçılar” yazdı.

Bunları birleştirdiğinizde, ABD’nin kendine müttefik olarak kimi seçtiği, olası bir Menbiç operasyonunda ne yapacağı, ‘bugüne kadar güvenli bölgeye neden karşı çıktığı’ netleşiyor.

Menbiç, Fırat’ın batısında ama Afrin de öyle. Ayrıca Fırat’ın doğusundaki kantonların daha az risk yaratacağı da düşünülemez.

Irak Musul’da da PKK ile IKBY benzer bir oyunu sürdürmekteler.

Gelişmeler Suriye sınırımızın ve dolayısıyla Güneydoğu bölgemizin nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu konuda kaybedecek zaman yok, referandum dikkatimizi dağıtmamalı!

Yazının devamı...

Referandum Kurtuluş Savaşı mıdır?

Liderlerin yeni anayasa referandumu için sık sık “2’nci Kurtuluş Savaşı” benzetmesi yaptığı görülüyor.

Bu değişikliği isteyenler “rejim değişmiyor, yasama, yürütme, yargı aynen kalıyor” dediği halde acaba neden herkes Kurtuluş Savaşı benzetmesi yapıyor, konuyu biraz açmak lazım.

Doğru, “yasama, yürütme ve yargı duruyor”, peki itiraz niye?

Aslında yapılacak referandum bir “parti meselesi” değil, her vatandaş “demokrasi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve siyasi kararların denetlenebilir olması” gibi konuları göz önüne alarak oyunu “geleceğini belirleyecek yeni bir anayasa” için kullanacak.

Yeni anayasayı isteyenler de, karşı çıkanlar da “demokrasiden, güçlü bir Meclis’ten, bağımsız bir yargıdan” söz ediyorlar.

Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesi, egemenliğin millette olması demektir. Halk bunu öncelikle “kendi seçtiği vekillerden oluşmuş bir parlamentoyla” yapar.

Mevcut durumda da halk kendi vekillerini seçemiyor.

Seçim sistemi değişmeden…

Pazartesi akşamı Ak Parti İstanbul Milletvekili, hukukçu Burhan Kuzu, TV’de Meclis’in bağımsız olması konusunda “Seçim sistemi değişirse bu sorun ortada kalkar” dedi.

Bugüne kadar değiştirilmeyen ve “bugün çok daha fazla önem kazanan” seçim sistemi ile siyasi partiler kanunu referandum kararından önce değiştirildi mi; değiştirilmedi.

“Milletvekili bağımsızlığı” sağlandı mı; sağlanmadı..

Parlamento, tek başına ‘hükümet yerine geçecek’ cumhurbaşkanlarını denetleyebilir mi, denetleyemez.

Bu durumda örneğin; “Yeni sistemde yasamaya ‘yürütme müdahalesi’ olmayacak” diyen Adalet Bakanı’nın bunun nasıl sağlanacağını da açıklaması iyi olurdu.

Yargı bağımsızlığı

Yeni anayasaya göre yargıyı belirleyecek HSK ve yüksek yargı üyeleri “cumhurbaşkanları ve Meclis çoğunluğu” tarafından seçilecek.

Özellikle tek parti iktidarlarında (ki bundan sonra koalisyonların olmayacağı bir sistem çıkacak) yargının bağımsız ve tarafsız olması mümkün müdür, değildir.

Demek ki böyle oluşacak yargının da “bir başkanı-cumhurbaşkanını ve parlamentoyu denetlemesi”, çıkacak yasa veya kararnameleri durdurması beklenemez.

Partili mi, partisiz mi?

“Bugüne kadar partisiz cumhurbaşkanı olmadı ki” sözü de sıkça tekrarlanıyor.

Doğrudur, çoğu önceden “bir partiye mensup” kişilerdi ancak bir ölçüye kadar da olsa “partiler üstü ve tarafsız” davranmak zorundaydılar.

Tek başlarına hem cumhurbaşkanı, hem parti başkanı, hem hükümet değillerdi. Tek başlarına “devletin tüm bürokratlarını atama”, istedikleri anda parlamentoyu fesh etme yetkisine sahip değillerdi.

Seçilmemiş kişilere kendileri yokken “cumhurbaşkanı yetkilerini devretme” hakkına sahip değillerdi.

Bu sistemle “koalisyonların kalkacağı” konusu başlı başına önemlidir, çünkü milli iradenin seçeceği diğer partiler tamamen sistem dışına itilecektir.

Her iki taraf da “Kurtuluş Savaşı” dediğine göre liderler TV’de bu sözün nedenlerini halka karşılıklı olarak, tartışarak anlatmaktan kaçınmamalıdır.

Yazının devamı...

Barzani ve barış süreci!

ABD Genelkurmay Başkanı Dunford bu hafta Trump’a sunacakları “DEAŞ’la mücadele planı” ile ilgili bir konuşma yapmıştı. “Planlarımızın Türkiye ile olan güçlü ittifakımızı devam ettirmekte tutarlı olmasına dikkat edeceğiz. Bölgedeki Kürt sorununu da konuşacağız” diyordu.

Bugüne kadar her “güçlü ittifak” dediklerinde arkasından PKK-PYD’ye verdikleri desteği gördük.

Bu tutarsızlığın kendileri de farkında ki Dunford bu kez “tutarlı olmasına dikkat edeceklerini” söylüyor.

Başkan Trump’la Kürt sorununu konuşacaklarını söylüyor oysa her iki ülkede Kürt gruplara, terör örgütlerine verdikleri desteklerle Suriye’de ve Irak’ta artık Kürt sorunu değil, “Kürdistan sorunu” var.

Kaldı ki baştan beri olup bitenlerin, binlerce insanın öldürülmesinin arkasında hep bu vardı.

Neden izlediler?

Fırat Kalkanı operasyonunda “6 ay boyunca 23-24 yaşlarında 71 şehit veren” Türkiye’yi öylece dışardan izleyen ABD nedense PYD-PKK Türkiye-Suriye sınırı boyunca kentleri ele geçirirken izlememiş, her seferinde hava desteği verdiği gibi, PYD içine kendi askerlerini de koymuştu.

Son olarak PYD-YPG’yi zırhlı araçlarla donattı.

Yaşananlar böyleyken, Türkiye’yi Irak’ta Musul operasyonuna da karıştırmayan ABD’nin hala “güçlü ittifak” söylemlerine inanarak Rakka’ya kadar gitmeye mi karar vereceğiz?

El Bab, Menbiç, Rakka, Cerablus Türkiye’de değil.

Fırat Kalkanı’nın nedeni

ABD ve koalisyon ülkeleri Suriye’de, Irak’ta istedikleri güce destek verirken, Esad El Bab’da köyler ele geçirirken, Suriye’yi DEAŞ’tan temizlemek de Türkiye’ye düşen bir görev değil. Ancak… Orada bulunma nedenimiz bu kentlerin DEAŞ’tan sonra PYD-PKK’nın eline geçmemesi.

TSK’nın Cerablus’tan başlayarak bu operasyonları yapmaya mecbur kalması “PYD’nin sınırımız boyunca oluşturacağı Kürt koridorunu gerçekleştirmesini” önlemek içindi.

ABD ve Rusya’nın PYD’ye desteği sürüyor. PYD-PKK Esad ile de anlaşma içinde.

Tekrarlayayım; ortada böyle küresel bir plan varken Türkiye’nin daha da derinlere inerek Rakka operasyonuna katılması neyi değiştirecek? Gözümüzün içine bakarak “tutarsız” davrananlar, orada verecekleri sözü tutarlar mı acaba?

Barzani ve sınırlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmek üzere Türkiye’ye gelen IKBY Başkanı Mesut Barzani’nin ilk sözü “Barış süreci için” Demirtaş ve diğer vekillerin serbest bırakılması gerektiği oldu.

Daha önce de söylediği cümleleri tekrarladı ve “Irak ve Suriye sınırlarının anlamsız hale geldiğini, Irak’ın merkezi yönetiminin geçmişte kaldığını” söyledi.

Ne demek istiyor; “Bu harita değişti, artık bu iki ülkeyi birleştiren Irak ve Suriye Kürdistanları var”.

Bildiğiniz gibi Barzani’ye ait olan Rudaw TV’de “Türkiye’nin Erzurum, Sivas, Van, Malatya, Hatay, Mersin gibi illerini içine alıp Karadeniz bölgesine kadar uzanan kısmı” Suriye ve Irak Kürdistanları içinde gösteriliyor. Barzani’nin Musul ve Telafer’deki amacı da buralardan toprak alıp, iyice büyüttüğü IKBY’ye katmaktır. Bu durumda; “barış süreci” demekle neyi kast ettiğini sormak gerekiyor!

Yazının devamı...

Gizli kahramanlar ve referandum!

Türkiye bir yandan endişeli bir bekleyiş ve beklenmedik kararlar süreci yaşarken diğer tarafta çalışkan ve üretken kurumları, insanları ile “muasır medeniyet”i yakalama gayretini korumaya çalışıyor.

Bundan 48 yıl önce kurulan ve bu zaman içinde kültür, sağlık, eğitim gibi konularda ülkenin adını dünya çapında duyuracak, insanlığa yararlı çalışmalar yapan bilim insanlarını ödüllendiren Vehbi Koç Vakfı “16. Vehbi Koç Ödülü”nü yüksek mühendis, mimar Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’a verdi.

Ödülünü Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’tan alan Prof. Ahunbay, dünya kültür miraslarının korunması için Türkiye’de ve diğer ülkelerde yıllar süren çalışmalar yapıyor.

Ömer Koç’un ödül konuşmasında söylediği gibi “gizli kahramanlar”dan biri… Müzeler açan, Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezleri kuran Koç Holding gibi özverili gruplar ve gizli kahramanlar geleceğe olan ümitleri arttırıyor ve gönülden kutlanmayı hak ediyorlar.

Açık cezaevi

Diğer tarafta ise “Cezaevlerinde sıkışıklık var” denerek 100 bin mahkumun açık cezaevine alınması kararını duyuyoruz.

Ağır suçların hızla arttığı, terör ve kaos yaşayan, IŞİD dahil terör örgütü militanlarının yerleştiği, can-mal güvenliğinin sağlanamadığı bir ülkede 100 bin suçlunun “bir yanlış yaparlarsa bu hakkı kaybederler” anlayışıyla salıverilmesi hiçbir mantığa sığmıyor.

Türkiye dünyanın öbür ucundaki ülkelere maddi yatırımlar yapıyor, ülke içinde köprüler, kanallar, havaalanları yapıyor. Sadece yeni cezaevi yapacak gücü mü yok?

Bu öne sürülerek açık cezaevi kararı vermek bu kadar kolay olmamalıdır ve net şekilde hangi mahkumlara bu hakkın verileceği açıklanmalıdır.

Açıklamalar yetersiz

İki gün önce CNNTÜRK’te bir programda Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın konuşmasını dinledim.

Bakan’ın söylediklerinden bazı alıntılar şöyle:

- Bugün Başbakan partisinin milletvekillerini tek tek kendisi belirliyor. (Halk seçmiyor ve bu tüm liderler için geçerli.)

- Şimdi yasamaya yürütmenin müdahalesi olmayacak.

- Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde “yürütme yetkisi cumhurbaşkanına” veriliyor. Başbakanın yaptığını cumhurbaşkanı yapacak.

- Zaten bugüne kadar “partisiz cumhurbaşkanı” hiç olmadı ki!

Adalet Bakanı ve tabii bir hukukçu olan Bozdağ’ı dinlerken yeni sistemde “olumsuz sonuçlar doğurabilecek tek bir konu, tek bir madde olmadığı” duygusuna kapılıyor insan.

O zaman, referandumda oy kullanacak vatandaşlardan “yeni sisteme karşı çıkanlar”, eleştiren Anayasa hukukçuları, siyaset bilimciler neden Bakan Bozdağ kadar iyimser olamıyor?

Yeni sistemle ilgili konuşmalar maalesef seçmenin konuyu anlamasına yeterli değil.

Örneğin, yeni sistemde cumhurbaşkanlarına “milletvekilleri dışında kimleri (yargı ve tüm bürokratlar gibi) seçme hakkı veriliyor? KHK’lar, OHAL ilanı gibi konularda hangi riskler olabilir” gibi konular konuşulmalı ve her cümle irdelenmelidir.

Referandum öncesi konuların netleşmesi çok önemli!

Yazının devamı...

Yargı kararları idam ve kundaklama!

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün “Gerekirse idam için de bir referandum yaparız… Meclisten çıkmıyorsa millete gideriz, millet idam diyorsa mesele bitmiştir” dedi.

Bu durumda bütün önemli kararlar bundan sonra “eğer Meclis’ten çıkmıyorsa” referandum yoluyla halledilecek.

Oysa aslında T.B Millet Meclisi zaten “millet” demektir. O Meclis’te şu anda 550 milletvekili var. Bu sayı 600’e çıkarılmak isteniyor.

Eğer 550-600 milletvekilinin çoğunluğu bir konuda “hayır” diyorsa bunun hiçbir anlamı olmayacak ve parlamento işlevsiz olarak kenarda mı tutulacak?

Böyle ise o takdirde bu kadar çok sayıda ve emekli milletvekili maaşları dahil ülkeye ağır maddi yük getiren milletvekiline ne gerek var?

Hatalar!

Balyoz-Ergenekon davasında hatırlanacağı gibi yüzlerce kişiye yüzlerce yıllık hapis cezaları verilmişti.

Sonra birden bu olayların tümüyle “Cemaat kumpası” olduğuna karar verildi ve tutukluların hepsi tahliye edildi.

O günlerde idam cezası olsaydı ve “birkaç kez müebbet” yerine o tutuklulara idam cezası verilseydi ne olacaktı?

Bugün hala yargıda ve diğer kurumlarda “FETÖ’nün temizlenmemiş olduğu” söylenerek OHAL devam ettiriliyor.

Nitekim son olarak HSYK kararıyla 227 hakim ve savcı daha meslekten ihraç edildi ve ihraç edilenlerin sayısı 3 bin 886 oldu.

Aynı anda “daha önce açığa alınan 200 hakim ve savcının göreve iadesine” karar verildi. Yani yargı yanlış kararlar veriyor ve düzeltiyor.

Bu durumda yargı kararlarına nasıl güvenilecek ve “idam kararı” verilecek? Şu anda tutuklu sayısı kadar “mağdurum” diyen tutuklu sayısı var, ya mağdur edilen birileri için idam kararı çıkacak olan olursa ne olacak?

Kundaklama yapana tahliye

Müjdat Gezen gibi tüm kazancını ülkesi için harcayan, yaşlılar için huzur evleri, gençler için tiyatro okulları kuran ve bu hizmetlerin hepsini “parasız” olarak veren, yılların değerli bir sanatçısının tiyatro merkezi kundaklandı.

İstanbul Valisi çıktı, suçluyu savunur gibi “Yakan bir minibüs şoförü, hiçbir terör örgütüne üye değil, alkollüymüş” dedi.

Suçlu yakalandı ve “denetimli serbestlik” kararı çıkarak serbest bırakıldı. (Gazeteci Ahmet Şık’tan daha güvenilir bulunmuş demek ki…)

Vatandaşların can-mal güvenliğinden sorumlu Vali’nin tüm sözlerinin aksine; “Okulda servis şoförüyüm, alkollü değildim, benim kimseden korkum yok, kızdım yaktım” dedi.

Savcı itiraz etmese “skandal bir kararla” serbest kalacaktı.

Suçlular bu şekilde bırakıldığında daha büyük suçlar işledikleri kaç kez görülmesine rağmen böyle bir karar çıkabiliyorsa; o yargıya nasıl güveneceksiniz?

Servis şoförü olduğu okul onu işten çıkaramaz, kızınca okulu da kundaklaması mümkün. Öğrenci velileri böyle bir şoföre güvenmek ve çocuğunu emanet etmek zorunda bırakılabilir mi?

Bir başkasına kızıp onun binasını yakması mümkün.

Vali de, yargı da toplumu korumakla görevlidir. Bu kadar yanlış kararlar verdiği her gün görülen bir yargıya “idam kararı” yetkisi de verilirse ne olur düşünmek yeter!

Yazının devamı...

İstiklal ve istikbal!

Başbakan Binali Yıldırım akademisyen ihraçları, referandum, 15 Temmuz gibi konularda açıklama yaptı.

Bu açıklamayla, son haftalarda sık sık “Hayır” oyu verecek vatandaşlarla “FETÖ’den PKK’ya, DHKP-C’ye, IŞİD’e” varan ilişkiler kurduğu konuşmaları tamamen birbirine zıt.

Öyle konuşmalar yapıldı ki; “şer” yani kötülük ile Hayır oyu eş anlamlı ilan edildi.

Sanki referandum halk, seçmen için değil de “kanlı terör örgütlerinin oy vermesi” için yapılıyormuş gibi, “buna izin vermemek devletin görevi” değilmiş gibi her konuşmaya onlar dahil edildi.

Sonra da “Hayır’a baskı olmadığı” söylendi.

Şimdi Başbakan Yıldırım “Evet de Hayır da çıkabilir, sonuç ülkeyi bölmez. Hayır çıkarsa işimize bakacağız. Bu bir seçim değil. Vatandaşın kararı başımız üstüne” diyor.

İşte en baştan beri tüm siyasetçilerin söylemesi gereken buydu.

Yani konu bir “istiklal” mücadelesi değil, “istikbal”, gelecek meselesi!

Seçmen korkuyorsa…

Binali Yıldırım’ın da vurguladığı gibi “Bu bir seçim değil”…

Vatandaşın önüne “devlet yönetiminde çok önemli değişiklik yapacak olan” bir Anayasa değişikliği metni kondu.

Bu metinde örneğin:

“Yürütme-hükümet görevinin tek başına cumhurbaşkanına (her kim olursa) ait olacağı, yargı üyeleri ve tüm bürokratları da onun atayacağı” gibi maddeler var.

“Bütün yetkinin, gücün tek elde toplanacağını” Cumhurbaşkanı Erdoğan da söyledi.

Sonuç olarak, halk “önüne sürülen bu değişiklikleri istediğini veya istemediğini” oylarken, bir parti veya öbür partiye değil, “yapılacak değişiklik ülke için sorun yaratacak mı, yaratmayacak mı” sorusunun cevabına oy vermiş olacak.

Durum böyleyken, “değişikliği istemeyenleri” teröristlerle özdeşleştirmek, isteyenlere sınırsız özgürlük verip, karşı oy açıklayanlara” korku salmaya çalışmak hukuksuzdur, insan haklarına, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırıdır.

Neden koalisyon yapmadı?

Başbakan Yıldırım, Bozkurt işareti yapıyor ve MHP’ye-Bahçeli’ye her fırsatta teşekkür ediyor.

Bahçeli ise Ak Parti ne derse, ne yaparsa müthiş uyum içinde. Yani o söz edilen “çift başlılık” demek ki “yeni anayasa olmadan da, hatta 2 ayrı parti arasında bile” hiç söz konusu değil.

Görüntüye bakınca insan “Bahçeli madem ki ‘bir koalisyonu da rahatça götürecek kadar uyumlu’ olacaktı, neden çözümsüzlüğüyle ülkeyi yeni bir seçime, partisini 4’üncü parti olmaya sürükledi” diye düşünüyor.

Bunu bir ara halka, özellikle partisinin tabanına açıklaması beklenecektir.

Boy ölçüsü!

Devlet Bahçeli’nin, MHP’li muhaliflerin toplantıları için söylediği “Kurmak için fırsat kolladığınız partinizle çıkın da boyunuzun ölçüsünü alın” sözlerine Meral Akşener’in anında verdiği:

“Toplayın kurultayı da siz boyunuzun ölçüsünü alın. Biz delegelerin iradesine razıyız. Ya siz” cevabı haklı ve siyasi zeka içeren bir cevaptı.

Verdiği kararlardan şüphesi olmayan (kendine güvenen) bir lider, muhaliflerinin demokratik haklarına saygı duymalıdır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.