Şampiy10
Magazin
Gündem

Referandumun 15 Temmuz ve PKK ilişkisi!

Türkiye’nin yönetim sistemini tamamen değiştirecek, “Türk usulü başkanlık veya cumhurbaşkanlığı sistemi” adı altında yepyeni bir düzen yaratacak bir süreçteyiz.

Tekrarlayalım; bu bir genel seçim, milletvekili-parti seçimi değil. Bu; hükümetten yargıya, Meclis’ten bürokrasiye kadar değişim getirecek olan, maddeler halinde sıralanmış “Anayasa değişikliklerini” kabul etmek veya etmemek…

Yine sık sık tekrarlandığı gibi yapılacak Anayasa değişiklikleri, verilecek çok geniş yetkiler “bir parti veya kişi için” değil, bundan sonra farklı partiler veya cumhurbaşkanları için de geçerli olacak.

Kabul edilmezse kıyamet mi kopar, hayır. Meclis, Hükümet, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, diğer partiler aynen bugünkü konumlarını sürdürerek “mevcut anayasa çerçevesinde” ülkeyi yönetmeye devam ederler.

Demokrasiye dikkat!

Bu kadar önemli bir anayasa değişikliği “demokrasi değerlerini koruyarak, vatandaş haklarına saygı çerçevesinde, onları kararlarında özgür bırakarak” yapılmalıdır.

Madem ki bir referanduma karar verilmiştir ve madem ki bu referandumda halkın önüne “2 seçenek” konmuştur, o zaman 2 seçenekten birini tercih edecek vatandaşları “bölücü terör örgütü ile yan yana getirmek” veya “şu seçenek yönünde oy kullananlar 15 Temmuz’un yanında yer almış olacaklar” demek “milli iradenin tecellisini” önleyecektir.

YSK’nın referandum sürecinde özel medya kuruluşlarında “eşitlik ilkesine uymaları” şartı da kaldırılmışken bir de oy tercihlerine göre “terör örgütleriyle bağlantı kurulursa”, bu baskı oluşursa buna demokratik bir referandum demek de, bu şartlar altında “ne anlamı olduğunu” anlamak da mümkün olmaz.

Örneğin; şehit aileleri ve gaziler “referanduma olumlu oy vermezse” vatan hainleri ile aynı safta mı sayılacaklar?

Önemli olan halka yeni anayasanın “en doğru ve dürüst şekilde” anlatılmasını sağlamaktır.

“Karmakarışık olur” iddiası

Devlet Bahçeli “Hükümet sistemini değiştiren düzenlemenin referandumda geçmemesi halinde Türkiye’nin karmakarışık olacağını, iç ve dış çevrelerin bunu kullanacağını” söyledi.

Bir siyasetçinin; geçen aylarda büyük terör saldırıları başta olmak üzere ciddi travmalar yaşamış bir topluma böyle bir baskı eklemesi hiç de sorumlu bir davranış değildir.

Doğru yönetildiği takdirde “referandumdan geçmese de” Türkiye karmakarışık olmaz. Bahçeli’nin “partisi içindeki durumu” daha karışık hale gelebilir ama bunu ülkeye mal etmemelidir.

MHP Lideri referandum sloganı olarak “Millet için, devlet için, cumhuriyet için…”i seçtiklerini de söylemiş.

Baskı yerine örneğin “nasıl bir cumhuriyet” olacağını, “laik-demokratik-hukuk devleti” özelliklerinin ne şekilde güvenceye alınacağını, laiklik tarifinde bir değişiklik olup olmayacağını açıklasa çok daha iyi olurdu.

15 Temmuz olayı ve Ortadoğu’daki mezhep savaşları “din ve devlet işlerini ayırma”nın ne kadar önemli olduğunu gösterdiğine göre üzerinde durmalıyız !

Yazının devamı...

Referandum öncesi bilinmesi gerekenler!

Bugüne kadar yapılan anayasa değişiklikleri nasıl ki “kişiye özel” değildir, devlet ve millet için yapılmıştır, bugün de aynı durumun devam edeceğini varsayalım.

Başbakan Binali Yıldırım “Başkanlık mutlak ve mutlak iktidar demektir” demiş, artık muhalefet partilerinin bir koalisyon ortağı olma ihtimallerinin kalmadığını söylemişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise parlamenter sistem için “Bu sistem bileklerimizde prangaydı” dediği konuşmasında sistemi şöyle özetledi;

“Hedef saptırıyorlar. Yasama organı (Meclis) yine var. Yürütme (hükümet) yine var. Kim yürütme? Cumhurbaşkanı!”

Ak Parti 15 yıldır iktidarda “tek karar verici” durumundaydı ve her konuda kararları tek başına verdi.

Bu nedenle “Pranga” ile hangi engelin kast edildiğini net örneklerle anlatmak gerekir.

Görünüşe göre yeni sistem gerçekten de daha çok “muhalefet partilerinin bir daha koalisyon çıkarma ihtimalinin kalmamasına” yarayacak.

Hükümet tek kişi!

Gözümüzün önüne 26 üyeli, U şeklinde koca bir masanın etrafını kaplayan “bakanlar kurulu”nu getirirsek, öncelikle yeni sistemde “yürütme=cumhurbaşkanı” olacağına göre; bundan sonraki her cumhurbaşkanına büyük haksızlık olacağını, 26 kişinin yürüttüğü işin, verilecek tüm kararların tek başına onlara kalacağını düşünmek gerekir.

Bildiğiniz gibi Türk tipi sistemin en çok tartışılan maddeleri: “Mevcut durumda çoğunluğu Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş ve onun partisine ait olan Millet Meclisi’nin bu kez çok daha fazla yetkiye sahip olacak “başkanı” denetleyemeyecek olması”...

Bunun yanında milletvekillerinin hükümete (yürütmeye) sözlü soru ve gensoru hakkının kaldırılacak olması…

OHAL sürecekmiş gibi…

Yüksek yargı üyelerinin “başkan ve partisi tarafından” seçilmesi, “geriye kalan yargı üyelerini seçecek” olan HSYK üyelerinin de aynı şekilde seçilmesi. Böylece yargı denetiminin de imkansız oluşu…

Başkanın (veya cumhurbaşkanı) sanki OHAL hep devam edecekmiş gibi istediği her konuda kanun hükmünde kararname çıkarabilecek olması.

Televizyonlarda konuşan bazı anayasa hukukçuları “Meclis’in kanun yapma yetkisi devam edecek ve kanunlar kararnamelerden üstün olacak” diyor.

OHAL kararnameleri ile sadece “teröre karşı önlem olacak kararlar” verilebilecekken İzmir Limanı, PTT, THY’nin yarısına yakını, Botaş gibi devletin en önemli kurumlarını Sayıştay ve DDK yerine kimin denetleyeceği bilinmeyen Varlık Fonu’na devretme yetkisi veriliyorsa…

İbrahim Kaboğlu gibi Türkiye’nin gururu bir anayasa profesörünü ve 5000’e yakın akademisyeni üniversiteden ihraç etme…

YSK’nın seçim dönemlerinde “eşitlik ilkesine aykırı yayın yapan özel radyo ve TV’lere ceza verme” yetkisi dahil her karar KHK ile alınıyorsa, yeni sistemde bunu önleyecek nasıl bir mekanizma olacak?

Bugün Meclis daha çok yetkiye sahip olduğu halde KHK’lara karışamıyorsa, kanun yapamıyorsa o zaman nasıl yapacak?

Kampanya sürecinde “genel seçime gidiliyormuş gibi rakipleri karalamak yerine” halkın bu konuları detaylarıyla anlaması sağlanmalıdır.

Yazının devamı...

Artık şehit cenazesi gelmesin!

Önce “Suriye iç savaşına müdahale etmeyelim, başımız derde girer” uyarıları yapmıştık, dikkate alınmadı.

Aynı uyarıları bir ABD’li tarihçinin de yaptığını, kendisi de Amerikalı olmasına rağmen “ABD, Türkiye’yi bu savaşa itiyor, inanmayın” dediğini birkaç kez yazdığımı hatırlıyorum. Eğer o uyarılara kulak kabartılsaydı Türkiye’nin Suriye sınırı PYD-PKK’nın eline geçmeyecek ve biz daha da fazla ilerlemelerini önlemek için El Bab’a kadar inmek zorunda kalmayacaktık.

Şimdi de “Suriye’den çekilmeliyiz” uyarısı gerekiyor.

IŞİD’in Suriye iç savaşıyla birlikte aniden Suriye’de dünyanın kanını donduracak eylemler yapmaya başlaması da, Kobani’de “IŞİD Kürtlere saldırıyor” bahanesiyle özerk kantonları o noktadan başlatmaları da hep önceden hazırlanmış planın parçalarıydı.

Ne yanlışlığı?

Başbakan Binali Yıldırım yılbaşı gecesi Gaziantep’te bir birliği ziyaret ettiğinde, oradaki askerlerin annelerine “Çocuklarınız bize emanet” demişti.

Orada masasında birlikte fotoğrafı çıkan askerlerden ikisi şehit oldu.

Esad güçlerinin “El Bab’a yaklaştığı ve bazı noktaları ele geçirdiği” duyulur duyulmaz “PYD’nin de yakınlarında beklemede olduğunu ve TSK için şimdi tehlikenin daha da büyüdüğünü” belirtmiştim.

Çünkü görünüşte hepsi “IŞİD’le savaşıyor” gibi olsalar da TSK gerçekte “Esad, PYD-PKK, Rusya ve ABD” ile de karşı karşıya…

Nitekim biz Perşembe günü “El Bab’da IŞİD (DAEŞ) saldırılarında 5 askerimizin şehit olduğuna, 15’inin yaralandığına” üzülürken aynı gün “Esad ordusuna hava desteği veren Rus uçaklarının El Bab’da birliğimizi bombaladığı ve 3 askerimizi şehit ettiği” haberini aldık.

Rusya “yanlışlıkla vurduk” dese de TSK “Uçakla vurulan birliğimizin 10 gündür aynı noktada olduğunu” açıklıyor, bunun mazeret götürür yanı yok ama maalesef yapacak bir şey de yok.

Olay aynen 2 Ekim 1992’de NATO tatbikatında “ABD’nin Saratoga uçak gemisi tarafından kasten vurulan Türk gemisi Muavenet” olayını hatırlatıyor.

PKK’nın yanındalar

El Bab’da 5 şehit verdiğimiz gün Rusya Dışişleri “PKK ve YPG terör örgütü değil” dedi. ABD’nin CIA Başkanı ilk yurtdışı ziyaretini Ankara’ya yapacak dendiği gün ABD eski Ankara Büyükelçisi Jeffrey “Rakka operasyonu Türkiye ile birlikte yapılmalıdır ancak YPG’nin öncülüğündeki SDG’ye de ağır silahlar verilmelidir” dedi.

Yani… ABD ve Rusya’nın PYD-PKK’yı desteklediği daha açık şekilde anlatılamaz.

Oysa biz hala ne yapıyoruz, bizi övgülerle şaşırtan ABD’ye “FETÖ VE PKK-PYD’ye destek vermeyin” diyoruz.

Türkiye artık Suriye’den gelen şehit cenazelerini durdurmalı, Menbiç’e ilerlemekten ve Rakka operasyonunda yer almaktan vazgeçmeli, El Bab’dan da çekilmelidir.

Karşımızdaki devletlerin gizli iş birliği, Rusya’nın açıkladığı “Suriye Kürdistanı Anayasası” bu savaşın nereye varacağını gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da kısa süre önce “El Bab’dan derine gitmemek gerektiğini” söylemişti..

Referandum sürecinde ülkede yeterince karmaşa varken hiç değilse bir Suriye savaşı da yaşamayalım!

Yazının devamı...

Liderler birlikte ekranda anlatsınlar!

MHP lideri Devlet Bahçeli “Referandum propagandalarında MHP olmayacak” dedi ve ortalık karıştı.

MHP’nin “Başkanlık yasası tekrar Meclis’e gönderilsin” dediği bile konuşuluyor.

Parlamenter sistemden “Türkiye’ye özgü bir başkanlık sistemi”ne geçişi temel alan büyük anayasa değişikliği “Devlet Bahçeli’nin aniden bunu talep etmesiyle” tekrar gündeme gelmişti, referandumun bir numaralı sorumlusu da Bahçeli’dir.

Ortada “fiili bir Anayasa’yı ihlal” durumu olduğunu, bunun düzenlenmesi gerektiğini söyleyen oydu.

Yeni anayasa tasarısını beğendiğini, Meclis’te verdikleri desteğin referandum sürecinde aynen devam edeceğini söyleyen oydu.

Kendi milletvekilleri, teşkilatları arasında “bu karara katılmayan ve görevlerinden istifa eden, hatta Bahçeli’nin MHP’yi bitireceğini söyleyenler” oldu. Parti tabanının ne yapacağı konusunda da Bahçeli ve MHP yönetimi ciddi bir şüphe taşıyor.

Halka açıklamalıdır

Bütün bunlara rağmen, MHP Lideri’nin ülkenin en karışık ve zorlu döneminde ve en hayati değişiklikler içeren bir referandumu ortaya çıkardıktan sonra “Biz referandum propagandasında olmayacağız” demesi kabul edilemez.

Aslına bakarsanız Bahçeli “ilk konuşması gereken” liderdir.

Halktan çekinmeden ekranlara ve mitinglere çıkmalı, kısa süre öncesine kadar karşı olduğu halen videolarla gösterilmekte olan konuda “tam tersi yöndeki” fikir değişikliğine hangi nedenlerin sebep olduğunu…

18 maddelik anayasa değişikliğinde “hangi maddelerin Türkiye’de terör, özgürlükler, yargı bağımsızlığı, TBMM’nin ve yargının başkanı denetimi” gibi konularda olumlu değişiklik yaratacağını, kendisinin hangi nedenlerle bu değişiklikleri beğendiğini halka açık ve net anlatmalıdır.

Bu Devlet Bahçeli’nin önce kendi partisine, sonra millete olan borcudur. Aksi durumda “verdiği kararın açıklamasını yapamayan lider” durumuna düşecektir.

Perinçek-Erdoğan tercihi

Devlet Bahçeli son Olarak “Perinçek ile Erdoğan arasında tercih yapacaksak, Erdoğan’ı tercih ederiz” sözleriyle gündeme geldi.

Bu söz, Ana Muhalefet partisi ile iktidar partisi arasında bir genel seçim yapılıyormuş gibi Başbakan’ın “CHP’nin faşist yönetim hayali içinde olduğunu, millete bidon kafalı dediğini” söylemesi kadar yanlıştır.

Öyle görünüyor ki bu referandumda devamlı olarak konunun “kişiler veya partiler arası bir yarış” değil, devletin yönetiminin, kuvvetler ayrılığının “tek elde toplanması” olduğunu tekrarlamak gerekiyor.

Doğu Perinçek ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir yarış yoktur, Bahçeli böyle bir karşılaştırma yapmamalıdır, kimin ne oy kullanacağı da kendisine ait bir konudur ve halkın bu söylemlerle yanıltılması referandum için çok büyük bir yanlıştır.

Topluma yapılacak en büyük iyilik ise bütün parti, liderlerinin (aynen ABD başkan adaylarının, diğer demokratik ülkelerin yaptığı gibi) ekranlarda “yeni anayasayı karşılıklı olarak tartışması” olacaktır.

Türkiye bunu hak ediyor.

Yazının devamı...

Partilerin oyu belli mi?

Daha referandum mitingleri başlamadan sanki “ülkenin yönetim şeklini, tüm sistemini değiştirecek bir yeni anayasa” değil de “partiler arasında seçim” yapılıyormuş havasında propagandalar ve çekişmeler aldı başını gidiyor.

Toplum kitlelerini “henüz kullanmadığı oy” için suçlayan konuşmalar yapılıyor.

Öncelikle hatırlatmalıyız ki “her biri ayrı bir referandum konusu olması gereken”, 18 maddelik bir büyük anayasa değişikliğinden söz ediyoruz. Aslında referandum, “siyah-beyaz” gibi net 2 seçenekten birini tercih etmek üzere yapılabilir.

Torba referandum

Oysa Türkiye’de “torba yasa” benzeri, torba referandumlar yapılıyor, aynı torbaya onlarca “gri” konuyor.

Aynen 2010 Yargıyla ilgili Anayasa Değişikliği referandumunda olduğu gibi… Bugünkü yeni anayasa da, 2010’daki Yargı değişikliği de “hukuki ve siyasi uzmanlık” isteyen konulardır.

Her ikisi de halkın önüne “torba” halinde geldi… 2010 referandumunun sonucu yargıda telafisi zor bir “FETÖ istilası”na neden olduğuna, hata yapıldığı anlaşıldığına göre neden benzer bir hata tekrarlanıyor?

Bu referandumlar “benim partim bu ve partim şu oyu vermemi istiyor” denecek bir seçim değil. Bu referandumlar “İstemediğim parti veya bir terör örgütü de bu tercihi yapacakmış, öyleyse ben aksini yapayım” denecek bir seçim değil.

Yargı referandumunda “statükocular istemiyor, değişime karşı çıkanlar istemiyor” denmişti, bugün de aynısı söyleniyor.

Terör örgütünün yanına…

Yargı referandumunda alakası olmayan partiler “HDP-PKK ile aynı çizgide” gösterilmişti, geçen akşam tesadüfen gördüm; 24 TV’de “CHP-HDP-PKK-FETÖ-DHKPC Hayır için çalışacak” alt yazısı ile bu tartışma yapılmaktaydı.

Biraz daha zorlasalar yanına “DEAŞ, El Nusra, El Kaide” gibi terör örgütlerini de dizebilirler. Yapılan yanlıştır, haksızlıktır ve suçtur.

Hiçbir siyasetçi ve hiçbir medya organı bir referandumda hele de ülkenin yönetim sistemini değiştirecek bir referandumda, “istediklerine karşı oy verecek” kesimleri veya siyasi partileri terör örgütleriyle özdeşleştirme hakkına sahip olamaz.

Taban ne verecek?

HDP’nin 2010 referandumunu “boykot” edişi ama bu boykotun “Evet” oylarına yaraması hala akıllarda. HDP 7 Haziran seçimi öncesinden beri “başkanlık referandumunda Hayır diyeceğini” söylüyor, oysa yakın geçmişte Öcalan da, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi milletvekilleri de “başkanlıktan yana olduklarını” açıklamışlardı.

Başkanlık-federasyon ilişkisi düşünülecek olursa HDP’nin (görüntüde olup bitene rağmen) kendi söyleminden farklı bir yol izlemesi ve “Evet”i desteklemesi ihtimal dışı değil… Diğer partilere gelince…

Elbette referanduma kadar olacak gelişmeler, medyanın ve tüm kaynakların kampanyalarda eşit şekilde kullanılmaması gibi şartlar sonucu etkileyebilir, ancak…

Hiçbir parti yönetimi, kendi parti tabanının “yönetimin istediği oyu verip vermeyeceğinden” emin olamayacaktır. Vatandaş bu kez konunun “demokrasi ve hukuk devleti” ile ilgili olduğunun farkında ve çoğunluk tercihini özgürce yapacaktır. Yapmalıdır.

Yazının devamı...

Hükümetin asıl gündemi!

Yazmamız, tartışmamız gereken çok sorunumuz var. Öte yanda referandum için kalan süre 2 ay gibi bir zaman olduğu için gündem yoğun olarak buna kilitlenmiş durumda.

Oysa önümüzde hızla yaklaşan ve “Türkiye’nin her vatandaşının geleceğini belirleyecek bir sistem hatta rejim değişikliği yaratacak referandum” olmasa örneğin; Suriye’de El Bab’da savaşan TSK’nın bundan sonra nelerle karşılaşabileceği konusuna yoğunlaşabilirdik.

TSK, Suriye sınırımızda bir Kürt koridoru kurulmasını engellemek üzere Azez-Cerablus hattını DAEŞ ve PYD-PKK’dan temizlediği gibi El Bab’da da bunu yapmak istiyor.

Esad ve ABD karşımızda

Oysa bugüne kadar El Bab operasyonuna aynen ABD ve Koalisyon ülkeleri gibi karışmayan Esad güçleri, TSK El Bab’ı üç yönden kuşattıktan sonra ortaya çıktı kentin güneydoğusunda bazı yerleri DAEŞ’ten aldı.

El Bab, bizim için olduğu kadar DAEŞ için de, Esad ve PYD için de “ele geçirilmesi gereken kritik bir merkez” durumunda ve PYD de kentin doğusunda beklemekte.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “El Bab’da bir an önce işimizi bitirip daha derine gitmemeliyiz” demişti ama “Menbiç ve Rakka’nın alınmasının önemini” de eklemişti.

Esad’ın “Fırat Kalkanı operasyonu işgal” ve Dışişleri Bakanı Mikdad’ın “Türkiye, ordusunu Suriye topraklarından çeksin” dediğini, hatta rejim güçlerinin hava saldırısında 3 askerimizin şehit olduğunu biliyoruz.

Bugüne kadar çok sayıda şehit verdiğimiz, çok sayıda askerimizin yaralandığı El Bab’da şu andan itibaren tehlike çok daha büyümüştür. ABD’nin son olarak “ağır silahlar ve zırhlı araçlarla donattığı PYD-PKK” ve Suriye rejim ordusu da, DAEŞ de TSK için aynı derecede tehlike oluşturmaktadır.

Daha fazla şehit vermemek için en doğrusu Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Fırat Kalkanı hakkında Güneydoğu sınırımızdan bilgi alacağına bizzat El Bab’a giderek “neler olabileceğini” yerinde incelemesi, planların ona göre yapılması olacaktır.

Deprem ve bakan!

Çanakkale Ayvacık’ta Pazartesi sabah saatlerinden başlayarak 5.3 ve 5.5 şiddetinde 2 deprem yaşandı. Halk geceyi sokaklarda geçirdi.

Bu bölgede evler tek katlı ve taş olduğu için can kaybı olmadı ama bakın Şehircilik Bakanı Özhaseki ne diyor:

“Anadolu’da deprem olursa altından kalkarız ama İstanbul’da perişan oluruz, ekonomimiz çöker. Bir fay var 250 senede yıkılıyor, şimdi 249 senesi. Uyku yitirecek bir ortam var”.

Şimdi, ekonomideki darboğaz için de, İstanbul veya bir başka kentteki olası depremler için de toplum 15 senedir iktidarda olanlardan çözüm bekler Kİ İstanbul 18 yıldır aynı partinin belediye başkanları tarafından yönetiliyor.

İstanbul’da ekonomi çökertecek depremde “kaç can kaybı olacağı” ekonomiden önemli bir konudur.

Allah korusun böyle bir depremde kimse “uykuların kaçtığını” düşünmez, o güne kadar can kaybını önlemek için Bakanlığın, Belediye’nin neler yaptığını sorar ve bu konular “millete başsağlığı dilemekle” geçiştirilemez.

Referandum ve başkanlık konusundan önce “vatandaşın, askerimizin can güvenliği” düşünülmelidir.

Yazının devamı...

Referandumda kutuplaştırma yapılmamalı!

Bugüne kadar birçok kez “başkanlık sistemimiz ABD gibi olsun” dediğimiz ülkede yeni Başkan Trump çıktı ve seçim öncesi kampanya sürecinde verdiği sözü tuttuğunu, “bazı Müslüman ülkelere vize vermeyeceğini” açıkça söyledi, kararname çıkardı.

ABD’de kitlesel toplum tepkilerine, protestolara da devlet karışamayacağı için bu karara ülke çapında ve diğer ülkelerde de tepkiler oldu ve ABD yargısı “Başkan Trump’ın bu kararının uygulanamayacağını” bildirdi.

Trump bu mahkeme kararının temyizi için üst mahkemeye gitti ama orada da ret edildi.

Şimdi bizim “ABD’de de başkanlık var ama orası en ileri demokrasi” demeden önce oturup dürüstçe düşünmemiz ve tartışmamız, karşılaştırmaları doğru şekliyle yapmamız gerekiyor.

Anayasa slogan değil

Halkın hala referandumda neyi oylayacağını tam olarak anlamamış olduğu, birçok kişinin bunu hala “bir parti tarafı tutma, kutuplaşmada taraf olma” zannettiği kamuoyu araştırmalarında da çıkıyor, sosyal medyada da gözlenebiliyor.

Halkın anlamadığı konuların başında “yapılanın bir rejim değişikliği olup olmadığı” var.

Bu nedenle “Hayır efendim bu sadece değişimdir. Karşı çıkanlar değişime direnmektedir” sözleri yeni anayasa ve onun temelini oluşturan başkanlık sistemini anlatmaya yeterli değil.

Yapılacak değişikliğin “rejim değişikliği olup olmadığı” net şekilde açıklanmalıdır.

MİLLİ İRADE- Örneğin milli iradeyi, egemenliği temsil eden TBMM, buradaki (muhalefet dahil) milletvekillerinin yetkileri “parlamenter sisteme kıyasla nasıl değişecek, sözlü sorular, gensoru hakkı ve diğer hangi yetkiler onlardan alınacak” bu açıklanmalıdır.

BAĞIMSIZ YARGI-ABD’de “tam bağımsız ve güçlü bir yargının olması” sayesinde Başkan Trump’a karşı çıkabilen yargı, Türkiye’ye getirilecek sistemde “çoğunu başkanın, geri kalanı onun parti çoğunluğunun seçeceği” yargı üyeleriyle herhangi bir itirazda bulunabilecek midir?

ABD’de başkan ancak “Senato’nun önerisi ve onayı” ile yargı üyesi atayabilir, bugüne kadar 11 üye Senato tarafından ret edilmiştir, bu Türkiye’de mümkün olacak mı?

TEK MECLİS- ABD’de başkanı denetleyen, milletvekilleri doğrudan halk tarafından seçilmiş 2 ayrı meclis varken bu denetim “parti çoğunluğuna başkanın sahip olduğu tek meclis”te nasıl mümkün olacaktır?

Kutuplaştırmayla olmaz

Başkanın istediği her konuda kararname yapacağı, istediği anda Meclis’i feshedeceği bir sistem “demokrasi” olarak kalıyor denebilir mi? ABD’de Başkan ancak “Senato’nun önerisi ve onayı” ile yargı üyelerini atayabilir. Bugüne kadar 11 üye Senato tarafından ret edilmiştir.

Bütün bu somut veriler ve nedenlerle yeni anayasa halka sloganlarla anlatılmamalıdır.

“Neden Evet diyoruz, çünkü PKK, HDP, FETÖ Hayır diyor, ondan” benzeri bir açıklama, bilimsel bir konu olan ve “demokrasi”nin tek tartışma olması gereken bir referandumda yanlıştır.

Kimin ne dediği değil, hangi kararın ülke için doğru olacağı önemlidir!

Yazının devamı...

Yunanistan krizi, 15 Temmuz, Merkel!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar 21 yıl sonra Yunanistan’la bir kez daha kriz yaratabilecek olan Kardak kayalıkları civarında inceleme yaptı biliyorsunuz.

Bunun “Yunanistan’a gözdağı vermek olduğu” şeklinde haberler çıktı ama AB üyesi olan Yunanistan’ın bunları pek umursadığı yok. Kardak incelemesinin ardından “Limanda fotoğraf çeken” bir Türk gemiciyi “casuslukla suçlayarak” gözaltına aldı.

Akar’ın Kardak kayalıkları incelemesinden önce “Yunanlılar, Türk karasularında olan, Türk toprağı olan, stratejik öneme haiz 16 Türk adasını işgal ettiklerinde ve bayrak diktiklerinde” tepki gösterilmesi gerektiği toplumda tartışılıyor.

Hep FETÖ’cüler

Bunun yanında Hulusi Akar’ın 15 Temmuz’da TSK içindeki FETÖ’cü grubun kalkışmasından sonra “Genelkurmay Özel Kalemi’inde görevli Kurmay Yarbay Nail Bülbül’ün ve yine Kurmay Yarbay olan eşi Bilgehan Bülbül’ün FETÖ’cü çıkması” olayı da dikkat çekici.

15 Temmuz sonrası gözaltına alınmış ve serbest bırakılmış. Nail Bülbül, Fırat Kalkanı operasyonunda filo komutanı olmuş. Sonra itirafçı bir “sivil imam” onun ve eşinin kendisine bağlı FETÖ’cüler olduğunu bildirmiş.

Darbe girişimi gecesi “yaveri Yarbay Levent Türkkan tarafından rehin alındığını” savcılık ifadesinde belirten Akar’ın Türkkan yerine atadığı kişinin de “FETÖ’cü çıkması” ciddi bir kötü tesadüf müdür, yoksa TSK’da hala bilinmeyen FETÖ’cüler önemli konumlara mı çıkarılmaktadır?

15 Temmuz ve El Bab

Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel ise “TSK içinde Cemaat’in en önemli isimlerinden” olduğu sonradan ortaya çıkan Muharrem Köse’nin de Hulusi Akar tarafından “adli müşavir” yapıldığını açıkladı.

Bunlar o dönemi iyi bilen, yaşayan ve yıllarca Balyoz kumpası mağduru olarak tutuklu kalan subaylar tarafından da kitaplarında anlatıldı.

Kısacası Hulusi Akar’ın yalnızca 15 Temmuz darbe girişimi öğleden sonra yapılan MİT uyarısından başlayarak o geceyi ve gecikmeyi tümüyle açıklama yükümlülüğü yanında bir de “daha önce TSK’daki gelişmeleri” anlatma yükümlülüğü var.

Bu yükümlülük “başkanlık sistemi” gelse de gelmese de tarihe ve topluma karşı borçtur.

Ayrıca TSK Suriye El Bab’da IŞİD’e karşı savaşırken Genelkurmay Başkanı’nın da bu operasyonlarda yer alması motivasyon, moral açısından çok önemlidir.

Akar, Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı gibi El Bab’a gitmeli, eğer TSK katılacaksa Menbiç ve Rakka’da da bulunmalıdır.

Merkel ABD’ye gitmeli

Almanya ve ABD’nin PKK-PYD’ye verdiği zırhlı araçlar kullanılmaya başlandı. Neymiş; “Rakka yakınlarında görülmüşler.”

Bu demektir ki “El Bab, Rakka, Menbiç’te IŞİD’e karşı ve ondan sonra PYD’ye geçmesin diye” savaşan Türk askerinin karşısında ABD-Alman zırhlılarıyla PKK olacak.

Diğer tarafta Merkel Türkiye’ye mülteci yollamaya çalışacak.

BM İyi Niyet Elçisi Angelina Jolie “Türkiye 3 milyona yakın mülteci aldı, ABD ise 2011’den bu yana 18 bin” dedi. İki yüzlü politikaları yalnız kendi çıkarlarına işliyor, Merkel Türkiye’ye geleceğine ABD’ye gitmeli ve mültecileri onlar almalı!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.