Şampiy10
Magazin
Gündem

Devlete sızan terör örgütleri!

Maalesef Türkiye bugün Hükümet’in de sık sık vurguladığı gibi “bir değil, birçok terör örgütünün tehdidi altında” bir ülke durumunda.

Bu örgütler, eylemleriyle asker-sivil çok sayıda vatandaşımızın hayatını kaybetmesine ve ülkemizin istikrarının, güvenliğinin, ekonomisinin olumsuz yönde etkilenmesine sebep oldular ve hala oluyorlar.

Bu durumu sadece o terör örgütlerinin hedef olarak Türkiye’yi seçmiş olması ile izah edemeyiz.

Terör ve ülkenin güvenliği konusunda devletin de; uygulanan iç ve dış politikalar, birçok olayda istihbarat zafiyeti olması, ihmaller gibi sorumlulukları olduğunu unutursak bundan sonrası için de gereken önlemleri almakta hataya düşebiliriz.

Azılı ama serbest

Fetullahçı Terör Örgütü’nün devletten hala temizlenmediği, OHAL’in bu nedenle devam ettiği bizzat Başbakan ve Yardımcısı tarafından söyleniyor.

İki Türk askerini kaçırıp infaz eden DAEŞ militanlarından birinin Türk olduğu ve “daha önce yakalanıp serbest bırakıldığı” haber oldu.

Hasan Aydın isimli bu terörist 2012’de El Kaide operasyonunda, 2015’te Hatay’dan Suriye’ye geçerken yakalanmış ve her ikisinde de serbest bırakılmış.

İki ağabeyi de 31 Aralık’ta yapılan bir operasyonda tutuklanmış.

Üçüncüsü Davut Aydın serbest bırakılmış ve o bile kardeşi Hasan Aydın için “Keşke serbest bırakılacağına tutuklasalardı. Böyle vahşi bir örgüte hizmet edemezdi” diyor.

Geleceği görebilmek!

DAEŞ konusunda yapılan bu ciddi yanlışlar, ihmaller şimdi önlendi mi, yoksa hala yakalananlar serbest mi bırakılıyor?

Güneydoğu illerinde hatta başkent Ankara’da hücreleri hatta dükkanları, kahvehaneleri olduğu bilindiğine göre bunlar kapatılıp hepsi tutuklandı mı, bunları bilmiyoruz.

PKK konusunda Çözüm Süreci’nde valilere “operasyon yapılmaması” konusunda verilen talimatlar nedeniyle örgütün güçlendiğini, silah ve patlayıcı depoladığını, iyi niyetin kötüye kullanıldığı (Eylül ve Ekim 2015’te) TV’lerden açıklanmıştı.

Bu terör örgütlerinin gerçek amaçlarının ne olduğunu, terör saldırılarıyla neyi hedeflediklerini önceden görmek ve teröriste fırsat vermemek asker-sivil vatandaşlarımızın ve ülkenin güvenliği açısından büyük önem taşır.

Bu nedenle istihbarat birimlerinin en ufak ihmali bile kabul edilemez.

Fetö’nün sızması

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tanzanya’dan sonra Mozambik’e geçti ve orada FETÖ için “Bizde devletin kurumlarına sızdıkları gibi burada da aynısını yapabilirler” dedi.

Ancak bu konuda örneğin Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel’in veya diğer sorumluların “Zamanında anlayamadık, milletten özür dileriz” gibi açıklamalarını da göz önüne almak gerekiyor.

FETÖ darbe girişiminden sonra TSK, Emniyet, yargı, MİT, Diyanet dahil en hayati kurumlardan binlerce görevli ihraç edildi, tutuklandı. Bu kadar çok sayıda sızma özür dilemekle geçiştirilebilir mi?

Başka bir ülkede uzun yıllara yayılan bir süreçte benzer ihmallerin yapılması acaba mümkün müdür? 15 Temmuz olayı da inceden inceye araştırılıp tam olarak aydınlatılmadan geride bırakılmamalıdır.

Yazının devamı...

Başkanlıkla terör nasıl bitecek?

Başbakan Yardımcısı “Başkanlık gelirse terör bitecek mi, işsizlik, gelir dağılımı, ekonomi düzelecek mi” gibi bu konuda gelen sorulardan en önemlisini dün cevapladı.

“Referandumda Evet çıktıktan sonra terör örgütlerinin soluğu çıkmayacak” dedi.

Bunun üzerine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu özetle; “Bu bir itiraftır. Hükümet Sözcüsü 80 milyonun önünde açıkça itiraf etmiştir. Demek isteseniz durdurursunuz ama yapmıyorsunuz” cevabını verdi.

Numan Kurtulmuş zaman zaman şaşırtıcı açıklamalar yapıyor ama bu söz gerçekten de net bir açıklama beklentisi yaratacaktır.

Yakın geçmişte 7 Haziran seçimlerinden sonra PKK terörü aniden ve büyük katliamlarla başladığında da 1 Kasım seçimleri için benzer sözler söylenmiş, Ak Parti “tek parti iktidarını kazanırsa terörün biteceği” birçok kez tekrarlanmıştı.

Neye dayanarak?

PKK terörü 1 Kasım seçiminde “tek parti iktidarı” çıktıktan sonra bitmedi. Aynı hızla ve illere inerek devam ettiği gibi PKK-PYD örgütlerinin Suriye içinde ilerlemelerini durdurmak, IŞİD’den alınacak yerlerin onlara verilmesini engellemek için bir de Suriye’de savaşa girdik.

Onların katliamlarla sonuçlanan bombalı saldırıları Türkiye içinde DAEŞ (IŞİD) terörü ile dönüşümlü olarak devam ederken Suriye’de de şehitler verdik.

O arada ABD’nin PYD-PKK’ya yardımları devam etti. IŞİD’le bağlantısının ne olduğu ise hala meçhul.

Türkiye, Suriye’de büyük ölçüde yalnız bırakıldı ve hala da askerlerimiz orada büyük tehlike altında.

Bütün bu sorunlar uygun bir dış politika ile çözülebilir, ABD’nin ne yapmaya çalıştığı açıkça masada tartışılabilirdi, olmadı.

Şu anda Türkiye’de, Hükümet üyelerinin de sıkça tekrarladığı gibi “birden fazla terör örgütü faaliyet gösteriyor” ve ülke her gün yeni bir saldırıyla sarsılıyor.

Bu durumda acaba Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Hükümet adına “Referandumda Evet çıkarsa terör bitecek” sözünü neye dayanarak veriyor?

Hemen bitmeli

Numan Kurtulmuş da toplumun diğer vatandaşları gibi her gün gelen şehit cenazeleri ve ailelerinin yürek parçalayan görüntülerini izliyor.

Acaba kendisi sıradan bir vatandaş olsaydı ve Hükümet Sözcüsü böyle bir açıklama yapsaydı ne düşünür, nasıl bir tepki verirdi?

O da “Madem ki terörü bitirme imkanınız var, neden referandumda Evet çıkmasını bekliyorsunuz?”

Bu sözler “Evet” çıkarsa “bir bölünmenin olacağı ve ancak o zaman terörün biteceği” anlamına mı geliyor diye düşünmez miydi?

Bu konuşmanın açıklaması da kısa sürede yapılmalı, sandığa gidecek olan halk “1 Kasım seçimi sonrası bitirilemeyen terörün nasıl biteceğini”, nedenlerini öğrenmelidir.

Yazının devamı...

Halkın endişeleri, CHP ve HDP!

Başbakan Binali Yıldırım Ak Parti’nin 7 Şubat’ta referandum kampanyalarına başlayacağını söyledi.

Nisan ayı başında da referanduma gidileceği belirtiliyor.

Birçok farklı kesimden bize ulaşan mesajlar referandum konusunda endişeler içeriyor.

Bu kampanyalar da “Evet” diyecek olan 2 partinin, “Hayır” diyecek olan kesimlerden çok daha fazla imkana sahip olacağı, medya yayınlarından başlayarak belediyelerin ve devlet kurumlarının “bu güçleri kullanma imkanına sahip olan” iktidar tarafından kullanılacağı gibi endişeler bunlardan bazıları.

Oy pusulaları için seçilen “beyaz ve kahverengi” renkleri, “Hayır” oyu için kullanılacak mühürün bile “Evet” olarak yazılmış olması gibi konular bile bu tepkiler içinde mevcut.

YSK tarafsız mı?

Bundan önceki seçim ve referandumlarda “YSK’nın denetleyeceği” birçok konuda, ihbarları, sorulan soruları dikkate almadığı görülmüştü.

Seçimlerdeki tarafsızlığına mutlak güven duyulması gereken Yüksek Seçim Kurulu’ndan 15 Temmuz sonrası 298 hakim ve zabıt görevlisi FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırıldı, tutuklandı.

Başbakan Yıldırım ve Yardımcısı Numan Kurtulmuş “Devletin henüz FETÖ’den temizlenmediğini” açıkladılar.

Bu durumda halkın endişeleri haksız sayılmaz; YSK ve yargının bugün daha öncekiyle aynı şekilde davranmayacağının, “referandumun güven içinde yapılacağının” garantisi nasıl verilecek?

Toplumun “bundan önce FETÖ’cü hakimlerin denetlediği” ortaya çıkan seçim ve referandumların nasıl meşru sayıldığı sorusunu kim cevaplayacak?

HDP’nin açıklaması

HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım, “CHP’nin çok zaman önce söylemesi gerekenleri” söylediği bir konuşma yaptı.

Biliyorsunuz 2010 referandumunda HDP katılmayacağını açıklamış ama sonra Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da “Evet”i destekleyen bir çalışma sürdürmüştü.

Referandum ve seçim öncelerinde, tam aksi bir tablo ortadaysa bile “CHP ile HDP’yi, hatta PKK’yı aynı çizgide gösteren” propagandalar yapıldı.

CHP bunlara gereken tepkiyi, zamanında veremedi. Bu referandumda da HDP “Hayır” diyeceğini açıkladı. CHP de “Hayır” diyeceği için yine aynı safta kalıyorlar.

PKK terörü sürerken, Suriye’de PYD-PKK nedeniyle Türkiye savaş halindeyken bu durumu kullanacak yanlış bir propaganda ciddi bir “haksız rekabet” doğuracaktır.

HDP’li Yıldırım şöyle diyor; “CHP 100 yıllık statükoyu korumak için ‘Hayır’ diyor. Değişikliği yapmak isteyenler de ülkeyi 200 yıl geriye götürmek istiyor. Biz ikisini de ret ediyoruz(…) Çok güçlü bir “Hayır” kampanyasını halkımızla birlikte sürdüreceğiz”.

Dikkatle okunursa bu sözlerde “yıllarla ilgili” çelişki var.

Toplum kesimleri “Öcalan’ın başkanlık sistemini desteklediğini” açıklamış olduğunu hatırlıyor. Bu durumda HDP’nin, federatif bir sisteme de yol açabilecek olan başkanlık referandumuna “güçlü bir şekilde ‘Hayır’ diyecek olması” yine iki açıdan da çelişki olarak ortaya çıkıyor.

Parlamenter rejimi değiştirecek olan referandumun kampanyaları ve sonucu sürprizler doğuracak mı; merakla bekleniyor.

Yazının devamı...

Bir ABD subayı gerçeği anlatıyor!

Türkiye’de bir yandan “siyasi sistemini değiştirecek olan ve bu nedenle tepkilere, tartışmalara neden olan yeni anayasa maddeleri” hızla Meclis’ten geçerken diğer tarafta terörle ilgili ciddi sorunlar yaşıyor.

Diyarbakır Sur’da polis aracının geçişi sırasında PKK’nın patlattığı bomba ile 5 polisimiz şehit oldu. Arkasından Suriye El Bab’da DEAŞ’ın bombalı saldırısında 5 askerimiz şehit oldu, 9 asker yaralandı.

Dün Ağrı’da PKK’ya karşı karadan ve havadan operasyon başlatıldı. Oysa bu PKK’lılar diğer ülkelerden ve PYD’den yardım aldıkları ve sınırlardan rahatça geçtikleri için operasyonlarla bitirilmeleri kolay değil.

Aynı şekilde DEAŞ’lıların zaten ülkeye girmiş olanlarının Türkiye’de kurdukları hücreler yetmiyor gibi, Irak’ın Ankara Büyükelçisi Hişam El-Alevi “Binlerce DEAŞ’lının Türkiye’ye geçtiğini, bir kısmının da geçmek üzere olduğunu” açıkladı.

En önemli sorunumuz

Uzunca bir süredir uyarıyoruz, şu anda yeni anayasadan da önemli, ilk eğilmemiz gereken sorun budur.

Parlamentodaki tüm partilerin ve “milli irade” dediğimiz toplumun bu konuda sorumluluğu vardır.

Suriye’de “El Bab’dan DEAŞ’ı çıkaracağız” derken çok sayıda askerimizi şehit veriyoruz. Çünkü oraya da terör örgütleri ve yardımcıları devamlı takviye birlikler ve cephane gönderiyor.

Türk askeri savaşırken “Türkiye vatandaşlığı verilmiş Suriyeli erkekler” neden kendi ülkelerini savunmak için El Bab’da değiller?

Bu neden talep edilmedi? Suriye’de El Bab, Menbiç, Rakka neden bizim sorunumuz da ABD’nin veya Suriyelilerin değil?

Kenneth O’Keefe…

Kenneth O’Keefe 1991’de Irak Körfez Savaşı’nda yer almış bir Amerikan deniz komandosu. Savaş karşıtı bir aktivist.

Irak Savaşı nedeniyle ABD vatandaşlığını ret ederek İrlanda vatandaşlığına geçmiş. Sonra İsrail ordusunun saldırısına uğrayan Gazze ordusuna katılmış, İsrail tarafından şiddet görmüş.

Televizyonlarda çok önemli açıklamalar yapıyor. DEAŞ’ın üzerinde ABD’nin parmağı olduğunu, bu nedenle DEAŞ’ın İsrail’e hiç saldırmadığını, tam aksine yaralı DEAŞ’lıların İsrail’de tedavi edildiğini, Trump veya Obama politikaları arasında bu açıdan bir değişiklik olmayacağını, Ortadoğu’da bütün yaşananların “Büyük İsrail Projesi” kapsamında planlandığını…

Irak savaşının aslında bir başarısızlık değil, tam istenen sonucu doğurup Irak’ı parçaladığını, şimdi Suriye’de amacın aynı olduğunu, mezhepçi nefret tohumları ekilerek bu savaşların çıkarıldığını anlatıyor.

Esad giderse yerine El Kaide, DEAŞ, El Nusra gibi örgütlerin geleceğini de!

ABD ordusunda savaşmış ve ABD’nin gerçek yüzünü gördükten sonra milliyet değiştirmiş bir komandonun ağzından gerçekler.

Bu uluslararası projeler ortadayken, ABD bize neden destek vermediğini açıklamazken Suriye’de ne yapıyoruz?

Bunları anlatanlara “onlar bir şey bilmiyor” demek yetmez, her şeyi bir yana bırakıp “ülkemizi PKK-PYD ve DEAŞ’tan temizlemeye” bakmalıyız. Yoksa daha büyük bir tuzağın ortasında kalacağız!

Yazının devamı...

CHP neden ‘özgür Meclis’i konuşmuyor?

Yeni anayasa maddelerinin Meclis oylamaları sürüyor. Milletvekili olma yaşı 18’e indi, milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinin “5 yılda bir ve aynı gün” yapılması, yargının “bağımsız ve tarafsız” olması kabul edildi.

Bunlar arasında sonuncusu gibi “soyut kavramlar” içeren maddelerin uygulaması nasıl olacak bilmiyoruz.

Mevcut anayasada da “yargı bağımsızlığı” vardır ama yıllarca FETÖ tarafından işgal edilmiş bir yargının “bağımsız olduğuna” inanmak zorunda kaldık.

Balyoz-Ergenekon davaları sürecinde bilirkişi raporlarına bakmadan, sanıklar tanık yapılarak” yazılmış iddianamelerle yıllar boyu süren davaları izledik.

Bağımsız yargı

O süreçte hep “yargı bağımsızdır, saygı gösterelim” dendi ama sonunda hiç de bağımsız olmadığı anlaşıldı.

Şimdi Başbakan da, Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş da “FETÖ’nün devletten arındırılmadığını, bu sağlanana kadar OHAL’in devam edeceğini” söylüyorlar.

Bu durum sürerken yargının bırakın “bağımsız ve tarafsız” olmasını, sadece “bağımsız” olduğuna nasıl güven duyulacak?

FETÖ böyle kolayca ağ kurup yayıldıysa, OHAL sonsuza kadar sürmeyeceğine göre bunun tekrarı veya bir başka örgütün sızması nasıl önlenecek?

“Cumhurbaşkanına OHAL yetkisi veren madde”deki soyut tanımlar da böyle.

Örneğin, herhangi bir protesto hareketi de “Anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik şiddet hareketi” olarak değerlendirilebilir ve OHAL ilan edilebilir mi?

Toplantı ve protesto özgürlüğü net şekilde tanımlandı mı?

Meclis iktidarı mı?

Başbakan Binali Yıldırım’ın yeni anayasa ile ilgili konuşmasından bir bölüm şöyle:

“Anayasa değişikliği ne getirecek diyorlar. Darbecilerin sonunu getirecek. Meclis iktidarından millet iktidarına giden yolu açacak…

Bu sistemle millet kendisini yönetenleri doğrudan seçecek. Kendisini yönetenleri denetleyecek milletvekillerini de seçecek.

Kendisi hükümetini doğrudan denetleyecek… Millet yetkiyi verecek, hesabı da soracak.”

“Darbecilerin sonunu getirme” önlemi olarak birçok karar (Harp akademileri, tüm askeri okulların kapatılması, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı üniversite kurulması gibi) KHK’larla alınmadı mı?

Meclis’i oluşturan “millet”vekilleri adı üstünde zaten “milleti temsil ettiğine göre” Meclis iktidarından millet iktidarına giden yol nedir?

Millet nasıl denetleyecek, hesabı nasıl soracak?

Bari vekilini seçsin!

Yeni anayasa ile “kendisini yönetenleri denetleyecek milletvekillerini millet seçecek” cümlesi ise konuşmanın can damarı.

Hangi madde “milletvekillerini liderler yerine milletin seçeceğini” belirtiyor?

Böyle bir madde yok ve “Meclis’in birçok yetkisinin alındığı, hükümet yetkilerinin de tek kişiye devredildiği bir sistemde Meclis’in hiç değilse denetim yapabilmesi için” de olması şart.

Acaba CHP “yargı bağımsızlığı” için yaptığı itirazları “Meclis bağımsızlığı” için neden yapmıyor?

Milletin kendi vekillerini seçmesine hepsi mi karşılar, açıklamaları lazım!

Yazının devamı...

Türkiye sınırları açık mı?

Türkiye o kadar kritik ve tehlikeli bir sürecin içinde ki okuduğumuz, duyduğumuz her haber bizi eskisinden daha farklı etkilemeye başladı.

Mesela Almanya koalisyonla yönetiliyor ama hiçbir sıkıntısı yok. Dikkat çeken haber şöyleydi; “Berlin iyi bir yıl geçirdi. Geliri giderini 6.2 milyar Euro aşınca ‘bu parayı nereye harcayalım’ tartışması çıktı”.

İktidardaki koalisyon, muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarından görüş istemiş. Sağcılar “vergiyi indirelim” demişler, solcular “parayı eğitim ve alt yapıya harcayalım”…

İktidarın “muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarından” görüş istemesini mi kıskanalım yoksa ekonomik istikrarlarını, gelirin gideri milyarlarca Euro aşmasını mı?

Afganistan örneği

Sonra gözüm Afganistan kraliyet ailesinden gelen, Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han’la yapılan güzel röportaja takılıyor. (15 Ocak 2017, Hürriyet Pazar-Ayşegül Savur Özgen)

ABD’nin bugün Ortadoğu’da ve dünyadaki terörle ilişkisi…

“Filistin meselesi, İslam dünyasının Batı tarafından mağdur edilmesinin sembolüdür. Sovyetler’in Afganistan’ı işgali, Irak Savaşı gibi olaylar da bu mağduriyet hissinin büyümesine yol açtı. Afganistan’da 1979-1989 arası 10 yıl süren savaşta, yakın zamanda Hillary Clinton’ın da itiraf ettiği gibi, ABD mücahitleri silahlandırdı, Suudi Arabistan da buna finansörlük yaptı.

Komünizme karşı Yeşil Kuşak Projesi… El Kaide’nin Afganistan’da kuruluşu da bu döneme dayanır.

Sonra Amerika bölgeden gidince ortada silahlanmış radikaller kaldı.”

Tarihin penceresi

Bu radikal grupların nasıl dünyaya, özellikle Ortadoğu’ya yayıldıklarını, onlardan yeni terörist grupların türediğini anlatan Ahmet Kasım Han şunları da söylüyor:

“İçimde ne çok keşke var bilseniz… Tarihin sana açtığı pencere, verdiği şans var ya… Kullanacaksın! Ne yazık ki Afganistan’ın penceresi uzunca bir müddet, bir sıçramaya imkan veremeyecek şekilde kapandı.

Pakistan’ın, İran’ın hikayesi de bundan farklı değil. Oysa Türkiye’nin o eşikten geçmek için her türlü kaynağı var. Demek ki iş sadece tercihe kalmış.

Türkiye, İslam coğrafyasının kalanına bakıp, durduğu yerin kıymetini bilmek mecburiyetinde.”

Buradan Irak Ankara Büyükelçisi Hişam El-Alevi’nin üç gün önce yaptığı açıklamaya geçelim.

Binlerce DEAŞ’lı…

EL Alevi, Musul operasyonu nedeniyle oradan ayrılan binlerce DEAŞ’lıdan önemli bir kısmının Türkiye’ye geçtiğini ve bir kısmının da geçmeye çalıştığını söyledi.

Irak ve ABD, bölgeye kendi istedikleri güçleri yerleştirmek için Türkiye’nin Musul operasyonuna katılmasını istemediler. Şimdi ise Irak iyi niyet gösterisi yaparak “Musul’dan gelen DEAŞ’lı teröristlerin Türkiye’ye geçtiği” uyarısı yapıyor. Afganistan’da başlatılan, Pakistan’da, Suriye ve Irak’ta sürdürülen politikaların Türkiye’ye neye mal olduğunu, dostu-düşmanı görmemiz lazım.

Bu DEAŞ’lılar neden Suriye’ye veya diğer ülkelere geçmek yerine Türkiye’yi seçiyorlar ve yüzlercesi nasıl kolayca sınırdan geçiyor, bu hayati soruların cevabı verilmelidir.

Yazının devamı...

Terör ve Güneydoğu Referandumu!

Diyarbakır Sur’da Pazartesi günü PKK’nın bombalı saldırısında 4 polis şehit oldu, çok sayıda yaralı olduğu bildirildi. Terör örgütlerinin “dönüşümlü” ve anlaşmalı olarak yaptığına kesin gözüyle bakabileceğimiz bir terör sürüyor. DEAŞ ve PKK terörünü yapan militanlar önceleri Suriye’den, Irak’tan geliyordu, şimdi Kırgızistan, Özbekistan gibi ülkeler de dahil oldu.

Irak’ta, IKBY sınırları içinde PKK’nın yıllardır merkezi olan ve Türkiye’deki terörlerinin kaynağı Kandil’den sonra “İkinci bir Kandil’e izin vermeyiz” dediğimiz Sincar da maalesef ikinci Kandil olma yolunda.

Terörist yetiştiriyorlar

IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani Türkiye’nin bu çıkışlarından sonra “PKK Sincar’dan çıkacak. Çıkmazsa vururuz” dediğinde, bunun bir yanıltma olduğuna dikkat çekmiştim. Nitekim, bırakın çıkmayı terör örgütü Sincar’da yeni kamplar açtı ve buralarda PYD ile birlikte terörist yetiştiriyor. Irak Başbakanı Haydar el-İbadi Salı günü “Musul’un DEAŞ’tan temizleneceğini” açıkladığı konuşmasında; IKBY’nin yani Mesut Barzani’nin peşmergeleri için “Peşmerge Irak savunma sisteminin bir parçasıdır” dedi.

Barzani ise “Kürdistan’ın yakında kurulacağını” her fırsatta tekrarlarken “DEAŞ’tan aldıkları yerleri IKBY’ye (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) dahil edeceklerini” de söylüyor.

Irak susacak!

Özeti nedir? Irak yönetimi Irak topraklarının büyükçe bir kısmında Kürdistan’ın resmen ilanına ses çıkarmayacaktır.

IKBY, PYD, PKK ve hatta Irak yönetimi anlaşma halindedir.

Suriye’nin “Rojova kantonları” için de aynı şey söz konusu... Ortadoğu üzerine yapılmış olan ve bugüne kadar “DEAŞ’la mücadele” bahaneleriyle (oysa DEAŞ’ın da içinde olduğu şekilde) yürütülen plan tam istedikleri şekilde gelişiyor.

Bu plan şu anda Türkiye’ye “2 örgütün dönüşümlü terörü ve çok sayıda can kaybı” olarak yansıyor ve ne yazık ki bu şartlar altında bitecek gibi görünmüyor.

Türk Hükümeti’nin bir an önce ABD ve AB ülkeleri ile masaya oturarak (Suriye’den, Halep’ten önce) Türkiye için yaratılan tehlikeyi, bunun sonunda nereye varılmak istendiğini açıkça konuşması gerekirdi.

Bu konu ertelendikçe ordumuz ve sivillerimiz süresiz şekilde terörle karşı karşıya kalabilir.

Referandumda Güneydoğu

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu bazı HDP milletvekilleri ve Ahmet Türk bir süredir tutuklu.

Demirtaş’a 142 yıl hapis istenmiş. HDP şu anda “Bu suça ortak olmayacağız” benzeri söylemlerle yeni anayasa teklifine karşı görünüyor.

Ancak daha önce HDP’nin önde gelen bazı isimleri “ABD ve Meksika tipi başkanlığı destekleriz” demişlerdi. İkisi de federal devlet; ABD’de 50 eyalet, Meksika’da 31 eyalet var.

Bizim başkanlık sistemi için bu iki ülkede daha önce örnek verilse de, son olarak “Türk tipi başkanlık”ta karar kılındı.

HDP ve referandum konusu hâlâ, hapisteki isimlere rağmen karışık görünüyor.

O nedenle, eğer referanduma karar verilirse Güneydoğu ve Doğu’dan çıkacak oylar merakla beklenecektir.

Yazının devamı...

Terör hücreleri ve referandum!

Yılbaşı gecesi Reina’da yaptığı silahlı saldırıyla 39 kişiyi katleden Uygur asıllı IŞİD’li terörist Abdulkadir Masharipov yakalandı.

Konuşan bütün terör uzmanları “Yakalanmasının, özellikle de canlı yakalanmasının güvenlik güçleri ve istihbaratın büyük başarısı” olduğunu söylediler.

Doğrudur, IŞİD’li olduğu bilinmesine rağmen “arkasında tam olarak hangi güçlerin bulunduğunun çözülmesi” için canlı yakalanması çok önemliydi.

Yalnız tabii bir ülkede istihbarat ve güvenlik güçlerinin asıl başarısı “bu terör saldırıları olmadan önce” teröristleri tespit edip yakalamak ve önlemektir.

AB ülkelerinde terör saldırıları alınan sıkı sınır ve güvenlik önlemleriyle büyük ölçüde azalmıştır.

Türkiye’ye nasıl yayıldılar?

Daha öncekiler, Reina teröristi ve ona yardım eden yine dış ülkelerden gelmiş kişiler mülteci veya turist gibi Türkiye sınırlarından rahatça giriyor, evler tutuyor, bomba hazırlıyor, kendi videolarını çekip eğleniyor.

Bağlantıları soruşturulurken diğer tarafta ülkenin teröristler için nasıl Yolgeçen Hanı’na döndüğü ve fark edilmedikleri, bulunan-bilinen hücrelerin bile nasıl temizlenemediği konusunda güvenlik ve istihbarat bilgi vermelidir.

Ülke yönetimleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Haziran 2016’da Fransa’ya “Sizin istihbaratınız yok mu” diye sorarak belirttiği gibi “ülkede olan terör saldırılarının, can kayıplarının sorumluluğunu” taşırlar.

Mülteci meselesi

TV’de bir tartışma programında Mekke doğumlu hukukçu Selman Öğüt “Basın özgürlüğü konusunda Avrupa ülkelerinin örnek verilmesine” karşılık onları vicdansızlıkla suçluyor ve şu sözlerle kızıyordu:

“Mültecileri bile almayan bir Avrupa. ‘Ekonomimiz bozulur’ diyorlar, bizim ekonomimiz daha mı iyi?”

Mültecileri “kılı kırk yararak, az sayıda alan” ülkeler sadece AB’de değil. ABD de almıyor, Arap ülkelerinin çoğuna turist olarak girmeleri bile çok zor.

Bunun önemli bir nedeni bizim “milyonlarca mülteci için harcadığımız milyar dolarlar” gibi ekonomiyi ciddi şekilde etkileyecek bir maddi sorunun yanında “o mültecilerin arasına karışıp giren terör militanlarını kontrol edememek”tir.

Nitekim Türkiye’nin ekonomisi zor durumda, bunda terör ve siyasi belirsizlikler nedeniyle ortaya çıkan istikrarsızlık, kesilen turizm ve yatırımların büyük rolü vardır.

Batı’nın mültecilere maddi yardım sözünü tutmamasına kızabiliriz ama kendi ülkelerinde önlem almalarına kızamayız.

Meclis’te 2’nci tur!

Bugün TBMM’de yeni anayasanın ikinci tur görüşmeleri başlayacak.

Diyarbakır Sur saldırısında şehitlerimiz, yaralı askerlerimiz var. Reina teröristi haklı olarak gündemin başında… Ancak bu karmaşa sırasında devam eden anayasa turları aceleye gelmemelidir.

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop “Bahçeli-Kılıçdaroğlu görüşmesinden sonra Kılıçdaroğlu’nun da ikna olacağına eminim. CHP muhteviyata bakmamış” dedi.

Dün de yazdığım gibi “Bir toplumsal mukavele” yapılmaktadır. Liderlerin ikna olması değil, tüm toplumun anlaması ve ikna olması gerekir.

Aceleye gelmemesi sağlanmalıdır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.