Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Yerli ve milli’ demek yeter mi?

Televizyonlarda, radyolarda devamlı “yeni anayasa” tartışmaları yapılırken yeni anayasanın maddeleri yıldırım hızıyla Meclis’ten geçirildi. Ancak…

Yeni anayasa teklifinde kafa kurcalayan, anlaşılmayan çok şey olduğu gibi duruyor.

Tarafsız hukukçuların çoğu “denetim ve denge mekanizmalarının ortadan kalkmasının” ve “tüm gücün denetimsiz şekilde tek elde toplanmasının” en büyük sorun olacağını ve demokratik ülkelerde buna karşı önlemler alındığını söylüyorlar.

Hukukçuların üzerinde durduğu önemli bir nokta da şu: Anayasa’nın 6’ncı maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiç kimse veya organ, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”

Meclis denetimi

Anayasa’daki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü dillerden düşmez biliyorsunuz. Yalnız… Bunu unutmadığımıza göre 6’ncı maddenin devamını da unutmamalıyız.

Çünkü… Millet, “kayıtsız, şartsız egemenliğini” TBMM ile, seçtiği vekillerle kullanır.

Yeni anayasada ise Meclis’in sözlü soru, gensoru hakkı bile elinden alınıyor. (Oysa yine Anayasa hukukçuları bunların “denetim ve kamuoyunun bilgilenmesi açısından çok önemli” olduğunu defalarca dile getirdiler.)

Parlamentonun en önemli görevlerinin başında “yürütmeyi denetlemek” gelir, bunu yapamayacağı bir sistemde “yürütme yetkisinin, tüm bakanlıkların bir arada yaptığı işlere ait yetkilerin bile bir kişide toplanacak olması” son derece sakıncalıdır.

Birçok kanun yerine “Cumhurbaşkanının hazırlayacağı kanun hükmünde kararnameler” geçecek.

Toplumsal mukavele

Cumhurbaşkanı ve Başbakan “ana muhalefetin anayasa değişikliği görüşmelerindeki tavrını” eleştiriyorlar. Oysa burada söz konusu olan “bir seçim veya sadece yargı referandumu” gibi bir durum da değildir.

Yönetim “parlamenter sistem”den “Türk usulü bir başkanlık” sistemine geçilmesini sağlayacak bir “yeni anayasa” için oylama yapılmaktadır.

Anayasa bir “toplumsal mukavele”dir, toplumun tüm kesimlerini, bütün farklı görüşleri en azından ortak bir paydada birleştirmelidir.

Burada sadece “2 parti çoğunluğu” ile, ana muhalefet partisinin hiçbir itirazı üzerinde durulmadan, bir anayasa yapılıyor, eleştirirken buna da dikkat gerekir.

Yüzde 10 barajı daha önce özellikle “HDP Meclis’e girer” düşüncesiyle kaldırılmıyordu, şimdi HDP Meclis’te ve bu baraj yüzünden ciddi bir oy kitlesi diğer partilere gidiyor, milli irade Meclis’e yansımıyor.

Bunun yanında “milletvekillerini milletin seçmesi, böylece daha özgür bir Meclis’in oluşması” tüm uyarılara, taleplere rağmen hiç dinlenmiyor.

“Diğer ülkeler kendi başkanlık sistemini oluşturmuş, biz de kendimize göre bir sistem yaparız” sözü kulağa yerli ve milli gelse de diğer demokratik ülkelerin “hak ve hukuka uygun, denetime açık” sistem yaratmak için her önlemi aldığını görmek gerekir.

Yazının devamı...

Kıbrıs ve muhtarlar!

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Kıbrıs Rum Kesimi için çözüm getirecek görüşmelerin özellikle son günleri çok önemliydi.

Buna rağmen nedense Cenevre görüşmeleri gündemde “Yeni anayasa için Meclis kavgaları” kadar yer bulamadı.

Oysa Kıbrıs’ta sınırların, siyasal hakların, eşit vatandaşlık haklarının belirleneceği bu toplantı Türkiye için çok önemliydi.

50 yıl bekledik

Cuma günü KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı Cenevre’deki “Kıbrıs için son umut” denilen Kıbrıs müzakerelerinde “Rum tarafının kabul edilemez bir haritayı Birleşmiş Milletler’e sunduğunu” söyledi.

Rumlar “Türklerin sunduğu öneriyi kabul edilemez bulduğunu” BM’e bildirmiş, Türk kesimi de aynı şekilde karşı öneriyi kabul etmediğini yazılı olarak iletmiş.

Cumhurbaşkanı Akıncı “50 yıldır Kıbrıs sorununun çözümü için beklendiğini” belirtti ama müzakereler bir sonuca ulaşamadan bitti. Bizim için karşı taraftan çok daha fazla kayıp içeren bir sonuçtur bu.

İhbarcı muhtar

Mersin’in Mezitli ilçesi Cemilli köyünde göreve başlayan bir muhtar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “terörle mücadele için gerekirse ihbarda bulunun” talimatı üzerine hemen 18 köylü hakkında “FETÖ, PKK, DHKP-C üyesi oldukları ve Cumhurbaşkanı’na hakaret ettikleri” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş.

Köylüler ise suçlamaları ret ederek Muhtarın daha önce “Atatürk’e hakaretten” yargılandığını ve akşamları evlerin kapısını dinlediğini söylemişler.

Terörle mücadele bu gidişle Balyoz-Ergenekon “kumpası”nda masum olduğu halde sahte ihbarlarla, “sehven” denerek yapılmış haksız suçlamalar ve tutuklamalarla binlerce kişinin hayatından yılların çalınmasına dönecek.

“Bu ülkenin, Cumhuriyet’in kurucusu, milletin önderi Atatürk’e hakaretten yargılanmış” bir muhtarın göreve bile dönememesi gerekirken dönmüş ve döner dönmez 18 kişiyi birden ihbar etmiş.

Bu kişilere karşı husumeti olup olmadığı, bir intikam duygusuyla hareket edip etmediği belli değil. Sadece “FETÖ” demiyor, Türkiye’de faaliyet gösteren tüm terör örgütlerini neredeyse bir DAEŞ eksik olmak üzere sıralıyor.

Biz Balyoz-Ergenekon döneminde daha ilk başlarda yaptığımız gibi önceden uyarmak zorundayız; muhtarlara veya vatandaşlara “ihbar edin” dendiği anda Türkiye’de binlerce kişi daha haksız yere mahkum edilebilir.

Bugüne kadar binlerce kişi “FETÖ’yle bağlantısı olduğu” iddiasıyla tutuklandı, görevden alındı. O arada hiç ilgisi olmayan gazeteciler de FETÖ ile ilişkili olduğu öne sürülerek tutuklandı.

Aynı şekilde ilgisi olmayacağı belli bazı gazeteler suçlandı, devamlı olarak “iddianın yalan olduğunu” belgelerle ispatlamak zorunda kaldılar.

Hatırlamak gerekir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da 15 Temmuz sonrası yapılan operasyonlar için “At izi, it izine karıştı” demişti.

Diğer tarafta yıllardır Gülen’le görüşen, onu ekranlardan öven, kumpaslarına cansiperane destek veren birçok kişi hiçbir şey olmamış gibi işine devam ediyor, onlara dokunulmuyor.

Muhtarların ihbarları da dikkatle incelenmeli, masum insanların aile boyu haksızlıklara uğraması önlenmelidir.

Yazının devamı...

Erken seçim tehditleri!

Türkiye’de partilerin koalisyon yapması özellikle yeni anayasa sürecinde “istikrarsızlık”la eşdeğer tutuluyor ama AB ülkelerinde koalisyonlarla son derece istikrarlı şekilde yönetilen 22 ülke var.

Dünyanın en zengin ilk 50 ülkesi arasında 30’u koalisyonla yönetiliyor.

Bu ülkelerde partiler “tek başına iktidar” olacak oyu alamamışsa hemen “erken seçim yapacağız” demiyorlar.

Ülkenin huzuru, düzeni sarsılmasın ve tabii devlete yeniden maddi yük çıkmasın diye aralarında anlaşıyor ve birlikte yönetiyorlar.

Bizde durum böyle değil, en hayati sorunlarımız çözüm beklerken erken seçimden söz etmek garip karşılanmıyor.

Baraj altında

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “erken seçim”leri çok sever.

2002 yılında DSP-MHP-ANAP üçlü koalisyonu sırasında da “erken seçim” istemiş ve yüzde 8.3 oy oranıyla baraj altında kalarak Meclis’e girememişti. (CHP o seçimde yüzde 19.4)

2002-2015 arasında Ak Parti tek başına iktidar oldu. 7 Haziran 2015 seçiminden ise “tek parti iktidarı” çıkmadı.

AKP %40.9, CHP %24.8, MHP % 16.2, HDP %13.44…

Bahçeli daha 7 Haziran’ın akşamında “Koalisyon kurmayacağını, erken seçime gidilmesi gerektiğini” söyledi.

1 Kasım seçiminde MHP’nin oyu % 11.9’a düştü, 40 milletvekili kaybetti ve HDP’nin de altında oyla 4’üncü parti haline geldi. (CHP: % 25.3)

İki parti de istiyor

Aslında MHP Genel Başkanı için; kendi inadı nedeniyle 5 ay içinde 40 milletvekili kaybetmek bir yana, “HDP’nin altında oy almak” tabanına karşı da başlı başına yeterli istifa nedeniydi ama Bahçeli istifa etmedi.

Tam aksine, istifasını isteyen, olağanüstü kongre isteyen ve genel başkanlığa adaylığını açıklayan isimlerle uğraştı. Bu adaylara desteğini açıklayan il ve ilçe örgütlerini feshetti.

İki gün önce Bahçeli bir kez daha “Anayasa değişikliği teklifi parlamentodan geçmezse parlamento yenilenmeli, erken seçim olmalı” dedi.

Ondan bir gün sonra, TBMM’de “yeni anayasa” görüşmeleri devam ederken CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel “Erken seçim kararının hemen alınması gerektiğini, bu karar alınırsa tam destek vereceklerini” açıkladı.

Demek ki 2 muhalefet partisi de erken seçimi düşünüyor.

Önce değişim!

CHP’nin yeni anayasa maddelerinin Meclis’ten geçmesini engelleyemeyişi, son çare olarak erken seçimi gündeme getirmelerine neden olmuş olabilir.

Ancak unutmasınlar ki bugün “tek çare”ye kalma nedenlerinin başında; partilerinin yenilenmesini, oy arttıramayan genel başkanın değişmesini ve partinin “son seçimlerden güçlü çıkmasını” sağlayamamış olmaları geliyor.

Şu anda eğer anayasa görüşmelerine itirazları varsa yapacakları şey, bir boks salonu havasına dönen Meclis görüşmelerinden çekilmektir.

MHP Genel Başkanı’nın erken seçim çıkışını konuşmaya bile gerek yok.

Yeni anayasa teklifi parlamentodan geçmezse AKP nasılsa erken seçime gidecektir ama herhalde MHP de bu seçime “kendisini 4’üncü parti yapan genel başkan değişmeden” gitmeyecektir.

Muhalefet partilerinin “ülkelerine güçlü muhalefet kazandırma” görevi vardır.

Yazının devamı...

Dolar, açık oy ve kavga!

Çarşamba günü ABD Dolar’ı 3.94 seviyesine çıktı ve uzmanlar bunun “tüm zamanların en yüksek seviyesi” olduğunu söylediler.

Merkez Bankası’nın müdahalesinden sonra Dolar dün 3.78’e indi.

Ekonomistler bu hızlı yükselişlerin Türkiye’nin istikrarı ile, terör ve savaş ortamının devam etmesiyle, ülkenin “yatırım yapılabilir” durumunun değişmesiyle ilgili olduğunu bildiriyorlar.

Bunların yanında “TBMM’de devam etmekte olan Anayasa görüşmelerinin, ülkenin geleceğiyle ilgili belirtilen endişelerin” döviz kurlarını ve tüm ekonomiyi etkilediği de bildiriliyor.

Bunlarda vatandaşın bir dahli, sorumluluğu olamaz, tümüyle yönetimi ve uygulanan politikaları ilgilendiren sorunlardır.

Dolar teröristi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolar’ın 3.94’e yükselmesinden bir gün sonra “Elinde silahı olan teröristle, elinde doları, avrosu, faizi olan terörist arasında amaç bakımından fark yoktur” dedi.

Bu sözler “insanların istediği şekilde yatırım yapma özgürlüğü”nü, temel insan haklarını kısıtlamıyor mu?

Şu anda bankada dövizi bulunan, başta on binlerce iş adamı ve tabii yabancı yatırımcılar olmak üzere herkesin “terörist sayılma” korkusu içinde ne yapacağını şaşırdığı tahmin edilebilir.

Maalesef Türk Lirası dünyada en çok değer kaybeden paralardan biri oldu ve değer düşüşü devam ediyor. Bu durumda parasının erimemesini isteyen vatandaşların döviz veya altına yönelmeleri doğal değil midir?

Vatandaşın tasarrufunun her çeşidi teşvik etmek, yabancı yatırımcıları ise panik içinde uzaklaşmaya sevk edecek söylemlerden uzak durmak çok daha akılcı ve sakin bir politika olacaktır.

Anayasa ve anketler

Yeni anayasa maddelerinin Meclis Genel Kurulu’ndaki oylamaları, özellikle “açık oy kullanan” milletvekilleri nedeniyle büyük kavgalara neden oluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda da şunları söyledi:

“Eğer milletin iradesine güveniyorsanız, eğer Gazi Mustafa Kemal’in ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesine inanıyorsanız bırakın bir an önce müzakereler bitsin, milletin önüne gitsin”.

Cumhurbaşkanı Meclis’teki kavgaları yatıştıracak sözler söylemekte haklıdır ancak milletin “önüne gelecek yeni bir anayasa”yı anlamadan oy vermesi doğru değildir.

Anketler toplumun büyük kesimlerinin bu konuda hiç bilgisi olmadığını gösteriyor.

Egemenlik…

Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ise Meclis’teki tartışmaların ana nedenlerinden biri.

Ana muhalefet partisi “yeni anayasadaki şartlarla gelecek Türk tipi bir başkanlık sistemi”nde egemenliğin “milleti temsil eden Meclis’ten alınarak bir kişiye verileceği” konusuna tepki gösteriyor.

Anayasa hukukçuları ve siyaset bilimcilerin de aynı konudaki uyarıları önemlidir.

Son olarak; Meclis’teki kavgalarda bir kadın milletvekiline fiziksel saldırıda bulunan, bir erkek milletvekilinin bacağını ısıran kişilerin iktidar partisinden oluşunu da unutmayalım.

Meclis çatısı altında bu şiddet olaylarının yaşanmamasına tüm partiler dikkat etmek zorundadır.

Yazının devamı...

‘Bir değil, Bin Ali feda olsun’, neden?

Başbakan Binali Yıldırım, “Başkanlık sistemi geçerse kendi başbakanlığı son bulacak ama yine de istiyor” diyenlere şöyle cevap vermiş: “Memleketim için bir Ali değil, Bin Ali feda olsun”…

Acaba Başbakan hangi önemli nedenle “bir başkasının kendi yaptığı göreve gelmesinin daha uygun olacağını, bu sebeple kendisinin fedakarlık göstereceğini” söylüyor olabilir?

Bugüne kadar verdiği kararlarda memleket için yanlış olan bir şeyler mi vardı, kendine mi güvenmiyor?

Cumhurbaşkanı ile ciddi bir uyumsuzluk yaşadı da millet mi fark etmedi?

Eğer yeni anayasa ve başkanlık kabul edilirse, “bakanlar kurulu ve başbakanın olmayacak olması, bütün yetkilerin cumhurbaşkanına verilecek olması” kendisine hangi açıdan daha hayırlı geliyor?

Provada KHK’lar…

Bu arada medyada “Anayasa değişikliği geçerse, bunu sağlayanlar ‘biz ne büyük hata yapmışız’ diyecekler” görüşünü yazan meslektaşlar var.

Peki, aynı geminin içinde olup da bu değişikliğe karşı çıkanların günahı ne?

Devleti baştan başa yeniden yapılandıracak, Meclis’in yetkilerini kaldıracak, “yasama-yürütme ve yargı”yı tek kişinin yönetmesini sağlayacak ve geri dönüşü imkansız olacak bir anayasa yapılıyor. TV kanallarında “Meclis başkanı denetleyebilecek mi, nasıl denetleyecek” konusu tartışılıyor.

Oysa bir süredir “Başkanlık sistemi provası yapıldığı” resmi dille söylendi.

OHAL ilan edildikten sonra çıkarılan ve “terörü önlemekle ilgisi olmayan, devletin yeniden yapılandırılması sayılacak KHK’lar”a kim karşı çıkabildi ki sistem kabul edildiğinde böyle bir denetim mümkün olsun?

Milletin vekilleri

Sorulan önemli sorulardan biri “Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti genel başkanı olmasa, milletvekili adaylarını kendisi seçmese yeni sistem demokratik olur mu?”

Cevap: Yine olmaz. Neden, çünkü bu konu yazılı olarak metne konmasa bile aynen bugün, provada olduğu gibi Cumhurbaşkanı “parti başkanı” yetkilerini elinde tutacak ve milletvekillerini belirleyecektir. (Yargı ise tamamen ayrı bir sorun.)

Örneğin Abdullah Gül döneminde görülmeyen bu durumun önlenmesinin tek çaresi acele etmeden, önce “Seçim Kanunu ile Siyasi Partiler Yasası”nın değişmesi, önce yeni bir seçim ve liderlerin değil milletin seçtiği özgür milletvekilleri ile bu sistemin denenmesi olabilirdi. Ancak toplumun açıkça gördüğü gibi liderlerin hiçbiri, yasamanın denetleme yapmasına fırsat verecek bu “en önemli konu”ya hiç değinmedi.

Sayı neden arttırılıyor?

Milletvekili sayısının yeni sistemde 550’den 600’e çıkarılmasının üzerinde de durulmuyor.

Bugün milletvekili maaşlarının Ocak’tan itibaren 26 bin 620 TL’ye çıkacağı biliniyor. Emekli milletvekili maaşı da (hayat boyu artarak gidecek) 10 bin TL civarında.

Bu yoksul ülkede çantası, botu olmadan okula giden milyonlarca çocuk varken, maden işçileri ayda 1500 TL ücret, Şırnak’ta askerler 250 TL maaş alırken “yeni sistemde tüm görevleri de kaldırılan” milletvekillerinin maaşları ve sayıları neden artacak?

Bu sorular cevap bekliyor.

Yazının devamı...

Yenikapı ruhu ve yeni anayasa!

Temmuz’daki FETÖ darbe girişiminden sonra Yenikapı mitinginde “Birlik olalım, parti ayırımı olmadan, kutuplaşmadan el ele verelim” dendiğinde toplumda bir huzur ümidi belirmişti.

Türk usulü başkanlık veya Başbakan Yıldırım’ın son ifadesiyle “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” denen ve yeni anayasanın asıl nedenini teşkil eden bu “sistem hatta rejim değişikliği” teklifi daha baştan toplumu karpuz gibi keskin şekilde ikiye böldü.

Yeni anayasanın Meclis’te oylanmasına geçilmesine “338” oyla karar verildi, 134 ret oyu kullanıldı.

Enteresan bir durum; AKP’nin 315 milletvekili oy kullandı, hepsinin onay vereceği “boş kağıtlara atılan imzadan belli” olduğuna göre 23 oy eklenmiş.

MHP’nin 39 milletvekili var, HDP oy kullanmadı, demek ki MHP’nin 16 milletvekili “yeni anayasa konusunda emin değil”. Hatta referandum için “hayır” oyu verebilir.

İki kaptan meselesi

Bütün maddeler oylanıp, 330 üstü oy alanlar kabul edildikten sonra metnin tümü tekrar oylamaya sunulduğunda sonucun ne olacağı bilinmiyor.

Bilinmiyor çünkü milletvekilleri dahil büyük çoğunluğun yeni anayasa konusunda kafası son derece karışık.

Örneğin “Asıl kararı verecek olan millettir” derken milletin yeni anayasanın “neler getireceği veya götüreceği” net şekilde anlaşılmış olmalıdır ki şu anda durum böyle değil.

Başbakan Binali Yıldırım “Kararı verecek olan millettir” derken “Millet bu değişikliğe olur verecek” de diyor ki bu bile milli iradenin “iradesine” baskı sayılabilir.

“Bir gemide iki kaptan olursa o gemi batar” sözü de çok doğru görünmüyor, gemilerde ve uçaklarda “ikinci kaptan”lar vardır ve herkes görevini kendi sınırları içinde ve en iyi şekilde yaparsa gemiler batmaz.

Atatürk ve sorular

Yeni anayasa konuşmalarında sık sık “Atatürk dönemine dönüldü, Atatürk de hem milletvekili, hem Cumhurbaşkanıydı, ne sorun oldu” sözü tekrarlanıyor.

Bu konuyu en deneyimli “Atatürk İlkeleri ve Devrimleri Tarihi” uzmanlarından Prof. Dr. Ergün Aybars’a danıştım. Aybars “Atatürk işgal altında topraklardan bir cumhuriyet kurdu ve demokrasiyi inşa etti. Yani onun dönemi bir inşaat dönemi, devrimler sürecidir, o günkü şartlarla bugün karşılaştırılamaz.

Buna rağmen ülkeyi özel kanunlarla yönetmedi, Meclis kararlarına hep saygı duydu.

1927 yılında erken seçime gitmek istedi, Meclis kabul etmedi. Meclis’i feshetme yetkisi olmadığı gibi bugün verilmek istenen üstün yetkilere sahip değildi” diyor.

Bu konular deneyimli tarihçi, anayasa hukukçusu ve siyaset bilimcilerin katıldığı programlarda tartışılmalıdır.

Halkın yeni anayasa konusunda en çok merak ettiği ve açıklanmayan sorulardan biri; Eski anayasa ile hangi konuda sorun çıktı, ne yapılamadı ki yeni bir anayasa ve başkanlık sistemi istendi?

Örneğin Başbakan Binali Yıldırım’la Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında “olayların çözümünü engelleyecek” bir sorun yaşandı mı?

Anlaşılması gereken çok konu var, yarın devam edeceğiz.

Yazının devamı...

Açık oy, kapalı oy!

Dün TBMM Genel Kurulu’nda 18 maddelik yeni anayasa teklifinin oylanmasına başlandı.

Aslında ülkenin geleceğini, toplum yaşamının tüm kurallarını düzenleyecek anayasanın görüşmeleri televizyonlardan verilebilir ve herkes Meclis’in genel havasını ve oylamaları izleyebilirdi.

Ana muhalefet partisinin de talebi olan bu uygulamanın yapılması sonradan bu görüşmelerle ilgili yapılacak konuşmalarda halkın yanılmasına neden olabilecek sorunları ortadan kaldırırdı.

Televizyon yayını olmadı, bunun yanında bir de “isteyen milletvekillerinin açık oy kullanması” sorunu ortaya çıktı.

Ak Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş bununla ilgili soruya “Ak Parti milletvekillerinin çoğu ‘oyumu açık kullanacağım’ dedi, isteyen kullanır” cevabını verdi.

“Ortadan kalkacak vesayet odaklarından söz ettiniz, kim bu vesayet odakları” sorusunu ise “Önce üniformalılar, sonra yargı, sonra Gezi olaylarında olduğu gibi bölücüler… Bundan sonra her şey milletin sözüyle olacak” şeklinde cevapladı.

Egemenlik alınıyor

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay “Yeni anayasada nelerin olduğu ve nelerin değişeceği” konusunun kamuoyunda anlaşılmadığını söyledikten sonra şöyle devam etti:

“Bu değişikliğin neleri çözeceğini millete açıklasınlar. Mesela ‘terör’ konusu çözülecek mi, işsizliği çözecek mi, ekonomik sorunlar, sınır güvenliği, Türkiye’nin Ortadoğu’da kaybolan itibarı geri gelecek mi, bunlar açıklanmalı.

Oylamaya sundukları yeni anayasa ile ‘bugüne kadar halka verilmiş olan egemenlik’ Meclis’ten alınarak bir kişiye veriliyor. Bugün dünyadaki krallıklarda bile kralın yetkisi ‘sembolik’tir, yetki meclistedir.

Yeni anayasa ‘kuvvetler ayrılığını’ ve yıllarca kazanılmış temel hakları ortadan kaldıracaktır.

Sayın Bahçeli sadece kendi oyundan söz etti, ‘Ben evet oyu vereceğim’ dedi. Bu teklifi MHP hazırlamadı, ben diğer MHP milletvekilleri arasında da ‘hayır’ diyecek çok kişinin olacağına inanıyorum.

Altay “Açık oylama ile karşılaşırsanız ne olur” sorusuna: “Mustafa Elitaş’ın açık oy lafı, edilmemesi gereken bir laftır. Bu Meclis’te herkes ‘İç tüzük ve Anayasa’nın açık hükümlerine uymak’ zorundadır. Açık oy kullanmak ‘iç tüzüğü tanımıyorum’ demektir. AKP bunun aksine vesile olmamalıdır” cevabını verdi.

MHP “kapalı” oy…

Ana Muhalefet Partisi “Açık oyla geçen bir anayasa teklifi ile referanduma gidilirse bunun sonucunun meşruiyetinin olmayacağını” söylüyor.

Gerçekten de burada söz konusu olan herhangi bir yasa değil, baştanbaşa değişik ve “yargı” dahil bağımsız olması ve denetlemesi gereken tüm kurumların bir tek kişiye bağımlı olacağı bir yeni anayasa.

MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay “İç tüzük kapalı oy diyor, biz iç tüzüğe ve Anayasa’ya uygun şekilde oy kullanırız” dediğine göre MHP milletvekilleri “demokrasilerde olması gerektiği gibi” özgür iradeleriyle oy verecekler.

Milli irade için yapılan fakat milli iradenin içeriğini anlayacağı şekilde tartışılmayan yeni anayasa bakalım Meclis’te nasıl bir sonuçla karşılaşacak?

Yazının devamı...

İkinci Kandil ve referandum!

Türkiye üzerinde oynanan oyunu görmemek mümkün değil.

“IŞİD’e karşı koalisyon” adı altında, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin güçleri PYD-PKK’ya ağır silahlar, asker ve hava desteği verdiler.

ABD “Biz silah yardımı yapmadık” derken, PYD son olarak “uçaksavar beklediklerini” açıkladı biliyorsunuz.

Perşembe günü PKK İzmir saldırısını yaptığı sıralarda IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi); PKK’nın Irak’ta “Sincar’dan çekilmeye razı olduğunu” açıkladı.

Sanki kısa süre önce Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Sincar’ın ikinci bir Kandil olmasına izin vermeyiz” sözünü PKK dinlemiş ve buna uymuş gibi…

IKBY bu konuda PKK’yı zorlamış gibi.

Gerçek ne?

Oysa, Kobani’de “IŞİD, PYD’ye saldırıyor” dendiğinde Barzani onlara yardım için peşmergeleri göndermiş, konvoyları Kobani’ye Türkiye üzerinden girmişti.

Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu “Peşmergenin Kobani’ye geçişine Türkiye yardım etti” demişti.

Kobani, Afrin, Cezire kanton olarak ilan edildikten sonra Mesut Barzani öncülüğünde IKBY’de imzalanan ve Barzani’nin “Bu anlaşma düşmanlara cevaptır” dediği Duhok Anlaşması “Suriyeli tüm Kürt grupların PYD (PKK) kantonlarına onay verdiğini”, özerk Suriye Kürdistanı’nı ilan ediyordu.

Şimdi ise “sadece Kandil’den gelen PKK’lılar ile, Suriye’den gelen PYD Sincar’dan çekilecek” diyorlar, çünkü…

Aslında hepsi aynı gruptadır, farkları yoktur.

“Aldığımız hiçbir yerden çekilmeyeceğiz” diyen Barzani Musul’un Sincar ilçesini de kimseye bırakmaz.

Bunları bilelim, ona göre davranalım. Eğer Sincar gerçekten çok önemliyse!

Pazartesi Meclis’te!

Türkiye’de büyük terör olayları aralıksız sürdüğü ve doğal olarak yalnızca bu konuya odaklandığımız için, ülkenin yönetim şeklini tamamen değiştirecek, “Türk usulü başkanlık” içeren yeni anayasa yeterince tartışılamadı.

Yaşadığımız şok saldırılar, katliamlar bile yeni anayasanın Meclis’e gelişini birkaç hafta olsun erteletmedi, Pazartesi günü TBMM Genel Kurulu’na geliyor.

Anayasa Hukukçuları “Toplum yeterince değerlendiremeden referanduma sunulan bir anayasa toplumsal uzlaşıyla yapılmış sayılmaz” diyorlar.

Aynı zamanda; bir ülkede hangi yönetim şekli olursa olsun “yasama-yürütme ve yargı” erkleri ayrı değilse, güçler tek elde toplanmışsa orada yargı bağımsızlığından, dolayısıyla hukuk devletinden, demokrasiden söz edilemez diyorlar.

Bakanlar Kurulu’nda OHAL 3 ay daha uzatıldı. OHAL şartlarında devlet kararnamelerle yönetiliyor, milli iradenin temsilcisi TBMM aylardır devre dışı kaldı ve bu durum devam ediyor..

Terörün aralıksız sürdüğü, OHAL şartları altında, ciddi sorunlar yaratacağı söylenen fakat bilimsel tartışması yapılamayan yeni anayasa için referandum adımı atmak, şaşkın, gergin ve yorgun halkı sandığa götürmek doğru mudur, bunu her siyasetçinin kendi vicdanına sorması gerekiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.