Şampiy10
Magazin
Gündem

Neden hep Türkiye?

Yılbaşı gecesi DEAŞ’ın Reina’da yaptığı ve 39 kişinin hayatını kaybettiği silahlı saldırıdan sonra Perşembe günü İzmir Adliyesi’ne PKK (bir DEAŞ yöntemi olan) bombalı araçla saldırı yaptı, biri polis 2 şehit verildi.

Bombalı aracı fark ederek parktan girmesine izin vermeyen kahraman polis Fethi Sekin’in sayesinde teröristlerin aracı Adliye girişinde patlatıp büyük bir katliam yapması önlendi, nur içinde yatsın.

Güvenlik görevlileri ve tabii istihbarat terör saldırılarını ve katliamları önlemede büyük rol oynar.

Bu saldırıda Fethi Sekin’in kişisel olarak gösterdiği dikkat açık ve net. Oysa daha önce birçok terör olayında “istihbarat ve emniyet zafiyeti” olduğu Hükümet tarafından da dile getirilmişti.

Olaylar arttı, bu nedenle “eğer bir saldırı ihbarı alınmışsa” kaos çıkmasın veya panik olmasın gibi nedenlerle bunu halktan gizlememek gerekiyor artık. ABD’nin yaptığı gibi vatandaşlar kesin bir dille uyarılmalıdır.

Her ne kadar saldırılardan sonra “Terörün milleti korkutma, toplumu kutuplaştırma girişimleri bizi yıldıramaz” dense de toplumun endişesi hızla artmaktadır.

En büyük düşman

Türkiye, dışardan bakıldığında çatışmalar, savaşlar içindeki Ortadoğu görüntülerine benzemeye başladı. Terör örgütlerinin ve onları yönetenlerin amacı da bu.

Reina saldırısından sonra Batı medyası günlerce sayfalarını Reina saldırısına ayırdı.

Daily Telegraph 3 gün önce, saldırıyı DEAŞ’ın üstlenmesi konusunda “Türk tankları Suriye’ye girince DEAŞ ve Türkiye arasında açıktan bir çatışma başlamış oldu” görüşüne yer vermişti.

Bunun arkasından “Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de ilerlemeye devam edeceğini söylüyor ancak ciddi bir direnişle karşı karşıya. Suriye’de kesin zaferle çıkamayacağı bir savaşın içine sürükleniyor” yorumu geliyordu.

Independent gazetesine konuşan eski bir DEAŞ militanı “Türkiye örgüt tarafından, hem Müslüman hem de ABD ve Rusya ile işbirliği yapan ülke olarak ‘olabilecek en büyük düşman’ olarak görülüyor. DEAŞ Türkiye’ye savaş açtı” demiş.

Irak’la kıyaslama

Aynı gazetede DEAŞ’ın “Türkiye’deki yapılanmasının güçlü olduğu” belirtildikten sonra şu cümleler var:

“Türkiye’deki terör saldırılarını farklı kılan şey hayatını kaybeden insan sayısı değil. Bağdat’ta her ay çok daha fazla insan ölüyor. Türkiye’ye özgü olay; terör saldırılarını ‘çok sayıda örgüt’ün düzenliyor olması.”

Bunları okuyunca artık Batı’nın Türkiye’yi Bağdat gibi “Ortadoğu savaşlarının içinde” gördüğünü ve onunla karşılaştırdığını…

ABD ve Koalisyon tarafından yalnız bırakılmamıza rağmen TSK’nın “DEAŞ’la Suriye’de tek başına savaşmasının” ülke içinde yarattığı tehlikeyi…

Türkiye’deki saldırıların “Irak’a kıyasla bile ‘çok sayıda örgüt olması’ açısından dikkat çektiğini” düşünüyor insan.

Türk askerinin içinde bulunduğu tehlikeler yetmezmiş gibi Salı günü “NATO’nun 2014’te Afganistan’da operasyonu bitmesine rağmen” orada bıraktığı güçler içinde yer alan TSK birliklerinin Afganistan’da kalma süresi “2 yıl daha” uzatıldı.

Bunun nedeni açıklanabilir mi acaba?

Yazının devamı...

Sorti, Obama ve Sevr!

İki gün önce ABD ve DAEŞ Karşıtı Koalisyon Sözcüsü Albay Dorrian “Türkiye’nin DAEŞ’le mücadelesine değer veriyoruz. Sınırlarını DAEŞ’ten temizlemek ve onların bölgeye sızmasını engellemek için Suriye’de yaptıkları değerli” dedi.

Ondan bir gün önce ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü “Biz Türkiye’nin talebi üzerine El Bab’da ‘örgütün yoğun ateşi altında kalan Türk güvenlik güçlerine’ destek için güç gösterisi sortileri yaptık, operasyon yapmadık” demişti.

Yani, Türkiye’nin DAEŞ’le mücadelesine değer veriyorlar ama TSK “IŞİD’li teröristlerin yoğun ateşi altındayken” şöylece bir sorti yapacak kadar…

Uçakları alçalıp yükselip teröristlere göz dağı veriyor sözüm ona…

İçine Arap ülkeleri, Fransa, İngiltere dahil 15 ülkeyi alacaksın, adını da “DAEŞ’E karşı Koalisyon” koyacaksın. İçinde Türkiye de var ama El Bab’da DAEŞ’e karşı savaşan Türkiye’yi tepeden izleyeceksin.

ABD, Suriye’de “PYD-PKK’yla birlikte” savaşmakta, onlara toprak kazandırmaktadır.

Kurtulmuş’un sözleri

Dün Fırat Kalkanı Harekatı’nda şehit düşen Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Hüsnü Bilgiç’in vurulduğu sırada annesiyle telefonda konuştuğu ve “Anne göğsümden vuruldum” dediği haberini duyduk.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise aynı sıralarda “Baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğuna inanlardanım” dedi. Bugüne kadar neden sustuğu merak konusudur.

Suriye iç savaşı başladığında “Biz uzak duralım, kendi ülkemizi ve sınırlarımızı koruyalım” uyarıları dinlenseydi belki Suriye’nin kuzeyi PYD’ye bırakılmayacak, biz bu kadar şehit vermeyecektik ve Kurtulmuş bu açıklamayı yapmayacaktı.

Obama ABD ordusuna yaptığı veda konuşmasında “Askerlerimizin canını tehlikeye atmamak için savaşa girme konusunda acele karar vermeyin” dedi.

Biz de böyle düşünmeli değil miydik? Madem ki “yanlıştı” neden devam edildi?

Sevr ve Lozan

Suriye ve Irak’ta ABD’nin Türkiye’ye karşı tutumu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu mücadeleyi kaybedersek 100 yıl önce başarılamayan Sevr tezgahı yeniden önümüze getirilecek” sözleri arasındaki bağlantıyı düşünmek lazım.

Lozan Anlaşmasını beğenmiyoruz ama bir yandan da Sevr’e dönmekten söz ediyoruz, çok önemlidir.

Sevr imzalandığı sırada Kurtuluş Savaşı devam ediyordu ve Atatürk’ün milletiyle kazandığı zaferler sonunda o korkunç plan tümüyle bozuldu, Sevr yerine 1923’te imzalanan Lozan geçerli oldu.

Şimdi 97 yıl sonra neden sık sık Sevr’den söz eder olduk, bunun açıklanması gerekmez mi?

Muhalefet’e suikast

Numan Kurtulmuş “Suriye politikası büyük yanlışlarla doluydu” derken kendisi büyük bir yanlış yapıyor.

“Muhalefet liderlerine suikast istihbaratı”ndan söz ediyor. Bu haber ve onlara “zırhlı araç” konusu açıkça konuşulacak konular değildir, tehlikeyi azaltmaz, arttırır.

Tedbir alınmalı ama söylenmemelidir.

Amaç istikrarsızlık yaratmak ise tüm parti liderleri için tehlike söz konusudur.

Bir önemli hatayı da “Rus Büyükelçisi suikastı” konusunda yapmış.

Devlet adına açıklamalara dikkat etmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Yaşam tarzına müdahale mi?

Televizyonda “Reina saldırısı yaşam tarzına müdahale miydi” konusu tartışıldı.

Bir gazeteci konuşmacının, yılbaşı kutlamalarıyla ilgili konuşurken sözleri arasına “Bir başkasının ‘dine aykırı’ davranışına karışamazsınız” demesi dikkat çekiciydi.

Buna da “gizli beyin yıkama” mı demeli acaba? “Yılbaşı kutlamalarını eleştirenlere karşı” gibi görünürken, yılbaşı kutlamasının “dine karşı” olduğunu dinleyicinin şuuraltına gönderiyor.

Dini kullanarak, insanları din, mezhep, inanç üzerinden ayırarak, birbirine kırdırarak dünyayı cehenneme çeviren örgütleri görmek bu konuda alabildiğince dikkatli olmayı zorunlu kılar.

Son yıllarda; PKK’dan sonra IŞİD, El Kaide, El Nusra gibi Ortadoğu’yu kana bulayan din istismarcısı örgütlerin ülkemizde de sayılarının giderek artması yalnızca terör tehlikesini getirmedi.

Terörü kullanarak Türkiye’de “Ortadoğu ülkelerine benzer bölünme ve baskılar yaratılması” tehlikesini de birlikte getirdi.

Böyle bir baskı, kadın ve çocuklara yönelik saldırılarla, medya yayınlarıyla 2017 yılbaşı öncesinde giderek arttı.

Can-namus terörü

Olup biteni görmezden gelemeyiz; Türkiye kısa sürede “siyasi kaynaklı terör” dışında, hızla artan bir “can ve namus terörü” ve hatta insanlık sorunu yaşamaya başladı.

Sonsuza kadar her terör saldırısının ardından “Türkiye bütün tedbirleri almaya muktedirdir” açıklamalarıyla gidilemez.

Türkiye öncelikle, Batı ülkelerinin yaptığı gibi “içeri girmiş olan mültecilerin hepsini kayda almak ve arasına karışmış teröristleri tek tek yakalamak, onlardan kurtulmak” zorundadır.

“Arap ülkelerinden gelen turizmi” de tamamen bitirebilecek olan Reina saldırısından sonra benzer saldırıları önlemek ancak “bugüne kadarki tüm terör olaylarının detaylarını” ortaya çıkararak mümkün olabilir ki bunu hala göremiyoruz.

Tehdit kime?

Ak Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu twitter hesabından, yılbaşı öncesi “Bugün son gün, bu son uyarı, kutlama” başlıklı bir haber çıkan Milli Gazete’ye sert eleştiriler yapmış.

“Önce kendinize, başkasının yaşam biçimine saygı gösterdik mi sorusunu sorun” demiş.

“Bu son uyarı diyene sorarlar; bu tehdit kime ve ne adına” demiş.

Söz ettiği gazete gibi çok sayıda gazete ve TV kanalı vardı.

Okullara gönderilen ve “öğrencilere yeni yıl kutlaması için izin verilmemesini”, bunun “kültürümüze aykırı olduğunu” belirten bildiriler, sokaklarda Türk’e benzemeyen kişilerin dağıttığı “yılbaşını kutlamayın” bildirileri, DİB’in “Noel’le yılbaşını karıştıran” yılbaşı hutbesi de hep provokasyona yol açabilecek olaylardı.

Laik-demokratik, her din ve inançtan insanın yaşadığı bir ülkede hiç kimseye bu baskıları yapma fırsatı verilemez.

Ak Parti’li Yeneroğlu çok doğru bir tepki göstermiş ama bu tepki Hükümet tarafından, resmi olarak gösterilmeli, medya ve sosyal medyada, devlet kurumlarında bunu yapanların hepsinin yargılandığını halk görmelidir.

Yazının devamı...

Birlik olmak

Uğursuz olay, midemize saplanmış bir hançer gibi acı veriyor, intikam ihtirası yaratıyor.

Ne yapacağız?

Katliamın suçlularını yakalamak elbette çok önemlidir. Ama bu arayış, yeni caniliklere karşı daha hazırlıklı olmak konusundaki mecburiyetimize zarar vermemelidir.

Dünyanın en acımasız terör örgütleri Ortadoğu’da. İleride tarih onları “dünyanın son teröristleri” diye anacaktır.

Bir ayda dört katliam yaşanmış olması, bu vampir sürülerinin ne pahasına olursa olsun özgür topraklarımızdan kovulması zorunluluğunu hatırlatıyor.

Bir ayda dört katliam, Türkiye gibi bir ülkeye yakışır tablo değildir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin bölgede ne gerekiyorsa yapmaya kararlı olduğunu söyledi son demeçlerinden birinde.

“Tehdit ve saldırıları kaynağında yok etmeyi sürdüreceğiz.”

Gözlenen kararlılık, önümüzdeki dönemin bir süre daha millete acı çektireceğini haber veriyor.

Batı medyası bu tehlikeye dikkatleri çekiyor.

Destek gerek

İtibarlı İngiliz gazetesi Times şu çağrıyı yaptı:

“Batı’nın bu kritik dönemeçte Türkiye’ye verebileceği tüm desteği vermesi gerekir!”

Batı medyası acaba ne demek istiyor?

Dostluk menüsünde istihbarat paylaşımından daha değerli bir şey var mı? Eskiden vardı ama kurtarıcı olmadı.

Türkiye alacağı istihbarat desteğini elbet değerlendirmeli ama tsunami gibi üstümüze yığılan milyonlarca mülteci arasına karışan zararlı unsurların ne sorunlar yaratacağını düşünerek hareket etmeli.

Siyasi iklim yoğun sıkıntılar veren bulutlarla kaplanmıştır. Bu yükten kurtulmak gerekiyor.

Beklenmedik bir şey yapmak bu kötümser havayı değiştirebilir. Kaybolmaya yüz tutan ümitleri ve güven duygusunu geri getirebilir.

Birliğe çağrı

Son yıllarda endişe verici söylemler, toplumsal düzeni korumanın, kitleleri terbiye etmenin aracı haline geldi.

Türkiye bölünme korkusu içinde yaşatılıyor.

Buna gerek yok. Bu tablo halkı yoruyor, mutsuz ediyor. Ülkenin ekonomisini bile olumsuz etkiliyor.

Birlik beraberlik, vazgeçemeyeceğimiz istikrarın birinci şartı ise Anayasa değişikliği referandumu yüzünden uğrayacağımız bölünmeyi önlemek de birinci tedbir sayılabilir.

İktidar partisi bu sorunu ciddiye alıyorsa yeni anayasa teklifini meclisten geri alabilir.

Bu olmazsa MHP ve Bahçeli sorumluluklarını yeniden gözden geçirebilir.

Bunu yapmadıkları takdirde geri dönüşü olmayan çok ciddi bir sorumluluğu taşıyacaklarını unutmamalılar.

Yazının devamı...

Yılbaşı terörü!

Kötü bir yıl geçirmiş, asker, polis, sivil yüzlerce insanını terörle, bombalı saldırılarla kaybetmiş, endişe-güvensizlik ve mutsuzluk içinde bir toplum yeni bir yıla yine de umutla girmeye çalışıyordu.

2017 yılına girdikten kısa süre sonra, saat 1.15’te İstanbul’un en gözde eğlence yerlerinden Reina’ya kalaşnikoflu saldırı düzenlendiği haberi verildi ve bu saldırıda aralarında yabancıların da bulunduğu 39 kişi hayatını kaybetti.

Şu ana kadar verilen bilgilere göre 4’ü ağır olmak üzere 65 yaralı var.

Görgü tanıkları birden fazla saldırganın olduğunu ve “Arapça” bağırdıklarını bildirdiğine göre yine Ortadoğu bağlantılı bir terör eylemi olduğu akla geliyor.

Bilmediğimiz bir durumu Reina’nın sahibi Mehmet Koçaslan’ın açıklamasından öğrendik. “ABD istihbaratı” günler önceden Reina civarında bir saldırı ihtimali olduğunu bildirmiş. Bir hafta-on gün süreyle deniz dahil olmak üzere çevrede güvenlik önlemi alınmış.

Türk istihbaratı yok mu?

Diğer terör saldırılarında sorular cevaplanamadı ama bu feci olayda da birçok soru işareti var.

Nasıl oluyor da yine ABD istihbaratı bu bilgiyi yine Türk istihbaratından önce alıyor?

Bu bilgi verilmesine, o güne kadar güvenlik önlemleri alınmasına rağmen neden asıl önemli olan yılbaşı gecesinde Reina’nın kapısında sadece 1 polis memuru bulunuyor?

Bu durumda MİT’ten başlayarak Emniyet, Valilik, İçişleri Bakanlığı zincirleme sorumluluk taşıdığına göre neden onlardan bu yönde net bir açıklama yok?

Bir sonra beklenen soru doğal olarak; neden bir istifa yok?

Ülke çapında vatandaşların can güvenliği sıfırlanmış durumda. Diğer ülkelerden bakıldığında neredeyse ülkemiz Suriye, Irak gibi terör-savaş ortamında bir ülke haline geldi.

Onlar devamlı başsağlığı diliyor, biz devamlı “terörü kınıyoruz”, nereye kadar?

Önce can güvenliği

Türk halkı 2016 yılı içinde büyük acılar, dayanılmaz şoklar yaşadı.

Bugüne kadar tarihinde görülmemiş olaylar bu ülkede görüldü. Yine de dayanmaya ve “terörle mücadele edeceğiz” demeye devam ettiler.

Siyasi yönetimler iktidara öncelikle toplumun can ve mal güvenliğini korumak için gelirler.

Bugün Batı ülkelerinin “mülteci almamak için”, hatta oralara kaçmış yabancıları da Türkiye’ye göndermek için, sınırlarını kesin kurallarla korumak için verdiği mücadelenin nedeni budur.

O ülkelerde yönetimler “önce kendi toplumum, sonra başkasına yardım” demektedir.

Yılbaşı düşmanlığı

Bu yılbaşı öncesinde farklı bir durum daha açıkça göze çarpıyordu. Yeni bir yıla ümitle ve biraz eğlenerek girmek ile Noel kutlamalarını kasıtlı olarak karıştırıp yılbaşı düşmanlığı yapıldı.

Bazı gazete ve TV’lerde, sosyal medyada günlerce “şiddet içeren bir yılbaşı düşmanlığı” görüldü.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in yılbaşı açıklaması da bunlardan farksızdır. Daha önce de aralıklarla yaptığı gibi yanlış mesaj verdi; yılbaşı kutlamalarını “Noel’in bir parçası” olarak gösterdi.

Bu ciddi yanlışlar maalesef güzelim ülkemizi Ortadoğu kaosunun içine çekmek isteyenlere beklediği fırsatı veriyor.

Yazının devamı...

Terörsüz bir yeni yıl!

Doğrusu 2016 yılının Türkiye için mutlu ve huzurlu bir yıl olduğunu söylemek çok zor. Türkiye’deki terör saldırıları ve Güneydoğu’da yaşananların yanında Fırat Kalkanı harekatında Cerablus’tan başlayıp El Bab’a kadar indik, bu operasyonlarda da 40’tan fazla askerimiz şehit oldu. 15 Temmuz oldu, Rus Büyükelçisi Karlov’a suikast yapıldı ve üzücü onlarca olay yaşandı, yaşanıyor. El Bab’dan gelen son haberde “Elverişsiz hava şartlarına rağmen Türk ordusunun bölgede kontrolü ele geçirme çabaları sürüyor” diyordu. Askerlerimiz Güneydoğu’da ve Suriye’de kar-kış-dondurucu soğukta PKK-PYD ve DAEŞ’e karşı mücadele ediyorlar.

Esad ve Kürtler

Bu arada Beşar Esad’ın Suriye’deki Kürtlerle ‘Rusya arabuluculuğunda’ bir araya gelerek “PYD kontrolündeki bölgelerin geleceğini” konuştuğu haberi verildi.

Barzani’nin medya grubu Rudaw’ın haberine göre “Esad, bugüne kadar resmen tanımayı reddettiği Kürt bölgelerini tanımak için bir dizi şart” öne sürmüş. Biri; eğer bu gruplar seçimde Esad’ı desteklerse, o da ülkedeki Kürtlere destek verecek.

Bu şartlara “Kürtlerin federal sistem talebinden vazgeçmeleri ve hükümet binalarına Suriye bayrağı asmaları” eklenmiş.

Kürtlerin bunu kabul etmesi pek mümkün olmadığı gibi etseler bile fark etmez, şimdiden “Rojova-Suriye Kürdistanı” dedikleri bölgeyi eninde sonunda Irak’taki IKBY ile birleştirmeye çalışacaklardır.

Rusya kimle anlaştı?

Ciddi bir ikilem ortaya çıkıyor; Rusya, Türkiye ile “Suriye’de Esad ve muhalifleri arasında ateşkes” anlaşması yaptı ama diğer tarafta Rusya “Türkiye’nin doğrudan aleyhine olacak” bir toplantıda arabuluculuk yapıyor. Suriye kaosu, içinden çıkılacak gibi değil. Zaten bu anlaşmanın arkasından “Ateşkesin Esad savaş uçakları tarafından ihlal edildiği” haberi verildi.

İngiliz Financial Times gazetesi de “Daha önce Suriye’deki ateşkeslerin başarısız olduğunu” yazdı. Görünen o ki, Türkiye’nin güneyinde bir Kürt devleti planlanıyorsa bu “küresel bir plan”dır, gerisi algı operasyonlarıyla yanıltmadır.

Şu sıralarda Musul ve çevresinden toprak kazanmaya çalışan IKBY’nin “PKK Sincar’dan çıkmazsa güç kullanırız” demesi, PKK liderlerinden Karayılan’ın “tamam çıkarız” cevabı da birer yanıltma. Şunu iyi anlamak gerekir ki Rojova (PYD-PKK) ile IKBY ayrı düşünülemez ve eğer IKBY istese şimdiye kadar Sincar’dan da, Kandil’den de PKK’yı zaten kolayca çıkarırdı.

Yanılmayalım!

Bu Esad-Rusya-PYD anlaşmalarıyla, PYD’ye bir de onların vereceği desteklerle, TSK’nın Suriye’de işi daha da zorlaşacaktır. Türkiye, deneyimli stratejistlerin de önerdiği gibi kısa sürede sadece kendi sınır boyunu korumaya yoğunlaşarak kuzeye çekilmeli, El Bab, Menbiç, Rakka operasyonlarından vazgeçmelidir.

Hatay’ın bitişiğinde Afrin kantonu, sınır boyumuzca Kobani, Cezire ve PYD kontrolündeki koca bölge dururken, Cerablus’tan Afrin’e yönelmek dururken neden güneye inildiğini anlamak zaten oldukça zor. ABD’nin El Bab’da TSK’ya IŞİD’e karşı vermeye başladığı hava desteği bizi yanıltmasın.

Yazının devamı...

Böyle araştırma olmaz!

Bugün yeni bir yıla gireceğimiz gün, hiç kimse ciddi konuları düşünmek istemez ama ülkemiz zor koşullar altında olduğu için biz ara verecek lükse sahip değiliz.

Bildiğiniz gibi 15 Temmuz FETÖ darbe girişimini araştırmak için bir Meclis komisyonu kuruldu ve bu komisyon o geceye nasıl gelindiğini ve o gece neler olduğunu “ilgililere sorular sorarak” anlamaya çalışıyor.

Komisyona, Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala, Eski Genelkurmay Başkanları İlker Başbuğ ve Hilmi Özkök gibi isimler sözlü açıklama yaptı fakat 15 Temmuz gecesinde “merak edilen 8 saatlik kayıp zamanı” en iyi bilen 2 kişi yapmadı.

Meclis Komisyonu Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a “yazılı” olarak 10 soru göndermiş. Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e de “yazılı” gönderilecekmiş.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan için ise savcılık Başbakanlık’tan izin istemişti, sonuç ne oldu henüz belli değil.

Neden yazılı?

Bir araştırma ancak “bir sorunun cevabı diğer sorulara yol açtığında ve bunlar arka arkaya cevaplandığında” yapılmış sayılır.

Diyelim ki verdiği cevap tatmin edici değil, bir daha mı yazılı soru gönderilecek?

Mesela giden 10 sorudan 2’incisi “MİT’ten size ulaşan istihbarat bir darbe girişimi kuşkusu yönünde mi, yoksa MİT’e yapılacak bir operasyon muydu?”

Akar tek kelimeyle “ikincisiydi” yazsa Komisyon ne yapacak?

Bildiklerini unutacak mı?

O gün saat 15’te “Akıncı Üssü’nde ve Ankara Kara Havacılık Okulu’nda olağandışı hareketlilik olduğu, bunun bir darbe girişimi olabileceği” şeklindeki ihbarın MİT Müsteşarına yapıldığını ve bunun devamındaki gelişmeleri unutacak mı?

Eğer Hulusi Akar Komisyon’un sorularını sözlü cevaplıyor olsa bu noktada kendisine “o günlere ait medya haberleri gösterilerek, TV konuşmaları dinletilerek” gerekli hatırlatmalar yapılabilir.

Arkadan hemen Hakan Fidan dinlense ikisinin cevapları karşılaştırılabilir.

Örneğin Hakan Fidan’a Başbakan Yıldırım’ın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstihbarat zafiyeti vardı” sözleri sorularak; saat 16’da Genelkurmay’a gidip uzun süre orada kaldığı, haber verip vermediği, verdiyse neden istihbarat zafiyetinden söz edildiği öğrenilebilir.

Özel’e özel soru

Eski Hava Kuvvetleri Savcısı Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok televizyonda “15 Temmuz darbe girişiminde yer alan generallerin yüzde 70’inin Necdet Özel Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde terfi ettirildiğini” söylemişti.

Necdet Özel, sanki özürle bunca kayıp geri gelebilirmiş gibi, 15 Temmuz’dan sonra “ordudaki Cemaat yapılanmasını engelleyemediği için” haktan özür diledi, “Sayın Cumhurbaşkanı ve ben özür diledik ama yetmez, herkesin dilemesi gerekir” dedi.

Belki Komisyon’un ona zincirleme birçok soru sorması gerekir, yazılı olarak bunu nasıl başaracak?

15 Temmuz’a kadarki süreç ve o gün olanların anlaşılması isteniyorsa, Komisyon’a “kimseye ayrıcalık tanımadan” çalışma fırsatı verilmelidir.

Sevgili okurlarım, 2017 yılının hepimiz için çok daha hayırlı, huzurlu, terörden ve şiddetten kurtulacağımız bir yıl olmasını diliyorum.

Yazının devamı...

Birden fazla gariplik!

“Acele işe şeytan karışır” atasözü biz Türklere aittir ama nedense pek uymayız. Terör saldırıları sonrasında yapılan açıklamalarda da böyle davranıyoruz.

Örneğin hemen ilk anda “Şu örgüt olduğuna dair işaretler var” veya “Şu suikastlara benzediği için aynı örgüt tarafından yapılmıştır” deniyor, bazen arkasından “başka bir örgüt” üstlenebiliyor.

Rus Büyükelçi Karlov suikastında da aynı şey yapıldı. Daha ilk dakikalarda kimileri “El Nusra” bağlantılı derken başka birileri “kesinlikle FETÖ” dedi.

Putin’in Sözcüsü Peskov’a sordular; “Türkiye Dışişleri Bakanı suikastın arkasında FETÖ terör örgütünün olduğunu söyledi. Sizin görüşünüz ne?”

Peskov “Rusya’dan gönderilen uzman ekip çalışmalarını sürdürüyor. Oradaki ekibimiz elde ettiği delilleri ortaya koymadan bunu söylemek erken olur” cevabını verdi.

Sorumlular bulunmazsa…

Siyasetçilerin, stratejistlerin veya gazetecilerin acele edip hemen olayın arkasından “suikastçı polis FETÖ’cü” ya da “bombalı saldırıyı yapan şu örgüt” demesi insanların aklına “Madem ki kolayca biliniyor, neden önceden önlem alınmadı” sorusunu getiriyor.

Emniyet’ten 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası binlerce polis görevden alınır, tutuklanırken bu polisin bağlantıları nasıl anlaşılamadı?

“Toplantının yapıldığı salona girebilecek polislerin isimleri kapılara neden bildirilmedi?” gibi soruları Emniyet ve MİT’in araştırması ve sorumluları çıkarması gerekir.

Saldırı ve suikastlar ve 15 Temmuz tam olarak çözülmediği sürece benzer terör olaylarının önlenmesi de zordur.

“Nokta” meselesi!

Çarşamba günü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yani PYD-PKK “ABD’nin kendilerine zırhlı araçları delen silahlar verdiğini, yakında uçak düşürmek için ‘omuzdan atılan uçaksavar füzeler’ almayı umduklarını” açıkladı.

Komediye bakın, aynı gün ABD Ankara Büyükelçiliği “ABD Hükümeti PYD-PKK’ya silah ya da patlayıcı sağlamamıştır. Nokta” dedi.

ABD daha önce birçok kez “PYD’yi desteklediğini, müttefik olarak gördüğünü” söylediği gibi ABD askerleri bizzat PYD’nin içinde savaşıp medyaya “PYD İle PKK aynı örgüt” açıklamaları yaptılar.

ABD, Büyükelçiliğine “nokta” açıklaması yaptırdığı gün PYD-SDG’nin “uçaksavar füze, zırh delen silah” açıklamasından utanmış mıdır acaba? Utansa iyi olur!

Hafıza zayıflığı

15 Temmuz FETÖ Darbe girişimi sonrasında; “15 Temmuz günü saat 15 sularında Akıncı Üssü’nden bir albayın MİT’e giderek Müsteşar Hakan Fidan’ı “Ankara Kara Havacılık Okulu ve Akıncı Üssü’nde olağandışı hareketlilik var, bu gece darbe yapılabilir” diye uyardığını…

Bunun üzerine Hakan Fidan’ın 2 kez Genelkurmay’a giderek bu bilgiyi Hulusi Akar ve 2’nci Başkan Yaşar Güler’e verdiğini ama onların Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı haberdar etmediğini kaç kez dinledik, okuduk.

Son günlerde ise ortaya “Aslında olay MİT’e karşıydı, MİT Müsteşarının kaçırılacağı uyarısı yapılmıştı” söylemi çıktı. TBMM Komisyon raporuna da girmiş.

Haydi hepimiz olanları unuttuk diyelim, kayıtlara geçmiş gazete, TV haberleri, siyasi açıklamalar ne olacak?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.