Şampiy10
Magazin
Gündem

Suriye uyarıları!

Irak ve Suriye’de bulunan askerlerimizin daha uzun zaman buralardan çekilemeyeceği görülüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye El Bab’da DAEŞ’e karşı TSK’nın yürüttüğü operasyonların devam edeceğini konuşmalarında söylüyor.

“ABD’nin başında olduğu koalisyon ülkeleri” için ise;

“El Bab’ı 4 taraftan kuşatmış haldeyiz ama koalisyon güçleri verdiği sözü tutmuyor. DEAŞ da dahil olmak üzere YPG-PYD’ye destek veriyorlar” dedi.

TV tartışma programlarında bölgeyi iyi bilen uzmanlar TSK’nın El Bab’ı “Batıdan ve kuzeyden kuşattığını, doğuda-güneyde ise Rejim güçleri ve PYD’nin bulunduğunu söylemişlerdi.

Hatta ABD’nin Musul’daki operasyonu istendiği gibi gitmediği için Musul-Rakka koridorunu açamayacağı, böylece Musul’dan DEAŞ’a destek gelebileceği söylendi.

Rusya ile anlaşırsak…

Bu uzmanlar ve emekli askerler “Her ordu sokak savaşlarından uzak durmak ister. TSK, El Bab’ın içine ne kadar girerse ve Suriye’de ne kadar uzun kalırsa o kadar fazla zayiat verir. Rusya ve Esad’la anlaşılırsa sokak muharebelerini rejim ordusu yapar” diyorlar.

Çok önemli bir başka nokta “Güvenli bölge gerçekleşirse ABD’nin Kürt koridorunu daha çabuk ortaya çıkaracağı” da konuşuldu.

Hükümet ise Türkiye’nin hedefinin güvenli bölge olduğunu, bu gerçekleşene kadar askerin Suriye’de kalacağını vurguluyor.

Salı günü Fırat Kalkanı harekatında yaralanan ve hastanede bulunan 2 askerimizin daha kurtulamayıp şehit olduğunu öğrendik, can yakan kayıplarımız giderek artıyor.

Ak Parti Milletvekili Ayhan Oğan ise CNNTürk’te; El Bab’daki hendekleri de Türk askerinin kapatacağını söyledi.

TSK Güneydoğu’da hendekleri kapatırken PKK terörüne çok sayıda şehit verdi. “İçinde binlerce gizli DAEŞ’li, binlerce patlayıcı ve canlı bomba bulunan El Bab’daki hendekleri neden Türk askeri yerine ÖSO’nun kapatması neden sağlanmıyor” sorusu geliyor akla.

Koalisyon kime karşı?

El Bab alındıktan sonra ÖSO’ya verileceğine göre bunu yapmaları gerekir.

Ayrıca, ÖSO bu kentlere yerleştirildikten ve TSK Suriye’den çıktıktan sonra aynı yerlerin (ABD-İran veya Rusya’nın desteklediği) başka güçler tarafından tekrar alınmayacağının garantisi ne? Sonsuza kadar orada nöbet tutmak mümkün mü?

“Daha fazla şehit vermemek için” uyarılar ve her türlü önlem düşünülmelidir.

İngiliz Times gazetesi üç gün önce şunları yazdı:

“Koalisyon güçleri IŞİD’e karşı Suriye çapında hava saldırısı düzenliyor ama Türkiye’nin El Bab’a ilerleyişine destek vermiyor. Çünkü aynı bölgede ABD’nin silahlandırdığı ve silahlı güçleriyle desteklediği SDG (Suriye Demokratik Güçleri) var.”

Times, bildiğimiz ama nedense örtülü şekilde ifade ettiğimiz “ABD-PYD/PKK” bağını net belirtmiş. SDG denilen ordu PYD’nin ta kendisidir ve ABD ile koalisyon ülkeleri sırf PYD nedeniyle TSK’yı El Bab’da yalnız bırakmıştır.

O koalisyon ülkelerinin içinde Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte 10 Arap ülkesi var.

Bu koalisyon DAEŞ’e mi, bize mi karşı onu açıkça tartışmalıyız!

Yazının devamı...

Küreselleşmenin öldüğü yıl!

İngiliz Guardian gazetesi Pazartesi günü 2016 yılını böyle tarif etmiş; Küreselleşmenin öldüğü yıl…

Çok doğru, Suriye ve Irak’ta çıkarların çatışması ile ABD’den Rusya’ya, İran’dan Çin’e, AB ülkelerine, Suriye’den Irak’a, Suudi Arabistan’dan Katar’a kadar çok sayıda ülke karşı karşıya geldi. Türkiye de bu kaosun içinde yerini aldı.

Doğru politikalar izleseydik dışında kalabilir miydik, bunun için “mülteci sorununu tek başına üstlenmemek, PKK’ya kazandırılan zamanın verilmemesi, sınır ötemizde kantonlar ilan edilene kadar beklememek, ABD’nin ve örneğin Barzani’nin oyalamalarına kanmamak” benzeri ne gibi önlemler almamız gerekirdi, bunu siyasetçilerin, siyaset bilimcilerin uzun uzun tartışması gerekir.

Laik Cumhuriyet mi?

Bence 2016 yılı aynı zamanda Ortadoğu ülkelerinin de “laikliğin önemini daha çok fark ettiği” yıl olarak tarihe geçecektir. Geçmesi gerekir.

Suriye’de ve Irak’ta laiklik gerçek anlamda uygulanabilseydi “Şii-Sünni çatışmaları” ortaya çıkar mıydı?

Taliban, El Kaide, El Nusra ve sonunda DAEŞ gibi “dini kullanarak, cihadın anlamını saptırarak insanları köleleştiren, katliam yapan örgütler” böylesine dal budak sarar mıydı?

Yeni Anayasa TBMM Komisyonu’na geldiğinde Başbakan Binali Yıldırım “Bunun bir rejim değişikliği olmadığını, 1923’te Türkiye’nin rejiminin Cumhuriyet olduğuna karar verildiğini” söyledi.

Peki nasıl bir Cumhuriyet olacak; laik, demokratik, hukuk devleti mi?

Laikliği tanımı ne olacak sorusu çok önemli. “Devletin bütün din ve inançlara aynı mesafede durması, vatandaşların din ve inancında serbest olması, kimsenin bir başkasına baskı yapamaması” gibi şartlar var mı?

Yüksek mahkemelerin üyelerinin bile “tek kişi ve onun parti çoğunluğu” ile seçileceği bir sistemde hukuk devleti nasıl gerçekleşecek?

Anayasa Komisyonu bunlara zaman vermek zorundadır, medyada yeterince anlatılmalıdır, muhtemel bir referandumda halkın büyük çoğunluğunun bu detayları bilmesi ve sorgulaması beklenemez.

Suriye savaşı

Suriye ve Irak’taki durumumuz pek iç açıcı görünmüyor. TV tartışmalarında asker konukların ve siyaset bilimcilerin açıklamaları da bunu doğruluyor.

Bölgeyi bilenler El Bab’da 4000’e yakın DAEŞ militanı olduğunu, Güneydoğu’da PKK’nın kullandığı yöntemin aynısı hendeklerin kazıldığını, 700 IŞİD canlı bombası ve yüzlerce bombalı aracın El Bab’a gittiğini anlatıyor.

ABD’nin ve Koalisyon ülkelerinin uzaktan seyrettiği en tehlikeli bölgede Türk askeri bütün bu tuzakların karşısında.

Yapılan resmi açıklamalara bakınca sanki Türkiye’de hiç terör sorunu yok da biz işi gücü bırakmış Suriye ve Irak’ta DAEŞ’i yok etme görevini üstlenmişiz gibi…

El Bab’ın da PYD’nin eline geçmemesi Türkiye için önemlidir ama öncelikle kendi ülkemizdeki terör mücadelesini sonlandırmak yerine Suriye’de bitmeyecek bir savaşın içine daha çok girmemeye çalışmak da önemlidir.

Afrin, Kobani, Cezire sınırımızda dururken El Bab, Menbiç, Rakka ısrarıyla ciddi bir politika hatası yapmamaya dikkat etmeliyiz.

Yazının devamı...

‘Yüce Meclis’te tartışmak…

Başbakan Binali Yıldırım, en önemli bölümü “başkanlık sistemi” olan yeni anayasa için “Yüce Meclis’te enine boyuna tartışılacak. Milletvekilleri net şekilde anlayacak, karar verecek” demişti.

Yüce Meclis o gün bugündür kavgadan kurtulamadı. Meclis Anayasa Komisyonu’nun 5’inci gününde CHP Sivas Milletvekili Ali Akyıldız “Şu anki teklifin ‘Anayasa çiğnenerek uygulamada olan sistemin fiili hale getirilmesi’ olduğunu” söyledi.

“Yönetimi denetleyecek hiçbir güç kalmaz. Meclis’i mezara, demokrasiyi tarihe gömeriz” dedi.

Açıklığa kavuşmadı

Henüz teklif üzerinde konuşmalar yapılırken Ak Partili 3 milletvekilinin imzasıyla “Teklifin geneli açıklığa kavuştuğundan, teklifin maddelerine geçilmesine dair” bir önerge verildi, oylandı ve Komisyon’daki çoğunluk tarafından kabul edildi.

“Enine boyuna tartışma” böyle olmayacağı için Ana Muhalefet partisi milletvekilleri bu şekilde alelacele konunun kapatılmasına sert şekilde karşı çıktılar ve bir sözlü kavga daha yaşandı.

Bu çok şaşırtıcıdır. Çünkü Ak Parti Milletvekilleri de Başbakan’la yaptıkları “yeni anayasa” toplantısında CHP’nin itiraz ettiği noktaların çoğunda onlarla aynı yönde görüşler belirtmişler, bu taslağın “tek kişiye göre hazırlandığını” söyleyerek sakıncaları sıralamışlardı.

O nedenle… Kavgalar hala sürüyor ama teklifin geneli açıklığa kavuşmuş değil!

Suriye benzerliği, neden?

Türk usulü başkanlık sistemine geçişi sağlayacak yeni anayasa ile Suriye Anayasası arasında birçok maddede benzerlik olduğu Meclis’te açıklanmış.

Yürütme yetkisinin cumhurbaşkanına verilmesi, başkan yardımcılarını ve bakanları kendisinin ataması, Meclis’i feshetme yetkisi, Anayasa Mahkemesi üyelerini ataması, bütçe konusu ile ilgili maddeler arasındaki benzerlikleri CHP Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel karşılaştırmalı olarak anlatmış.

Tabii bunlar dışında “HSYK ve diğer üst mahkemelerin üyelerinin atanması, HSYK’nın başında Adalet bakanının bulunması, başkan ve milletvekili seçiminin aynı gün yapılması, kanun yerine kararnameler, OHAL ilanının çok kolay hale getirilmesi” ve daha birçok sorunlu konu da var.

Uzmanlar anlatsın!

Aslında bu hayati “Anayasa” konusunun; Erdoğan Teziç gibi bir otorite, Ekrem Ali Akartürk gibi “ülkeler arası karşılaştırma uzmanı” veya Ergun Özbudun gibi “2007 AKP Anayasa Taslağını hazırlayan ekibin başkanı” ve siyasetçi olmayan hukukçular tarafından halka anlatılması gerekir.

Bu arada… CHP, MHP ve AKP liderleri tek konuda anlaşıyorlar: Seçim Sistemi ve Siyasi Partiler Kanunu’nundan hiç söz etmeme konusunda. Oysa Yasama’nın özellikle bu sistemde “denetleme” yapabilmesinin tek yolu “ön seçim, dar bölge seçim sistemi”dir.

Kim “kendi özellikleriyle aday gösterilirse” parti de onu milletvekili adayı yapacaktır, liderin seçtiğini değil. Milletvekilleri genel başkan yerine seçmene hesap verecektir. Haydi, milletvekilleri ısrarla talep etsin, tüm liderler anlaşmak zorunda kalsın ve ilk değişiklik burada yapılsın.

Bu milli iradeye karşı borçtur!

Yazının devamı...

ABD akıl veriyor!

Mehmetçik cesur, Mehmetçik dikkatli, Mehmetçik tereddütsüz gövdesini ülkesine siper ediyor.

O nedenle, cenaze törenlerinde onlar için cemaatten “helallik” istenmesi yerine

18-19 yaşındaki “Şehitlerimizin hakkını bu topluma helal etmesi”ni dilemek gerekir. O hakların helal olması için de uygulanan politikaların “doğru ve sonuçta onların hayatını tehlikeye atmayacak politikalar” olması şarttır.

Geçenlerde “Obama Halep konusunda sert çıktı” başlığıyla verilen haberde

Obama’nın “İran, Rusya ve Esad’ın ellerinde kan var” sözleri yer aldı.

Acaba bunları söylerken kendi ellerinin pirüpak olduğunu, Ortadoğu’da çok dürüst bir politika izlediğini mi düşünüyor?

Suriye iç savaşı başladığında önce “muhalifleri destekleyelim, eğit-donat yapalım, Esad’a karşı kullanalım” diyerek Türkiye’yi savaşa müdahil olmaya itti. Ne yazık ki biz bu planını gerçekleştirdik..

Sonra kenara çekilerek ÖSO’yu Türkiye ile baş başa bıraktı.

İki yüzlü oyun

Türkiye en baştan “iç savaşta taraf” haline geldiği için (Obama’nın şimdi suçladığı) Esad kuzey illerini PYD-PKK’ya bırakarak güneye çekildi.

“Kilis’e düşen bombalar” bu olayların ve ABD ile diğer devletlerin sınır boyumuzca “kendi projelerini uygulamak için” yaptıklarının sonucudur.

ABD de Kuzey Suriye’de “DEAŞ’a karşı” teranesiyle PYD-PKK’ya her desteği verdi, Türkiye’nin sınırları bu destekle onların eline geçti.

Barzani’nin peşmergeleri güya DEAŞ’dan kurtarılan Kobani’de PYD’ye destek vermek için Türkiye’den geçerken üniformaları ve tabii silahları “ABD”ye aitti, PYD’nin içinde de ABD askerleri vardı, hâlâ var.

Rusya ve rejim güçleri Türkmenleri bombalarken, ABD yan tarafta PYD’nin toprak kazanması için uğraşıyordu. Obama o günlerde “Esad ve Rusya’nın elindeki kan”dan niye hiç söz etmedi?

Şimdi “Türkiye’nin Rusya’yla ilişkileri, Rusya’nın bölgedeki davranışlarıyla ilgili” olarak Türkiye’yi uyarıyor.

Bari yalan söyleme

“PYD kantonlarını desteklemiyoruz, silah cephane vermiyoruz. DEAŞ’la savaşta destekledik ama bölgenin siyasi yapısını değiştirmesini desteklemiyoruz” diyor. Artık kim inanır bu sözlere? Bugüne kadar inanmadığımızı” da söyledik ancak yeterli bir diplomatik çaba göstermemiş olmalıyız ki PYD-PKK birlikte güç kazanarak saldırılarını had safhaya çıkarabildiler.

Trump’ın da, Hillary Clinton’ın da daha seçimleri bitmeden “Ortadoğu’da Kürtleri daha çok destekleyeceğiz” dediklerini unutalım mı? Gerçekten Türkleri “çok saf” mı sanıyorlar?

Kilis ve Gaziantep hastaneleri ağır yaralı askerlerimizle dolu. Bunun yanında kayıp askerler var. Cuma günü sosyal medya

“DEAŞ’lı caniler tarafından yakılarak şehit edilen” 2 askerimizle ilgili haberlerle doluydu.

İzlemek imkansız, insanın ciğeri yanıyor, unutulacak bir olay değil bu ve El Bab’daki halka canlı olarak izletilmiş TV’lerden. Bir zamanlar “Bakın bu caniler insanları kılıçtan geçiriyor, binalardan atıyor, yakıyor” dediğimiz canilerin karşısında Mehmetçik yalnız başına.

ABD bu durumun hesabını versin!

Yazının devamı...

Milletvekili sorumluluğu budur!

Başbakan Binali Yıldırım Ak Parti milletvekillerini toplayarak “başkanlık sistemi”yle ilgili bir toplantı yaptı.

MHP’nin neredeyse hiç itirazı olmamasına rağmen milletvekillerinin eleştirilerine karşılık şunları söyledi:

“MHP ile anlaşmamız elimizi kolumuzu bağladı… Onların oyuna ihtiyacımız var. Uzlaşma olmadan bir şey yapamayız. Sizin talepleriniz ancak yeni anayasa ile mümkün olabilir. Bunu da ilerde yaparız İnşallah”.

Oysa AKP milletvekillerinin talepleri “yeni anayasadan sonra” değil, “önce” düşünülmesi ve karar verilmesi gereken taleplerdir.

Takdir edilecek şekilde bu taslağın “Ak Parti için de riskler taşıdığını” söylemişler.

Mesela “cumhurbaşkanı seçildikten sonra Ak Parti yüzde 42 oy alırsa ve başka bir parti birinci çıkarsa biz ‘Meclis’te denetim görevini’ bile yapamayacağız” diyorlar.

İşte iktidarın-tüm gücü elinde tutan kişi veya kişilerin ‘halk tarafından seçilmiş, özgür bir Meclis’ tarafından denetlenmesi bu nedenle tüm anayasa hukukçularının tekrarladığı önemli sorunlardan biri oldu.

Milli İrade Meclis’tir

Bu sistemde “yeterli görmedikleri biri cumhurbaşkanı seçilirse” ne olacağı sorusunu da dile getirmiş ve “Sanki yaşadığımız travmalar ve komploların etkisiyle kurgulanmış bir metin bu. ‘Tek kişilik bir düzenleme’ gibi…

Tayyip Erdoğan’ın sonsuza kadar görevde kalacağı algısıyla hareket ediyoruz ama tam tersi örneklerle karşılaşabiliriz” demişler, bu da çok haklı bir görüş.

Daha sonra “Milli iradenin asıl kaynağının Meclis olduğunu” söyleyerek geldiklerini hatırlatarak bu yeni düzenlemeyle “Meclis’in etkisiz hale getirildiğini, bunun da tezlerinden vazgeçmek anlamına geldiğini” söylüyor ve;

“Tüm denetim yetkisini Meclis’ten aldıktan sonra bunun sıkıntısını biz yaşayacağız” diyorlar ki yalnız onlar değil, tüm ülke yaşayacaktır.

Bakanlar yok!

“Burada 5 yıl boyunca hiçbir bakanı görmeyeceğiz.

Yazılı soru sorma hakkımızdan başka hiçbir hakkımız yok (…) Halk hizmet isteyecek, bizim hizmetle hiçbir bağımız olmayacak.

HSYK seçimlerine ilişkin (üyelerin yarısını Cumhurbaşkanı, diğer yarısını çoğunluğuna sahip olduğu Meclis seçecek) düzenleme ‘yargının bağımsızlığıyla’ ilgili çok büyük sıkıntı doğurur.

Cumhurbaşkanına verilen kararname yetkisinin ‘kanunların bile üzerinde olması’ da sıkıntı yaratır” diyorlar, hepsi çok haklı vurgular.

Boş kağıda imza…

MHP milletvekillerinden bu kadarcık bir eleştirinin bile gelmemesi “Bahçeli’nin tüm mesuliyeti tek başına üstlendiğini ve parti içi baskıyı” gösteriyor.

Bu nedenle ve iktidar milletvekillerinin “denetim” endişeleri nedeniyle “seçim ve siyasi partiler kanunu değişmeden” asla yeni anayasa söz konusu olmamalıydı. Hala da olmamalıdır. AKP, CHP ve MHP milletvekilleri, liderleri bunu neden hiç konuşmuyor? Halk neden talep etmiyor?

TBMM’deki oylamanın “kapalı ve oyların gizlilik güvenliği sağlanarak” yapılması büyük önem taşımaktadır.

Önceden boş kağıda alınan imzalar “ülkenin geleceği, anayasası” söz konusu iken hükümsüz sayılmalıdır!

Yazının devamı...

Suriye şehitleri ve yeni anayasa!

Suriye’de TSK’nın Esad muhalifi ÖSO ile yürüttüğü Fırat Kalkanı harekatında El Bab’da Çarşamba günü 14 olan şehit sayısı dün 16’ya yükseldi.

18’i ağır olmak üzere 33 askerimiz de yaralı. Bunların hayatının kurtulup kurtulmayacağı belli değil.

O arada Esad’ın danışmanı Buseyne Saban “Halep için İran-Rusya ve Türkiye’nin Moskova’da imzaladığı metini memnunlukla karşıladıklarını” açıklamış.

Halep’ten 37 bin 500 kişinin tahliye edildiği bildiriliyor. Bu muhalifler de Türkiye’ye mi getirilecek yoksa ABD ve diğer devletlerin yardımı mı istenecek belli değil.

Trump son olarak, Berlin’de ve Türkiye’deki terör saldırılarından sonra “Olaylar benim söylemlerimi haklı çıkardı” diyerek Müslümanların, mültecilerin Batı ülkelerine zarar verdiklerini, alınmamaları gerektiğini bir kez daha vurguladı.

Dikkatli politika

Türkiye elbette İslamofobya’ya karşı çıkacak ve ırkçı bir politika izlemeyecektir.

Bununla birlikte ülkeye girmiş olan 3 milyondan fazla mültecinin yanına “tek tek kontrolü mümkün olmayan” yeni on binlerce mülteciyi alma hatasına düşmemelidir.

Toplum olarak terörden çektiğimiz acılar unutulacak gibi değil ve yenilerinin önlenmesi için her şey yapılmalıdır.

Bir yanda Esad ile anlaşma yolları aranırken diğer tarafta El Bab’da muhaliflere yardım için de onlarca şehit vermek anlaşılır bir politika değildir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şimdi durursak Sevr şartlarına döneriz” diyor. Yani Türkiye’nin diğer ülkeler tarafından paylaşılması tehlikesini dile getiriyor.

Türkiye ne zaman ve nasıl bu şartlara dönüşmüştür?

Şimdi Rusya ve İran’ın arabulucuğu ile “Halep’teki sorunu çözmeye” uğraşıyorsak ve başarı ihtimali ortaya çıkıyorsa bunu kendi ülkemizin, sınırlarımızın korunması için, Suriye’de ve Türkiye’de şehit vermemek için neden daha önce yapmadık?

Tablo Türkiye açısından nereden bakarsanız bakın son derece üzücüdür ve cevaplanması gereken çok soru vardır.

Garantisi ne?

İyi bir Anayasa hukukçusuna Meclis Komisyonu’ndaki yeni anayasa teklifini sorduğunuzda ilk söylediği şu oluyor: “Daha Anayasa değişikliği metni son halini almadan, tereddütsüzce boş kağıda imza atan milletvekilleri başkanı nasıl denetler?”

Sonra bu değişiklikle:

“TBMM’nin tam aksine kararnamelerle işlevsiz hale getirileceğini, HSYK seçiminin kalktığını ve kurulun yarısının cumhurbaşkanı diğer yarısının (çoğunluğu aynı parti olan) Meclis tarafından seçileceğini, başında da zaten Adalet Bakanı olduğu için yargının tarafsızlığından hiç söz edilemeyeceğini, üst mahkemelerin de iktidar ve cumhurbaşkanları tarafından atanacağını” ve daha bir sürü ciddi eleştiri sıralıyorlar.

“1982 Anayasası’ndaki cumhurbaşkanı yetkileri aşılıyorsa şimdi yapılacak anayasaya uyulacağının garantisi ne” sorusunu soruyorlar.

Milli iradeye saygı gereği tüm sorular “sisteme destek veren” her iki lider ve uzman hukukçular tarafından cevaplanmalı, endişeler giderilmelidir.

Hiçbir ülkede anayasalar aceleye getirilemez.

Yazının devamı...

Türkiye sadece teröre yoğunlaşmalı!

Bir yanda çözmemiz gereken birçok bombalı terör saldırısı, Rusya’nın kendi ekiplerini göndererek araştırma yaptırdığı “Büyükelçi’ye suikast” olayı ve diğer yanda hiçbir şey olmamış gibi devam eden yeni anayasa kavgaları…

Berlin’deki terör saldırısından sonra Almanya Başbakanı Angela Merkel “Tüm ülke yas içinde… Eğer bu saldırıyı Almanya’ya sığınmacı olarak gelmiş biri yaptıysa bu bizim için korkunç ve katlanması zor bir durum olur” diyor.

Türkiye’de ise mültecilerle ve mülteci gibi sınırdan geçen DAEŞ’li, PKK’lı teröristler kolayca ev kiralayıp bomba imal ediyor, saldırı yapıyor ve bu olaylar kanlı saldırılardan sonra bile yeterince araştırılıp açıklanmıyor.

Türkiye’ye cehennem hayatı yaşatan, dünya nezdinde bile çok zor duruma düşüren suikastlar oluyor MİT’in, İçişleri Bakanlığı’nın sesi çıkmıyor.

Örneğin Kayseri’de komandolarımıza yapılan saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin “Kobani’den geldiği” açıklandı. Nasıl oluyor da rahatça sınırlardan girip çıkıyorlar, çalıntı bombalı araçlarla seyahat ediyor ve yakalanmıyorlar?

El Bab şehitleri

Dün 4 Türk askerinin EL Bab’da ÖSO’yla birlikte DAEŞ’e karşı savaşırken şehit olduğu, bazıları ağır olmak üzere 15 askerimizin yaralandığı haberi verildi.

Türkiye içinde terörle mücadele için terörist saldırılarına yüzlercesini şehit verdiğimiz askerlerimiz bir de Suriye ve Irak’ta hayatlarını kaybediyorlar.

Madem ki Rusya ile “Suriye ve Halep” konularında görüşmeler yapıyoruz ve çözüm bulmaya çalışıyoruz, neden Suriye’deki TSK’nın güvenliği konuşulmuyor sorusu düşünülmelidir.

Eğer Rusya ve İran “Türkiye’nin Suriye’de El Bab’a kadar inme zorunluğunu ve bu sorunun birlikte çözülmesini” Esad’la görüşseler ve destek verseler biz tek başımıza kalmazdık.

Asıl savaşan durumundaki ÖSO’nun militan kaybettiği duyulmuyor ama hep “destek veriyor” denilen Türk askerleri IŞİD saldırılarında ölüyor. Kilis’e çok sayıda ambulans devamlı ağır yaralı askerleri taşıyor.

Aslında El Bab operasyonu “bu yerler IŞİD’den alındıktan sonra PYD’ye verilmesin” diye de yapılıyor, bir sebep de bu. Ancak madem ki “DAEŞ’e karşı” çatışmalardır “ABD ve Koalisyon ülkeleri”nin neden bu konuda hiç ortaya çıkmadıkları anlaşılmalı değil midir?

Türkiye ve TSK neden Suriye ve Irak’ta yalnızdır ve neden bu konu üçlü toplantılarda veya Obama ile, Kerry ile konuşmalarda hiç gündeme gelmemektedir?

Suikast olayı

Diğer tarafta Rusya Büyükelçisi suikastının “bir Türk polisi tarafından” gerçekleştirilmiş olması öyle anlaşılıyor ki “ilk tepkiler sınırı içinde” kalmayacak.

Rusya Başbakanı Medvedev’in “Uluslararası hukukta bu ağır bir suçtur. Rusya bunu cezasız kalmasına izin vermeyecektir” açıklaması, Rus güvenlik ekiplerinin olayı araştırmak için Türkiye’ye gönderilmesi bu konuda ne kadar zor durumda olduğumuzun kanıtıdır.

Suikastçı “FETÖ’cü” de olsa, “El Nusra’cı” da olsa Türk polisi olması açıklanabilecek bir durum değildir, umalım da bu sorun Türkiye için dev bir sorun haline gelmesin!

Yazının devamı...

İstihbarat ne zaman tartışılacak?

Büyük bir şokla sarsılmadığımız tek gün geçmiyor. Yaşantılar polisiye bir filme döndü.

Son olarak Pazartesi akşamı Rusya’nın Ankara’daki Büyükelçisi Andrei Karlov, içeri kolayca giren bir terörist tarafından vurularak öldürüldü.

Bu suikast başta Rusya ve Türkiye olmak üzere askeri ve ticari uluslararası ilişkileri etkileyebilir, hatta Ortadoğu’daki gelişmeler yön değiştirebilir.

Neyse ki Rusya’dan gelen ilk açıklama; “Türkiye ile Rusya’nın arasını bozmak istiyorlar” şeklindeydi. Daha sonra Putin de “Bu Türk-Rus ilişkilerine yönelik açık bir provokasyondur” dedi.

Rus akademisyen ve bürokratlar da benzer şeyler söylüyor ve tam “Suriye üzerinde jeopolitik ve güvenlik alanlarında yeni bir bölgesel işbirliği” oluşurken bu saldırının bölgeye yönelik olduğunu vurguluyorlar.

Rusya Savunma Bakanlığı Kamu Konseyi Başkanı Korotçenko ise “Bu ‘yalnız bir teröristin eylemi’ değil, “Körfez bölgesine veya okyanusun öbür tarafına” uzanan bir komplodur” dedi.

Ruslar araştıracak

Bu sözlerde Rusya ile Türkiye’nin bir araya gelmesine ve Suriye’deki savaşların sonlandırılması ihtimaline karşı “ABD’yi suçlayan” bir ima vardır ve üzerinde durulmalıdır.

Suikasti yapan saldırganın Ankara Çevik Kuvvet’te görev yapan polis Mevlut Mert Altıntaş olması olaydaki diğer büyük şok oldu.

En çok güvenilmesi gereken birime ait bir polisin böyle bir cinayeti işlemesi Türk Emniyeti’ne olan güveni dünyaya karşı da sarsmış, Türkiye’nin “güvensiz bölge” sayılması için açık bir fırsat vermiştir.

Putin’in “Katillerin arkasında kim var öğrenmeliyiz” derken “Araştırma ve soruşturmanın Rus birimleriyle birlikte yürütülmesini” istemesinin nedeni de bu güvensizliğin açık ifadesidir.

Ruslar dün olay yerini incelemeye başladılar bile.

Ne önlem alındı?

FETÖ ile ilişiği ortaya çıkan ama aynı zamanda “El Nusra” terör örgütüne ait Arapça sözler söyleyen suikastçının cinayeti işledikten sonra “Koruması buraya gelsin, benim buradan ölüm çıkacak” diye bağırması önemli bir detaydır.

Kendisi “öldürülmesi gerektiğini” biliyor ve söylüyor, arkasından “canlı yakalanması gerekirken ve mümkünken” öldürülüyor. Bunlar da “tekil değil, organize bir suikast olayı” olabileceğine ait şüphelerdir.

Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in olayın hemen arkasından “Başka suikastlar da olacak” demesi de çok büyük bir talihsizliktir.

Öncelikle her terör saldırısında ve 15 Temmuz’da olduğu gibi inanılmaz bir “istihbarat ve güvenlik eksiği” var.

Bu olaydan önce Rus Elçiliği önünde protesto gösterileri olmuş, Büyükelçi’nin en özenle, en az 20-30 koruma ile korunması gereken bir dönem ve gün.

Buna rağmen “salona girebilecek polislerin isimleri” bile kapıya verilmemiş olmalı ki suikastçı polis rahatça girebiliyor.

Arkasından o şehrin belediye başkanı “başka suikastler de olacak” diyor. Daha fahiş hatalar ne olabilir ki?

Son bir yıl içinde yüzlerce, son bir haftada 58 şehit verdik ve bir büyük suikast gerçekleşti.

Bir ülkede İçişleri Bakanı ve İstihbarat’ın yönetimi istifa için başka ne bekler?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.