Demokrasi ve güneyimizdeki gelişmeler!
Dün AKP’li eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in referandumla ilgili olarak, düzenlemenin zamanlamasını da beğenmediğini, “önceliğimizin ülkenin gerçek sorunları olması gerektiğini” söylediği konuşmasına yer vermiştim.
Irak ve Suriye’de gerçekleşen ve Türkiye’ye tehdit oluşturacak adımlara bakılırsa çok haklı. Aynı konuşmada referandum kültürümüzün olmadığını da söylüyordu.
Bu da doğru bir nokta.
Hala tartışmaların çoğu “referandumun asıl konusundan çok uzakta” yoğunlaşıyor. Oysa asıl tartışılması gereken şeyler;
“Milli iradeyi temsil eden Meclis’in değişimden sonra denetim yapıp yapamayacağı, yargının gerçekten bağımsız olup olamayacağı, hükümet yerine tek kişinin geçeceği ve Meclis çoğunluğunu da onun belirleyeceği bir sistemde demokrasinin korunup korunamayacağı” gibi konulardır.
Baskı ve tehditler
Devlet Bahçeli’nin “Değişiklikler geçmezse ülke karmakarışık olur” demesi bile adil ve özgür bir süreç olmasını engelleyen, baskıcı bir tavırdı.
Bir kaymakamın muhtarlara “köyünüzden istenen oy çıkmazsa işinizi yapmam, mührünüzü alırım” dediği ses kaydıyla ortaya kondu.
Devleti, İçişleri Bakanlığı’nı ilçe çapında temsil eden kaymakam bunu yaparsa, eline silah alıp poz vererek halka “verecekleri oylarla ilgili” tehdit mesajları gönderenleri cezalandırabilir misiniz?
Referanduma kısa bir süre kalmışken her tür baskının, din ve inanç, mezhep farklılıklarına vurgu gibi konuların gündemden kalkması gerekmektedir.
Aksi takdirde, tekrarlayalım, bu şartlar altında bir seçim veya referandumun anlamı da, demokratik meşruiyeti de kalmaz.
Toprak bütünlüğü
İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson Türkiye’ye geldiğinde dikkat çekici olmakla birlikte üzerinde durulmayan şöyle bir cümle sarf etti:
“Birleşik Krallık Türkiye’de olduğu gibi, hem Suriye’de, hem Irak’ta ‘toprak bütünlüğünün sürdürülmesini’ destekliyor.” Yani Batı Türkiye’nin toprak bütünlüğüne de artık Irak ve Suriye’ye bakar gibi bakıyor.
Biliyorsunuz yıllarca tüm Batı ülkeleri ve Türkiye, Irak ile Suriye için “Toprak bütünlüğünü destekliyoruz” dedi, sonunda Irak ve Suriye “toprak bütünlüğünden söz edilemez” hale geldi. Türk askeri Başika’da olmasına rağmen ABD Türkiye’nin Irak’taki operasyonlara karışmasına izin vermedi.
Suriye’de PKK-PYD’yi, Irak’ta Barzani ve peşmergelerini desteklemeye devam etti. PKK Irak’ta da eksik değildi.
Barzani “Irak’ta aldığımız yerler bizim, asla çıkmayız” demişti, şimdi Kerkük’e Kürdistan bayrağı çekerek bunu dünyaya ilan ettiler. Musul’da benzer bir tablonun yaratılması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Aynı sırada Suriye’de PYD lideri Salih Müslüm’in “Rakka DEAŞ’tan kurtarıldıktan sonra Rojova’ya, özerk yönetimlerin bulunduğu federal sisteme (Suriye Kürdistan’ı) katılmasını umduklarını” söylediğini hatırlatayım.
Uzun zamandır ısrarla anlatmaya çalıştığım “uluslararası proje” yeterince netleşti değil mi? Şimdi Boris Johnson’ın vurgusunu düşünme zamanıdır.