Şampiy10
Magazin
Gündem

YSK tartışması ve AGİT!

Başbakan Binali Yıldırım referandum öncesi gazetecilerin “Açık ara farkla Evet mi bekliyorsunuz” sorusuna “50+1 oy tamamdır” demişti ve referandumdan neredeyse tam “50+1” çıktı.

“Son sözü millet söyleyecek” demişti, son sözü millet söyledi ama yapılacak önemli Anayasa değişikliğini “tartışmasız kabul ettiğini” gösteren yüksek bir sonuca da ulaşılamadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum sonrası İstanbul’da yaptığı ilk konuşmada “Milletimizin teveccühüyle tarihimizin en önemli Anayasa reformunu hayata geçiriyoruz” dedi.

Tarihin en önemli referandumunda Yüksek Seçim Kurulu’nun sandıklar açıldıktan sonra karar değiştirerek ve yasaya aykırı olarak “sandık kurulu mührü olmayan” oyları geçerli sayması ciddi bir tartışma ortaya çıkarmıştır.

Yasaya aykırı karar

YSK referandum öncesi seçim kurullarında görev alacak vatandaşlara “mühürsüz oyların geçersiz sayılacağını” kendi ekipleriyle anlatmıştır.

YSK’nın bu kuralı değiştirerek tam aksini yapması referandum sonrasında büyük tepkilere neden olunca Başkanı Sadi Güven şu açıklamayı yaptı:

“Sandık kurullarının mühürleme yapmadığı pusulaları onların ihmali nedeniyle ve Ak Parti temsilcisinin talebi üzerine geçerli saydık”.

Daha sonra tepkiler artınca ve bazı

siyasetçiler, vatandaşlar YSK’nın önünde toplanınca onlara ikinci bir açıklama yaptı:

“Sandıklar açıldıktan sonra, sonuçlar intikal etmeden önce sandık kurulu mührüyle oy pusulası ve zarfların mühürlenmediği yönünde Kurul’a yoğun şikayet geldiğini ve YSK’nın oy birliğiyle bunları geçerli saydığını” belirtti.

İkinci konuşmada “partili temsilcinin talebi”ne yer vermedi.

Aynı sıralarda sosyal medyada “bazı sandık görevlilerinin mühürsüz oy pusulalarına kendilerinin mühür bastığı ve diğer görevlilerin tepki gösterdiği, bu görüntüleri video kaydına alarak yayınladığı” izleniyordu.

Tek bir oy

Seçim ve referandumlarda “tek bir oy” bile önemlidir. O “bir oy” ile örneğin belediye başkanlığı kazanılabilir veya kaybedilebilir.

Bu olay, Ak Parti’nin 2014’te Bitlis’in Güroymak ilçesinde “bir mühürsüz oy” nedeniyle seçim tekrarlattığını gündeme getirdi ki Ana Muhalefet Partisi bu referandumda “2,5 milyon geçersiz oyun geçerli sayıldığını” öne sürüyor.

Bunun dışında YSK Başkanı’nın “6 dakikalık süre dışında tüm veriler siyasi partilere verilmiştir” ifadesi var.

Bir seçim veya referandumda “6 dakikalık durma” bile kabul edilemezken CHP “45 dakika boyunca YSK’nın kendilerine veri aktarmadığını” açıkladı.

Referandumun sonlarına doğru veri akışındaki uzun duraklama televizyon izleyicileri tarafından da fark edildi, bunların nedeni ve yasaya aykırılığı tartışılmalı, vatandaş rahatlatılmalıdır.

Avrupa’dan referandumu gözlemlemek için 26 ülkeden gelen ve aralarında parlamenterlerin, uzmanların bulunduğu AGIT de “YSK’nın mühürsüz pusulalar kararının yasalarla çelişkili olduğunu ve önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığını” açıkladı.

Bakalım raporunda neler yazacak ve bakalım YSK olayı nasıl sonuçlanacak.

Yazının devamı...

Referandum sonucu zafer değil!

Yazımı yazdığım saatlerde sandıkların çoğu açılmıştı ama sonuçlar hâlâ dakikalar içinde değişmekteydi.

Sayımların başlangıcında verilen il ve ilçelerin bazılarında Evet, bazılarında ise Hayır oyları açık ara farkla öndeydi.

Zaman geçtikçe bu fark kapandı ve sandıkların yüzde 99.9’u açıldığında Türkiye genelinde Evet yüzde 51.35, Hayır ise yüzde 48.65 görünüyordu. Televizyonda konuşan birçok kişinin referandumu “AKP/MHP-CHP” arasında veya “Erdoğan-Anti Erdoğan blokları” arasında göstermesi veya “AKP’nin aldığı oy”, “CHP’nin aldığı oy” şeklinde anons edilmesi bana göre ciddi şekilde hatalıydı.

Bu Anayasa değişikliği referandumu “partiler arası bir yarış” değildi.

CHP seçmeni seçimlerden çok daha aktif şekilde referandumda faaliyet göstermişti ama “karşı çıkanlar” cephesi tek parti veya tek bir kitle halinde değildi. Sonuçlar da örneğin MHP için “parti aidiyetiyle oy verdiler” sözlerini yalanlayacak kadar netti.

Tüm partiler…

Hayır oyu verecek olanlar arasında CHP ve partilileri vardı ancak örneğin MHP içinden büyük kitlelerin Bahçeli’nin peşinden gitmeyeceği belliydi. HDP, Saadet Partisi, Liberal Demokrat Parti ve baraj altındaki daha birçok parti de, hiçbir partiyi tutmadığı halde “yapılacak değişikliği onaylamayanlar” da Hayır’cılar arasındaydı.

Referandum sonuçlarında dikkat çeken nokta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Antalya gibi büyük illerde zaman zaman değişse de Hayır oylarının önde olması..

“Kürtlerin olduğu bölgelerde Hayır oyları önde” dense de bu iddia çok da doğru çıkmaması ikinci dikkat çeken nokta.

HDP’li siyasetçilerin tutuklu olmasına veya HDP’nin “Hayır” diyeceklerini tekrarlamasına rağmen Güneydoğu’nun tüm illerinde bunların aynı şekilde etkili olmadığı görüldü. Referandum sırasında TV’deki konuşmacılar sık sık “Eşit olmayan bir kampanyaya, büyük mitinglere rağmen, tüm devlet imkanları Evet için seferber edilmesine rağmen” benzeri vurguları sık sık yaptılar.

Çok yakın bir sonuç!

Bu referandum sonucu “açık ara bir fark olmadığı”, tam aksine çok yakın sonuçlar çıktığı için hiçbir tarafa göre zafer sayılmayacağı gibi öncelikle Devlet Bahçeli için bir hezimettir.

MHP seçmeninin, onun ne tarafta olduğuna bakmadan “Hayır”a kaydığı görüldü. Bu sonuç MHP içinde hemen Bahçeli’nin genel başkanlıktan gitmesine, olağanüstü kongre isteğinin daha da güçlü şekilde ortaya çıkmasına varacak bir hareket başlatacaktır.

Bana göre referandum sonucu aşırı bir kutuplaşmayı yansıtmaktan ziyade, her partiden seçmenin “bu değişiklik ülke için ne getirir, ne götürür” sorusunu kendine sorduğunu gösteriyor. Yenilgi olmamakla birlikte, yüzde 51’e daha yakın bir Evet ile yüzde 49’a daha yakın bir Hayır, arada 2 puana yakın bir fark varken “millet iradesi bu değişikliği gönülden istedi ve destekledi” demek zordur. Bu zorluğun önümüzdeki günlerde yeniden seçim tartışmaları, huzursuzluk ve istikrarsızlık getirmeyeceğini, ülke için hayırlı olmasını umalım.

Yazının devamı...

‘Laik, demokratik Cumhuriyet’ için!

Bugün ülkemizin geleceğinde “çok önemli” rol oynayacak, büyük değişikliklere neden olacak Anayasa değişikliği için sandığa gidiyoruz.

Ümidimiz odur ki seçmenlerin hepsi bu referandumun bir seçim olmadığı, Türkiye’nin yönetim sistemini tamamen değiştirecek bir kararı oylayacağının bilinciyle sandığa gitsin ve mutlaka oy kullansın.

Ülkemiz için en önemli olan konu Anayasa’nın ilk 4 maddesi arasında yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik, demokratik bir hukuk devleti” olduğunu, “üniter yapısının korunması gerektiğini” anlatan maddelerdir.

İnsan hakları

Anayasa’nın değiştirilemez 1’inci maddesinde “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” deniyor.

Anayasa’nın değiştirilemez 2’inci maddesi bu devletin tarifini yapıyor. “…İnsan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.”

Ve yine “değiştirilemez” 3’üncü madde devletin bütünlüğünü belirtiyor: “Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.”

Dünyada “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” olmayan, “hukukun üstünlüğü”nden söz edilemeyen birçok “cumhuriyet” mevcut olduğuna göre…

“Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında ilan edilmiştir, bu konuda tartışma yoktur” derken mutlaka “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” tarifiyle birlikte söylenmelidir.

Böylesine önemli bir “sistem değişikliği” talep edilirken; adil yargılanma, savunma, gösteri yapma, basın-düşünce-ifade özgürlüğü gibi temel hakların korunacağına dair güvenceler de verilmelidir.

Kim denetleyecek?

Daha sonra uygulamada etkili olursa, örneğin “ilk 4 maddeye dokunulmayacağı” belirtilirken bu “insan haklarında, hukukun üstünlüğü ilkesinde, demokrasi ve laiklik konularında” farklı bir gidiş görülürse bunu denetleyecek, durduracak kurum hangisi olacaktır?

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu yeni sistemde “cumhurbaşkanlarına ‘kararnameyle kamu tüzel kişiliği kurma yetkisi’ verdiğini” ve bunu ciddi sonuçlar doğurabileceğini açıkladı.

Bugüne kadar yapılan tartışmalarda “denetim ve denge” mekanizmalarının önemi, yapılan değişikliklerde yargı ve Meclis’in denetim yetkilerinin zorlaştığı” birçok kez dile getirildi.

Partilerin referandum konuşmalarında bu konuda eksik ifadelerin olduğunu söylemeliyiz. Bu gecikme nedeniyle, eyalet tartışması referandumdan 2 gün önce alevlenmiştir.

Baştan beri referandumu gündeme getiren ve destekleyen Devlet Bahçeli 16 Nisan’dan 2 gün önce bu konuda verilen bazı mesajlara karşı çıkmış ve tartışmayı tekrar başlatmıştır.

Referandum sonucuna göre “Türkiye’nin AB üyeliği konusunun da kapanabileceği” görülüyor.

Unutmayalım ki AB bizim için “Evrensel hukuk ilkelerinin, insan haklarının korunması”, çağdaş medeniyetler yolunda ilerlemek, karşılıklı çıkarlar” anlamı taşıyor.

Referandum sonucunun ülkemiz için hayırlı olmasını dilerken “ne olursa olsun bu kararda acele edilmemesi”ni de umuyorum.

Yazının devamı...

Atatürk dönemiyle karşılaştırmalar…

Türkiye nihayet yarın “yönetim sistemini büyük ölçüde değiştirecek” olan Anayasa değişikliğini oylamak üzere sandığa gidecek.

Şimdiden ülkemiz için hayırlı bir sonucun çıkmasını ve sonuca bakarak siyasi yanlışlar yapılmamasını diliyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan son konuşmalarında “partili cumhurbaşkanı, fesih yetkisi” gibi konularda iyi anlaşılması gereken noktalara değindi.

Bunlardan biri “cumhurbaşkanlarının Meclis’i feshetme yetkisi”.

2 sandık

Erdoğan “Cumhurbaşkanının fesih yetkisi yok, ‘yeniden seçime götürme’ yetkisi var. Böyle bir adım atıldığı zaman ortaya 2 sandık gelecek, hem milletvekilleri, hem cumhurbaşkanı için…

Bir cumhurbaşkanı, zaten cumhurbaşkanı iken niye böyle bir seçime gitme yolu denesin ki” dedi.

Aşağıdaki soru Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na ve Bahçeli’ye defalarca soruldu. Son gün bir kez daha hatırlamak yararlı olabilir.

Yeni sistemde “cumhurbaşkanları sadece 2 dönem için seçilebilir” deniyor.

Bu cumhurbaşkanlarından herhangi biri, iki dönemi yeterli görmeyip “ikinci dönemin bitmesine birkaç ay kala, bir bahane ile seçime gitmeye” karar verse, “3’üncü dönem seçilme imkanı” doğmayacak mı?

Yeniden seçime götürmenin diğer anlamı “mevcut Meclis’i feshetmek” değil midir?

Erkekler oy kullanıyor

Atatürk’ün ve İnönü’nün “hem partisinin genel başkanı hem de cumhurbaşkanı” olduğu en sık tekrarlanan cümlelerden…

O dönemlerde olduysa şimdi de olabileceği söyleniyor.

Burada eksik olan şey Atatürk ve İnönü dönemlerinde, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde “demokrasinin de yeni olduğu”nun unutulmasıdır.

Atatürk dönemi “tek parti” dönemidir, İnönü 1938’de Cumhurbaşkanı olmuş, “çok partili dönem” ise 1946’da başlamıştır.

Buna rağmen İnönü döneminde 1943 seçimlerinde bazı illerde “çıkaracağı milletvekili sayısından fazla aday ilan edilerek” halka tercih hakkı verilmiş. (Örneğin İstanbul 23 milletvekili çıkaracakken 31 aday gösteriliyor.) Böylece halkın seçtiği milletvekilleri daha özgür karar verebiliyor.

1935 yılına kadar “yalnızca erkeklerin oy kullanma ve milletvekili seçilme hakkı” vardır, kadınlar ancak 1935’te seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur.

Cumhuriyetten 94 yıl sonra, 2017’de Cumhuriyet’in ilk yıllarını “yönetim sistemi değişikliğine” örnek almak doğru sayılmaz. Örnek alacaksak “milletvekili seçimi için halka tercih hakkı tanımak” örnek alınabilirdi.

Bahçeli ve FETÖ

Devlet Bahçeli “MHP içinde FETÖ ile ilişkili olanlar vardır. Bizim içimizde birkaç tane olduğunu biliyorum. FETÖ 8 ayak üzerine kurulmuş, bunun içinde siyasi ayağın olmaması mümkün değil” dedi.

Madem ki siyasi ayağın olduğunu ve kendi partisi içindekileri bildiğini söylemektedir, bu konuda neden girişimde bulunmadı?

FETÖ yüzünden bu ülke neler çekti, Bahçeli “bildiği bu isimleri” şimdiye kadar açıklamalı değil miydi?

Kendi partisi ve diğerleri içindeki “siyasi ayağın” ortaya çıkarılması için çalışmalı değil miydi?

Adalet sağlanmadan ve gerçekler ortaya çıkmadan referanduma gidilmesinin sorumluluğunu taşıyor.

Yazının devamı...

Başkanlık mı, cumhurbaşkanlığı mı?

Referandum için arka arkaya kamuoyu araştırmaları yayınlanıyor.

Adı “güvenilir” olarak geçen bazı şirketlerin anketlerinde “Hayır” oylarının açık ara önde olduğu belirtilirken bazıları “Evet” oylarının önde olduğunu söylüyorlar.

Dün yayınlanan Konda anketine göre “yüzde 9 kararsız” seçmen var.

Kararsızlar dağıtıldıktan sonra “+- 2” hata payı ile Evet oyları “yüzde 51.5” ile önde çıkıyor, Hayır’lar “yüzde 48.5”ta kalıyormuş.

Öncelikle ortaya “Acaba bir ülkenin siyasi sistemini, yargısını, tüm bürokratik yapısını değiştirecek” bir büyük anayasa değişikliği için “yüzde 51.5” oy yeterli midir sorusu çıkıyor.

Sonuçta bir halk oylamasında halkın neredeyse yarısı yapılan değişikliği kabul etmiyorsa o sistem kalıcı olabilir mi, kabul görebilir mi?

Yüzde 50+1…

Akla gelen ikinci soru “artı-eksi 2 hata payı” konusu. Diyelim ki yüzde 51.5’ta artı 2 hata payı oldu, rakam yüzde 49.5’a düşer.

Diyelim ki yüzde 48.5 olarak verilen Hayır’larda “eksi 2” hata payı oldu, sayı yüzde 50.5’a çıkar.

Kararsızların aslında yüzde kaçının “kararlı” olduğu halde “tercihini açıklamadığı” bilinmiyor.

Başbakan Binali Yıldırım’a televizyonda “Rahat bir şekilde Evet mi çıkacak” sorusu sorulduğunda “Orasını karıştırmayın. Evet dediğin yüzde 50+1’dir” cevabını verdi.

Yüzde 50+1 örneğin cumhurbaşkanı seçiminde geçerli olabilir ama çok hayati bir anayasa değişikliği için “yüzde 1” fark sorunlu bir sonuç yaratabilir.

Başkan ve yardımcıları

Son birkaç gündür “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” tanımı “başkanlık”la değişmiş gibi görünüyor.

“Güçlendirilmiş bir başkan, onun altında güçlendirilmiş yasama, parlamento olacak. Aynı şekilde, güçlendirilmiş bir yargı olacak. Yürütme olarak başkan, daha güçlü bir şekilde kendi görevini yapacak. Dolayısıyla tek adamlık söz konusu değil.”

“Kuvvetler ayrılığı prensibi, malum yasama, yürütme, yargı erkleri var. Tek adamlık dediğiniz zaman bu erkleri adeta tek kişi almış yönetiyor anlaşılır… Burada sadece yürütmenin bir kişide; cumhurbaşkanında toplanması var.”

Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. Başbakan Yıldırım da “Patronun millet olduğu yerde tek adam sistemi olamayacağını” söyledi.

Oysa bu değişiklikte asıl tepki gören noktalar zaten bundan sonra “cumhurbaşkanlarının aynı zamanda başbakan ve hükümet olması…

Hakim ve savcıları seçecek HSK üyelerinin de yine cumhurbaşkanı-başbakan ve kendi parti çoğunluğu tarafından seçilecek olması, yani yargı bağımsızlığının güçlenmek yerine zayıflaması…

“Güçlendirilmiş parlamento, patronun millet olması” ancak “milletvekillerini doğrudan halkın seçmesi” ile mümkün olacakken bunun yapılmaması, Meclis çoğunluğunu da aynı partinin belirlemesi.

Bu arada, “Cumhuriyet” ilelebet payidar kalacak derken “laik-demokratik-sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyet” vurgusu son derece önemlidir, bu vurgu unutulmamalıdır.

“Bağımsız bir denetim nasıl mümkün olacak” sorusu ise meselenin can damarıdır ve cevabı henüz belli değildir.

Yazının devamı...

Başkanlık için değişiklikler!

Türkiye’de şiddet iyice yaygınlaştı. Cinayetlerin, çocuk tecavüzlerinin, darp olaylarının arkası kesilmiyor.

Dün “Kadıköy’ün ortasında bir apartman görevlisini darp ederek öldüren 3 kişinin yakalandığı” haberi vardı.

Ondan önce arka arkaya önce Ankara’da “11 yaşında bir çocuğa Kur’an kursunda öğretmen Ali K’nın tecavüzü”, sonra Kilis’te bir ortaokulda “14 çocuğa okul müdürünün tecavüzü” olayındaki gelişme haberi çıktı.

Birinci olayda okul müdürü “kurban kestik o olay kapandı” demiş. İkinci olayda tutuklu müdür “bir siyasetçinin yakını” olduğu için olay kapatılmaya çalışılıyormuş.

Bunların her biri ayrı bir felaket, skandaldır.

Ülkede can güvenliği, çocukların güvenliği giderek daha büyük tehdit altına girerken ne referandum konuşmalarında sözü geçiyor, ne de tüm uyarılara rağmen ilgili bakanlıklardan ses çıkıyor.

Özerk şehirler…

İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın kısa süre önce “İstanbul’a özel bir yasa talebimiz oldu. İstanbul kendi kendini yönetsin, kendi kararını kendi versin” şeklinde bir açıklama yaptı.

Haber medyada “İstanbul’a özerklik talebi” başlığıyla yer aldı.

Bunun nedeni olarak aynen yeni anayasa için söylendiği gibi “ Daha çok iş yapabilmeyi, daha hızlı çalışabilmeyi” gösterdi.

Acaba şu anda İstanbul’da daha çok iş yapmak için nasıl bir engel var ki Topbaş aniden bu çıkışı yaptı?

Arkasından Cumhurbaşkanı Danışmanı” Şükrü Karatepe Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin dergisinde “Başkanlık sistemiyle birlikte büyük kentlerin yeniden yapılandırılacağını” yazdı.

Açıklamada şöyle diyor; “Kalabalıklaşan metropoller artık klasik idarelerle yönetilemiyor. Artık bu illerin yönetimine şehir kavramını öne çıkaran, ‘şehir yönetimi’, ‘büyükşehir yönetimi’ gibi başka isimler bulmak gerekir.

Şehir yönetimi yeniden tanımlanmalıdır. Büyükşehir belediye başkanlarına ‘şehir başkanı’ veya ‘büyükşehir başkanı’ gibi adlar verilmelidir… Bu, ‘başkanlık sisteminin tam kurulması yönünde’ atılan önemli bir adımdır.”

Türkiye farkı

Cumhurbaşkanı Danışmanı’nın tarifi gerçekten de başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerde “bağımsız valisi veya başkanı olan eyaletlerden oluşmuş federatif yapı” sistemine uyuyor.

Yalnız bu ülkelerde, örneğin başkanlık sisteminin nispeten başarılı olduğu tek ülke olan ABD’de eyaletler zaten baştan beri mevcut, sonradan bölünme yok.

“Birleşik Devletler” bu eyaletleri birleştirerek kurulmuş.

Ayrıca Türkiye’nin sınırlarında kentler “özerk kantonlara, sonra özerk bölgeye ve sonunda bağımsız devlete” dönüştürülmek üzere savaşlar yapılır ve bunu gerçekleştirmek için “terör ve terör örgütleri” kullanılırken, arkasına büyük devletler geçerken Türkiye’de böyle bir değişikliğe gidilmesi diğer ülkelerle kıyaslanamaz.

Referandumdan önce, Anayasa’daki üniter devlet tanımının da önemi açısından bu konunun da açıklığa kavuşturulması yerinde olacaktır.

Yazının devamı...

Güçlü Meclis ve sürprizler!

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün “Parlamentoya idamla ilgili karar taslağı gelecek… Sayın Bahçeli Evet diyor. Kemal Kılıçdaroğlu da destekleyeceğini söylemişti. Desteklemezse bir referandum da onun için yaparız” dedi.

Cumhurbaşkanı daha önce “16 Nisan’dan sonra sürprizlerle karşılaşılabileceğini” söylemişti. Aslında şeffaf siyasette “bu sürprizlerin neler olduğunu” seçmenin sandığa gitmeden önce öğrenmesi gerekirdi.

Cumhurbaşkanı kararnamelerinin kanun yerine geçebileceği bir sistemde her gün yeni sürprizlerle karşılaşmak mümkündür. Ancak burada ilk sürprizlerin “idam cezasının geri gelmesi ve AB ile ilişkileri koparmak” olabileceği konuşmalardan anlaşılıyor.

Birinci sorun, arka arkaya referandum ve seçim süreçleri, bunun yanında terör olayları yaşayan bir ülkede çok önemli diğer sorunların ister istemez ikinci plana atılmasıdır.

Millet ne diyorsa…

Örneğin son bir-iki yıl içinde Türkiye’nin iç siyasetle, başkanlık sistemi tartışmaları ve referandum çekişmeleriyle kaybettiği zaman içinde Suriye ve Irak’ta Türkiye’nin aleyhine gelişmeler oldu.

Her iki ülkede ABD, Rusya, Suriye rejimi ve diğer ülkelerin desteğiyle “Büyük Kürdistan” için hazırlanmış planlar ilerledi, güçlendi.

Türkiye’nin turizmi, ekonomisi diğer ülkelerle yaşadığımız sorunlar yüzünden olumsuz etkilendi.

Her seçim ve referandum süreci o ülke için zaman ve para kaybıdır.

Ayrıca, madem ki “daha güçlü bir Meclis” olacağı söylenmektedir, halkın kendisini temsil etmek üzere seçtiği Meclis’i bypass ederek “idam veya AB konularında” referandum yapmak da yine hem çelişki olacak, hem de siyaseten doğru olmayacaktır.

Değişiklikler nedir?

Referanduma 4 gün kaldı hala kampanya konuşmalarında “Millet ne derse o olacak. Bürokrasinin ayak oyunları bitecek” deniyor.

Hala bir yandan “Halkın her seçimine saygı duyulduğu” söylenirken aynı anda Hayır oyu verecek vatandaşlarla “Kandil, Öcalan ve FETÖ arasında ilişki kuran” konuşmalar yapılıyor.

Kararları verebilecek güçte bir Millet Meclisi’nin olması “millet ne isterse o olacak” demektir.

Bürokrasi ve tüm kurumlar Hükümet’e bağlı olduğuna göre “hangi ayak oyunları”ndan söz edilmektedir?

Bunun yanında… Millet ne derse o olacak sözü samimi ise milletin “vereceği oya göre terör gruplarıyla ilişki kurmak” haksızlıktır ve çelişkidir.

Torba halinde sunulan 18 maddenin bazılarına itirazı olmayan ama bazılarını ülke için sakıncalı bulan seçmen mecburen istediği ve istemediği maddeleri karmakarışık şekilde oylamak zorunda kalacaktır.

Bir de bunun üstüne, her fırsatta “yapılacak değişiklikler ve ne gibi sonuçlar yaratabileceği” açıklanmalıyken, anketçiler “halkın yüzde 80-90’ı değişiklik maddelerinden habersiz” derken hala “seçime gidiliyormuş gibi” havalimanları, hızlı trenler gibi konuların öne çıkması maalesef seçmeni bilgilendirmekten uzak kalıyor.

Mesele devamlı referandum yapmak değil, adil ve demokratik şartları her konuda sağlayabilmek olmalıdır.

Yazının devamı...

Seçmen için büyük yanlış!

Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşların 16 Nisan Anayasa değişikliği için oy kullanma oranlarında ciddi bir artış görülmüş.

Dün 57 ülkede katılımın yüzde 47 ile rekor kırdığı, özellikle Hollanda, Almanya ve Lüksemburg gibi ülkelerde dikkat çeken rakamlar olduğu haberi verildi.

Bunu duyunca insan memnun oluyor, demek ki “Türkiye’de yaşamasalar bile” ülkenin geleceğini belirleyecek bu ciddi referanduma onlar da büyük önem veriyorlar.

Yalnız burada bir endişe var.

Yurt içinde yaşayan vatandaşlar bile henüz tam olarak neye oy verdiklerini, yeni anayasa metnini tam olarak anlamamış durumda olduklarına göre acaba diğer ülkelerdeki vatandaşlar konuyu ne kadar biliyor?

Acaba oylarını örneğin Almanya ve Hollanda ile yaşanan ve “hükümet üyelerine istedikleri kampanya özgürlüğünü vermedikleri” için çıkan siyasi krizin etkisiyle, ona göre mi kullandılar yoksa gerçekten “Bu konu Türkiye’de büyük bir sistem hatta bir rejim değişikliğine neden olacak kadar önemli” diyerek mi kullandılar.

Cevap veremiyor!

A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür son yaptıkları anketlere göre bir açıklama yaptı.

Gür, son anketin arkasından “kararsızların sayısının tahmin edildiği kadar çok olmadığını, seçmenin ‘parti aidiyeti ve ideolojik nedenlerle’ oy vereceğini” açıkladı.

Bunlar çok önemli ama bu kadar önemli bir başka sonuç da şu sözleri: “18 maddede neler değişiyor sorusunu sorduğumuzda yüzde 80-90 cevap veremiyor”…

Referanduma 5 gün kala hala seçmenin yüzde 80-90’ı neyi oylayacağını “cevap veremeyecek kadar” bilmiyorsa bunun 2 anlamı vardır:

-Hükümet ve diğer partiler yaptıkları mitinglerde ve televizyon konuşmalarında halka “rerefandumla karar verilecek dev bir değişikliği” anlatamamıştır.

-Yapılacak olan referandumun sonucu kesinlikle “bilerek, anlayarak kabul veya ret edildiğini” göstermeyecektir.

Partiye göre oy

Türkiye’nin yönetim sistemini, yargısını ve tüm kurumlarının işleyişini, bağımsızlığını etkileyecek böylesine önemli bir Anayasa değişikliği, eğer Meclis’te oylanmak yerine “halkın kararı ile” yapılacaksa o halkın “ne yapılmakta olduğunu” tam olarak anlaması gerekirdi.

Oysa baştan beri uyarılarımızla değişmesini ve “18 maddenin anlatılmasını” beklediğimiz kampanya konuşmaları maalesef değişmedi.

Miting konuşmaları çoğunlukla parti propagandası ve rakip partileri halka şikayet şeklinde gerçekleşti.

Anket sonucuna göre gerçekten seçmenin “parti aidiyeti veya ideolojik nedenlerle oy kullanacağı” çıkmışsa bu seçmen için de, Türkiye için de büyük bir hata olacaktır.

Tekrarlamak gerekiyor ki bu bir parti seçimi değil; Milleti temsil eden Meclis’in etkisi ve yetkisinin değişmesi, yargı bağımsızlığı konusunda riskler ve daha birçok konu ile ilgili bir karar söz konusu.

Yurt içi seçmen için henüz zaman varken, miting konuşmalarından etkilenmeden herkes açıp 18 maddeyi dikkatle okumalıdır. Bu vatana karşı bir borçtur!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.