Şampiy10
Magazin
Gündem

Atatürk’e hakaret ve FETÖ!

Kısa süre önce gazeteciler Başbakan Binali Yıldırım’a “Kadir Topbaş’ın ‘FETÖ soruşturmasında tutuklanan damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın neden serbest bırakıldığını” sordular.

Binali Yıldırım “Biz 15 Temmuz darbe girişiminden sonra işi yargıya havale ettik, kararları onlar veriyor” dedi.

Son olarak “görevden ihraç edilen 23 hakim ve savcıya gözaltı kararı” çıktığında ise şu haberi duyduk; FETÖ sanığını serbest bırakan hakimi “FETÖ’den rüşvet aldı” diye tutuklayan hakim FETÖ’den tutuklandı.

22 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan da “FETÖ halen TSK, polis, yargı ve devletin içinde var. Bunu bilmenizi istiyorum” demişti.

FETÖ bir örümcek ağı gibi devletin en önemli kurumlarına yayılmış, hâlâ operasyonlar sürüyor ve görünen o ki başka bir hakimi “FETÖ’cü” diye tutuklayan hakimin kendisi de FETÖ’cü olabiliyor.

Bu tablo Balyoz-Ergenekon davaları sürecinde FETÖ’cü savcı ve hakimlerin verdiği “kumpas kararlarından farksız” kararlar ortaya çıkarabileceğine göre Başbakan Yıldırım’ın “İşi yargıya havale etme” rahatlığı biraz sorunlu değil midir?

Gülen Medyası’ndan…

Bir televizyon kanalının “tarih programı” olarak yayınladığı bir programda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, bu milletin büyük önderi Atatürk için skandal ifadeler kullanıldı ve toplum anında büyük bir tepki gösterdi.

Tarihçiler “Söylenenlerin yanıt vermeye değmeyecek kadar yalan” olduğunu belirtseler de tepkiler dinmedi.

CHP ve İzmir Barosu hemen suç duyurusunda bulundu.

Konuşmayı yapan şahsın geçmişine baktığınızda karşınıza “FETÖ ile yakın ilişkiler” çıkıyor.

Zaman gazetesinde yazarlık, Gülen’in “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı”nda yöneticilik, Cemaat dergilerinde genel yayın yönetmenliği yapmış.

Gülen’i öven kitaplar yazmış. Atatürk düşmanlığını Cemaat medyasında, sosyal medyada çok önceden ortaya koymaya başlamış.

Toplumun çimentosu

Bu durumda akla şu soru geliyor; Tam şu sırada hangi nedenle toplumu provoke eden, Atatürk’ü manevi kızı üzerinden yıpratmaya çalışan konuşmalar yaptı?

Bu alçakça, nankörce davranışın FETÖ ile ilgisi nedir?

Dünyanın birçok ülkesinde heykelleri dikilen, yabancı devlet adamlarının hala hayranlıkla andığı Atatürk’e sevgi, saygı ve bıraktığı manevi miras bu toplumu bir arada tutan çimentodur.

Acaba onu halkın gözünden düşürebileceğini sananların bununla mı sorunları var?

Bu suçların işlenmesine izin verilmemeli, yapanlar yargılanmalıdır.

Etik kanunu

Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron, kampanya döneminde söz verdiği gibi ilk iş olarak siyasete ahlak ve etiği yeniden getirmek üzere “siyasette etik kanunu”nu çıkaracağını açıkladı.

Türkiye’de de aynı şeyin yapılması, bu kanuna uymanın zorunlu olması, siyasetin yeniden saygınlığını kazanması gerekiyor.

Etik ve ahlak kanunları, cezaların da “kişiye göre değil, her suçluya hak ettiği şekilde uygulanması” giderek yozlaşan toplum kesimleri için de büyük bir ihtiyaç haline geldi.

Hükümet’in bu konuya yoğunlaşması öncelikli konulardan biridir!

Yazının devamı...

İfade özgürlüğüne karşı!

CHP Milletvekili Fikri Sağlar, Parti Meclisi’nde yapılan oylamayla “tedbirli olarak kesin ihraç” talebiyle disiplin kuruluna sevk edildi.

Karar 38 oya karşı 19 oyla alınmış.

Yani Parti Meclisi’nin 38 üyesi “düşünce ve ifade özgürlüğüne”, üstelik bir milletvekilinin ifade özgürlüğüne “karşı” oy kullanmış.

Disiplin Kurulu’na sevkin nedeni Sağlar’ın Akşam gazetesine yaptığı bir konuşmada “Kılıçdaroğlu referandum kampanyasında ‘tek adama karşıyız’ propagandası yaptı ama kendisi tek adam oldu” sözlerini sarf etmiş olması.

Fikri Sağlar toplantıda kendini savunarak “Sözlerim çarpıtıldı, tek adam demedim” açıklaması yapmasına rağmen sonuç değişmemiş.

Velev ki dese…

Diyelim ki Milletvekili Sağlar bir gazeteye yukardaki sözleri söylemiş olsun, “olağanüstü kongre yapılmalı” demiş olsun. Bunlar ihraç için yeterli mi?

Siyasi partilerin hepsinde genel başkanlar Türkiye’nin bugünkü seçim sistemine göre; “seçilecek milletvekilleri ve partiyle ilgili her karar” için tek adam konumunda değiller mi?

Tarafsız bir siyaset bilimci veya anayasa hukukçusuna sorsanız bu gerçeği söyleyecektir.

Peki, o zaman acaba neden Türkiye’de hala liderler “En kısa zamanda bu sistemi değiştiriyoruz. ‘Bundan sonraki ilk seçimde parti içi demokrasiyi ve demokratik, denetleyebilen bir parlamentoyu’ oluşturacağız” demiyorlar?

Demokrasi davası

Aşağıdaki sözlerin hepsi Kemal Kılıçdaroğlu’na ait:

- Demokrasiyi inançla savunan bir gelenekten geliyoruz.

- Biz bu demokrasi davasına inanıyoruz.

- Biz çocuklarımızı demokrasinin yaşadığı bir Türkiye’de yetiştirmek istiyoruz.

- Bir demokrasi ortak paydası oluşturduğumuza inanıyorum.

Demokrasi sözcüğünü dilinden düşürmediği çok cümlesi var, hepsini buraya alamıyorum ama…

“Bizim partimizde bütün arkadaşlarım rahatlıkla Genel Başkan dahil herkesi eleştirirler” sözünü yine hatırlatalım.

Bu eleştiriyi kulaktan kulağa yapmalarını mı kast ediyor?

Yoksa siyasi partilerdeki milletvekillerine sadece Parti Meclisi’nde konuşmaya mı izin var?

Söz ettikleri demokrasi bu mu?

Milli iradenin seçimi!

Milletvekilleri “Parti Meclisi’nde gösterilen tepkilere, yapılan eleştirilere hiç kulak asılmadığını” söylüyorlar, bu durumda çözüm ne olacak?

Kılıçdaroğlu “Disiplin Kurulu’nu ben seçmem kurultay seçer” dedi. Türkiye’de hiçbir partide genel başkanın istemediği bir isim kolay kolay bir kurula seçilemiyor.

O nedenle “ihraç istemiyle” disiplin kuruluna giden bir milletvekilinin ihraç edilmesi garanti gibidir.

MHP’de de Devlet Bahçeli, olağanüstü kongre isteyen ve kendisine muhalif genel başkan adayları Meral Akşener, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’ı, kendisini eleştiren Yusuf Halaçoğlu’nu, İsmail Ok ve Nuri Okutan’ı ihraç ettirmişti.

Seçmenin “belli bir parti” için oy verdiği milletvekilini “eften püften nedenlerle” o partiden ihraç etmek milli iradeye karşı gelmek değil midir?

Türkiye’de siyasetin kesinlikle “demokratikleşmeye” ihtiyacı var, bunun yasa değişikliğiyle sağlanması gerekiyor.

Yazının devamı...

CHP ve seçim kanunu!

Dün CHP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke bir kamuoyu açıklaması yaparak iki görevinden de istifa ettiğini duyurdu.

Böke bu görevlerinde başarılı, akademisyen bir siyasetçidir, istifası CHP için kayıptır.

Referandumdan sonra “YSK’nın yasaya aykırı olarak mühürsüz oyları geçerli sayması”nın ardından yaptığı açıklamada “CHP’nin bu karara karşı sine-i millete gitmek,yani Meclis’ten çekilmek dahil her çareye başvuracağını” söylemiş ama CHP Grup Başkanvekili Levent Gök bu sözlerin hemen arkasından “Bu görüşün MYK’da kabul görmediği” açıklamasıyla parti sözcüsünü zor duruma düşürmüştü.

Selin Sayek Böke’nin tepki gösterdiği konular dışında, bu olay da gözden kaçmayacak bir hataydı.

Evrensel kurallar

Böke’nin istifa açıklaması şöyle:

1- 16 Nisan’da seçmenin en az yüzde 50’sinin oylarının gayri hukuki yollarla gasp edildiğini,

2- CHP’nin “referandumun gayri meşru sonucunu kabul ederek hedefler ve politikalar oluşturduğunu,

3- Atılması gereken adımların 16 Nisan gecesinden başlayarak gereken siyasi kararlılıkla atılmadığını,

4- Sosyal demokrat bir partide, parti yönetiminin görevinin siyasi ve disiplin kararlarını dayatmak değil, “partideki farklı fikirleri sağlıklı şekilde karar süreçlerine dahil etmek” olduğunu söylüyor.

Katılımcı demokrasiye ve evrensel kurallara inanan biri olarak, gelinen noktada mevcut yönetimin bir parçası olmayı uygun bulmadığını bildiriyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu her ne kadar “Partisinde özgürlük olduğunu, herkesin kendisi de dahil başka görüşleri eleştirebileceğini” söylese de bunun yapılamadığı, aykırı görüş açıklayan ve eleştirenlerin disiplin kuruluna verilerek partiden ihraç edildiği Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum gibi güçlü siyasi isimler döneminde de görülmüştü.

Bu kanunlar değişmeli

Kısacası sosyal demokrat ve özgürlükçü CHP’de de parti içi demokrasi, kendisine karşı çıkan her milletvekilini veya teşkilatı anında görevden ihraç eden Bahçeli’den, MHP’dekinden farklı değil.

Liderlerin hepsi, konuşmaya gelince kendilerini haklı çıkaran sözcükleri kolayca buluyor ama eylemle söylemler uyuşmuyor.

Bunun nedenini aslında dün CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger fark etmeden açıkladı.

“Selin Sayek Böke’yi partiye alan, milletvekili, parti sözcüsü yapan Genel Başkan Kılıçdaroğlu’dur” dedi.

İşte milletvekilleri halk tarafından seçilmek yerine genel başkan tarafından seçilince, genel başkanın “eleştirenleri, mücadele edenleri partiden silmesi” de çok kolay oluyor.

Demokrasi ve hukuk kurallarının doğru uygulandığı bir Batı ülkesinde hiçbir parti genel başkanı hatta ABD Başkanı da bu yetkiye sahip değildir.

Tekrarlayalım; Türkiye’de tüm siyasi partilerin, TBMM’nin özgürleşmesi için zaman geçirmeden Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu “demokratik” hale getirilmeli, lider sultası bitirilmelidir.

Bu yapılmadığı takdirde hiçbir liderin demokrasiden söz etmemesi gerekir.

Yazının devamı...

Suriye sorunu ve bizimki!

Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’da Putin’le görüştükten sonra yaptığı açıklamada “Suriye’de İdlib merkezli bir alanın ‘çatışmasızlık bölgesi’ yapılacağını” söyledikten sonra “Biz 4 bölgede çatışmasızlık adımı atılsın istiyoruz” dedi.

Suriye Dışişleri Bakanlığı bu öneriyi destekliyormuş. Türkiye için de iyi olur, örneğin Esad kendi vatandaşlarına saldırmaktan vazgeçerse Suriyeli mültecileri vatandaş yapmamıza gerek kalmadan büyük bir kısmı kendi ülkelerine, evlerine dönebilirler.

Aniden mantar gibi bitiveren ve aldığı şehirleri sonradan kolayca PYD-PKK’ya devreden, kimin hesabına çalıştığı bilinmeyen IŞİD dışında zaten asıl sorun Esad’ın kendisinden ve “PYD’ye sınırsız destek veren” ABD’den kaynaklanıyor.

Rusya’yla yeni ilişkiler çerçevesinde pek gündeme getirmesek de Putin’in Suriye’de Esad’la birlikte yaptığı saldırılar unutulmuş değil. Benim merak ettiğim nokta, Rusya ve ABD ile görüşmelerde “Suriye’deki çatışmasızlık” ve diğer sorunlar konuşulurken neden kendi sınırımızı boydan boya tehlike altında bırakan, sınır ötesinden havan toplu tacizler yapılan “PYD bölgesi” konuşulmuyor. Veya biz duymuyoruz?

Baklayı çıkarmış

DEAŞ (IŞİD) Karşıtı Koalisyon Sözcüsü Albay John Dorian geçenlerde bir basın toplantısında PKK’nın “SDG’nin bir parçası” olduğunu söyleyiverdi.

Gazeteciler hemen müdahale edip bu sözleri netleştirmesini isteyince “Öyle mi söyledim, YPG demiştim” diye aklınca düzeltmiş.

Bildiğiniz gibi sıkıştıklarında “Biz PKK’ya değil, SDG’ye (veya PYD’ye, YPG’ye) destek veriyoruz” diyorlar. Oysa bunların hepsi zaten aynı örgüt.

Türkiye sınırına “PYD militanlarıyla birlikte ABD zırhlıları konuşlanması” ile ilgili soruya ise “Sınırın iki tarafında Türkiye ile ‘işbirliği yaptığımız güçler’ var. Onlara bağlılığımızı gösteriyoruz” cevabı vermiş. Oysa bağlılık gösterdikleri sadece “işbirliği yaptıkları PYD-PKK”dır.

Deaş’la açıklanamaz

Bunları söyledikten sonra arkadan hemen “DEAŞ’la mücadelede Türkiye’nin katkısı, işbirliğimiz çok önemli” vurgusu geliyor.

Yani, ABD’nin politikası; Türkiye’de en acımasız terörü yapan PKK terör örgütü ile işbirliği, DEAŞ terör örgütüne karşı ise Türkiye ile işbirliği…

El Bab operasyonunda DEAŞ’a karşı Türkiye’yi yalnız bırakmalarına ve Menbiç’e girmesine de izin vermediklerine göre bu bile doğru değil.

ABD hala PYD-PKK’ya, Suriye ile Türkiye sınırının kuzeydoğusuna çok sayıda askeri araç ve 250 askerle yeni destek gönderiyor ve hala “Suriye’de şiddeti önleyecek tüm çabaları destekliyoruz” diyor.

Galiba bu sözler kendi destekleriyle PKK’nın yaptığı terörün dışında kalan şiddet için söylenmekte…

Türkiye sınırı boyunca Suriye’de kurulmaya çalışılan “Kürdistan özerk bölgesi” için yapılanlar, buna paralel olarak IKBY’nin Kerkük ve Musul’a yayılması artık açık ve nettir.

Bu gelişmelerin hala “Birlikte terörün her türlüsüne karşı çıkacağız” benzeri hamasi söylemlerle gizlenmesine daha fazla sessiz kalmak, yakın gelecekte daha büyük sorunlara yol açacaktır.

Yazının devamı...

Yeni lider çıkabilir mi?

Bugün önce “CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve 6 CHP’li milletvekili hakkında fezleke düzenlenerek Meclis’e gönderildiği, dokunulmazlıklarının kaldırılmak istendiği” haberine değinmek istiyorum.

Milletvekillerine Anayasal bir hak olarak verilmiş olan dokunulmazlıkların kaldırılması ancak “ağır suçlar işlemesi” durumunda söz konusu olabilir.

Böyle bir durum kamuoyu tarafından izlenmediğine göre tam şu sırada neden gündeme geldiğini anlamak oldukça zor.

Kılıçdaroğlu, Ak Parti’nin Meclis’e sunduğu “dokunulmazlıkların kaldırılması” teklifi için “Anayasa’ya aykırı ama Evet diyeceğiz” demişti.

Sanıyorum şimdi “Anayasa’ya aykırı konulara” neden Evet denmemesi gerektiği anlaşılmıştır.

Diğer tarafta, siyasetçilerin “Anayasa’ya aykırı” karar ve davranışlarında bir sakınca yoksa “neden anayasa yapıldığı” gibi bir soru da ortaya çıkıyor.

Bir başka konu ise CHP’nin yakında “olağanüstü kurultaya gideceği” konusudur.

Kurultay kararı, Kılıçdaroğlu ile 6 vekilin “dokunulmazlıkları konusunda karar verildikten sonraki bir tarih için” alınmalı , fezlekeler Meclis’te zaman geçirilmeden oylanmalı, mağduriyet ortamında kurultay yapılmamalıdır.

Baykal’ın adayı Gül!

Dün başlamıştık; Deniz Baykal’ın Kılıçdaroğlu’nu kastederek “Genel Başkanlığa ben adayım diyorsa 2019 için doğal olarak o adaydır. Ben aday değilim diyorsa derhal olağanüstü kurultayı çağırıp genel başkan adayı göstermesi lazım” sözlerini kimse anlamadı.

“Abdullah Gül yüzde 49’un cumhurbaşkanı adayı olabilir” sözlerini de…

Kimse anlamadığı gibi sosyal medyada “yüzde 49” özellikle “Abdullah Gül” çıkışına ciddi bir tepki gösterdi.

Deniz Baykal’ın kendi partisinde veya dışında “cumhurbaşkanı adayı olacak” başka bir isim yokmuş gibi veya “var ama şimdiden önünü kesmek ister gibi” Ak Parti kurucularından olan ve onun adayı olarak cumhurbaşkanlığı yapmış olan Gül’ü aday göstermesini anlamak mümkün mü?

Genel başkanlığa gelince… CHP’nin olası bir erken seçimde “iktidar şansı yaratabilecek, yıpranmamış, yeni, genç bir lider” ile şansını arttırmayı düşünmesi doğal olandır.

Baykal’ın “Kılıçdaroğlu ‘ben adayım’ diyorsa doğal olarak o adaydır” sözü bu nedenle anlaşılmaz bulundu, neden “doğal” olarak? Neden kurultayda “yeni genel başkan adayları” kendileri çıkamıyor da parti lideri aday gösteriyor?

Delege meselesi

Bu sorunun cevabı, “genel başkanları seçecek olan delegeleri aynı genel başkanın seçiyor olması”dır.

Durum böyle olunca, mevcut genel başkanın kurultay yoluyla gitmesi, karşısına çıkacak adaylar kusursuz olsa da bir başka ismin (veya kendisinin desteklemediği bir ismin) kazanması mümkün değildir.

Özgür bir Meclis için “ön seçim, dar bölge veya daraltılmış bölge sistemi” şart olduğu gibi genel başkanların değişmesi için de “liderin seçmediği kurultay delegeleri” şarttır. Eğer durum böyle olsaydı; “Parti içi mücadele yapanları kapı önüne koyacağım” gibi anti demokratik bir sözü ne Kemal Kılıçdaroğlu, ne de bir başka lider söyleyebilirdi!

Yazının devamı...

Kurultaylar süreci!

Türkiye’nin parlamenter sisteminde bugüne kadar Anayasa ile belirlenmiş “tarafsız cumhurbaşkanı” maddesi referandumla yapılan anayasa değişikliği ile kalkınca dün yeniden “Ak Parti üyesi” oldu.

Üye olduktan sonra yaptığı konuşmada AB için “Yeni fasılları açmadıkları takdirde güle güle” dedi.

Türkiye AB’ye aday ülke olmayı başaran tek Müslüman çoğunluklu ülkedir. “Adaylık için beklenen reformların” yapıldığı yıllarda AB’nin Türkiye’ye karşı tutumu farklıydı.

O günden bu yana beklenmedik çok değişiklik oldu.

FETÖ’nün tüm devlet kurumlarına sızdığını, hala binlerce savcı, hakimin görevden uzaklaştırılıp çoğunun tutuklandığını, 15 Temmuz darbe girişimini, alınan 4 milyona yakın mülteciyi, onların arasında ülkeye giren DEAŞ’lı teröristleri, değişen yargı üyeleriyle istikrarsız hale gelen mahkemeleri ve kararlarını unutmamalıyız.

Özeleştiri yapmadan, işsiz insan sayımızın mültecilerle kat kat arttığını, AB’den çok daha fazla maddi yardıma ihtiyacımızın olacağını hesaba katmadan, sebepsiz yere AB bizi bekletiyor diye düşünmek ve sanki onlar Türkiye’ye müracaat etmiş ve onların Türkiye’den daha çok çıkarı olacakmış gibi “güle güle” demek, aceleci ve ülkenin geleceğini olumsuz etkileyecek bir karar olur.

AİHM karışabilir mi?

Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AİHM’nin bu ülkenin seçimlerine karışma yetkisi yok” sözleri de hukukçular tarafından tartışılacaktır.

Çünkü “YSK kararı” için AİHM’ye gidecek olan hukukçular veya partiler Yüksek Seçim Kurulu’nun “usule ve kanuna aykırı” verdiği bir kararın değerlendirilmesi için gidiyorlar.

Türkiye A.İ.H.Sözleşmesini 1954 yılında imzalayıp onaylamış, 1989’da denetleme sistemine dahil olmuş.

Anayasa Mahkemesi, “hukuk devleti” tanımını yaparken Anayasanın açık hükümlerinden önce “hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyguladığı ilkelere uygun olması gerektiğini” belirtmiş.

Bunlara rağmen eğer bu referandum “uluslararası hukuk ilkelerine” uygun olmayan bir karar ışığında sonuçlanmışsa, bunun bilinmesi ve ona göre davranılması yerine kabul edilmeden yola devam edilmesi “meşruiyet ve hukuk devleti” tartışmalarının sürmesine neden olacaktır.

Parti içi mücadele

Ak Parti olağanüstü kongresi 21 Mayıs’ta yapılacak ve Erdoğan yeniden genel başkan seçilecek.

CHP olağanüstü kurultayının ise “MYK’da netleşirse” 2017 Kasım ayına alındığı açıklandı.

CHP Antalya Milletvekili ve eski genel başkan Deniz Baykal’ın Kemal Kılıçdaroğlu’na “Genel başkanlığa ben adayım diyorsa 2019 için doğal olarak o adaydır. Ben aday değilim diyorsa derhal olağanüstü kurultay yaparak genel başkan adayı göstermesi lazım” sözleri de, eski Cumhurbaşkanı Gül’ü cumhurbaşkanı adayı göstermesi de CHP’de bir tartışma başlattı.

Kılıçdaroğlu dün “Parti içi mücadeleye izin vermeyeceğini, bunu yapanları gerekirse kapı önüne koyacağını” söyledi.

Her iki konuşmada tartışılacak çok şey var. Yarın da bu konuya değinelim.

Yazının devamı...

Yine ‘Denge ve fren...’

Önemli gelişmeleri not edelim; Nisan ayının sonlarına doğru Şanlıurfa Akçakale’deki hudut karakolumuza Suriye’de PYD-PKK bölgesinden havan ve roketatarlı saldırılarda bulunulmuştu.

Sanki saldırılar Türkiye tarafından yapılmış gibi ABD yanında PYD’li teröristlerle birlikte zırhlı araçlarını Mardin’in karşısına getirdi.

Dün Türkiye de Akçakale sınırına mevziler kazarak zırhlı araçlar için zemin hazırladı.

PYD-PKK da terör örgütü olduklarına göre ABD’nin “Türkiye müttefikimizdir, IŞİD terörüne karşı birlikte mücadele edeceğiz” gibi oyalayıcı söylemleriyle yaptıklarının zıtlığı ortaya çıkmıştır.

Sınırımızın güvenliğinin sağlanmasında ABD’nin belirleyici rolü vardır ve bunu açıkça konuşmak zorundadır.

1 Mayıs ve demokrasi

Yazımı yazdığım saatlere kadar ülke içinde 1 Mayıs kutlamaları sakin ve olaysız şekilde sürdürüldü.

Bu sevindirici bir durumdur. Ancak Eğitim-Sen’in Ankara Üniversiteler Şubesi’nin pankartında “KHK ve OHAL” ifadelerine izin verilmeyince akademisyenler o ifadeleri keserek pankartı alana sokmuşlar.

Demokrasiden söz ediyorsak kitlelerin demokratik şekilde tepkilerini gösteren pankartlar kullanılabilmeli, konuşmalar özgürce yapılabilmelidir.

Bugün Ak Parti Genel Merkezi’nde yapılacak toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Referandumla yapılan Anayasa değişikliğine göre partiye üyeliği gerçekleşecek” ve 21 Mayıs’ta da olağanüstü kongre yapılarak aynı zamanda “AKP Genel Başkanı” olacak.

Aslında bunların 2019 Genel Seçimi’nden sonra olması “kuvvetler ayrılığı”nın sağlanması açısından, demokrasi açısından çok daha yerinde olurdu.

Bu son cümle sadece Ak Parti’yi ve Cumhurbaşkanı’nı değil, tüm partileri ilgilendiriyor.

Özgür milletvekilleri

Yeni sistemde “başkan” konumundaki kişileri denetleyecek olan “yargı ve Meclis”in siyasi güçten bağımsız, özgür olması son derece büyük önem taşıyor.

Bu nedenle “HSYK” üyelerinin hemen tamamının cumhurbaşkanları ve Meclis çoğunluğu tarafından seçilecek olması en başta gelen tartışmalardan biriydi.

Meclis çoğunluğu, seçilecek cumhurbaşkanı ile aynı partiden olduğu takdirde, ortaya çıkacak HSYK nedeniyle ülke çapında yargı üyelerinin “kendini bağımsız hissetmesi” mümkün olmayacaktır.

Meclis üyeleri için de durum aynı.

Meclis için bunu önleyecek tek çözümün seçim sistemini hemen değiştirmek ve tüm milletvekillerinin “ön seçim, dar bölge veya daraltılmış bölge” sistemiyle seçilmesi olduğunu yazmıştım.

Şu anda bu durum henüz gerçekleşmemiş olduğu için 2019 yılına kadar milletvekilleri kendilerini “parti genel başkanlarına bağlı” hissetmeye devam edecekler.

Meclis denetimi nasıl sağlanacak?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın The Guardian gazetesine “Bu sistemin ‘denge ve fren mekanizmalarını güçlendirerek’ Türk demokrasisini daha dayanıklı hale getireceğini” açıkladı.

Bu mekanizmalar nasıl güçlenecek konusu “demokrasi adına” açıklığa kavuşmalı ve seçim sisteminin değişmesi ilk adımlardan biri olmalıdır!

Yazının devamı...

Kaybedecek zaman yok!

Referandumdan bu yana PKK terörüne onlarca şehit verdik, ABD ile Rusya’nın dikkatini nedense bu saldırılar değil de TSK’nın Sincar ve Karaçok operasyonları çekiyor.

Her iki ülke de kendilerine haber verilmeden yapılan operasyonlar için “Kabul edilemez” diyen açıklamalar yaptı.

Onlar bu açıklamaları yaptığı sırada PKK “Afrin’den Hatay’a yaptığı havan atışları”nın ardından yine Suriye’nin kuzeyinden “4 ayrı sınır karakolumuza taciz atışları” yapmakla meşguldü.

Aynı sırada Amerikan generalleri yanlarında Türkiye’nin kırmızı listeyle aradığı PKK’lılarla birlikte bölgedeydi.

ABD ile Rusya “Türkiye-Suriye-Irak sınırının bu hale gelmesi için” büyük emek sarf ettiler, PKK-PYD’ye destek verdiler, hala da devam ediyorlar, kendi yaptıkları “kabul edilebilir” mi?

PKK’nın Güneydoğu’da ve sınır ötesinde referandumdan sonra hız vererek başlattığı terör “Türkiye’yi Cerablus operasyonuna zorlayan sürece” çok benziyor.

O halde amaçları nedir? Türkiye’yi yine kaos ortamına sokup “hız kazandırmaya çalıştıkları” bir konu mu var?

Durum ciddi!

Türkiye’ye kuzey Suriye’den bombalar atılırken ABD 2 gün önce aynı bölgeye, Türkiye sınırının dibine zırhlı araçlar konuşlandırdı.

ABD bayraklı tanklar Mardin’in karşısındaki Derbesiye köyüne giderken PYD-PKK onlara eşlik etti.

PYD “Türkiye’yi durdurmazsanız Rakka operasyonundan çekiliriz” diye tehdit ediyormuş. Böylece birlikte Türkiye’nin Suriye’ye geçişini engellemiş oluyorlar, aynen Menbiç ve Rakka’da veya Musul, Kerkük’te yaptıkları gibi…

Durum çok ciddi!

Hükümet bu gelişmelere karşı nasıl bir politika izleyeceğini, bunlara paralel şekilde ülke içinde artan terörü nasıl önleyeceğini zaman kaybetmeden düşünmek zorundadır.

Bitmeyen FETÖ

Son günlerde verilen haberlere göre Emniyet Genel Müdürlüğü FETÖ ile bağlantılı olduğu düşünülen “9 bin 103 polisi” açığa aldı.

Daha önce de binlerce polis görevden alınmış, binlercesi tutuklanmıştı. Emniyet’e, yargıya ve diğer devlet kurumlarına örümcek ağı gibi yayılan FETÖ’yü temizlemek bu gidişle yıllar alacak.

Ak Parti’nin kurucularından, eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında şöyle demişti:

“Bunların bu noktaya gelmesinde hepimizin vebali, günahı var. Belki benim vebalim yüzde 90, başkasının yüzde 5”…

“Türkiye siyasi, dini ve ticari açıdan ‘kandırılmışların’ ülkesi. Bakıyorsunuz bu alanlarda insanlar çok kolay kandırılıyor”. (12 Ağustos 2016)

15 Temmuz’dan sonra eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel dahil olmak üzere “yanıldığını, aldatıldığını” söyleyen çok oldu.

Cemil Çiçek ise “hepimizin vebali var” diyor. “Türkiye’de insanlar çok kolay kandırılıyor” diyor.

Bu kadar hayati öneme sahip kurumlara, bu kadar çok sayıda “terör örgütü üyesi” sızarken, binlerce kişi işinden olur ve tutuklanırken siyasetçilerin veya genelkurmay başkanlarının bu “vebal” veya “aldatılma” sözlerini anlamak gerçekten çok zor!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.