Şampiy10
Magazin
Gündem

“Sözlü cevap” verilse anlaşılırdı!

Türkiye birden fazla terör örgütünün tehdidi altında. Dün de Diyarbakır’da PKK’ya karşı yürütülen operasyonda 3 askerimiz şehit oldu, 2 askerimiz yaralı.

Bir yandan hala devlete yayılmış FETÖ terör örgütünün temizlenmesine çalışırken diğer tarafta PKK terörüne şehitler veriyoruz.

15 Temmuz günü ve gecesi ile ilgili ifadeler, “açıklamalar arasındaki çelişkiler” ise gündemin en önemli konularının başında olmayı sürdürüyor.

Eğer, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Meclis Araştırma Komisyonu’na aylar önce, kendilerinden istendiği zaman “sözlü ifade” verselerdi olaylar açığa çıkacak, bu kadar uzun süre “15 Temmuz’da neler oldu, neden darbe girişimine zamanında müdahale edilmedi, Cumhurbaşkanı’na zamanında haber verilmedi” sorularına cevap aranmayacaktı.

Mesela; MİT’in Komisyon’a verdiği “yazılı” cevapta, ihbarı yapan Binbaşı O.K’dan “Saat 14.20 sularında Teşkilat Karargahına gelen ve 15.30 sularında kendisiyle görüşülen bir şahıs tarafından ‘MİT Müsteşarına saldırı yapılacağı’ yönünde, teyide muhtaç ham bilgiler verilmiştir” şeklinde söz ediliyor. (AA)

Oysa Binbaşı O.K “herhangi bir şahıs” değil, Kara Havacılık Komutanlığı’nda görevli ve Skorsky helikopter kullanabilen (daha önceden FETÖ ile yakın bağlantısı olan) bir binbaşı.

İfadesinde de; Tabur Komutanı Deniz Aldemir’in kendisine “Bugün uçacağız, çok kan akacak” gibi sözleri üzerine MİT’e gittiğini ve “Bir darbe faaliyeti olabileceğini kesinlikle söylediğini” anlatmış.

Teyit gelmemiş

MİT’in Komisyon’a verdiği cevaplarda; Bu ihbarı MİT Müsteşarı’ndan dinleyen Genelkurmay Başkanı “MİT Müsteşarı’na yönelik saldırı ihbarı bilgisini” teyit etmesi için Kara Kuvvetleri Komutanı’nı görevlendiriyor.

Teyit gelmemesine rağmen Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürüne “muhtemel tehditlere karşı hazırlıkların bulunup bulunmadığı” soruluyor.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan teyit gelmediği için MİT Müsteşarı -kendisinin kaçırılacağı uyarısı yapılmışken- Genelkurmay Başkanlığı’ndan saat 20.20’de ayrılarak “Suriyeli bir muhalifle saat 20.30’da yapacağı görüşme için” MİT’e dönmüş ki bu da yeni ortaya çıkan bir bilgi.

(O arada saat 19.05’te Akar “ülke genelinde tüm uçuşların yasaklanması” emrini vermiş ancak Hava Kuvvetleri Komutanı da o gece Moda’da düğüne gidiyor.)

Akıncı Üssü’ndeki eylemlerle ilgili iddianamede ise (Binbaşı O.K’nın israrla “14.30” demesine karşılık) ihbarcı subayın “saat 16.16’da” MİT’e geldiği bilgisi var.

Verilen saatler, yapılan konuşmalar arasındaki farklar bu kadar değil. Ancak…

Her şey bir yana, “Alınan tedbirlerle darbeciler ifşa oldular ve darbe girişimi akamete uğradı” diyen Genelkurmay Başkanı’nın “Gelen ihbarda darbe uyarısı yoktu” sözleri bile oldukça çelişkili görünüyor.

Böyle bir ihbarı Hava Kuvvetleri’nin içinden aldıktan sonra hala “teyit beklemeleri” de şaşırtıcı.

Türkiye, yaşadığı 15 Temmuz felaketinin aydınlığa çıkmasını bekliyor, bakalım soru işaretleri nasıl giderilecek?

Yazının devamı...

15 Temmuz karmaşası

FETÖ darbe girişiminden sonraki ilk MGK toplantısının ardından, 21 Temmuz 2016’da yazdığım “Darbe girişimi öncesi, sonrası” başlıklı yazımdan alıntı yapacağım.

“TSK’nın yaptığı açıklamaya göre 15 Temmuz saat 16’da MİT tarafından verilen ‘Hava Kuvvetlerinde olağandışı hareketlilik olduğu, bir darbe girişimi olabileceği’ bilgisi Genelkurmay Başkanı, 2’nci Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile paylaşılmıştır.

Sosyal medyada da günler öncesinden ‘bir darbe olacağını’ yazanlar olmuş. Bu bilgilerin nasıl olup da anında Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile paylaşılmadığı (teyit edilmesi beklenmeden), gereken tüm önlemlerin önceden alınmadığı, girişimin ilk anda durdurulmadığı konuları da tartışılan gariplikler arasında.”

Bugün de Google’da aradığınızda 21 Temmuz 2016’da Genelkurmay Başkanlığının yaptığı açıklamayı görebiliyorsunuz.

Bu açıklamada “Saat 16’da MİT tarafından yapılan (yukardaki) uyarının Genelkurmay Başkanı ve yukarda bildirilen diğer komutanlarla değerlendirildiği…

Bu değerlendirmeye bağlı olarak: Silahlı Kuvvetler Komuta Harekat Merkezi’nin telefonla aranarak, Türk hava sahasında hiçbir askeri hava aracının havalanmaması, havada bulunanların derhal üsse dönmesi gibi emirlerin verildiği belirtiliyor.

Çelişki!

Genelkurmay’ın 21 Temmuz tarihli açıklamasında “Hava Kuvvetlerinde olağandışı hareketlilik olduğu ve bir darbe girişimi olabileceği” ihbarının saat 16’da yapıldığı var.

Bu ihbar alındıktan sonra Genelkurmay’da yapılan toplantıyla değerlendirildiği var.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede ise “ihbarın saat kaçta alındığı” belirtilmemiş.

Genelkurmay’da “bu ihbarın üçlü toplantı ile değerlendirildiği” belirtilmemiş.

Şöyle diyor: Öğleden sonra makam odamda çalışırken Genelkurmay 2’nci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler yanıma gelerek “MİT Müsteşarı’nın telefonla kendisini aradığını…

Bir binbaşının Müsteşarlığa giderek ‘birtakım bilgiler’ verdiğini, MİT Müsteşar Yardımcısının daha sonra kendi makamına geldiğini ve kendilerine bilgi vermek için müracaat eden binbaşının ‘O gece bir faaliyet olacağını ve MİT Müsteşarının alınacağını bildirdiğini’ söyledi.

Hulusi Akar daha sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı Genelkurmay’a davet edip görüşüyor. O da yine; Binbaşı’nın bilgi aldığı albayın “Bu gece bir uçuşumuz olacak, sonunda da Hakan Fidan’ı alacağız” dediğini söylemiş.

Komisyon’un 2’nci sorusuna verdiği cevapta da Akar “MİT’ten gelen istihbaratta ‘darbe’ söz konusu değildi, MİT Müsteşarı’na yapılacak bir operasyonla ilgiliydi” diyor.

Yalnızca bu kadarında bile Akar’ın ifadesiyle Genelkurmay’ın 21 Temmuz 2016 açıklaması arasında çelişki var.

Bunlara bir de ihbarı yapan Binbaşı O.K’nın; “Bir darbe faaliyeti olabileceğini söyledim” ve “MİT’e ‘darbe olabilir’ dediğimi çok iyi hatırlıyorum” şeklindeki açıklamalarını eklersek…

15 Temmuz ancak şeffaflıkla ve olaylar dakika dakika incelenebilir, kilit isimler birlikte ifade verirse ortaya çıkacak!

Yazının devamı...

Tencere dibin kara…

Geçenlerde bir televizyon tartışmasında hukukçu Mehmet Sarı “Türk yargısı Ergenekon-Balyoz davalarında büyük deneyim edindi” dedi.

Oysa bu davalar Türk yargısı adına tam bir fiyaskoydu, savcı ve yargıçların tamamı FETÖ mensuplarıydı ve yıllar boyu millete kan ağlattılar.

Sonra da binlercesi işten uzaklaştırıldı, tutuklandı, Zekeriya Öz gibi en önemlileri ise yurt dışına kaçtılar.

Ancak bugün yargı kararları çok da değişmiş görünmüyor.

Keşke “Türk yargısı Ergenekon-Balyoz döneminde büyük deneyim edindi. Artık masum insanlara suçlu muamelesi yapılmaz” diyebilseydik.

FETÖ’cü başkasını suçluyor

TBMM Komisyon raporuna göre; FETÖ darbe girişiminin başarısız olduğu saatlerde bir komiser yardımcısı “Tüm imamlara, abilere, ablalara iletin. Tüm hizmet mensupları darbeyi şiddetle kınayan açıklamalar yapsın, kendini kamufle etsin” mesajı vermiş.

Bu mesaj darbe girişimi sırasında, sonrasında kaç bin kişi tarafından uygulandı, bunların kaçı ortaya çıktı bilmiyoruz. Ancak…

15 Temmuz’dan bu yana “darbeyi şiddetle kınayanlar” arasında “FETÖ kumpası-Ergenekon, Balyoz davaları” sırasında bu kumpasa yıllarca medyada ve her ortamda arka çıkan, Gülen’i öven, birlikte görülen ama şimdi kendileri kenara çekilip masum insanları hedef gösterenler var.

Ya sizin ilginiz?

Bunlardan biri, bir kadın “gazeteci” ekranda konuğuna “Sizce SÖZCÜ’nün FETÖ’yle ilgisi var mı” diye soruyordu.

Konuk dönüp “Ya sizin FETÖ’yle nasıl bir ilişkiniz var, neden size dokunulmadı” dese yeriydi ama demedi, soruyu soranın beklediği cevabı verdi ve onayladı.

Hiçbir somut kanıt göstermeden, yargısız infazla!

(TBMM Darbe Araştırma Komisyonu Başkanı’nın da “Sayın Fetullah Yüce Hoca efendi beraat etmesine rağmen…’’ diye başlayan konuşması medyada ve sosyal medyada yayınlanıyor.) Adalet Bakanı Bozdağ önce hakimleri “adil karar vermeye” çağırmıştı, bu çağrıdan sonra 2 gazeteci için “adil olmayan, vicdanları rahatsız eden” bir karar verildi.

Arkasından Bakan “Milletin yargıya güveni konusunda istenilen noktada değiliz” dedi. Yargı ve diğer kurumlar FETÖ’cülerden temizlenmiş değil, Ergenekon dönemi benzeri kararlar çıkarken istenilen noktaya nasıl gelinebilir ki?

Gayrı ciddilik damgası

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, SÖZCÜ operasyonu için yaptığı açıklamada şu vurgular vardı:

“Böyle bir iddia, tüm F tipi suç örgütü soruşturmalarını ve davalarını gayri ciddilik damgasıyla sakatlıyor. Terör örgütleriyle mücadele hukuk devleti kurallarına uygun yürümelidir (…) Devlet hukuktan uzaklaştıkça meşruiyeti yıpranır.

Terörle ve suç örgütleriyle mücadelenin başarılı olması, hukuktan uzaklaşılmasına değil, hukuk devleti ilkelerine sımsıkı sarılarak yürünmesine bağlıdır”.

Dikkat edelim, tarih onu değerlendiremeyen ülkelerde tekerrür eder! Hukukun temel amacı adalete ulaşmaktır. Adaleti sağlayacak olan mahkemeler güvenilir ellerde değilse hukuk doğru uygulanmaz ve adalet ortaya çıkmaz. Eğer bu mahkemeler “siyasetten bağımsız” değilse adalet yine sağlanamaz.

Yazının devamı...

Şehitlerimiz PKK, FETÖ!

“Alışmayacağız, bu terör bitecek” dedik ama bitmedi. Her gün gencecik askerlerimizi PKK terörüne şehit vermeye devam ediyoruz.

Putin’le görüşülüyor, Trump’la görüşülüyor, AB’yle toplantılar oluyor, NATO Zirvesi toplanıyor ama Türkiye’ye her gün en alçak yöntemlerle saldıran PKK ile ilgili bir karar yok. Bir konuşma bile yok.

Son olarak G-7 Zirvesinde ABD, İtalya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere birçok ülke liderleri toplandı, çıkan sonuç; “Terörle mücadele için yeni bir eylem planı”…

Söz ettikleri tek terör, kendilerine de zarar veren “IŞİD terörü” ki bu IŞİD’in kim tarafından, hangi amaçla türetilmiş bir terör örgütü olduğu bile belli değil.

Arada bir dünyanın başka köşelerinde terör saldırısı yapması bile insanda “küresel tehdit imajını güçlendirmek için yapılan eylem” duygusu uyandırıyor.

Hükümet artık zaman kaybetmeden Batı’nın gözünü Türkiye’yi tehdit eden PKK-PYD terörüne çevirmesini, bir çözüm bulunmasını sağlamak zorundadır.

İkizi savaşmasın!

Bir gün içinde Ağrı, Şırnak, Hakkari ve Van’da 8 şehit vermiştik, arkasından başkaları geldi.

Dün, Hakkari’de PKK saldırısında şehit düşen 25 yaşındaki Uzman Çavuş Gökhan Peker’in cenazesinde karısının tabuta sarılıp “Ben seni bu vatan kurban ettim Gökhan” diye ağlayışı medyada haberdi.

Kendisi de Hakkari’de görev yapan ikiz kardeşi Uzman Çavuş Ertan Peker de cenazedeydi.

Genelde şehit düşenler yoksul ailelerin çocukları.

Sosyal medyada fotoğrafları vardı; Ağrı’da sağanak yağmurda evi çöken şehit anası ile babası açıkta yataklarının üzerine oturmuş “devlet bize başımızı sokacak bir ev versin. Hiç olmazsa ölene kadar orada yaşayalım” diyorlar.

Mültecilerin daha rahat etmesi için proje üretmeden önce kendi asker ve şehit ailelerimizin yaşamını kolaylaştırmak, yağmurda çökmeyecek eve sahip olmalarını, rahatça doymalarını sağlamak gerekmez mi?

Bir aile bir evladını PKK terörüne şehit vermişse, hiç değilse “kardeşinin, ikizinin terör bölgesinden çekilmesi” adil olanı değil midir? Aynı aile “ikizi de kaybetse” bu acıya nasıl dayanabilir?

FETÖ operasyonları

PKK terörü olanca hızıyla devam ederken (PYD’nin sınırımıza yerleşmesi ile hep sürecektir) biz FETÖ’ye yoğunlaşmış haldeyiz.

15 Temmuz günü neler olduğu konusundaki bilgiler ve tutuklamalar da karmakarışık hale getirildi.

Darbe girişiminin hemen ertesi günüden başlayarak arşivlere bakıldığında, daha önce de MİT’e bilgiler aktarmış olan “ihbarcı Binbaşı”nın “Akıncı Hava Üssü’nde olağanüstü hareketlilik olduğu ve bir darbe girişimi olabileceği” konusunda MİT’i uyardığı birçok haberde, yazıda görülecektir.

O günlerde bunlara itiraz gelmemişken şimdi birden bu Binbaşı’nın ifadesinde “Darbe ihbarı yapmadığı, MİT Müsteşarı’na yönelik bir operasyondan söz ettiği” ortaya çıkıyor.

Gelişmeler 16 Temmuz’dan başlayarak incelendiğinde ise tablo farklı. Toplum hafızasında da farklı.

Bir yıldır Türkiye gündeminin ilk konusu olan FETÖ darbe girişimi şeffaf ve inandırıcı olarak soruşturulmalıdır.

Yazının devamı...

Elinde kılıç, FETÖ’cü avında!

Dün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının öneminden” söz ettiği ve üzerinde durulması gereken bir konuşma yaptı.

“Hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı ‘yargı bağımsızlığıdır’.

Yargıyı esas bağımsız ve tarafsız kılan şey ‘yargı görevini yapanların bağımsız ve tarafsız davranıp adil karar vermeleri’dir.

Şimdi herkes eline kılıcı almış, şu FETÖ’cü, bu FETÖ’cü diye ahkam kesiyor. Türkiye’nin bu çarpıklıktan çıkması lazım”.

Yargıya güveni var mı?

Bu olayların hemen hemen aynısını yakın geçmişte, sonradan “FETÖ kumpası” olduğu söylenen Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde yaşadık.

Bu olaylar yaşanmadan önce “Konu yargıya intikal etmiş, kararı beklemek ve saygı duymak lazım” sözü bir anlam ifade ederken, kumpası yapanların FETÖ’ye mensup Emniyet ve yargı görevlileri olduğu ortaya çıkınca, binlerce savcı-hakim açığa alınıp yüzlercesi tutuklanınca bu sözün bir anlamı kalmadı.

Adalet Bakanı Bozdağ bile hakim ve savcılara “Karşınızdaki kişilerin siyasi görüşü, inancı ne olursa olsun bu sizi etkilememeli. Bağımsız ve tarafsız davranıp adil karar vermelisiniz” diyorsa diğer vatandaşların yargıya güven duyması mümkün müdür? Eğer yargıya tam güveni olsa böyle bir açıklamaya gerek duyar mıydı acaba?

Komisyon raporu

15 Temmuz FETÖ darbe girişimini araştırmak için kurulan Meclis Komisyonu Başkanı Ak Parti Burdur Milletvekili Reşat Petek “darbe girişimi raporunu” açıkladı.

Bu rapor, 15 Temmuz’un iki kilit isminin; Genelkurmay BaşkanıAkar ile MİT Müsteşarı Fidan’ın ifadeleri olmadan hazırlandı ki Petek “Genelkurmay Başkanı’ndan sorulara yanıt alamadıklarını” belirtiyor.

Raporda dikkat çeken noktalardan biri “Örgütün siyasi ayağı” için “Örgüt dönemsel olarak iktidarda bulunan partilere yakın davranıp devlete sızmak için siyaseti seçmiş” tespiti ki bu zaten ortada.

Darbe girişimine yol açan örgütlenmenin tam olarak hangi yıllarda ve kimler aracılığıyla mümkün kılındığı, kimlerin Gülen’i ve Cemaatini koruduğu, irtibatta olduğu ile ilgili net bilgi yok.

Diğer nokta; 1967 yılında Gülen’in CHP’ye 5000 TL bağışta bulunduğu”…

Sözcü’ye tutuklama kararı

Raporun geneline bakınca öyle bir hava çıkıyor ki, her şey yıllarca önce olup bitmiş, 2016’da yapılan darbe girişiminde, 2000’li yıllarda hemen hiç TSK, Emniyet, siyaset rolü olmamış.

O zaman neden hala belediyelerden, Emniyet’ten, yargıdan binlerce FETÖ’cü çıkıyor?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu “Gülen’in CHP’ye 1967’de bağış yaptığını gösteren makbuzun sahte olduğunu” açıklayarak kınama yaptı.

Dikkat çeken önemli noktalardan biri de Meclis Komisyonu’nun 600 sayfalık raporunun “medya ile ilgili” kısmında SÖZCÜ gazetesiyle ilgili tek bir suçlayıcı cümlenin olmaması.

Buna rağmen ve FETÖ ile yakın ilişkileri açıkça bilinen kişiler “tanık” olurken, gözaltına alınmış olan SÖZCÜ’nün 3 gazetecisine “tutuklama” kararı çıktı.

Adalet Bakanı “bağımsız ve tarafsız yargı” uyarısında gerçekten haklı, toplumun yargıya güveni artık çok zor!

Yazının devamı...

Batı ve demokratik değerler!

Bugün 28 ülkenin liderlerinin ABD Başkanı Donald Trump’la ilk kez karşılaşacakları ve 2 gün sürecek olan NATO zirvesi Brüksel’de başlıyor.

Zirvede “DAEŞ’le ve genel olarak küresel terörle mücadele” tartışılacak en önemli konuların başında geliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB liderleri de dahil olmak üzere bazı liderlerle ikili görüşme yapacağı bildirildi.

Donald Trump, önceleri NATO’nun “modası geçmiş bir kuruluş” olduğunu söylerken sonra fikrini değiştirmiş ve NATO’nun önemine değindikten sonra şöyle demişti:

“NATO’nun DAEŞ’e karşı mücadelede ‘Iraklı ortaklarımıza’ daha fazla destek vereceği bir rol oynayacağına inanıyorum”.

“Iraklı ortaklarımız” dediği, Kerkük’te tüm kamu kuruluşlarının kapısına IKBY bayrağı diken ve giderek daha sık şekilde “bağımsız Kürdistan” söylemini tekrarlayan “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve başkanı Mesut Barzani”dir. Trump cümlesini tam olarak söylese “Iraklı ve Suriyeli ortaklarımıza NATO’dan daha fazla destek bekliyoruz” diyebilirdi.

Ağır silahlar

Birçok kenti “savaşa gerek duymadan PYD’ye bırakan” DAEŞ bahanesini bir tarafa bırakacak olursak ABD’li siyasetçilerden bile “ABD’nin PYD-YPG’ye verdiği desteğe ve özellikle ağır silahlarla donatmasına” karşı çıkanlar oldu. Son olarak ABD eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “Bütün göstergeler YPG’nin PKK’nın bir parçası olduğunu ortaya koyuyor” dedikten sonra:

“YPG’ye verilen ağır tanksavar ve havan toplarının yalnız terör örgütleri değil ‘her türlü ordu açısından’ tehdit olduğunu ve Amerikan ordusunun titiz davranması gerektiğini” söyledi. (23 Mayıs, Hürriyet.)

Bu durumda, en büyük tehdit bize karşı olacağına göre, Türkiye’nin “silahlar yalnız Rakka’da kullanılacak ve geri alınacak. Türkiye’nin hassasiyetlerini göz önüne alıyoruz” gibi oyalayıcı açıklamaları dikkate almadan, NATO toplantısında bu konuyu net şekilde ortaya koyup engel olunmasını istemelidir.

Hukuk ve FETÖ!

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “Türkiye NATO için önemlidir” dediği açıklamasında Türkiye’nin yaşadığı yoğun terör saldırılarından, 15 Temmuz darbe girişiminden söz etti ve şöyle dedi:

“Böyle bir ülkenin kendini savunmaya, suçluları cezalandırmaya hakkı var. Ancak bunun ‘hukuk devleti prensiplerine uygun’ olması lazım”.

SÖZCÜ’ye yapılan operasyondan sonra Avrupa Birliği Komisyonu da “AB, aday bir ülke olarak Türkiye’nin ifade ve medya özgürlüğü alanında demokratik standartlara saygı duyması gerektiğini defalarca vurgulamıştır. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz” açıklaması yapmıştı.

Mevcut şartlarda öyle görünüyor ki NATO zirvesinde Türkiye terör meselesinin yanında “ifade ve medya özgürlüğü” konusunda da sorularla karşılaşacak.

Yargı “FETÖ ile gerçekten ilişkili isimler”e dokunmazken, bir ilişkisi olamayacağı açık ve net isimler, gazeteciler için gözaltı kararı vermesi Türkiye’de de tepki yaratıyor. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı içte ve dışta Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olmaya devam ediyor!

Yazının devamı...

Terör ve ABD’ye nota!

İngiltere’nin Manchester şehrinde Manchester Arena’da DEAŞ’ın üstlendiği patlamada 22 kişi hayatını kaybetti, 59 yaralı var.

Ortadoğu’da DEAŞ ile PYD-PKK ilişkisinin ne olduğu, DEAŞ’ın özerk bir Kürt bölgesinin ortaya çıkması için mi kullanıldığı henüz net değil ama öyle görünüyor ki bu acımasız örgütler dünyanın her köşesinde insanlar için tehlike yaratmayı sürdürecekler.

Bugün DEAŞ’ın birçok ülkede yaptığı katliamlar, Afganistan’da ABD sayesinde güçlenen Taliban, ondan türeyen El Kaide ve sonunda ABD’deki İkiz Kuleler saldırılarının hatırlanmasına neden oluyor.

Oluyor, çünkü DEAŞ da El Kaide’den türemiş ve sonra ayrılmıştır.

Demek istediğim şu; Bugün hala Ortadoğu’da ve diğer ülkelerde “Benim teröristim, senin teröristin” ayırımı yaparak farklı terör örgütlerini “müttefik” sayan her ülke sonunda kendisi için ve diğer ülkeler için canavarlar yarattığını unutmamalıdır.

Kavga olayı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında Washington Büyükelçiliği konutu önünde yaşanan ve Erdoğan’ın korumalarının karıştığı kavga ABD’de tartışma yaratmıştı.

ABD basını olayı günlerce gündemden düşürmedi.

Daha önce ABD’nin PYD’ye destek vermesi konusunda Türkiye’nin yanında yer alan konuşmalar yapmış olan Cumhuriyetçi Senatör John Mc Cain “Böyle bir şey karşılıksız bırakılamaz. Burası Türkiye değil. Burası bir 3. Dünya ülkesi değil” dedi.

Türk Büyükelçi Serdar Kılıç olayla ilgili olarak 2 kez ABD Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldıktan sonra Türkiye de ABD Büyükelçisi John Bass’ı Bakanlığa’çağırdı.

“ABD’nin, Erdoğan’ın ziyaretindeki programları süresince gerekli önlemleri almadığını, olaylara ABD makamlarının yol açtığını” bildiren yazılı ve sözlü nota verdi.

Bu olaylarda PKK’lı grupların yaptığı protesto gösterilerine korumaların cevap vermesi gibi bir durum da var. ABD’de güvenlik güçleri bunu engellemeliydi diye düşünüyoruz ve kendi açımızdan haklıyız.

Ancak onlar da “Amerikan Anayasası’nın birinci maddesi protesto özgürlüğünü de kapsar, polis bu gösterilere karışamaz” diyor.

NATO zirvesi

Şimdi önümüzde 25 Mayıs’ta Brüksel’de yapılacak olan NATO zirvesi var.

Brüksel Belediye Başkanı “Türkiye Cumhurbaşkanı için yapılacak mitinglere izin verilmeyeceğini” önceden açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıklamaya “Mayeur işine baksın” diyerek cevap vermişti. Ancak…

Biz haklı olduğumuza inansak da, Hollanda ve Washington’da kısa aralıklarla yaşanan olaylar Türkiye’nin aleyhine olmuştur. ABD’li siyasetçiler hala neredeyse hakarete varan sözler söylüyorlar.

NATO zirvesinde ne olursa olsun herhangi bir olay çıkmaması için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.

Yazının devamı...

OHAL’in devamı ve tarafsızlık!

Cumhurbaşkanı Erdoğan 21 Mayıs Pazar günü tekrar Ak Parti Genel Başkanı oldu. O gün yaptığı açıklamalar içinde “partisine verdiği mesajlar” da vardı.

Örneğin “Hedef, teşkilatlarımızda süratle bir yenilenmeyi getirmektir” dedi. “Ak Parti vizyonuna uygun icraat ortaya koyan belediye başkanlarına ihtiyacımız var” dedi.

Bir genel başkanın söyleyebileceği şeyler…

Şimdi; 16 Nisan’da yapılan Anayasa değişikliğine göre bundan sonra cumhurbaşkanı olacak tüm isimler için, genelde nasıl bir durum olabilir ona bakalım. Cumhurbaşkanı “devletin başı” olduğuna göre ve devletin tüm vatandaşlara eşit mesafede durması ve eşit haklar tanıması gerektiğine göre acaba “taraflı, siyasi bir partinin genel başkanı” olan bir cumhurbaşkanı bunu nasıl sağlayacak?

Aym’nin önemi

Başta ABD olmak üzere demokratik Batı ülkelerinde başkanlar parti yönetiminde bulunamıyor, genel başkan olmaları mümkün değil.

Bunun ana nedeni, “güçler paylaşılmadan”, güçler ayrılığı olmadan demokrasinin korunmasının neredeyse imkansız olmasıdır.

Mesela, doğal olarak “parti genel başkanı olan cumhurbaşkanı” yalnızca kendi partisinin belediyelerinin güçlü ve başarılı olmasını tercih edecek, bir sonraki seçimde “kendi partisinin alacağı oyları arttırmak” yönünde adımlar atacaktır.

Bu durumda, diyelim ki diğer partilerin belediyelerine devlet imkanları aynı şekilde sağlanmadı, bu haksızlık nasıl giderilecek? Hangi kuruma başvurulacak?

Yargıda savcı ve hakimlerle ilgili tüm kararları verecek olan HSK üyeleri de cumhurbaşkanı ve Meclis çoğunluğu tarafından (tümü siyasetçiler tarafından) seçileceğine göre, örneğin “bugünkü gibi bir Meclis tablosu” varsa o HSK’nın ve tabii mahkemelerin tarafsız olma ihtimali nedir? Görünüşe göre, bundan sonraki bir haksızlık-hukuksuzluk durumunda başvurulacak en güvenli kurum olarak “Anayasa Mahkemesi” kalıyor.

Ohal’in sakıncası

İşte en ciddi sorun da burada ortaya çıkıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Pazar günü genel başkanlığa döndükten sonra “OHAL’in gerektiği kadar devam edeceğini, huzura kavuşana kadar bitmeyeceğini” söyledi.

“İş yerinize mi gidemiyorsunuz, okullar mı kapalı” sözleriyle OHAL’in insanların hayatında hiçbir değişikliğe neden olmadığını ima etse de OHAL’in Türkiye’deki uygulamasında sorunlar olduğu yadsınamaz.

Bugüne kadar “OHAL’in gerekli kıldığı konular” dışında değişikliklerin (örneğin Varlık Fonu gibi) KHK’larla yapılabildiği görüldü.

OHAL, hele bir de yeni “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” imkanlarıyla birleştiğinde cumhurbaşkanlarına çok geniş yetkiler veriyor ve bunu sınırlayacak, yanlış bir kararsa durduracak hiçbir merci yok.

AYM de KHK’ları denetlemeyeceğini bildirdiğine göre bir cumhurbaşkanı kanun hükmünde kararnamelerle hiç denetim olmadan istediği her uygulamayı yapabilir.

Sonuç olarak, parti genel başkanı da olan ve “hükümet görevi yapacak” cumhurbaşkanlarının yöneteceği ülkede birliğin, bütünlüğün, eşit hakların, hukukun korunması parlamenter sisteme göre çok daha güç olacaktır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.