Şampiy10
Magazin
Gündem

CHP, MHP ve 2019 seçimi!

Ana muhalefet partisi CHP, bundan önce kaybettiği her seçimde yaptığı gibi, kendi içinde daha başarılı olabilecek bir değişim yaratmak yerine “gelecek seçime yoğunlaşmaktan” söz ediyor.

“Hayır” oyu veren partileri, siyasetçileri ziyaret etmekle ve 2019’da yapılacak genel seçim ile cumhurbaşkanı seçimi için politika üretmekle meşgul.

Bunu yaparken, referandumda çıkan “yüzde 49 Hayır” oylarının 2019’da da büyük ölçüde aynı kalacağını düşünüyor hatta uygulanacak politikalarla bunun artabileceğine inanıyor.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ın TV’de bir tartışma programında söylediklerinden alıntı yapmıştım, devam edeceğim.

Neden “Hayır diyen grupları, partileri ziyaret ettikleri” soruluyor, Tezcan;

“Teşekkür ediyoruz… Demokratik parlamenter sistemi yeniden, güçlü bir şekilde kurmayı konuşuyoruz” diyor.

İSİMLER ÜZERİNDEN…

Sonra sıra 2019’da yapılacak “cumhurbaşkanı seçimi için CHP’den nasıl bir aday çıkmalı” sorusuna geliyor;

“Parlamento sayısı yeter mi bilmiyoruz ama hoşgörülü, ötekileştirmeyecek, uygar dünyayla buluşturacak, laik-demokratik Cumhuriyete sahip çıkacak biri…”

Bu sözler üzerine İlhan Kesici’nin adı geçiyor. “Bu tariflere uyduğu” söyleniyor ama Bülent Tezcan atılıyor; “İsimler üzerinden gitmiyoruz. Bundan kaçınmamız lazım. Adayı sonraya bırakmak geç kalmak değil, beraberliği büyütür. Önemli olan çıkacak adayın Hayır blokunda kabul görmesi.”

Aslına bakarsanız “isimler üzerinden gitmenin” tam zamanı!

Bundan önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2019’a kadar genel başkan kalacağı ve “cumhurbaşkanı adayı gösterileceği” imaları yapıldı.

Bu nedenle başka isimlerin telaffuz edilmesi istenmiyor ancak Kılıçdaroğlu’nun partisinin oyunu arttıramadığı yeterince kanıtlanmıştır.

İSTİFA VE YSK!

Buna karşılık örneğin İlhan Kesici hem bunu başarabilecek, hem de “Hayır blokunda, kendi partisi dışında da kabul görecek” bir isimdir..

Cumhurbaşkanı seçiminden önce CHP’nin de, MHP’nin de “genel başkan” değişikliği ve toptan bir yenilenme hareketi yapması şart.

Bu konunun “bir seçim daha ötelenmeyecek kadar önemli” olduğunu da “partisini ve ülkesini seviyorsa” herkesten önce o genel başkanların görmesi gerekir.

Eğer “demokratik” iseler her iki liderin de istifa ederek “partilerine ve ülkeye yeni bir şans vermeleri” şarttır ve bu son günlerde toplumun en çok dile getirdiği konuların başında geliyor.

CHP, referandumda Hayır oyu veren yüzde 49’luk kesimi “kendi seçmeni” gibi görme yanılgısından vazgeçmeli, yeni bir lider için kolları sıvamalı ve 2019 genel seçiminin “ön seçim ve dar bölge” sistemiyle yapılması, halkın seçeceği milletvekillerinden oluşmuş bir “bağımsız Meclis’in” ortaya çıkması için çalışmalıdır.

MHP de ancak yeni, yıpranmamış bir liderle “baraj altında kalma” ihtimalini ortadan kaldırabilir.

Tabii bunların yanında “seçim güvencesini sağlayacak, güvenilir bir YSK’nın ortaya çıkarılması”, konusu da her şeyden önce geliyor.

Yazının devamı...

ABD ve Güçler Ayrılığı!

Perşembe günü dünyanın gözü Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın (Trump tarafından görevden alınan) eski Başkanı James Comey’in ABD kongresinin kendisine yönelttiği soruları “sözlü olarak” cevaplamasına çevrilmişti.

“Sözlü olarak” kısmı önemli, çünkü bu tür denetim sorgulamalarında verilen sözlü cevaplar “yeni sorular” ortaya çıkarabilir ve o sorular anında sorulabilir.

Yazılı ifade verildiğinde bu imkan ortadan kalkar.

Nitekim Comey’e sorulan sorular çok net ve keskin ifadeler içeriyordu, fazla düşünmeye, nabza göre şerbet verecek cevaplar aramaya zaman yoktu.

Konu; Trump’ın ekibinin seçim kampanyası sırasında Rus yetkililerle işbirliği yapma iddiası.

Bunun yanında; Rus bilgisayar korsanlarının “Trump’ın başkan seçilmesi için” seçimlere müdahale ettiği iddiası.

Bu iddialar, ABD Adalet Bakanlığı ve ABD kongresi tarafından araştırılıyor.

Başkanın denetimi

Hatırlayacaksınız, Türkiye’de “parlamenter sistemi Türk tipi bir başkanlık sistemine çevirecek olan Anayasa değişikliği” referandumu öncesinde bu değişikliğe itirazların başında “seçilecek başkanların denetimi nasıl olacak” sorusu geliyordu.

O süreçte ABD’de başkanların öncelikle “tam bağımsız bir yargı ve Kongre denetimi altında oldukları”, bu Kongre’nin Temsilciler Meclisi ve Senato olmak üzere 2 ayrı meclisten oluştuğu sıkça anlatıldı.

İşte şimdi bu olay (aynen eski Başkan Bill Clinton’ın “özel hayatı” hakkında saatlerce “Büyük Jüri”ye hesap vermesi gibi) ABD başkanlarına nasıl sıkı bir denetim yapıldığını gösteriyor.

Eğer bu soruşturmada Trump’ın gerçekten “seçim hilesi” yaptığı, Rusya ve “hacker”larının seçime müdahale ettiği ortaya çıkarsa Trump’ın başkanlığı düşebilir.

Gizli nokta kalmıyor

FBI eski Başkanı Comey, Kongre’ye; Rusya’nın ABD seçimlerini etkilemeye çalıştığı konusunda şüphesi olmadığını,

Trump yönetiminin “görevine son verildikten sonra kendisini karaladığını” ve “FBI hakkında yalan söylediğini”…

Trump ile yaptığı görüşmeleri kaydettiğini çünkü “Trump’ın yalan söylemesinden korktuğunu”…

Trump’ın kendisine; eski Ulusal Güvenlik Uzmanı Michael Flynn’in “Rusya ile bağlantısını soruşturmaya son vermesi” yönünde baskı yaptığını anlattı.

Demokrasi budur!

Şimdi düşünelim.

1- Seçime dışardan bir müdahale olduğu (yani yasa dışı bir durum olduğu) kanıtlanırsa sorun kapatılmayacak, aksine seçim sonucu geçersiz sayılacak.

2- Eğer ABD’de “tam bağımsız bir yargı” ve baskı altına alınamayan “tam bağımsız iki meclis” olmasaydı (ki “Güçler Ayrılığı” denilen şey budur) Comey bunları anlatabilir miydi?

3- Comey, ülkeyi ilgilendiren ciddi bir konuda, Kongre tarafından “gerçekleri açıklaması için” çağrıldığında “Hayır, ben sorularınızı sözlü cevaplamam, sadece yazılı cevap veririm” deme özgürlüğüne sahip midir?

Türkiye’de “15 Temmuz darbe girişiminin kilit isimleri” ve referandum sırasında “Anayasa’ya aykırı karar” veren YSK da bu şekilde ifade verdiği gün demokrasiden söz edebiliriz.

Yazının devamı...

Helikopter kazası, referandum ve 2019!

Mayıs’ın son günü Şırnak’ta meydana gelen ve 13 askerimizi şehit verdiğimiz helikopter kazası o günlerde tartışılmakta olan birçok olayı da doğal olarak ikinci plana atmıştı.

Helikopterin “yüksek gerilim hattına takılarak düştüğü” açıklaması hala televizyon tartışmalarında yer alıyor.

Hala “bölgeyi avucunun içi gibi bilen, aynı noktadan daha önce defalarca uçuş yapmış olan” tecrübeli bir ekibin nasıl olup da bu hatları görmediği, bilmediği veya bu konuda uyarılmamış olduğu tam anlaşılmış değil.

Başbakan Binali Yıldırım kazanın arkasından “Helikopterlere ‘engel tanıma sistemi’ konması için gerekli talimatı verdiğini” bildirmişti.

Madem ki “engel tanıma sistemi” bu tür kazaları önleyebilir, Şırnak veya Güneydoğu Anadolu’nun diğer illerindeki askeri helikopterlere ‘hayat kurtaran’ bu sistem neden daha önce konmamıştır?

1996’dan beri görev yapan ve daha önce de 2 kez düşen bu helikopterler neden yenilenmemiştir?

Değerli 13 askerin kaybedildiği bir kazada bu soruların cevabı verilmelidir.

Referandum raporu

Kazanın olduğu günün öncesinde 2 önemli konu gündemdeydi, bunların biri “Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) 30 Mayıs 2017’de açıklanan Referandum Raporu”ydu.

Aralarında AİHM’nin de bulunduğu tüm Avrupa Konseyi kurumları, AB ve BM tarafından da “referans belge” sayılan bu raporda, bundan sonra yapılacak seçimler için de ciddi önem taşıyan, tüm siyasi partilerin incelemesi gereken uyarı ve eleştiriler vardı.

Hepsinden önemlisi; “Saydam çalışmadığı” ve “kararlarına karşı yargı yolu kapalı” olması nedeniyle eleştirilen Yüksek Seçim Kurulu’nun “mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılması” hakkında aldığı kararın “yasalara aykırı olduğu ve çok önemli bir yasal güvencenin ihlali anlamına geldiği” bildiriliyordu.

Bu raporun ortaya çıkması için Türkiye’nin davetiyle referandumu izlemiş olan AGİT üyeleri (20 AGİT üyesi ülkeden gelen 24 AKPM gözlemcisi) de ön raporlarında benzer noktaları vurgulamış, “oyların yeniden sayılmasını” önermişti.

Nitekim halen “mühürsüz olduğu halde ve sandıklar açıldıktan sonra YSK tarafından geçerli sayılan” oyların net sayısı, kaçının Evet, kaçının Hayır oyu olduğu bilinmiyor.

2019’da ne olur?

Çarşamba akşamı televizyonda CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan:

“Referandumdaki yüzde 49’luk beraberliğin 2019 seçimlerine kadar sürdürülmesi gerektiğini, 3 büyük şehrin ‘Hayır’ dediğini, yerel ve genel seçimlerde de bu şehirleri kazanmaları gerektiğini” anlatıyordu.

Tabii ki tüm partiler yerel seçimde de, genel seçimde de kazanmak ister. Ancak…

Eğer YSK referandumda yaptığı gibi çekinmeden, bu kez başka bir şekilde “yasalara aykırı” karar alırsa ve bu karar sonucu değiştirirse 2023’ü mü bekleyecekler? Sonra 2027’yi…

YSK bir yüksek mahkeme değildir ve toplum vicdanının rahat etmesi için en kısa zamanda “yargı denetimine açık” hale getirilmelidir.

Yazının devamı...

Küresel kâbus!

İnsan zaman zaman ‘Dünya eskiden çok daha güzel ve huzurluydu, acaba bir gün yine huzura kavuşma ihtimali var mı, yoksa bundan sonra hep yarınlara korku ile mi bakılacak’ düşüncesine kapılıyor.

Ortadoğu kaynıyor, ABD-Rusya gibi ülkeler dünyanın her köşesindeki olayların içinde, hangi ürkütücü olayın arkasından kim çıkacak sorusu Türkiye’nin içinde ve dışında bilinmiyor.

İşte Körfez’de Katar olayının arkasından İran’da terör saldırısı; 12 kişi öldü, 39 kişi yaralandı. Arkasında ne var, hangi ülkeler “terörle yürüttükleri” bu projeleri yönetiyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 Körfez ülkesi ile Katar arasındaki kriz konusunda Salı günü “Katar krizinin arkasında oyun oynanıyor fakat şu anda çözebilmiş değiliz. Katar’ın ‘terör zanlısı’ olarak kabul edilmesini çok ağır buluyoruz. Katar’la ilişkileri geliştirmeye devam edeceğiz” demişti.

Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn, Yemen ve Libya’nın Katar’la diplomatik ilişkileri kesme, kara-hava-deniz sahalarını bu ülkeye kapatarak onu izole etme kararının arkasında farklı nedenler var.

Örneğin Trump’ın İran politikası nedeniyle “Katar’ın İran’la birlikte hareket etmesinin önünü kesme” adımı olabileceği, Trump’ın kısa süre önce yaptığı Suudi Arabistan ziyaretinde bunun netleştiği söyleniyor.

Teröristle ilişki

Ancak en önemli nedeni Katar’ın yıllardır -birçok ülkede terör örgütü ilan edilen- Müslüman Kardeşler başta olmak üzere Hamas, El Nusra gibi radikal dinci örgütlere siyasi ve finansal destek vermesi. Bu destekleri ve verdiği medya desteğini kesmesini istiyorlar.

Nitekim, Katar Dışişleri Bakanı yaşanan krizin ardından “Oturup konuşmak istiyoruz. Çözüm için diyalog yoluna açığız” der demez hemen arkasından Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı şu cevabı verdi:

“Kimse Katar’a zarar vermek istemiyor ama ilişkileri tamir için Katar’ın önce Filistinli Hamas ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’e verdiği desteği kesmesi gerekir. Onlar aslında ne yapmaları gerektiğini biliyorlar.”

Türkiye bir yandan S. Arabistan’a “Kralı öldüğünde 3 gün yas ilan edecek kadar yakın” dururken diğer tarafta başını Suudi Arabistan’ın çektiği 6 Arap ülkesinin karşısına geçerek Katar’ın yanında olmayı nasıl başaracak bir soru.

Körfez ülkeleri arasındaki krizin nedeni -ABD destekli- Suudi Arabistan tarafından “Katar’ın Hamas ile Müslüman Kardeşler’e verdiği destek” olarak açıkça ifade edilmişken hemen Katar’ın yanında yer almanın “Türkiye de bu örgütleri mi destekliyor” sorusunu ortaya çıkaracağı ayrı bir mesele.

Bu kadar kritik ve çok yönlü sorun yaratacak konularda Meclis’te tartışılmadan, deneyimli diplomatlarla durum değerlendirmesi yapılmadan hemen karar vermek ülkeyi sıkıntıya sokabilir.

Aynı zamanda, birçok ülkenin terör örgütü saydığı ve sınırından geçmesine izin vermediği (en zengin Arap ülkeleri bu korku nedeniyle mülteci bile almadılar) Hamas ve Müslüman Kardeşler gibi terör örgütlerinin Türkiye’ye girişi de engellenmelidir. Büyük dikkat gerekiyor!

Yazının devamı...

Terörün her çeşidi!

Sorunlar, çelişkiler ve terörün her çeşidi bitmiyor.

Şırnak’ta PKK terörüne kaybettiğimiz 13 askerimize üzülürken karşımıza şehir eşkıyalarının, aramızda gezen suçluların yarattığı terör çıkıyor.

Özellikle “kocasından ayrılan kadınlar ve ailelerine yönelik” cinayet haberleri, eli silahlı grupların çatışmaları, çocuk tecavüzleri ile ilgili haberler dayanılması zor şekilde arttı.

Örneğin; İstanbul Avcılar’da iki grup arasındaki silahlı çatışmada sıkılan kurşunlardan birinin yoldan geçen araca isabet etmesi ve genç sürücünün hayatını kaybetmesi, 3.5 yaşındaki kızının babasız kalması dayanılacak bir haber midir?

Aynı gün “İstanbul Güngören’de yine iki silahlı grubun çatışmasında 1 kişi öldü, 7 kişi yaralandı” haberi alışılacak bir haber midir?

Okullarda, kurslarda bile “çocuk istismarı” haberlerinin arkası kesilmemesi katlanılır bir durum mudur?

Dün “İzmir’de aşırı hız yapan Suriyeli bir sürücünün 2 genç kızı ezdiği ve kızların ağır yaralı olduğu” haberi verildi, Türkiye’de zaten önlenemeyen trafik magandalarına şimdi bir de Suriyeli magandaların eklenmesine ve hayati tehlike yaratmasına dayanmak kolay mı?

FETÖ’cüler dışarda

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ortaya çıkarılmasını herkes istiyor.

Meclis Araştırma Komisyonu Raporu açıklandıktan sonra “Komisyon’un darbe girişimini yeterince araştırmadığı” öne sürülerek “Darbe girişiminin siyasi ayağının ortaya çıkarılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması” yönünde verilen önerge Ak Parti’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

Bunun nedenini anlayamayan okurlar bize soruyor ama cevabını bulmak pek kolay değil. Hükümet’in veya Ak Parti’nin bir açıklama yapması doğru olacaktır.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da “15 Temmuz’la ilgili cevaplanmayan sorular olduğunu” tekrarlıyor. Gerçekten de Genelkurmay Raporları, Savcılık raporları, Genelkurmay ve MİT cevapları, ihbarı yapan Binbaşı O.K’nın açıklamaları arasında çelişkili noktalar var.

Bu çelişkiler giderilmeli, sorular cevap bulmalıdır.

Zeytinlik Yasası

Cumhurbaşkanı Erdoğan Dünya Çevre Günü’nde yaptığı konuşmada “Gelecek nesillere daha yeşil bir dünya bırakmak için tüm vatandaşlarımızı duyarlı olmaya çağırıyorum” dedi.

Aynı sıralarda sanayileşmenin önünü açmak için “Zeytinlik Kanunu’nda yapılacak değişiklik” tartışması çoktan başlamıştı.

Doğayı korumak isteyen herkesin karşı çıktığı bu değişiklik yapılırsa orman sınırları içinde kalan zeytinlikler de zeytinciliği koruyan yasa kapsamından çıkarılacak ve zeytinliklere sanayi tesisi bile kurulabilecek.

Olağanüstü doğa güzellikleri, zeytinlikleri ve mitolojik geçmişiyle bilinen Kaz Dağları’nın bugünkü haline, taş yığınları doldurmak için yüzlerce yıllık zeytinliklerin, doğanın nasıl yok edildiğine bakmak bile bu yasa değişikliğinden kesinlikle vazgeçmek için yeterlidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “zeytinliklerimizin ve doğanın korunması” için öncülük ederek bu zararlı yasa değişikliğini önlemesi, gelecek nesiller için güzel bir örnek olacaktır.

Yazının devamı...

Kartal göklerde!

Spor Toto Süper Lig’de sezonu şampiyon tamamlayan Beşiktaş, başarısını Türkiye’nin her köşesinde taraftarlarının coşkulu gösterileriyle kutluyor.

Şampiyon Beşiktaş’ı ve manevi şahsında siyah-beyaza gönül vermiş tüm sporseverleri VATAN adına içtenlikle kutluyorum. Spor kulüpleri ve hele futbol takımlarının yaslandığı toplumsal taban, sivil toplumun en yerleşmiş kurumlarıdır.

Renkler çok şey ifade eder.

Beşiktaş’ın, bu alanda gösterdiği örnek duruş, siyah-beyaz renklerin sağlam dayanışmasını çok güzel simgeliyor.

Özveri ve kalite

Beşiktaş son yıllarda kendisinden toplumun beklediği hizmetin çapı ve kalitesi bakımından tekrar tarif edilmesi gereğini çok iyi değerlendirmiştir.

Gerek Kulüp Yönetimi, gerek taraftar, sporcuların amatör bir heyecandan beslenen özveri ve desteği kazanmalarında çok etkili olmuştur.

O kadar ki taraftar topluluğunun ilham merkezi olarak tarif edilmeye layık heyecanı, Beşiktaş’ı rakiplerinden ayrı bir yere çıkarmıştır. Beşiktaş, bütün bu farklılıkları ile yükselen bir değer olmuş, üç yıldızı hak etmiştir. Futbol dünyasına kazandırdığı kaliteler, rakiplerine de yarar sağlayacak, onları da yükseltecektir.

Hayatı boyunca bu takımı desteklemiş bir taraftar olarak hiç şüphem yok ki; Kartal gökleri, gökler de Kartal’ı hep sevecektir. Yer de senin, gök de senin, uç Kartal uç!

Helikopter iddiası

PKK’ya ait haber ajanslarından gelen bilgilere göre 13 üst düzey askerimizin şehit olduğu helikopter kazasını, terör örgütü PKK’ya bağlı askeri kanat HPG üstlenmiş.

Ajansları “helikopteri kendi birimlerinin düşürdüğü, ateş edilen helikopterin isabet aldığını ve alandan uzaklaşmak isterken düştüğü” iddiasını yazılı bir açıklamayla vermiş.

Bir tarafta Afganistan’dan, Bağdat’a, Musul’a kadar DEAŞ Ramazan’da çoğunluğu Müslüman olan büyük kitleleri katletmeye devam ediyor.

DEAŞ Suriye’de Rakka’yı da savaşmadan PYD-PKK’ya bırakıyor ve aynı sırada aynı DEAŞ (Musul’a da Kerkük gibi IKBY bayrakları asılsın diye mi bilinmez) Musul’da çatışmalardan kaçan yüzlerce sivili öldürüyor.

Olaylara geniş açıdan bakıldığında küresel bir planın parçaları gibi.

Küresel dehşet saçan bir örgüt, sıra PYD-PKK’ya ve Kürdistan konusuna gelince usluca çekiliyor.

Artan terör!

Cumhurbaşkanı Erdoğan MÜSİAD toplantısındaki konuşmada şöyle dedi:

“ABD Rakka’da PYD-YPG ile operasyon yapmak istiyor. ABD’lilere ‘oralardan bize bir saldırı, taciz olacaksa kimseyle görüşmeyiz, kendi kararımızı veririz’ dedik (…) Öncelikle hatırlamak gerekir ki ABD’nin PYD-PKK’ya verdiği ağır silah ve ortaklık desteği “sınır dışından bir saldırı olmasa da” Türkiye için dev bir tehlike oluşturuyor.

Bu destekten moral ve PYD’den silah ve militan alan PKK Türkiye’de terörü arttırdı. Her gün şehitler verirken bir helikopter düşmesi olayında da 13 rütbeli subayımızı kaybettik (ki PKK iddiası henüz araştırılmış değil.) Irak ve Suriye’de “ABD’nin yardımıyla Türkiye aleyhine” yürüyen gelişmelere NATO ve BM ile görüşülerek çözüm bulunmalıdır.

Yazının devamı...

Bağımsız ve tarafsız!

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ kısa süre önce “800 Ak Partili hakim ve savcı alındığı” iddiasıyla ilgili bir konuşma yaptı.

Bu konuşmada şu vurgular da vardı:

“Kendi istediği gibi karar veren hakimleri ‘namuslu, bağımsız hakim’, kendi kabul etmediği şekilde karar veren hakimi ‘kötü hakim’ yapıyorlar.

Anayasa, hakim ve savcılara ‘dışardan talimat almayı’ yasaklar.

Yargının siyasallaşmasından en çok zarar gören biz olduk. Partimize siyasallaşmış yargı ‘kapatma davası’ açtı.

Bakanlarımıza, hükümetimize siyasallaşmış yargı kumpas kurdu.

Onun için yargıya siyaset bulaşmasın diye uğraşıyoruz. Liyakate önem veriyoruz.”

Nasıl siyasallaştı?

Adalet Bakanı’nın “yargıya siyaset bulaşmasın diye uğraşıldığını, liyakate önem verildiğini” söylemesi umut verici. Ancak…

“Ergenekon-Balyoz sürecinde yaşanan akıl almaz hukuksuzlukların” da siyasallaşmış, FETÖ’nün eline geçmiş yargı tarafından yapıldığı, bu nedenle “FETÖ kumpası” dendiği unutulmamalı.

Ak Parti’ye kapatma davası açıldığında “Anayasa Mahkemesi’nin kapatma istemini reddettiği” unutulmamalı.

Bir de tabii “yargı bütün bu kumpasları yapacak kadar nasıl siyasallaştı, neden engel olunmadı” sorusu var.

(Aynen yüzlerce FETÖ mensubunun TSK’ya baştan aşağıya yayılması ve o dönemlerin Genelkurmay başkanlarının, kuvvet komutanlarının bu yayılmadaki sorumluluğu gibi, yargıdaki dev kadrolaşmanın yargı içindeki veya siyaset içindeki sorumluları kimdir, birçok kamu kuruluşu nasıl olup da bir terör örgütünün eline geçmiştir?)

Yargıya siyaset bulaşmasın isteniyorsa HSYK’nın tüm üyelerini bundan sonra neden “parti genel başkanı” olan cumhurbaşkanları ve siyasetçilerden oluşmuş Meclis” seçecektir?

Danıştay’ın 2 üye, Yargıtay’ın 3 üye, idari yargının 3 üye, adli yargının 7 üye seçmesinde ne sakınca görüldü?

Beni koruyacak yargı...

Burada mesele “birilerinin istediği gibi karar veren hakimin bağımsız hakim sayılması” değil...

Önemli olan; yargının herkesi ve iktidar partisi dahil tüm partileri denetleyebilecek, gerektiğinde siyasetçileri de yargılayabilecek şekilde bağımsız olmasıdır.

Haksızlığa uğramış bir vatandaşın “Haksızlığa uğradım ama beni koruyacak, haksızlığı giderecek, evrensel hukuk kurallarına bağlı, bağımsız bir yargı var” diyebilmesidir.

Hatırlamamız gereken şu ki; 2010’daki “Yargıyla ilgili Anayasa değişikliği referandumu” sonrasında Gülen Cemaati’ne mensup savcı ve hakimlerin yargıyı ele geçirmesi nedeniyle bu ülke yıllarca hukuk skandallarına sahne oldu.

Bugün “Artık yargı FETÖ’den tamamen temizlendi ve öyle bağımsız hale geldi ki kimse yargı kararlarına itiraz edemez. Tamamen adaletli karar veren bir yargımız var. Suçlu ile suçsuz asla birbirine karışmaz” diyebiliyor muyuz? Diyemiyoruz. Toplum vicdanı yargı kararları konusunda rahat değildir.

Hukukçu siyasetçi Burhan Kuzu “Önemli olan yargının bağımsız olması değil, tarafsız olması” diyor.

“Bağımsız” olmayan bir yargının “tarafsız” olabilmesini hiç kimse beklememelidir.

Yazının devamı...

PKK’ya silahlar ve şehitlerimiz!

Şırnak Kato Dağı’nda teröristlere karşı aralıksız operasyon sürdüren 13 askerimizin bulunduğu helikopterin düşmesi ve askerlerin şehit olması Türkiye’yi bir kez daha yasa boğdu.

Bu 13 kişilik şehitler listesinin başında olan Tümgeneral Aydoğan Aydın onlarca yıldır terörle mücadelede hep ön saflarda yer almış, dev operasyonlar yürütmüş, “Kato Kahramanı” diye anılan bir general.

Şenoba’dan 20. 50’de havalanan helikopter 3 dakika sonra “yüksek gerilim hattına takılarak” düşmüş ve kurtulan olmamış.

3 Kez düşen helikopter

Ateş düştüğü yeri yakar.

Terörle mücadele eden askerlerimizin “yedikleri yemek dahil” her konuda güvenliğini sağlamak Genelkurmay’ın görevidir.

Bu olayda da insanların tepkisini çeken noktalar var. Örneğin; “Bu helikopterin 3 kez düşmesi ve toplam 28 askerin şehit olması”… Bunca yatırım ve harcama yapılırken, daha önce 2 kez düşen, 1996’dan bu yana 21 yıldır kullanılan bu helikopterin yerine yenilerinin neden konmadığı en çok sorulan ve cevap bekleyen sorulardan biri.

ABD’nin rolü

ABD’nin yaşadığımız bu PKK terörünün artmasında, kaybettiğimiz asker sayısının artmasında rolü büyük.

“Bu silahlar sadece Rakka’da kullanılacak” yalanıyla PKK-PYD’ye “uçak düşürecek, tank patlatacak en ağır silahları” verdi.

Sonra Suriye’de Kobani’de, Tel Abyad’da, Tabka’da olduğu gibi Rakka’da da “DAEŞ’in büyük bir bölgeden çekilerek YPG’ye (PKK-PYD) bıraktığı” haberi geldi ve haberi Rusya Dışişleri Bakanı doğruladı.

PYD “DAEŞ’in çıkması için koridor açmış”. Hani ABD’nin DAEŞ’le mücadelesi? Onların geçmesi için yol mu açıyor?

Güvenlik Uzmanı Abdullah Ağar “PKK’nın elinde çok ciddi miktarda patlayıcı var, 2 km menzilli tanksavarlar var” dedi. Bu patlayıcıların büyük kısmını zaten “çözüm sürecinde kendilerine tanınan uzun zamanda” toplamışlardı, şimdi buna ABD’nin “PYD’ye veriyorum, DAEŞ için” diye tonlarla gönderdiği silahlar eklendi ki, 2 km menzilli tanksavarla, uçaksavarla sınır ötesinden bile vurmak mümkündür.

İnanmak güç!

Dün konuştuğum insanlar içinde ve gelen okur mesajları içinde “helikopter kazasına” inanmayanlar, inananlardan çok fazlaydı.

Bunlardan biri; elektrik mühendisi ve araştırmacı bir okurumuz şunları yazmıştı:

Helikopter kalktıktan 3 dakika sonra bu tellere nasıl takılabiliyor? (…)

Ayrıca elektrik tellerine takılmış olsa, 3 Kv hatlar 25 metrede, en yüksek gerilim taşıyan hatlar 380 Kv, 56 metrede olduğuna göre, 25-56 metre arasında bir helikopter tellere takılıp düşse içindeki herkesin ölmesi garip. Helikopterde biri yüzbaşı, diğeri üsteğmen iki tecrübeli pilot var. Bunlar kalkış yaptıkları yerde yüksek gerilim hatlarını görmemişler mi? Helikopter mutlaka bu kalkıştan saatler önce (yani gündüz) o noktada bulunuyor olmalı. Hiç kimse bu hatları görmemiş mi? Bana kalırsa bu olayın altında başka nedenler olmalı.” 15 Temmuz günü ve gecesindeki çelişkiler gibi halkın bu şüphelerinin de Genelkurmay tarafından giderilmesi doğru olacaktır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.