Şampiy10
Magazin
Gündem

Son nefes son söz..

Toplumsal dayanışmanın ruhu yeni Özgecanlar kaybetme riskinden uzak durmayı emrediyor bize.

Son zamanlardaki ölümlerde siyaset dünyasının rolünü, her gün daha bir kolaylıkla yakalamak mümkün oluyor.

Sıklaşan cinayetlerde rolleri olduğunu fark etmek, dileriz ki vicdanlarını, çektikleri o ezici yükten kurtarsın..

İlk bakışta görülen dramatik gerçek, ölümlerin büyük farkla nefret cinayeti adı koyabileceğimiz cürümler olmasıdır.

Bu ilişki nefret cephesini kayıran bir hız taşıyor. Dün Kadıköy’de gazeteci Nuh Köklü, kendisine saldıran bir esnaf tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Köklü’nün mensubu olduğu Yeldeğirmeni Dayanışması’ndan yapılan açıklamada “Bu bir nefret cinayetidir. Canımız yanıyor” denildi.

Cinayetin psikolojik kaynağını arayanlara yardımcı olacak bir ipucu da verildi açıklamada.

Nuh Köklü’nün ölümü bir kartopu ile gelmişti.

Gazeteci Köklü bir grup arkadaşı ile dayanışma evinden çıktıktan sonra kartopu oynamaya başladı.

Bunlardan biri sokaktaki bir esnafın camına isabet etti. Ve elim olayın sonunu esnafın elindeki bıçak tayin etti.

Yeldeğirmeni Dayanışması’nca yapılan açıklamaya bakılırsa “Esnafa polislik yetkisi veren iktidarın yarattığı bir ölümdü..”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gezi eylemlerinde polislerin yanı sıra esnaf tarafından da dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın davasının görüldüğü saatlerde, Esnaf ve Sanatkârlar Şurası’nın kürsüsünde şunları söylüyordu;

“Esnaf gerektiğimde askerdir, alperendir, kahramandır, polistir, hakimdir...”

Köklü’nün son nefesini verdiğine tanıklık eden arkadaşları, şöyle dediğini duydular:

“Ne olur bu bir rüya olsun!”

Arkadaşları onun, dileği Tanrı katında makbul sayılacak kadar iyi insan olduğunu söylüyorlar.

Allah rahmet eylesin.

En doğru test

Türkiye’nin kaderini değiştirmek o kadar da zor değil.

Küçük bir test yeterli.

Mesela HDP milletvekili Hasip Kaplan, Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a mülâkat vermiş.

İç Güvenlik Paketi’ne iktidar “bu yasaların tümü AB ülkelerinde var” derken muhalefet cephesi “hepsi yalan” diyor.

Bir partinin işe yarayıp yaramayacağını, yalan söyleyip söylemediğine bakarak ölçmekten daha sağlam bir sınav yöntemi bulunabilir mi?

Siyasetçi kalite kontrolunu neden bu basit ve garantili yöntemle yapmaz?

Yoksa “yalan yarıştırmanın sonu yok” ispatlı gerçeğinin kimseye iddia kazandırmayacağını hepsi iyi bilir

O sebeple mi?

Yazının devamı...

Fırsatlar harcanmasın

Süreçte 15 Şubat, tarihin yeniden yazılmaya başlanacağı yeni çıkış noktası olacaktı.

İki yıla yakın süredir bu barışçı çabalar Türkiye’yi terörün yıkımına ve ölümlere karşı korumuştur.

Ne bekleyerek besliyoruz içimizdeki umutları?

Karşılıklı uzlaşmanın güvencesini kazanmamış askeri anlaşmalar, barışı pamuk ipliği ile test etmenin pek de akılcı olmayan denemeleridir.

Geçirdiğimiz böyle bir denemenin başarısız kaldığı gerçeği ile yüz yüzeyiz şu anda.

PKK’nın şehir kolu KCK’nın yaptığı açıklamadan öğrendik bunu.

Söz konusu açıklama, “KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı”nın şu uyarısını duyuruyor:

“Bizim için sürecin 15 Şubat’la birlikte son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasında olduğunu belirtmek durumundayız!”

Eksik kalan işler

KCK Yürütme Konseyi iktidar partisi AKP’yi muhatap alıyor söylemlerinde ve ilişkilerinde.

KCK ve örgüt başı Apo, iktidar partisinin algılar zemininde iyimserlik yaratarak zamana oynadığını düşünüyor.

Tabii olaysız bir genel seçim için çalıştıklarını bilmemek de imkânsız. Ve...

Şu soruların cevabını bekliyor:

1. Bakalım bu defa AKP hemen yarın resmi müzakereye başlayacak mı?

2. İzleme heyeti kurulacak mı ve bu heyet Apo’yla görüşecek mi?

3. AKP’nin bir Kürt politikası varsa bunu ortaya koyup somut adım atacak mı?

4. Kürt hareketinin kamuoyu ile paylaştığı müzakere taslağı” karşısında AKP adım atabilmiş midir?

KCK’ya göre 15 Şubat’a kadar bir hayli ilerleme katedilmesi gerekiyordu.

Olamamıştır.

Çünkü AKP yine zamana oynayan politikalarını sürdürmüştür.

Kötü niyet şüphesi

Terör örgütüne göre Türk tarafı somut adımlar atmak ve demokratik yasalar çıkarmak yerine iç güvenlik paketi adı altında faşist yasalar çıkarmaya uğraşmaktadır.

Çözüm adımı atmayacağı niyetini KCK net ifadelerle belli ediyor.

Buna rağmen sürecin “son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasına geldiği” inkar edilemez.

Hiçbir müzakere, hiçbir diyalog başlamadan bitmez.

Sürecin en çetin aşaması, devletin bir terör örgütünü muhatap almayı kabul etmesiydi.

Barış iradesi mevcut olduğuna göre artık pişmanlıklara harcanacak zaman yoktur. Fırsatlar iyi değerlendirilmeli.

Olayın en hassas yeri, milletin hakemliğini işler kılmak, kimsenin akıl dışı kabullere zorlanmadığına herkesin tanıklık etmesidir.

Bunun şartı da açıklık ve şeffaflıktır. Unutmayalım!

Yazının devamı...

İdamla ölmeyi hak etmek!

Ceza infazının meşru kıldığı araçlara ve yöntemlere işkence dahil midir?

İdam cezası, yani işkence, tarihin en eski ceza verme yöntemidir.

Ama ağır suç işleyenlere karşı toplumda uyanan nefret ve öcalma duygusu yine de işkenceyi cezanın meşru bir tatmin yolu niteliğine yükseltmez.

Ceza vermek niyetine öldürmek bu uygulamanın zemini olan toplumun gelişmişlik düzeyi ile bağlantılıdır.

Türkiye’de kadınlara yönelik cinayetler her yıl dev adımları ile ilerliyor. Bu ilerleme kültürel gerilemenin de hızını ve ölçüsünü gösteriyor.

Toplum vicdanında darbe etkisi yapan cinayetler karşısında düştüğümüz çaresizlik akla hemen “öldüren öldürülsün” anlayışı ile idam cezasını hatıra getiriyor.

Gündemimiz yine idam cezasına kilitlenmiş durumda.

“Medeni insan” sayılmak ve sağladığı anlayış ve merhametten yararlanmak korunma, kurtulma değildir.

TÜSİAD’ın eski Başkanı Ümit Nazlı Boyner dün yükselen nefreti ümitsizce frenlemeye çalışıyordu:

“Sayın yöneticilerimiz; sıkışınca idam hangi hukuk anlayışına uyuyor, yapmayın!”

Ümit Boyner “öldürmesinler, hadım etsinler” diyordu.

Peki bu tepki okumuşlar için ölçü olabilir mi?

Hayır.. Avrupa Bakanımız Volkan Bozkır daha gerçekçi bir örnektir:

“Benim kızıma yapılsa, alır silâhı cezasını ben verirdim!”

Belli ki jüri olsa hüküm “hadım etsinler” olacak..

Güven eksiği

Çözüm Süreci’nin buraya kadar gelmesi başarılı bir iştir.

Ama son yaklaştıkça zorlukların artacağı bellidir.

İktidar çözüm yolunda yüksek beklentiler yaratarak hata yapmıştır.

PKK yöneticileri bile pazarlık masasında vaat edilecek hakları gerçekçi bulmakta zorluğa düşüyor.

Demirtaş’ın uyarıları yeterince açık.

HDP lideri hükümetin Öcalan çağrı yapsın baskısı oluşturacak yerde üstüne düşen görevleri yerine getirmesini beklediklerini ifade ediyor.

Oysa iktidarın amacı “seçim öncesi kendine yarayacak bir hamle fırsatı” yaratıp kullanmaktır.

İktidara dönük değerlendirme cesaret verici değildir.

Demirtaş iktidarın peşinde olduğu hamlenin ciddiyetten yoksun olduğu ayrıca böyle bir adım atma konusunda niyet de taşımadığı düşüncesini besliyor.

Sürecin en zayıf noktası, güven duygusu ihtiyacının belirdiği yerler ve anlardır.

CHP’nin itirazı haksız değildir;

“İktidar barış sürecinde ciddi olsa iç güvenlik yasaları yerine barış yasalarını getirirdi.”

Güven eksiği giderilmelidir!

Yazının devamı...

‘Sık lan sık’ tedbir değil

Tedbir bir noktadan sonra korkuyu kovan değil korkuyu davet eden sebep oluyor.

Türkiye sanki vehimlerine tutsak düşmüş bir polis devleti.

Asayiş ve güvenlikte güçlenme ihtiyacı dipsiz bir kuyuya benzer.

Önce yatıştırıcı almış gibi tatmin yaratır, zamanla alışkanlığa dönüşür ve tutsak eder.

Başımızda 13 yıllık ömrünün büyük bölümünü adalet ve güvenlik reformları düzenlemekle harcamış bir hükümet bulunuyor.

Defalarca değiştirilen paket paket, torba torba yasa bizi çözüme mi yaklaştırdı? Hayır, güvensizlik kolayca giderilemez.

Şu anda devlet bütün uzuvları ile yeni bir İç Güvenlik Paketi’ne yoğunlaşmış haldedir.

Ama büyük ihtimalle başarı şansı yüksek bir tedbir olmayacaktır.

Merhamet de lâzım

Devletin orantısız gücü güvenlik güçlerine hiddet ve şiddet olarak yansıyor.

Kaba güç kullanmaya alışmış bir polisle uzlaşma olmuyor. Devletin 1 numaralı görevi ülkede can ve mal güvenliğini korumaktır.

Etkili bir toplum polisi işlevi, hakkını aramaya çalışan vatandaşı sokağa çıktığına pişman etmek değildir.

Merhamet insana has bir duygu. Körelirse geriye işkence ve hakaret kalır.

Toplumsal olaylara müdahale eden güçlerin daha eğitimli hale gelmesi gerekiyor. Bu ihtiyaç hafta içinde kendini gösterdi.

Ankara’da işinden eve dönmeye çalışan Yılmaz Koçyılmaz’ı Trafik Polisi durdurdu. Yol şartlarının elverişli olmadığını söylemesi tartışma yarattı.

Sürücünün “zincirim var, takarım” sözü işe yaramayınca polis bildiği ve beğendiği çareye başvurdu.

Vatandaşı yere bastırdı ve ellerine arkadan kelepçe vurdu.

Gerilimden sakınmak...

Sürücünün tansiyon hastası olduğu için yüksek risk taşıdığını söylemesi gecikmiş bir uyarı oldu.

Polisin hiddeti Gaziantep’ten de geçti.

Gazete ve TV kanallarında görmüşsünüzdür;

Yeni sanayi sitesinde işyeri alamadıkları için valiliğe yürümek isteyen esnafa polis bildik yöntemlerle yani biber gazı ile müdahalede bulundu.

Operasyonun biber gazı sıkma bölümüne katılmak istemeyen genç bir polis direnç gösterdi.

Onu da amiri yola getirdi.

Genç memuru ensesinden kavrayıp tartaklayarak “Sık lan, sık” diye uyardı ve yüklendikleri resmi göreve yoğunlaşmasını sağladı.

Toplumdaki gerilmenin dozunu ve yükseliş hızını görerek yaşamak lâzım.

Hak arayanlarla güvenlik görevi yapanları birbirlerine düşürmenin yanlışından korunmak için herkes elinden geleni yapmalı.

Yazının devamı...

Savaşın sonu göründü mü?

Terör söz konusu olunca haberciler kontroldan çıkıyor.

PKK söz konusu olduğunda ilerlemeler tatmin edici mi, bakmadan “The End” ne zaman, hemen bu soruluyor.

“Şu anda Türk halkını eskisi kadar üzen, bunaltan, kamu güvenliği konusunda korku ve baskı yaratan bir sorun bulunmuyor.

O zaman neden bu tedirginlik?

Terör silâhı patlamıyor.

Bırakın halk ateşkesi içine sindirsin. Tehdit eden eşkıya da kanunlara tabi olduğunu anlasın.

Halkın can ve güvenliğine tehdit oluşturacak şekilde silâhla yaşamanın bir hak olmadığını herkes öğrensin!”

Çözüm Süreci projesinin amacı asayiş ve güvenlikte daha ileri bir sükûn ve huzur ülkesi yaratmak değildir. Bedeli ağır da olsa bugünkü şartlar başarı sayılabilir.

Ama buna rağmen içimiz rahat değil.

IŞİD varken olmaz

Kaygan bir zeminde yürümenin sıkıntısı, hayatımızı kısıtlıyor.

Aradığımız rahatı bize yaşatmıyor.

Asayiş ve sükûn sanki kalıcı olmayacak duygusu, yaşadığımız ortamı zehirliyor.

Çare elbette Çözüm Süreci’ni hızlandırmaktır. Ama sınırlayıcı etkenleri nasıl aşacağız?

Olaylar Suriye ve Irak’taki Kürtleri IŞİD terör örgütü ile savaşmak mecburiyetine sokmuştur.

Kürt gruplardan silâhlarını bırakmalarını böyle bir ortamda istemek gerçekçi olacak mıdır?

Çözüm Süreci müzakereleri zorunlu olarak önce ateşkes, sonra silâhların bırakılması ve nihayet “eve dönüş” aşamalarını kapsayacak biçimde genişleyecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken şey hayal yaratmamaktır.

Masanın iki tarafında oturanların hiçbiri “yenildik, kandırıldık” duygusuna kapılmamalıdır.

Böyle pazarlıkların başına gelecek en kırıcı başarısızlık kamuoyu katında böyle bir algının oluşmasıdır.

Dönülmez ateşkes

Terör örgütünün şimdiye kadar silâhtan arınması ve sınırın öteki tarafına çoktan geçmesi gerekirdi.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın son TV söyleşisinde hükümetin telâfi edici bir tedbir peşinde olacağı hissediliyor.

Akdoğan’ın sözlerinden, Öcalan’ın geçen yılki Nevruz mektubundan daha iddialı hedefler güdeceği belli oluyor.

Geçen yılın Nevruz meydanında açıklanan vaadler Kürt tarafınca yerine getirilmemiştir.

Akdoğan bu yıl bir telâfi mesajı beklediklerini açıkça söylemiştir.

Belli ki bir “silâh bırakma hadisesi” yaşanacaktır.

Bu hadisenin fikri, psikolojik ve siyasi zemini, hak ettiği önemi görüyor hükümet kanadında.

Bu Nevruz en azından ateşkesin sürekliliğini garanti etmelidir.

Bir de silâhlı mücadelenin bittiğini ilân etmeli!

Yazının devamı...

Süreçte hızlanma

MİT Müsteşarı Fidan’ın istifası ile oluşan durum beklenmedik bir gelişmedir.

İç Güvenlik Paketi de öyle.

Olaylara biraz derinlikli bakanlar, aynı sebeplerin Çözüm Süreci’ni de etkileyeceğini tahmin edebilirler.

İç Güvenlik Paketi’nin meclis genel kurulundaki müzakeresinin iki kez ertelenmesi, zamanlamayla ilgili bir uyumsuzluğa işaretti ve çare arama tedbiri idi.

Devleti pazarlık masasına oturmaya razı eden Kürt siyasal temsilcileri hukuki bir dokunulmazlık zırhı talep ediyorlar.

Böyle bir hak vermek mümkün müdür, o da ayrı bir mesele. Ama şu anda söylenebilecek şey...

Çözüme yönelik tedbirlere hız kazandırmak yol kazalarını önlemenin çaresini bulmaya odaklanmaktır.

Meclis’te müzakereler sürerken bir torba kanunun hazır bekletilmesi işleri kolaylaştırabilir.

Böyle bir tedbir, yolu açacak olan düzenlemeleri “ivedi” bahanesine sarmak olmamalıdır elbet.

Gelişmeler adaya ve dağa gidip gelmeler, sürecin gözle görülür bir sürat ve ciddiyet kazandığını düşündürüyor.

Özetle.. İç Güvenlik Paketi pazarlığın sepeti olacak, konuşulan madde Meclis desteğini alıp geçtikçe..

Koy sepete!

Kendine özgü bir kararlılık

Devletin istihbarat örgütünün başındayken yorulan bir bürokratın yapması gereken şey nedir?

Elbette dürüstlük göstermek ve işgal ettiği koltuğu terk etmektir.

Ve gecikmeden emekliliğini istemek olmalıdır. Bu sayede kozmik mozmik işlerden uzakta bir yerde konuşmadan uzanmaktır.

Konuşursa zarar görür çünkü.

Hem kendisi, hem kurumu, hem yapılan iş..

Hakkındaki övgüler onu doğru tarif ediyor olsa bile bu gizli bilgilerle yüklenmiş hali, kendi şahsına olduğu kadar hizmetinde olmaktan gurur duyduğu kuruma da zarardır.

CHP lideri Kılıçdaroğlu “MİT Müsteşarı siyasete girmez” derken çok da haksız sayılmazdı.

İstediği postu elde etmeğe yarayacak basamağa çıkabildi mi; bunu çok geçmeden göreceğiz.

Etkileyici bir kararlılıkla emekliye ayrılmıştır.

Cumhurbaşkanı “ayrılma” dediği halde düşündüğünü yapmıştır.

Cumhurbaşkanı’na gösterdiği gerekçe, bu boyuttaki bir devletin kabul edeceği bahane değildir:

“Çok yoruldum. Daha fazla devam edemeyeceğim..” demiştir.

Vatan, sorgusuz sualsiz fedakârlıklarla adanmış evlâtlarına muhtaçtır.

O kahramanlar hiç geç kalmadı!

Yazının devamı...

Çürümenin sebebi ne?

Eğer bir süreç seçim içeriyorsa bilin ki içinde öyle veya böyle ahlâksızlık barındırıyordur.

Kişi kamu görevlisidir ve yaklaşan seçimlerde aday olup milletvekili seçilmek isteği taşımaktadır.

Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’ndan emekli oldu. İlk demecinde en iyi onun bildiğini düşündüğümüz bir sorunu gündeme getirdi:

“Yargıdaki seçimler yargıyı çürütüyor. Yeni bir usul ve anlayışla bunların değişmesi, yenilenmesi lâzım” diye konuştu.

Kamu gücünü kötüye kullanarak elde edilen her sonuç gayri meşrudur.

Yanlış araçla doğru amaca varılmaz.

Dünyada pek az iktidar bizdekinin tecrübesine sahiptir. Ama buna rağmen düzenlenen torba kanunlar sadece zaman kaybının sebebi olmuştur.

Bir yanlış başka bir yanlışla temizlenmez. Bizde denendi.. Acemi devlet yanlışları yüz yaşına yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti’ne yüz kızartıcı işler yaptırmıştır.

Torba Kanun uygulaması amacından sapmıştır. Yoluna sokulmalıdır.

Tanınmış hukukçu Prof. Dr. Erdoğan Teziç torba kanunu “usulün saptırılması” diye yeriyor. İşlemin hazırlanışının temel özelliğini ise şöyle ifade ediyor:

“Hukuki işlemin tüm aşamaları şeffaf ve alenî olmalı;

Gizlisi, saklısı söz konusu olmamalı..”

Cumhurbaşkanı Haziran seçimlerinden 400 milletvekili ile çıkmaktan söz ediyor.

İhmal edilmeyecek eksikler için de şöyle konuşuyor:

“Demokrasi aynı zamanda katılma, hoşgörü, hürriyet ve muhalefet demektir!”

Özgürlük ve demokrasiyi her gün “karşı taraf” üstünde maddi manevi yıkım yaratmak olduğunu zanneden yönetim anlayışı tatile girmelidir..

Kirlenmeye karşı dokunulmazlık

Rüşvet ve yolsuzluk soruşturması nedeniyle suçlanan dört eski bakan “ara yol”dan gitmek zorunda kalacaklar.

Yargıyı şaşırtmak ve Meclis’teki sayı gücünü kötüye kullanmak ilk günlerde nisbi bir rahatlık verebilir.

Çünkü seçime girebilirler ve seçildikleri anda kazanacakları dokunulmazlıkla takipten kurtulabilirlerdi.

Olay patlak verdiğinde başta parti lideri olmak üzere üst kademe yönetici takımından bu dört bakana yan bakan olmadı.

Bu tuhaf görüntülere katlanan partili kamuoyu pek alâ yeni seçimde eski bakanların aday olmasını da kaldırabilirdi.

Şimdi eski bakanların dokunulmazlığı olmayacak.

“Kirlenmek güzeldir” diyen reklâm anonsunun iddiası havada kalacak..

Yazının devamı...

Bu paket çok önemli

Türkiye’nin evi hiç bugünkü kadar dağınık olmamıştı.

İktidarın hazırlayıp Meclis’e sunduğu “İç Güvenlik Paketi” halkı tedirgin etti.

Çünkü muhalefet partileri paketteki kısıtlamaları “dünyanın sonu” gibi tarif edip mesajlarını o doğrultuda verdi.

İktidara, anayasa suçu işlemekte olduğu yolunda yapılan uyarılar, buza yazılmışçasına eridi gitti.

Prof. Ahmet Davutoğlu’nun yüzünden düşürmediği gülümseme ve çağrıştırdığı yumuşama, gerginlik siyasetinin sona ermekte olduğu ümidini yaratmıştı.

Yazık ki bu ümit boşa çıktı..

CHP liderine göre güvenlik yasasına antidemokratik maddeler konulduğu için halk tepki göstermeliydi.

Kılıçdaroğlu daha ileri gitti; demokratik haklarını kullanmak üzere halkı da sokağa -başka bir deyişle demokratik direnme hakkını kullanmaya- çağırdı.

Hakaret üretme bahsinde eski Başbakan’ın eline su dökecek kimse olamayacağı tahminini besleyen kişiyi uzakta aramamak gerekiyormuş..

Başbakan Davutoğlu saat geçirmeden cevabı yapıştırdı:

“Halkı direnmeye çağıracağına sandığa çağırsana be adam!”

AKP’nin Anayasayı askıya aldığını Meclis’i arka bahçesine çevirdiğini, dini siyasallaştırdığını söyleyen muhalefet liderleri pireyi deve yapıyor değildir.

Eleştiriler, iktidarı itirazlara saygı göstermeye sonunda mecbur bırakmıştır.

Paketle ilgili meclis çalışmaları ertelenmiştir.

Şimdi mesele, yaratılan zamanı Meclis’in ne kadar iyi değerlendireceğini izlemek olacaktır.

İktidarın güvenlik bahanesini özgürlükleri kısıtlama yolunda kullanmak istemesi, özel bir dikkat gerektiriyor.

Meclis çalışmalarının ciddi ve bilimsel ölçülere uyarak yürütülmesi esastır. Bu süreçte eksiklik olduğu iktidar tarafından da kabul edilmiş ki Meclis gündeminden iki kez geri çekildi.

Hayatımızda derin fay kırılmaları yaratacağı belli olan Güvenlik Paketi mutlaka fırsat yaratılıp en az Barolar ve hukuk fakülteleri tarafından incelenmelidir.

Güvenlik sorununa Meclis’in atfettiği önemin derecesi hafife alınmasın.

Akıllı atmaca

Milletvekili olmak isteyen bürokratlar için başvuru süresi dün doldu.

MHP lideri Bahçeli “Boşalan 70 yere atmacalar saldırıyor” demiş.

Ne yapsınlar; atmaca da olsa güvenlik boşluğu hissettiği zaman kuşlar da korkar ve saklanırlar.

İnsanlardan farkları:

Atmaca boşalan koltuğa, insanlar dokunulmaz koltuğa saldırıyor!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.