Şampiy10
Magazin
Gündem

Tadından yenmez gari

Kaliteli emek ve enerji, dünyanın her yerinde aranan değerlerdir.

İsrafından sakınmak gerekir.

2013 yılında ülkenin siyasi gündemi neredeyse bugünün aynıydı.

Ülkenin düşünen insanları, anayasa partiler ve yönetim modelleri konusunda söyleyecek sözü olanlar birikimlerini ortaya döktüler.

Tek başına Hasan Celâl Güzel sahibi olduğu Yeni Türkiye dergisine bin sayfayı aşan zenginlikte bir özel sayı yayınlattı.

Bakıyoruz şimdi o bilgi birikimi neredeyse aynı içerikle tekrar aranıyor. Yeni unsurlarla geliştirmek kimsenin aklına gelmiyor mu?.

Tek fark AKP’nin Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu’ya yönelik nükteli sataşmalar.

Bu da olmasa Meclis kapısından içeri bağırmaya kalkışacağız:

“Orda kimse yok miii?”

Diyalog mecrasında gelişiyor;

AKP’li Burhan Kuzu İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın başına getirilse ne olur?

El cevap: Tadından yenmez gari!

“Her şey yalan” mesajı, dedikleri ile yaptıklarının uyumsuzluğunu yeterli açıklıkla anlatmıyor zaten.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendini prangaya vurulmuş hissettiğini de söylüyor.

Partinin seçim işlerinden sorumlu üyesi Mustafa Şentop, iki başlı yönetimi kötülüyor ve kurulu sistemin tabiatına en uygun modelin “yarı başkanlık” olacağını fasılasız her yerde anlatıyor.

Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay’a gelince..

“Hepsi yalandı“ diyen yaramaz bir çocuğa benziyor.

Ama bir yandan da baştaki sözünü çürüten bir yeni mecra açıyor.

Çünkü AKP’nin en yetkili ağızlarından biri olan Atalay “Ortada bir metin bile yok!” demektedir.

Çözüm Süreci ve Yeni Anayasa...

Kimse birini ötekine feda etmesin.

Çözüme katkı sağlayacak olanlar arşivlere girip derslerine iyi hazırlanmalı.

Hakikat nerede?

“Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü”

Abdullah Öcalan’ın kitabı yayınlandı.

İmralı’da 2010 yılına kadar tuttuğu notlardan oluşan kitabında PKK önderinin kadın-erkek ilişkileri, din ve tarikatler, ulus devlet ve daha bir çok konudaki görüşleri yer alıyor.

Terör örgütünün başı “kendisi için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak, çözüm imkânlarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüş” olduğunu anlatmış.

“Ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi.. Ulus devleti ret etmekte tereddüt etmedim” diyor.

Barış ve özgürlük geldiğinde iyiliğin daha geniş bir eylem alanı bulacağına inanabiliriz!

Yazının devamı...

Arşivler bekliyor

Ermeni soykırımı iddiaları yüz yaşını dolduruyor.

Hiç bir şey olmadıysa bile çok kullanılan bir atasözünün bize inandırıldığı kadar gerçekçi olmadığını öğretti.

“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” deyişine siz de sorgusuz sualsiz inanmayın.

Önemli bir araştırma yapıyorsanız size gerçekçi de gelse, yalan şüphesi de uyandırsa, iddianızı ispatlayacak belge ve bilgileri imkânlarınızın sonuna kadar aramayı ihmal etmemelisiniz.

Her zahmete katlanmaya değer.

Rus arşivleri bizi bekliyor.

Ermeni iddiaları, yakın tarihin gerçeği değil.

Yüz yıldır Türk halkı, Ermeni vatandaşlarına soykırım uyguladığı yalanı ile manevi işkence çekmektedir.

“Doğruyu yanlıştan bilim adamları ayırır” nutukları çekip siyasi istismar günahına bulanmaktansa arşivlerde bilimsel gerçekleri aramaya dönük çağrılar ne zaman karşılığını bulacaktır?

Uğursuz tahrikler

Türk akademisyen Mehmet Perinçek’in yaşadığı tecrübe, arşivlerin gerçekten de karanlığı dağıtabileceğini mağdurları iftiradan koruyabileceğini kanıtlıyor.

Irkçı bir kan davasının cehennemî davetini her an alabilirsiniz. Yaşandı bu uğursuz tahrikler, iftiralar hükmünü yürüttü.

İnsanlık onuru kitleleri, halkları birbirlerine karşı koruduysa, fedakâr kahramanlarını unutmamayı bilmeliyiz.

Uluslararası bir melânet projesi bu belli. Ama yeter!

Bağımsız Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923’teki Bükreş konferansına sunduğu rapor, altın bir fırsattır. Türk diplomasisi ve bilim dünyası için mucizevi bir koruyucudur.

Başbakan Kaçaznuni adeta itirafta bulunmuştur.

Rus arşivlerindeki tarihi gerçeği Başbakan olarak samimiyetle kabul etmiştir.

Savaşa davetiye

“Savaş halindeki Osmanlı’nın askerlerini arkadan vurarak tehciri adeta hak ettiklerini, ayrıca bir soykırımdan da söz edilemeyeceğini” bir itiraf halinde tarihin hafızasına geçirmiştir.

Ermenistan Başbakanı, tehcir kararını getiren yanlışlarını da kayıt altına almıştır. Bir kaç örnek...

- Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmışlardı;

- Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmamışlardı;

- 1918’deki İngiliz işgali umutlarını arttırmıştı;

- Müslüman nüfusu katletmişlerdi;

- Partinin yapacağı başka bir şey kalmamıştı, Taşnak intihar etmeliydi..

Yüzyıl, dostluklar yetiştirecek bir zaman aralığıdır.

Ne yazık ki zamanı çok hor kullanıyoruz!

Yazının devamı...

Unutulması mümkün mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği mazereti kabul etmek zorunda mıyız?

Yetenekli danışmanları kendilerini nasıl affettirecekler?

Dünkü Hürriyet’te Fethullah Gülen’in niyetini farketmekte geç kalmanın sorumluluğu ile ilgili bir tahlil vardı.

Mehmet Y. Yılmaz, Cumhurbaşkanı’ndan şunları aktarıyordu:

“Geç anladık, iyi niyetimizin kurbanı olduk.. Kimse bildiklerini paylaşmadığı için birçok konuyu geç anladık!”

Tartışmanın temelini bir tarih oluşturuyor: 7 Şubat 2012

Fethullah Gülen bu tarihe kadar olan bitenden sorumlu tutulamayacağını çünkü hiç kimsenin cemaat yapılanması hakkında yazı yazmadığını ve konuşmadığını belirtiyor.

Peki bu iddia gerçeği mi ifade ediyor?

7 Şubat 2012’de Sabah gazetesinde yayınlanan Fethullah Gülen mülâkatında söylenenler verecektir bu soruların cevabını.

Gülen cemaat yapılanması ile ilgili ilk bilgileri 2012 Şubat’ında edindiğini iddia ediyor ama cemaatine hitap ettiği bir CD’nin bu sütunda yayınlanması 19 Haziran 1999 tarihine denk geliyor.

O konuşmayı dinleyen hiçbir güvenlik sorumlusu, yanılgısını fark etmek için bu kadar zaman kaybetmez.

Bir kaç alıntı bile ikna edici olur mu?

“Adliyede, mülkiyede arkadaşlarımızın mevcudiyeti.. Bunlar gelecek adına bizim garantimizdir.”

“Her şey bir oyundur; Kung Fu gibi bir oyun. Her zaman insanın hasmını yenmesi, yumruk vurup yere yatırması şeklinde olmuyor. Bazen hasımdan kaçma önemli bir manevradır.”

“Belirli bir noktaya gelinceye kadar hizmete devam edin. Erken vuruş yaparsanız, dünya Cezayir’deki gibi başınızı ezer!”

“Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır.”

Bu sözler nasıl unutulmuş?

Ev-len-mek

AKP iktidarının başarısı kolay kaynak yaratmaktan geliyor.

Önce genel ekonomi, özelde ise yapı sektörü dar boğaz alârmı vermeye başlamıştı.

Karşı atak gecikmedi:

Hükümet, ilk kez ev alanlara, peşinat için 5 yıl hesapta biriktirdiği paranın yüzde 15’ini nakit katkı yapacak.

Tasarruf zaafiyeti yaşayan ekonomimiz, hesapça tüketim temelli bir enerji ile hamle yapacak.

Özelleştirme imkânlarını neredeyse sonuna kadar kullanan ekonomi şimdi yeni kaynak arayışı içindedir.

Bir yandan tasarrufu genişletirken bir yandan da doymuş konut sektörüne iştah şurubu verilecek.

Doğru bir aşı; inşallah tutar!

Yazının devamı...

Umut hâlâ kesilmemiş

Uluslararası zeminler, paylama azarlama zeminleri değildir.

Oralarda amaç hedef seçilen ülkeyi doğru yola getirmek ve kazanmaktır.

Çok sayıda ülkenin ilgisini belli etmesi ve çok sayıda eleştirel soru sorulması elbette uluslararası kamuoyunun gözlem ihtiyacını dışa vuran bir göstergedir.

Türkiye örneğindeki merak yoğunluğu, Türkiye’nin kaybedilmemesi için bir imkân, bir fırsat var mı; o sorulara cevap arayan çabalardır.

Öyle bir toplantı bugün BM İnsan Hakları Konseyi’nin çatısı altında gerçekleşecek.

Konseyin Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması tarafından hazırlanan bir rapor, Türkiye’yi rekor sahibi yapmış. Bugün 197 üyeli örgütten 122’si Türkiye’ye soru soracak.

Tabii bu soruların büyük çoğunluğu Türkiye’nin evrensel insan hakları ve hukuk konusundaki eksik ve yanlışlarını ele alacak ve çağdaş normlar kazanması için öneriler getirecek.

Hardallı sorular

Mesela Almanya, AİHM’nin Alevilerle ilgili son kararı ışığında Türkiye’nin hangi adımları atmayı düşündüğünü soruyor;

Gösterilere gaz ve polis gücü ile müdahalenin doğuracağı risklere Türkiye hangi tedbirlerle göğüs gerecek, İngiltere de bunu merak ediyor.

BM toplantısında bu ve benzeri soruları Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç cevaplayacak.

Bülent Arınç’ı tecrübesi ve esnek ikna yeteneğinin bu göreve getirdiğini düşünenler az değil.

Ama eski AİHM yargıcı, CHP Milletvekili Rıza Türmen bu alanda tecrübeli bir göz kabul edilmenin özelliklerini taşıyor.

Gezi protestolarında hayatını yitiren Ali İsmail Korkmaz, Rıza Türmen’e göre darbe girişimine kurban gösterilmiştir.

Adam öldürdüğü için “destan yazdı“ diyerek polisi öven sözlerin kaynağı da yine aynı ağızlardır.

Sürgün olamaz!

Türkiye’nin demokratik hukuk devleti normlarını kazanmasına yardımcı olacak bir uyarı da Avrupa Hakimler Birliği’nden geldi.

Yazıda “Yolsuzlukları araştıran savcılar üstündeki baskıyı kaldırması” için hükümete uyarı yapılıyor.

Avrupa Hakimler Birliği, teminatları hiçe sayılarak hakim ve savcıların yerlerinin değiştirilmesini ağır biçimde eleştiriyor.

Yargının bağımsız karar verme yeteneğinin zarar görmemesi için “sürgün” etkileri yaratacak karar ve işlemlerden sakınılması kim bilir kaçıncı kez isteniyor.

Uluslararası yargı kamuoyu, bu kadar ağır eleştirileri bu kadar sabırla istediğine göre Türkiye’nin adaletinden umudu tam olarak kesmemiştir.

Dileriz haklı çıkarlar!

Yazının devamı...

.. ve KCK da devreye girdi

Doğru hesaplanmış bir çözümsüzlük planı da çözümün anahtarı olabilir.

Çünkü terörle mücadele anlık kararlarla yürür. Kaçırdığın zaman ikinci bir fırsatı belki yakalarsın.

Ama çoğu zaman ardından bakar kalırsın.

HDP’nin müzakerecileri geçen gün Kandil’de KCK yetkilileri ile 7 saat süren bir toplantı yaptılar.

Bu toplantıda KCK tarafı AKP hükümetinin sürece hâlâ ciddi olarak yaklaşmadığından şikâyet etti.

Kürt tarafı müzakereleri üç kanattan yürütüyor; HDP ve KCK heyetleri ve Öcalan.

Toplantıda açığa vurulan yakınmalar, bizzat Öcalan tarafından hazırlanmış çalışma takvimine uygun yürümek için gerekli olan hızlanmanın sağlanamadığı noktasında buluşuyor.

Öcalan’ın da paylaştığı kaygı sürecin hızlandırılması gereğidir.

HDP çıkışlı açıklamada bu durum şu ifadelerle belirtiliyor:

“AKP Hükümetinin süreci zorlayan bu tehlikeli politikalardan vazgeçmesi gerektiği belirtilmiş, müzakere sürecini güçlendirecek olan demokratikleşme adımlarını hayata geçirmesinin önemi heyetimize aktarılmıştır.”

Yeteri kadar zaman geçtiği halde Kürt tarafının şikâyetleri azalmamıştır.

Açıklayıcı raporda Türkiye’nin çözümsüzlük ısrarının devam ettiği zamanın iyi kullanılmaması halinde doğacak riskler, dikkatli ifadelerle ortaya konulmuştur.

Zaman kazanmak ve Çözüm Süreci ile ilgili ilerlemeleri Haziran ayındaki seçimin sonrasına bırakmak bir müzakere taktiği kabul edilebilir.

Ama bu taktik iyi midir, yoksa kötü mü; onu yaşamadan bilemeyiz.

Çözüm yolunda bir durağanlık barış arayışlarını yavaşlatmak yerine tamamen durduran bir sona da mahkûm edebilir.

Çözümsüzlüğü seçenek olarak görme yanlışına asla düşmemeli.

Aman durun şeytan doldurur

İnsan onuruna saldırının en kaba yöntemi onu korkutmaktır.

Uzun zamandır eski korkuları yaşamaktan kurtulmuştuk.

İki gün önce TV ‘de teşhir edilen silâh ve cephaneyi görene kadar...

Silâh uslu durmaz.

Bir yere girmişse, bir gün patlayacaktır. Hafife alamayız onu.

Evet, korkunç olan silâhın kendisi değil sahibi kimse o’dur.

Ama iyiyi, kötüyü nasıl ayıracağız? Yaygın bir halk deyişimiz boş silâhın bile her zaman güvenli olmadığını hatırlatır: Anadolu’da “şeytan doldurur” diye uyarırlar.

Böyle küçümseyen bulgularla başlayan ama Ergenekon’a uzanan bir hakareti üstesinden gelip henüz yeni düze çıktık.

Benzer bir yeni macera mı?

Eksik olsun!

Yazının devamı...

Nerede eski TÜSİAD’lar?

Cin çıksa ve “Dile benden ne dilersen” diye sorsa, epey bir “TÜSİAD” cevabı gelirdi.

Geçmişin TÜSİAD’ına beslenen özlem, bugünün siyaset erbabını sinirlendiriyor.

Bu örgütün eşiti kurulmuş rüştünü de ispat etmiştir. Ama yetmiyor.

Çünkü TÜSİAD sağlıklı günlerinde sanayicilerin ve işadamlarının yalnız ekonomik sorunlarına açılmış bir şemsiye değildi, iyi örgütlenmiş, saygılı ve nitelikli kimliğe sahip bir temsil ve çözüm kuruluşu idi.

Zaman zaman bir siyasi partiden daha fazlası oldu.

İktidarlara ve topluma doğru hedefler gösterdi.

Ama ülkede kaba bir zaptetme duygusu ile başlayan bozulma, ekonomi ve siyaset toplumunda travmalar yarattı.

İktidara ters eylem ve söylemler sahiplerinin başına dertler açtı.

Pahalıya mal oldu.

TÜSİAD’ın bilen, etkileyen ve değiştiren kimliği durağanlığa dönüştü.

Politikalar iktidarın tercihlerine ters düşmemeli idi. Bu noktada yapılan kural hatası TÜSİAD’ın en deneyimli ve en donanımlı sivil toplum örgütü olarak görev yapma yeteneğine zarar verdi.

Başkanlık görevini TÜSİAD’ın üçüncü kadın başkanına devreden Halûk Dinçer veda konuşmasında örgütün eski günlerini hatırlatan masajlar verdi:

“Siyaset insanların özel yaşamı ve ruhani dünyaları ile ilgilenmez. Bunları ve özgürlüklerini güvence altına alır. Bugün de eşit vatandaşlık cinsiyet eşitliği ve laiklik ilkelerine tüm gücümüzle sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum.”

Görevini yeni başkan Cansen Başaran-Symes’e devri sırasında Halûk Dinçer, sanki laiklik kotasında verdikleri açığı telâfi etmeye dönük bir çaba içinde olmak istiyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihin en önemli siyasi ve kültürel etki kaynaklarından biri olduğunu hatırlattıktan sonra...

“İmparatorluğun sanayi devrimini yapamamış, çağdaş devlet istemine geçememiş dönemlerine özlem, anlamsız bir tutum olur..”

Laikliği melez kullananlar acaba dinler mi bu nasihatı?

Hanım eli...

TÜSİAD kendine tekrar bir kadın başkan seçti.

Bunun sebebini herkes gibi ben de merak ediyorum.

Kadın başkan gerginliğe saplanmadan diyalog kurmanın, kavgasız uzlaşmanın anahtarıdır.

Kadınlar iş ilişkilerinde hatalarını gizlemekte ve unutturmakta daha üstündür.

Erkek ne kadar kaba olursa olsun kadın gelince bağışlayıcı olur.

Çünkü kadına el kalkmaz, rencide edici söz söylenmez.

Eski Cumhurbakanı Demirel’den duymuştum;

Çok anlamlı bir sözdür:

“Jandarmayı kadına taşlatırlar!“

Yazının devamı...

Bir şey olmaz Korkmayın!..

Her fırsatta “Nereye Türkiye?” diye uyarmak, Fransız aydınlarının geleneğidir.

Le Monde’un Türkiye temsilcisi Guillaume Perrier’in “Türkiye Analizi“ni okurken düşündüm bu hassasiyeti.

Yazar Türkiye’nin geleceği konusunda kaygılı.

Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”nin artık iyice keskinleştiğini düşünüyor.

Yaşamları, inanışları birbirinden çok farklı, hatta düşmanca olan gruplar;

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış..

Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi; kalabalıklar.

Ve her seçimi kazanacak siyasi güçleri var artık.

İkinci grup azınlıkta. Bir seçim daha kazanmanın hayli uzağında..

Darbe riski sıfır

Fransız yorumcuya göre iki grup son hesaplaşmanın hazırlığını yapmakla meşgul. Saflar netleşiyor:

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık. Anadolu’da üretim yapıyor dünyaya satıyor, para kazanıyor, siyasi örgütünü destekliyor.

İkinci grup parasal olarak da kuvvetli değil . Mevcut iktidarın baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.

Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim birinci grubun saflarında birikiyor.

Yargının, ordunun, bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun arkasında..

Peki Amerika güdümlü bir müdahale söz konusu olur mu?

Le Monde yazarı cevap aramış:

“Demokrasi getireceğim“ diye Irak’ı işgal eden bir ülke (ABD), dünyaya kendi kamuoyuna Türkiye’deki ‘darbe’yi niye desteklediğini açıklayamaz..

Muhtaç olmayalım

Böyle bir durumda “Türkiye Rusya ve İran’la ortaklık kurmak isteyecektir.”

Sonra?. Fransız yazar dünyanın dengelerini değiştiren bir blok (Rusya- Türkiye- İran) doğacağını bekliyor.

“Rusya ile İran’ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter” diyor.

Bu gelişmenin AB, ABD ve biraz da Japonya’dan oluşan Batı’nın dünyadaki etkinliğini inanılmaz biçimde azaltacağını öne sürüyor.

Le Monde yazarı Perrier son olarak şunu öğütlüyor:

Eski bir imparatorluk olmanın mirasına sahip bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine “baş öğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da, ikili oynayıp kurnazlık ettiğini zanneden Amerika’nın da bu senaryoyu düşünmesini dilerim.

Bin yıllık tecrübesi halkımızı ırka veya dine dayalı bölünmenin cinnetine sürüklenmekten koruyacaktır!

Yazının devamı...

Adalet için Yüce Divan

Dört eski bakanın Yüce Divan’da yargılanma ihtimali aşıldı ama ne zamana kadar?

Yüce Divan’a sevk önergeleri yeterli oyu elde edemedi.

“Yüce Divan’da yargılansınlar“ seçeneğini destekleyen oyu, yani 276’yı bulmak gerekiyordu.

İktidar grubu Meclis’te 276 olan salt çoğunluğa sahip olma şartı gerektiren bir oylamada ilk kez başarısızlığa uğruyor.

Eski bakanlar ayrı ayrı oylanırken AKP cephesindeki fire adedinin 38-48 bandında hareket ettiği görüldü.

“Cumhurbaşkanı müdahale etmese bizzat kulise girmese ‘dörtler’i Yüce Divan’a gitmekten kimse kurtaramazdı...”

Komik bir soygun filmine benziyor olay. Pek az suç dosyasında görmeye alışık olduğumuz kuvvetli şüpheler, esaslı deliller ortalığa saçılmış...

Ama Meclis’te oluşan irade “mahkemelik bir durumun bulunmadığını“ söylüyor.

Türkiye 12 Eylül’den sonra benzersiz bir ibret yaşadı. Adaleti rencide edecek işler çevirenlerin asla yargının pençesinden kurtulamayacağını öğrenmeleri için yeterli tecrübeydi.

12 Eylül darbecileri, kendilerini ömür boyu dokunulmaz kılan güvenceleri Anayasa’ya koydular da ne oldu?.

İşe yaradı mı?

Darbe lideri cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra hasta yatağında hesap vermek zorunda kalmadı mı?

Demokrasi dışı fırsatlar kimse için adaletin lütfu diye kutsanarak sahiplenilmesin.

Dokunulmazlık anayasaya bile girse garantili değildir.

Dört eski bakan parti grubuna sahip olmanın avantajını kullanarak ucuz kurtulmuştur.

Keşke Yüce Divan’ın adaletine sığınmakla yetinmek ellerinde olsaydı!

Züğürt Ağa oyunu

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslâm toplumuna önemli mesajlar verdi.

Güncel dert, kanayan yara Suriye’de yaşanan insanlık dramlarıdır.

Olayın trajik boyutunu da bölgenin dört bir yanına savrulmuş, sefaletin dip noktasında kaybolmuş mülteciler oluşturuyor.

İslâm İşbirliği Konferansı’nda konuşan Erdoğan, bu ibretli tabloyu anlatıp petrol dolarlarını koyacak yer bulamayan konuklara şunu hatırlattı:

“Bizim yaptığımız harcama 5,5 milyar Dolar.

Dünyadan gelen destek var mı?

Evet var; 250 milyon Dolar..”

İnsan yükünün en büyük bölümünü, yani mülteci ağırlığını komşu olarak bizim taşıdığımızı da unutmayalım.

Gaza gelmeyelim, ölçülü olalım.

Cumhurbaşkanı’nın verdiği rakamlar bir övünme sebebi olamaz.

Bu oyuna daha ziyade Züğürt Ağa adı yakışır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.