Şampiy10
Magazin
Gündem

Uyuyan hücreler

Avrupa kıtası tarihinde az rastlanır bir sarsıntı yaşadı.

“Cihatçı militanlar” adıyla yaşamımıza dahil olan ve hızla yükselen yeni bir şiddet unsuru var önümüzde.

Bunlar güvenlik politikalarının merkezine oturtulmak zorunda.

Birinci ilişki, coğrafi konumu nedeniyle ülkemizin köprü rolü oynaması.

İkincisi.. Aynı yakınlığın sağladığı kolaylık sayesinde Türkiye’nin “uyuyan hücreler“ barındırıyor olması ihtimali.

Eski MİT Müsteşarı Yardımcısı Cevat Öneş, bu iki nedenle Türkiye’nin ciddi risk altında olduğunu ifade etti

Açıklamayı Cumhuriyet’e yaptı..

“Sizce bu cihatçıların uyuyan hücreleri var mıdır Türkiye’de?”

Cevat Öneş bu soruya “Evet vardır” diye cevap vermiş, güvenlik kuvvetleri ile siyasetin bu konu üstünde önemle durmasını tavsiye etmiştir.

Seçim yaklaşıyor.

Müsteşar Yardımcısı Öneş, oy kazanmak uğruna milliyetçi duyguları ayrıştırma duygularını arttıran söylemlerin tuzağına düşmemeyi topluca başarmak zorunda olduğumuzu önemle belirtmiş.

İlerleme için demokratik politikalarda genişleme yoluna bağlılık öneriyor.

Çevremizde olan biten her şey, sürpriz olgusunu ve etkisini arttıracaktır.

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Fransa’daki terör kaynaklı katliamı yorumlarken Afganistan’ın Akdeniz’e geldiğini öne sürdü.

Hoş olmayan sürprizlere dünyamızın eskisinden daha hazırlıklı olması gerektiğini belirtti.

Anlaşılacağı gibi, bölünme yanlışından geri dönmek mecburiyetini başarmak zorunda olduğumuz yeni bir dönemece girdik.

Maceraya Ortadoğu’da atılmıştık.

Fazlasını istemiyoruz!

Mazlumun ahı...

AKP’deki “üç dönem kuralı”na Başbakan Bülent Arınç da takıldı.

Şimdi Haziran’daki seçime yol arkadaşlarından biri (Tayyip Erdoğan) girmeyecek; çünkü Başbakan Yardımcısı olan parti kurucularından Arınç kaderine sitem edecektir.

Sebebi malum; seçime girme hakkı “üç dönem” kuralı nedeniyle elinden alınmıştır.

Dün gazetelerde yakınıyordu;

“Daha başta Tayyip Erdoğan vardı. O Cumhurbaşkanı oldu, biz kaldık!”

Aynı tarihli gazeteler dün ÇYDD Başkanı Prof. Türkân Saylan’ın kumpasa kurban gittiğine dair yargı kararını duyuruyordu.

Arınç’ın alacağında bir de askerin kozmik odasını yol geçen hanı yapan icraatı kayıtlı duruyor.

“Alma mazlumun ahını“ deyişi şaka değil ciddi bir uyarı galiba!

Yazının devamı...

Bahanesi olmaz ama oluyor işte

Doğrudur.. Hiç bir neden, insan hayatına kast eden bir şiddet eylemini mazur gösteremez.

Paris’ten gelen haberler, bu sözleri doğrulamıyor.

Dün neredeyse tüm Batı medyası ön sayfalarını Charlie Hebdo saldırısına ayırmıştı.

İnsanlık dışı saldırılara karşı birikmiş nefret cephaneliği, yüzlerce binlerce cenazeye yeter..

Ama bakıyoruz son saldırılar ve cinayetler, terörü geniş manada lânetlemekten, sebeplerini nokta hedefi seçme hassasiyeti ile çözmeye kadar artık insanı farklı yaklaşımlar göstermeye sevkediyor.

Yabancı medyanın ortak algısı ve benimsediği önerme açıkça belli:

“Fransa’da yaşayan Kuzey Afrika kökenli Müslümanlar, işsizlikten dini ifade özgürlüğüne kadar farklı konularda ayrımcılıktan şikâyet ediyorlar!”

Türkiye’deki etnik takışma da aynı ilâca muhtaç hastalıktır.

Son Economist’te çıkan bir haber medya hesabına “Zor Zamanlar“ başlığını taşıyor.

Dergi, Türk medyasının özgür olup olmadığını sorarak başlamış.

“Erdoğan ve AKP’nin 12 yıl önce iktidara gelmesinden sonra iktidarın reformları, 2005’te AB’ye üyelik görüşmelerini başlatmaya yeterdi“ diye yazmış dergi.

Gerçekten yeter miydi?

Tayyip Erdoğan’la bağlamış sözlerini:

“.. yeterliydi ancak git gide tahammülsüzleşti!“

Böyle kritik geçitleri aşmakta aydınların üstlenecekleri roller vardır.

“Aydınların rolü, zekânın zafere ulaşması, ilerleme ve özgürlük düşüncelerinin ileri gitmesi için yeni yollar arayıp bulmaktır.”

Bu da “âkil adamlar“ toplayarak denendi ama seçim galiba yanlış yapılmıştı.

Yine de düzeltme fırsatımız vardır.

Bize de Fransa’ya da Allah kolaylık versin!

Oyuncak parası

Haberi duyan yabancı, Türk devletinin savaş hazırlığı yaptığını zanneder.

Değil.. İktidarın derdi kendisine biat etmiş yeni seçmenler dünyaya getirmektir!

Düzenleme bir “seçmen kapanı”dır. Mesele çalışan anne babalar sorumluluk bilinci ile hareket edecekler mi; zor ama onu denetlemektir.

Aksi halde “yuva” sayılan yapılar bir anda “insan harası“ iticiliğine dönüşüverir.

Herkes bilmeli; Bu para yardımı ile nüfusumuz çoğalır ama kof bir büyüme olur.

300 liraya insan yetişmez.

O para kahırdan içenlere gider.

Kalitesiz kalabalıkların kaliteli azlıklara üstünlük kurduklarını birileri bize göstersin. Gösteremez.

Aksi halde oyuna düşeriz.

Kumpas kokuyor bu iş!

Yazının devamı...

21’inci yüzyılın borcu var mı?

Mizah dergisi Charlie Hebdo’yu Kalaşnikoflu teröristler bastı.

Çoğu derginin yazarı, çizeri 12 kişi kurşuna dizildi.

Paris’te canilerin saldırırken tekbir getirdiklerine bakarak tanıkların katliamı El Kaide’ye mal ettikleri anlaşılıyor.

Tabii bu yolu izlemek de New York’un ikiz kuleler faciasına götürüyor insanı ve “Avrupa’nın 11 Eylül’ü” karşımıza çıkıyor.

Ünlü Rus yazar Soljenitsin eğer devletin, partinin ve sosyal politikanın temeli ahlâka dayanmayacaksa, insanlığın bahse değecek bir geleceğe sahip olmayacağını iddia etmişti.

Şimdi terör, din de dahil pek çok toplumsal yapıyı sallarken ümitsizlik yansıtan yorumlarla korkutuluyoruz.

İşte sahibinden bir can alıcı soru:

“Yirminci Yüzyıl, insanlıkta ahlâki bir olgunlaşmaya tanık olmadı. Yirmi birinci yüzyılın bize daha iyi davranacağını beklememiz için bir neden var mı?”

Yayılma hızları..

Aslına bakınca insan olan bitenin bu kadar basit olmayacağını tahmin edebiliyor.

İngiliz Independent gazetesi yazarı Patrick Cockburn, Suriye ve Irak’taki iç savaşların Ortadoğu ateşini körüklediğine işaret ediyor.

Dünya böyle eylemsiz beklemeye devam ederse ateşin yayılacağını savunuyor.

Şüphelenmek için de Suriye ve Irak kökenli radikal İslâmcı ateşin parlattığı katliamları sıralıyor.

El Kaide tipi örgütlerin yayılma hızlarına dikkatleri çekmeye çalışıyor.

Şiddet kazanmamalı ama Independent gazetesinin ortaya attığı barış projesi, denize düşenin yılana sarılmaktan korkmayacağı dersini hatırlatıyor.

Esad kârlı çıkar

Ortadoğu uzmanı yazar “Avrupa’yı da etkilemeye başlayan radikal İslâmcı şiddet sorununun çözümü için cihatçı akımların beslediği Suriye ve Irak’taki iç savaşın durdurulması gerektiğini” yazıyor.

Onun yanında bunu da:

“Paris katliamının suçlularının yakalanmaları, inançlarının merkezinde şehitlik olan insanları durdurmayacak!”

Bu zemini güçlendirecek şartlar ne olacak derseniz...

“Şam, Bağdat ve Paris hükümetleri Sünni cihatçılığa karşı birleşebilir.”

Ortadoğu artık bataklığa değil lâv saçan yanardağa benzetilebilir.

Korkutucu unsurlarını da İslâmi terör oluşturur.

Batılı ülkeler kendileri söylüyor:

“Her Müslüman terörist değil; ama neredeyse her terörist Müslüman çıkıyor.”

Eskiden mesafeler Batılı toplumların bböyle tehlikelere karşı onları koruyordu.

Artık korumuyor, mesafeler kısaldı!

Yazının devamı...

Tarafsız olsa değişir miydi?

Dört eski bakanla ilgili suçlamalar Yüce Divan’a ulaşma imkânını elde edemedi.

Yakın dönem siyasetin en büyük rezaleti öyle görünüyor ki yıllar yılı

AKP iktidarını kötülemek isteyen muhaliflerin kozu olarak kullanılacaktır.

Keşke Yüce Divan yolu tıkanmasaydı...

Dört eski bakan hakkındaki Meclis Soruşturması yapılması kararının bu kadar kısa zamanda sonuca ulaştırılacağı beklenmiyordu.

İnsan bu sürat karşısında “Meclis içi denetim için neden bu kadar acele edildi“ diye sormak istiyor.

Meclisteki AKP çoğunluğu eğer sayısal gücünü kullanmayı göze alabilse denetim sürecini bu kadar ilerletmeye bile imkân tanımazdı.

Ama şimdi görülüylor ki iktidar Meclis Soruşturması’nı etkisiz kılmak için bütün kurumları kontrol etme avantajını hiç sakınmaksızın kullanmaktan çekinmemiştir.

Delillerle oynamak...

Soruşturma Komisyonuna gelince dört bakanın Yüce Divan’a sevkine dair öneri kabul edilmedi.

Ardından Komisyonun Başkanı Köylü, yasak delil olduğunu iddia ettiği tapeleri imha edeceğinden bahsetti.

Başkentte siyaset dün Komisyon Başkanı Köylü’nün bu sözlerine kilitlendi.

Muhalefet böyle bir hamlenin 7,5 yıl hapis cezasına karşılık suç olduğunu öne sürerek iktidarı uyardı.

CHP’den İlhan Cihaner, MHP’den Özcan Yeniçeri yaptılar bu uyarıyı.

Öne sürdüklerine göre Soruşturma Komisyonu raporu Meclis’te görüşülmeden bu yola gitmek “delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme suçu”na giriyor.

Umutsuz bir süreç

Daha açık söylemek gerekirse...

“Haklarında soruşturma komisyonu kurulan bakanlar hakkında genel kurul Yüce Divan’a sevk kararı vermese veya Yüce Divan’da yapılacak yargılama sonucu beraat etseler bile bu imha işlemine karar verenler” hakkındaki suç, varlığını koruyacaktır.

Erdoğan’ın sürece destek veren sözleri ayrı bir özlemin ifadesi oldu.

Bakanlara yönelik hareketin 17-25 Aralık darbe girişimini yaşatmaya yönelik umutsuz bir süreç olduğunu öne süren Erdoğan sözlerini, talimat içeriği taşıyan ifadelerle tamamladı:

“Meclis, komisyonun almış olduğu karar neticesinde nihai kararını en ideal, en adil şekilde verecektir.”

Anayasamız Cumhurbaşkanının görevini tarafsızlıkla yapacağını yemin garantisine bağlıyor.

Bu olayda taraf rolü üstlenmeye talip olmasa acaba farklı bir yerde olur muyduk?

Yazının devamı...

Değişimin habercisi

Önüne gelen fırsatı iktidar adaletli ve demokrat bir özenle değerlendireydi hepimiz için iyi olurdu.

Mesela “devlet adamı” olmaya lâyık insanların bekleme odası daha kalabalık olurdu.

Kuruntuya kapılmak bizim siyaset düzenimizde seyrek sayılmayacak bir hastalıktır.

Eskisine göre fark, günahın tümünü üstlerine almayıp rakipleri ile paylaşmayı bilmeleri..

Türk halkı, sebebi anlaşılır bir tereddüt yaşıyor ve hükümetin yürüttüğü bölgesel siyasetin doğruluğuna güvenemiyor.

Şu tesbitleri kimse inkâr edemez;

Bölgede güçler ve dengeler değişti, değişiyor.

Bu değişim süreci son on yıldır devam eden siyasi istikrar sayesinde hız ve güç kazandı,

Türkiye izlediği disiplin sayesinde sarsıntı çekmeden büyüdü..

Kader olmamalı..

Tüm siyasi liderler iktidara aynı eleştirel soruyu soruyorlar:

“Bütün güçler sizlerin elinde mi toplanacak?

Dinci bir oligarşi ve cunta çocuklarımızın da mı kaderi olacak?

Türkiye’nin yeni rolünü hazmetmiş kimliği, onu İslâm dünyasının göz bebeği haline getirdi.

Bunu düşünürken Osmanlı’yı yok eden ihanetin kaynak adresini de unutmamak gerekir.

Müslümanlar din kardeşlerine yardıma mı koştu zamanlar?

Hayır, atalarımızın bu son hesaplaşmadan hissesine düşen sadece ihanet oldu.

Bir de İslâmı laik bir ortamda yaşatma marifetini sergilemesi.

Ve bu sayede Ortadoğu’daki Müslüman toplumlara örnek gösterilmesi.. Arapların yaptığı tercih, övülmeyi hak etmiyor belki ama din kardeşliği bahanesi altında yüceltilmeyi de hak etmiyor.

Kardeş kanı aktı

Din kardeşliği dostluk için yeterli olsaydı Orta Doğu devamlı olarak yanmazdı.

Araplar’ın elindeki kırmızı lekeler kendi kardeşlerinin kanı değil mi?

Ülkemiz, kötüye dönüşerek yalnızlaşıyor.

Geçen gün Başbakan Davutoğlu merak uyandıran bir çıkış yaptı;

“Kim milli hazinemize, kaynaklarımıza yolsuzluk niyetiyle yaklaşırsa, kim bir şekilde harama bulaşırsa, kardeşimiz de olsa kolunu koparmaya kararlıyız!”

Bu çıkış bir değişimin habercisi kabul edildi.

Hükümetin yolsuzluğa tavrı sertleşecekti.

Ama buna “onarım yapılacak” denilemez.

Halbuki denilmesi lâzım.

TBMM’deki AKP grubunun gücü yetiyorsa, sayısal üstünlüğünü temiz ve hayırlı bir iş için kullanmalıdır.

AKP “yolsuzluklara göz yuman parti” şöhretine razı olmamalıdır.

Yazının devamı...

Adil bir mahkeme

Mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olması, özellikle Türkiye’de koruyucu bir sigortadır.

Ama yargı bile gün oluyor bu sigortanın kanatları altında huzur, güven bulamıyor.

Dört eski bakan hakkında yürüyen yasal süreci düşünün:

17-25 Aralık “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonunun bir uzantısı olarak dört bakan hakkında Meclis Soruşturması açılmıştır.

Çağdaş demokrasilerde başına böyle dertler saran siyasetçiler istifa ederler. Çünkü koltuğa yapışıp kalmanın hiçbir hiçbir iyiliğe hayrı dokunmaz.

Türkiye’deki süreç kanun zoruna muhtaç bırakılmıştır.

Kirli çamaşırlar saklanır.

Şimdi muhalefet partileri bu çabayı harcıyorlar.

Bunu yaparken kendilerine ve sorumluluğunu yıllarca paylaştıkları kurumlara da zarar veriyorlar.

Kılıç olmayacak..

Dört bakanı muhtemelen Yüce Divan’da yargılanmaya yollayacak olan Meclis Komisyonu bunu yaparken hukuka mı dayandı yoksa iktidarın dayandığı sosyal ve ekonomik kitlelerin tercihlerinden mi etkilendi?

Tercih kriteri belli: Meclis’teki oylamanın kaderini, iktidar çoğunluğunun vereceği oylar belirteleyecek.

Hem görev hem eğlence var bu işte:

Meclis üyeleri hem ortak menfaat uğruna, milli irade aşkına istenen oyu vereceklerdir, hem de bunu yaparken dik duracaklar; başlarını eğmeyeceklerdir.

Yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan eski bakanlar için iyi veya kötü son halâ gerçekleşmemiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç iki ay sonra emekli olacak.

Soruşturmanın Yüce Divan ayağı bu aşamada burkulur korkusu pompalanıyor günlerdir.

Hukuk devleti gelir

Yüksek mahkeme doğru yapmıştır; inandırıcılığı yoktur iddianın.

Hele hele bu kaybın Anayasa Mahkemesi’nin tarafsızlığını yok edeceği kaygısı hiç kabul edilemez.

Belki şu dikkate alınmayı hak ediyor: Kılıç’ın ruhunda biriken olumsuz yükler kırk yılda tarafsız olmayan yargılara dönüşmüş olamaz mı? Elbette olabilir.

Ve çaresini kendi bulmuş:

Bundan böyle hiçbir davanın yargıçları arasında olmayacak!

Yeterli bir güvencedir bu.

Anayasa Mahkemesi’ni hak etmediği bir kötülemeden korumak adalete inanmış insanların tümünü rahatlatacak, toplumda Anayasa Mahkemesi saygıdeğer bir yer kazandıkça Türkiye de hukuk devleti kimliği ile övünmeyi hak edecektir.

Kimse bağımsızlık, tarafsızlık diye sayıklamasın...

Adil bir mahkeme, herkese yeter!

Yazının devamı...

Güven çok zayıfladı

Dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmeleri fikri “vazgeçilmez”e doğru yayılıyor.

Dört eski bakan için tasarlanan planın büyük bir marifet olmadığını hepimiz biliyoruz.

İki yol var:

1. Meclis’teki iktidar çoğunluğu yapılacak oylamada dört eski bakanı güzelce keseler, tertemiz yapar;

2. Yolsuzluk ve rüşvet suçlamasından kurtulma yolunun Yüce Divan’dan geçtiğine karar verir.

Her durumda suçlanan vekillerin kaderi Millet Meclisi çoğunluğunun elindedir.

İktidar yetkilileri her durumda “Meclis’ten suçlu kaçırma” anlamı taşıyan bir yanlışın ceremesini partiye ödetmek riski ile karşı karşıya bulunuyor.

Vatandaşın partiye güveninde bir gerileme söz konusudur.

Cüzi sayılarla bile olsa gerileme kendini göstermektedir.

Mesela Politics araştırma şirketinin yeni yıla ait ilk bulguları AKP’nin yüzde 45.4 gibi sağlam bir çoğunluk zeminine adeta demir attığını gösteriyor.

Muhalefet nasıl açacak bu kiliti?

Kimseden aklı başında bir cevap gelmiyor.

Terörle mücadelenin yanlış politikalarla yürütüldüğüne dair eleştiriler CHP gibi MHP’ye de yaramamış; CHP azalarak 24.60’a inmiş, MHP oyları yüzde 13.6 seviyesine takılmış, kalmıştır.

HDP’ye gelince... Cumhurbaşkanı seçiminde uyanan umut fazlasını vermemiştir; anket HDP’yi yüzde 7.30’da dondurmuştur.

Bu parti de hayal görmemeli.

Teröre verdiği desteğin sağladığı oy artışı doğru hesap edilmeli.

Akılcı tercih, Kürt siyasetini yöneten kıdemlilerin Çözüm Süreci iskelesinin sunduğu fırsatı heba etmemesidir.

Zaman çok hızlı geçiyor.

Bunu unutmayalım!

Dedikoducular kahrolsun...

Kriptolu telefonu bizim teknolojimiz de başardı, ne mutlu!

Uluslararası otoriteler Türkiye’nin ekonomik gelişme yolunda da başarılı olduğunu söylüyor.

Peki gizlice telefon dinleyen ahlâksızları, gemi azıya almışları, ülkeyi kimbilir kaç milyar dolar yatırıma mecbur etmeden durdurmak mümkün değil mi?

Olmuyor işte; başarı karşılığını almıyor.

Yıllardan beri insanların mahremiyetine vahşice sadırılıyor.

Ve çelişki dağ gibi karşımızda duruyor:

Haberleşmenin mahremiyetine zarar vermeyen teknolojiyi iki şey yaratır:

1. Ahlâkın ve hukukun kurallarına saygı gösteren, zengin bir ülke olacaksınız;

2. Donanımı ve birikimi o teknolojiyi üreterek halkını koruyacak yaratıcılığı kamu yaşamına, toplum düzenine kazandırmış olacaksınız.

Kriptolu telefonlar yaşasın..

Dedikducular kahrolsun!

Yazının devamı...

Adaletin sorunu yine bir numara

Dualar kulların Tanrı’ya sundukları yazılı olmayan dileklerdir.

Ülkenin en yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı Kılıç’ın dileği, bu alandaki durumumuzu ve ihtiyacımızı çok net ortaya koyuyor.

Haşim Kılıç Türkiye’de yargının sıkıntılı günler geçirdiği tesbitini yaptıktan sonra 2015’in, bağımsız ve tarafsız bir yargının hizmet ettiği ve yargıya güvenin tekrar üst düzeye ulaştığı bir yıl olması dileğinde bulundu.

Ülkenin yeni bir yıla girerken sorunları var.

Çözümlere dahi çağdaş hukukun ölçütleri ile yaklaşılmıyor.

“Daha fazlasını söylemeyi doğru bulmayan“ Haşim Kılıç, daha önemli açıklamaları iki-üç ay sonraki emekliliğine sakladığını belirtiyor.

Yalnız şöyle bir hatırlatmayı bekletmek de istemiyor:

Yargıtay ve Danıştay’ın sorunlarının, üye sayılarını sürekli arttırmakla çözülemeyeceğini öne sürüyor.

Böylesi müdahalelerin yeni bir vesayet sistemi ürettiğini hatırlatıyor.

Kirlenmemek için

Türkiye yargı kaynaklı sıkıntıları 2015 yılı içinde çözmeye mecburdur.

Siyasetin iki kanadı da; iktidar da, muhalefet de bile bile kirlenmemek, kural dışı hale düşmemek zorundadır. İktidar için meşruiyet ne kadar lâzımsa muhalefeti, yani müstakbel iktidarı aynı çizgide tutmak o kadar değerlidir.

Çağdaş demokrasinin bu sorumluluğu ihmale uğramamalıdır.

Şükür ki bu alanda bir fark seziliyor.

Son gelişmeler iktidarın bu gerçeği fark ettiğini düşündürüyor.

Dört eski bakan hakkında oluşturulan Meclis Soruşturma Komisyonu, yaklaşımını değiştirdi.

Suçlanan dört eski bakan, iktidar çoğunluklu komisyonda “bizim çocuklar” yakınlığı görüyordu. Son zamanlarda bu ilişkilerin görüntüsü değişti.

Ertelemek şüphe çeker

“Kader Kurbanı“ndan “şüpheli“ye evrilen bir değişiklik dileriz ki içtenlik ve ciddiyet taşıyor olsun.

İktidarın son aylar soruşturma komisyonunda erteleme kararları ala ala süreci uyuşturup unutturacağı yolunda şüpheler üremeye başlamıştı.

Bereket böyle bir taktiğin, Çözüm Süreci’ne de güvensizlik aşılayacağı, yerinde bir refleks olarak gün yüzüne çıktı.

Şu anda iktidar yetkilileri şunu biliyor:

Dört eski bakanla ilgili soruşturma genel seçim yaklaşırken iktidarın en önemli kamburudur.

Komisyon’da dört bakan 5 Ocak’ta tek tek oylanacak, rapor 9 Ocak’a hazır olacaktır.

Kader arkadaşlarını korumak önemlidir. Ama adalete hizmet her şeyden daha önemlidir.

Hem ahlâk, hem hukuk bunu söylüyor!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.