Şampiy10
Magazin
Gündem

Hiç kimse kabul etmez

Çocukluğumda yılbaşı gecelerinin insanlara “bir şans daha” verdiğini düşünürdüm.

Sempatik Noel Baba’nın böyle bir gücü olsa mutlaka kapısını çalanların iyiliğine kullanmak isteyeceğine inanırdım.

Çok üzücü olaylarla dolu bir yılı geride bıraktık.

siyasetçi ve yönetici kusurlarından üremiş olaylar ve kazalar, gerçekten “kaza” denmeye lâyık olayların çok üstünde sayı tutuyor.

2014’ün özlemek için çok sebep yok ortada.

Ama “bastonunu ve çuvalını al ve git baba“ diyecek olanları Noel Baba anlayacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu yeni yıl mesajı eski mesajlarla kıyaslarsak daha ziyade suç örgütü için yazılmış iddianameleri hatırlatıyor.

Bu iktidar, kutlanmaya değer gördüğü aşamaları takdir eder. AB’yle müzakereleri başlatan anlaşmayı, Ankara’da güpe gündüz havai fişekle kutlayan büyük kitleler bulabilir.

Ankara kriterleri

Kazanılmış her seçimi Tayyip Erdoğan “başarısız darbe girişimi“ sayıyor. Bu niteleme “milli irade“nin demokratik karşılığını arayıp bulmakta sorun yaratıyor.

Ama asıl yanlış Türkiye’yi Avrupa Birliği üyeliğine kabul ettirmekte zorluk çekenlerdedir.

İktidarının ilk yıllarında Erdoğan Kopenhag kriterleri yerine onun yerini tutacak, başa çıkacak Ankara kriterleri oluşturacaklarını söyleyerek meydan okuyorken şimdi Pasifik’de ortaklar arıyor.

2014’ü iyi hatırlamak kolay olmayacaktır.

Bunu yapabilenler “herhalde gaflete düştük“ diye kaçış arayacaklardır.

Çünkü 2014’te ülke çok acı olaylar yaşamış, kazalar, toprak talebi içeren boyutlara kadar ulaşmıştır.

Cesur bir hamle

Evet, 2014’ü ortaya çıkaran sebepleri unutmamak gerekiyor.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç yeni yıla yargının büyük sıkıntılarla girmekte olduğunu söylerken haklıdır.

Çünkü vazgeçilmemiştir:

Gruplar yargı üstünde hakimiyet kurmaktan vazgeçmiyorlar.

Haşim Kılıç nihayet “patlamıştır.“

Yeni yılın başında emekli olacağını belirterek yüksek yargı ile ilgili sorunları o zaman açıklayacağını söylemiştir.

İşe yarayacak cesur bir hamle olabilir.

Ama yine de bir büyük eksik daha kalacaktır:

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Atatürk tablosu bulunmuyormuş!

Şaşırtıcı... Yurdun her zerresi onu hatırlatıyor zaten.

Sergilenecek böyle bir inkâr eylemi, emri verenlerin minnet duygusu eksiğini ihbar eder dünyaya.

Geçmiş olsun!

Herkesin yeni yılı kutlu olsun!

Yazının devamı...

Demokrasi nerede?

Anayasamız Cumhurbaşkanı’na Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırmak yetkisini tanıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, anayasadan aldığı en önemli yetkilerden birini kullanmaya karar verdi.

Bakanlar Kurulu 19 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında toplanacak.

Anayasa’nın 104’üncü maddesi Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplantıya çağırmak için hangi şartların oluşması gerektiği konusunda Çumhurbaşkanı’na geniş bir takdir yetkisi tanımış..

“Gerekli gördüğü hallerde“ diye başlıyor madde.

19 Ocak’taki büyük kabine toplantısı, Cumhurbaşkanı’nın katılımından murat edilen amacı çok açık ifade ediyor.

Türkiye için parlamenter sistemden ayrı bir sistemin tercih edildiği ve ona yürümek istendiği belli oluyor.

Yargı denetimi

İktidar çevrelerinin parlamenter sistemi savunanlar üstünde yarattığı baskı artık muhalif çevreleri daha seçici ama daha uzlaşmacı davranmaya razı etmektedir.

Mesela tanınmış anayasa uzmanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç demokrasinin feda edilemez kalitelerini, daha açığı yargı denetimini aramaktan vazgeçilmesini kilit önemde zaaf sayıyor.

“Mahkemelerin bağımsızlığını ve hakimlerin tarafsızlığını sağladığı zaman güvenceler konusunda endişeniz olmaz” diyen Prof. Teziç Türkiye’deki zorluğun adresini gösteriyor.

“Parlamenter sistemde karar kılıp Cumhurbaşkanı’na başkan yetkileri kullandırmak nasıl olur?”

Oy ne kazandırır?

Bu soruyu da yine tanınmış bir anayasacı olan Prof. Ergun Özbudun çözümün AKP’nin istediği süper başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçişi sağlamak olduğunu savunuyor.

Nobel Barış Ödülü Sahibi İran’lı Şirin Ebadi, evrensel normlara uymayan bir düzenin mağduru olarak bize tanıdık bir öğütte bulunuyor:

“Çoğunluğun oyuyla iktidar olmak demek her istediğini yapacaksın demek değil. İktidarlara seçimlerde başarılı olamamış, azınlıkta kalmış olanların haklarını görmezden gelme hakkı verilmiyor!”

Demokrasi, ihmal edilir sanılan kaliteleri gözden çıkaran kolaycılığın rejimi değildir.

İrlanda’lı oyun yazarı, öykücü şair Oscar Wilde iğneli anlatımı ile demokrasinin önerilmeye lâyık olmayan bir türünü şöyle tarif etmişti:

“Herkes fikrini söyler, sonunda kararı hep ben veririm. Burada demokrasi var!”

Demokrasinin bu modeline özenmemek gerek ..

Yazının devamı...

Seçim yolunda ayak oyunları...

Tayyip Erdoğan partisinin yıldızlarını nasıl kullanacak?

Buna karar vermeden seçime gitseydi belki son seçimi kazanamazdı.

Eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın “Cumhurbaşkanı 5 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’nu toplayacak” açıklamasına gelen tepkiler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın olarak başlarının yeteri kadar dertte olduğunu gösteriyor.

Kriz sebebi olacak kadar dikkat çeken bir itiraz yükseldi bu seçime.

Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın arasına kimsenin giremeyeceğini savundu.

Partinin kıdemli mensupları arasında Binali Yıldırım’ı Ahmet Davutoğlu’na tercih edenler çıktı.

“Hızlı trenler yapmamışsanız, havayolunu halkın yolu haline getirememişseniz, bakan olmuşsunuz Başbakan olmuşsunuz neye yarar?”

Erdoğan’ın halefi

Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın arasına kimsenin giremeyeceği iddiasına sahip çıkanlar, Binali Yıldırım’ın hakkı üstünden siyaset üretme kabiliyetlerinin sona erdiğini herhalde dün anlamışlardır.

Başbakan Ahmet Davutoğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllarca arasa bu kadar eksiksizini bulamayacağı bir halef olduğunu göstermek için çok bekletmedi.

Önceki gün paralel yapı ve muhalefetin seçim ittifakına meydan okurken kullandığı ifadeler AKP’nin bir Erdoğan’ı varken şimdi iki Erdoğan’a sahip olduğunu kanıtlayan bir güveni yayıyordu.

Partinin önderi öfke dilini kullanmakta usta.

Seçilen ikinci adamın da tehditle baskılamakta rakip tanımayacağı belli.

Önceki gün paralel yapıyı şu ifadelerle hedef aldı:

Zaman darlığı kozu

“17-25 Aralık operasyonları ile içerde ve dışardaki hainler darbe girişiminde bulundular. Susturmak istedikleri ses Türkiye’nin sesiydi.

Herkes hesap verecek. Milletten aldığı iradeyi kapalı kapılar ardında yönetmeye çalışanlar hesap verecek!”

Yolsuzluk kozuna sahip muhalefet, hiç bir iktidar partisinin katlanmak istemeyeceği bir kaderin mağdurudur.

Bununla ilgili kesin bir tedbir işareti yok ama her çevreden seçmen şu kadarını tahmin edebiliyor.

Senaryo belli:

Çözüm Süreci’ne hız kazandırılacaktır.

Bir yandan teröre son vermenin adımları atılıyor derken öte yandan üç eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi üstüne kurulu yolsuzlukla mücadele öyküsünün finali sıra bekliyor.

Zaman darlığı her partinin sorunudur;

AKP onu koz olarak kullanmaya çalışacak!

Yazının devamı...

Çelişkilerin dansı bitsin

Terörle mücadele tarihinde özel yere sahip olacak bir süreçten geçiyoruz.

Otuz yılda kırk bin insan ölmüş, bu cehennemin zebanileri halâ kana doymamışlardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ikide bir Haşhaşi’lerden söz ediyor ya; 30 yıldır onların hikâyesini oynuyor, eyliyoruz.

Bin yıl önceki Haşhaşi’nin nesi varsa şimdikinde de o var.

Alamut Kalesi buluştukları yapay cennet, Hasan Sabbah ise arkasından gittikleri önderdi.

Alamut Kalesi’nin yerini Kandil tutuyor şimdi.

Hasan Sabbah ise Abdullah Öcalan’ın kişiliğinde hem kadroyu, hem tabloyu tamamlıyor.

Şu anda bir şans doğmuştur ve emin olabiliriz ki bu kanlı örgütün sahip olduğu organizasyon gücüne sahip olabilmek için yüzlerce örgüt üyesi, bir kasap kedisi gibi karar vericilerin gözünün içine bakmaktadır.

Çatışma fırsatlarını kaçırmıyorlar.

Önceki gün Şırnak’ın Cizre ilçesinde PKK’nın gençlik kolu olan Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi ile Hür Dava Partisi arasında silâhlı çatışma çıktı.

Uzun namlulu silâhların kurbanlarını çağıran meşum bir düğün gibiydi.

PKK madem ki Çözüm Süreci’ne inanıyor, niçin savaşan gençlerini koruma amaçlı hareket etmedi?

Çatışmalar, kör döğüşünün şehir modeline kötü benzetmeler ekleyebilir.

Valilik 2 kişinin öldüğünü açıkladı.

Barış iradesinde birleşmiş taraflar ciddiye alınmak istiyorlarsa, artık ara sıra, iki kişinin çatışmalarda ölmesine sebep aramasınlar.

“Ölen hiç olmazsa az” demek, barışın ruhuna azaptır.

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ bir panelde Abdullah Öcalan’ı yere göğe koyamayan övgüler dizdi.

Sürecin dinamik bir noktaya geldiğini söyleyen Öcalan’ın bu davaya bağlı insanlardan özgüven ve özveri istediğini hatırlattı.

Öcalan’ın kendisiyle ilgili bir talebi olmadığını belirten Figen Yüksekdağ, bazı sömürülere son verecek kapanışı şu ifadelerle gerçekleştirdi:

“Çözüm sürecinin başladığı günden bu yana Öcalan’ın serbest bırakılma eksenli bir talebi hiç olmamıştır.”

Süreci barış rotasından saptırmamanın PKK kanadındaki en kuvvetli güvencesi Öcalan’dır.

Menfaatler aynı çizgide birleşmiştir.

Otuz yıl lânet ve beddua ile andığımız kanlı bir terörist şu anda barışın güvencelerinden biri durumundadır.

Ne çelişki ama!..

Yazının devamı...

Şimdi sırada günah keçisi

Kader birliğinin kazandırdığı ilâve gücü bile teşekkür edip geri çeviremeyiz.

O güç, ilerde aleyhinize delil olarak kullanılması mümkün iddiaları göğüslerken işimize yarayabilir.

Özel bir çalışma grubunun Guardian gazetesinde çıkan raporu, son bir kaç yılda 80’den fazla ülkeden 15 binden fazla profesyonelin Suriye ve Irak’a savaşa gittiklerini belirtiyor.

Savaşların son zamanlarda daha da belirginleşen bir özelliği var: İnsanlar savaş bittikten sonra tatmin olmuyorlar, suçluyu arayıp bulmak inadını terk etmiyorlar.

Katılımı onbinler olan bir cehennem kuyusudur zamane savaşları.

Dün bana ulaşan bir mektup, Vasco da Gama’nın Piri Reis’in imam hatipten arkadaşı olduğunu üflüyordu.

Kamuoyu, topyekûn savaşın önemli bir unsurudur.

Nitekim Guardian bu savın kendini kanıtladığını yazmış:

Yabancı savaşçıların Suriye’deki muhalif gruplar tarafından başta memnunlukla karşılandığı halde şimdi varlıkları ile sürece zarar verdiklerinin farkedildiğini öne sürüyor.

Ve Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlama aldığını belirliyor.

Neyse... Bu savaşın günah keçisini arayıp bulmak için çok zamanımız olacak!

Ürküten sinyal

Halkın büyük sıkıntısı sokakların 1990’lara geri dönmesi ihtimalidir.

İstanbul öncesi gün yaşadığı çifte infaz ile, kâbus dönemine kolaylıkla dönebileceğimizin ürkütücü sinyallerini verdi.

Kentin ortasında göze alınan bu infazlar, ortada bir mafya hesaplaşması yaşandığı şüphesini uyandırıyor.

İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın açıklaması ise verdiği demeçle bu kararsızlığa katkıda bulunuyor.

Bakan diyor ki:

“İki saldırı arasında bağlantı vardır da diyemeyiz, yoktur da diyemeyiz!”

İktidar, güvenlik güçlerinin kullanılması gereği doğuran her meselede kamu güvenliğini birinci sırada gözeten doğru bir yol izliyor.

Ama mafya hesaplaşması, bu ilkenin gerçekte değil sözde gözetildiğini düşündürdü.

Kamu güvenliğinin İstanbul’da tatmin edici bir sigortaya sahip bulunduğunu kimse iddia edemez.

Dünyanın büyük metropollerinde ortak görüntü, güven verici duruşları ile aşayiş ekiplerinin köşeleri tutmalarıdır.

Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşayan insanlar bu ihtiyacı hissediyorlar.

Gecelerin ürpertici yalnızlığına “bekçi baba”nın düdüğü cesaret ve çare aşılardı.

Bekçilerle devriyelerin nostaljiden daha fazla yer kaplayacağına emin olabiliriz!

Yazının devamı...

Kuruntuya gerek yok

Adalet tabii ki ceza verirken de eşit davranmaya dikkat etmek zorundadır.

Özellikle çocuklar konusunda..

Sanık sandalyesinde oturan 18 yaşından küçük bir çocuksa, cezanın kısa zamanda korunduğu düşünülen topluma yöneleceği unutulmamalıdır.

Sosyal paylaşım sitesinde örgütlenen Halkçı Liseliler Grubu üyeleri Menemen’de katledilen devrim şehidi Kubilay’ı anmak amacıyla toplanmışlardı.

Bu toplantıda Konya Meram Endüstri Meslek Lisesi 11’inci sınıf öğrencisi M.E.A.’nın Cumharbaşkanı Erdoğan’a hakaret içeren sözler sarf ettiği öne sürüldü.

Polisler okula gelerek genç öğrenciyi gözaltına almakta gecikmediler.

M.E.A.’nın herhangi bir örgüte bağlı olmadığı ve hakaret kastı taşıyan sözler sarfetmediği yolundaki savları hiçbir işe yaramadı.

Yaşadığı korkunun ilerde bu genç adam üstünde ne sonuçlar doğuracağı topluma hangi etkiler yaratarak geri döneceği düşünülmüş olamaz.

Konya Milletvekili Atilla Kart’ın uyarılarına dikkat verilmelidir:

Kart’a göre bu genç adamı yargılayan kurum, adil bir mahkeme değildir.

Bunlar adli organ sayılamazlar.

Olaydaki şüpheli bir lise öğrencisidir; kaçması, delilleri karartması söz konusu değildir.

Bu tutuklama kararının sebebi ve gereği nedir?

Bir göze girme çabasının adaleti zedeleyen izlerini görmüyor musunuz?

Özel yetkili mahkemelerin kıyafet değiştirerek geri döneceğini söyleyenler haklı çıksın ister misiniz?

Avlanan avcı

Yargı reformları birbirini izleyip duruyor.

Ama bunların öğrettiği ders adaleti daha güvenilir yapmıyor.

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’ya verilen cezanın Yargıtay 9. Dairesi’nce onaylanması, soruna ilgi duyan çevrelerde önemli bir karşılık bulmadı.

Gereken kolaylığı, yaptığı açıklamalarla bizzat Hanefi Avcı sağladı meraklılarına.

Durumu şöyle açıkladı:

“Yargıtay’da daireler değişecekken acele karar verildi ve paralel yapının uzantısı beni cezalandırdı!”

Dün bu duruma Adalet Bakanı Bozdağ’ın nasıl baktığını da sordular medya mensupları.

Bakan bu tür yanlış anlamalara yol açacak tartışmalara meydan vermemek gereğini savundu. Önemli bir yasal sürecin sona yaklaştığı bir aşamada karar verilmiş olmasını “ünlem işareti” ile karşıladığını söyledi.

Hayır hayır... Sayın bakanın durumu okul öncesi çocukların karalama defterine benzetmesinde bile bir yanlış yoktur!

Düzeltme-özür

Dünkü yazımın sonunda yanlışlıkla Karayalçın adı verilmiş. Karayılan olacaktı.

Düzeltir özür dilerim. G.M.

Yazının devamı...

Yardım edin barış gelsin

KK’nın Kandil’deki ele başılarından Karayılan, Çözüm Süreci’nin ihtiyaç duyduğu açıklığa iyi bir katkıda bulundu.

Çözüme yönelik bilinmeyenler, barış havasını devamlı zehirliyor çünkü.

Terör örgütünün kıdemli yöneticisi, Kuzey Irak’tan yayın yapan Rojnews ajansına verdiği mülâkatla müzakere sürecini kaplayan puslu havayı biraz dağıtmış oldu.

Murat Karayılan, Öcalan’ın gönderdiği tasarıyı devlet ve örgüt kanatlarının kendi içlerinde tartıştıklarını “çözüm için hazır” hale geldiklerini belirtmiş.

Takvim doğru çalışırsa 15 Şubat’ta Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nda konuşacağını söylemiş.

Silâh sigorta mı?

Bu noktada önemli bir adımın daha tarihini veriyor; “Eğer süreç amacına ulaşırsa 15 Mart’ta Türk devletine karşı, silâhlı mücadeleyi durduracağız” diyor.

Öcalan, 15 Nisan’ı Büyük Kongrenin Türkiye’deki gerilla güçlerinin ne olacağına bu kongrede karar vereceklerini anlatıyor.

“Silahtan arınan güçler ne yapacak ona karar veririz” diyor.

“Ya siyasi bir güç olur veya başka bir bölgeye geçip mücadele eder; kongrede karar verilir..”

Bu son kayıt, PKK’nın terör taşeronu olduğu gerçeğini aydınlatan bir itiraf gibi karşımızda duruyor.

Tabii ki yeni öğrenmiyoruz bu gerçeği.

Kürtçü siyasetin tanınmış simalarından biri olan BDP Diyarbakır Milletvekili Leylâ Zana, son demeçlerinden birinde unutulması kolay olmayan bir saptama yapmıştı:

Hesap değil yürek

“Artık silâhlı mücadele bir noktaya geldi. Ben silâhların bırakılmasını asla tartışmıyorum. O, Kürtlerin sigortasıdır. Bu sorun var olduğu müddetçe o silâhlar Kürtlerin güvencesidir..”

Şimdi gerekli olan şey, silâha bağımlılıktan uzaklaşmak, silâh bırakmak için daha ileri bir gerçekleşme beklememektir.

“Silâh varsa mutlaka kullanılır” sözü yabana atılamaz; barış arayan insanlar güvenceyi silâhlarda aramamalı, yürekleriyle verdikleri bir kararın hükmünü yürüttüklerini hep hatırlarında tutmalıdırlar.

Murat Karayalçın “Şu anda silâh bırakma yok. Bu kongre toplandığında süreç amacına ulaşırsa Öcalan da katılacak. Orada alınacak kararı uygularız” diyor.

Çözümün en zor aşamasındayız.

Barıştan daha değerli bir şey yok.

Hiçbir bahane riske sokmamalı onu!

Yazının devamı...

Değişimin ilk adımı bu mu?

Temiz Eller’in üstünden on yıl geçti. İbret niteliği azalmadı. “Türkiye’de yapılacak çok şey var!”

İtalyan savcı Di Pietro yeni uyarılar da getirdi Türkiye’nin durumu için.

Mesela “Biz evrensel bir sel felâketinin gelip olayları temizlemesini bekleyemeyiz...“

Hırsızlık, uğursuzluk karşısında sistemin bağışıklık kazanması başa gelebilecek bir felâkettir.

Taraflar yüz-göz olur.

Değerler alt üst olur.

Nasrettin Hoca gece bir sese uyanır, aşağıdaki ile aralarında şöyle bir diyalog geçer:

- Hırsızı yakaladım Hocam..

- Getir buraya.

- Gelmek istemiyor.

- Bırak gitsin.

- Gitmek istemiyor!

Harama bulaşmak...

Bürokrasiyle yüz-göz olma tehlikesi... .

İtalyan Savcı, böyle durumların vatandaşın devlete olan güvenini kaybettireceğini söylüyor.

Tehlikeye karşı sihirli bir çare bulma şansı da pek yüksek görünmüyor.

“Ne mi olabilir?”

Şeffaflıktan biraz fedakârlık değişimin ilk olumlu adımı kabul edilebilir!..

Dünyanın başarılı sonuç almakta ortak duruma getirdiği örnek müzakereciler sır küpü olmamışlar ama gevezeliğin tuzaklarına da düşmemişlerdir.

Başbakan’ın “Kim şu vaya bu şekilde milli hazinemize, kaynaklarımıza yolsuzluk niyetiyle yaklaşırsa, onun kolunu kopartmaya kararlıyız..”

“Bu sözlere karnımız tok“ diye tepki vermesinin ardındaki çıkışı besleyen zehir, meğer kaynağını buradan alırmış..

Kısasa kısas mı?

AKP’nin iktidar yolculuğu, benzersiz bir maceranın romanı gibidir.

Bu kadar ucuz final, iktidardan önce iktidar partisine yönelmiş bir küçümseme duygusunun tezahürü olur.

Kimse hırsızlık, yolsuzluk yapan kişiler kollarını aynı bedelle ödesin iddiasının peşine takılmış gidiyor değildir.

Burası uygar bir ülkedir ve adaleti arayanların yollarını “kısasa kısas” kuralının acımasızlığı değil hukuk devletinin ilkeleri aydınlatır.

Kaderin cilvesi mi demeli?

Rüşvetten yargılanmak bir alın yazısı olacaksa, bedeli de hak edilmiş bir ceza olacaktır.

Dört eski bakanı kurtaracaksa deliller kurtarmalıdır.

Birlikten gelen güçleri değil.

Suçlandıkları andan bu yana ANAP selâmı vermeleri kimlere inat, kimlere karşı zaferdir?

Şüphelilerin yaşına, başına yakışmıyor!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.