Şampiy10
Magazin
Gündem

Çenemizi tutamadık

Başkanlık sistemine geçiş zorlamaları, koltuksuz kalma endişeleri, dış piyasalara bağımlılık sorunları...

İktidarın ekonomi alanında her şeyi öngörmesi, olumsuzluklara müdahale etmekte akıllı ve süratli davranması yeterli olmadı.

Çünkü bizde başarı göstermek yetmiyor, başarının iyi anlatılması, yaşatılması gerekiyor.

Başbakan Yardımcısı Arınç geçen gün olayı can damarından yakaladı.

Büyük sözü olarak nasihat sayılması gereken şu tür bir uyarıda bulundu:

“Biz eskiden sokağa çıkardık.

Taraftarımız bizi çok severdi. Karşıdaki muhalifler de saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum.

Kemikleşme, kamplaşma var.

Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir..”

Üç dönem yanlıştı

Ülkenin yönetimi, “kininizin davacısı olun” nasihatı ile büyümüş insanlardan bir kaç gün içinde kurtulamaz.

Çıkış yolu karmaşıktır ve fedakârlık faziletine sahip oyuncuların sistemi kontrol ediyor olması her zaman başarı getirmeyebilir.”

Çünkü istifa edip çekilenler takımın ahlâki ve teknik kabiliyetleri yüksek yöneticileridir.

Çoğu zaman toz duman arasında onlar kaybolur, geride yeteneksizler ve fırsat avcıları kalır.

AKP yönetiminin “Üç Dönem” kuralını değiştirmeme kararlılığı beklendiği gibi partinin sıkıntılarını hafifletmedi.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yokluğunu giderecek çareleri bir an önce arayıp bulmak zorunlu olacak gibi görünüyor.

Tabii en yorucu bölüm başlıkları da faizleri indirmek, başkanlık sistemine geçmek oluyor.

Her şey olabilir

İktidarın anayasacısı Prof. Burhan Kuzu’nun eskiyerek etkisini yitirmiş olması bir nöbet değişimi getirdi.

Kuzu gündemde kayboldu, onun işini Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş devraldı.

Bakalım çabaları adına lâyık bir sonuç üretecek mi?

Hayal zemini geniş bir sirk var önümüzde. Hiç bir haber için “olmaz” dememek gerek.

MİT Müsteşarlığı’ndan istifa eden Hakan Fidan’ın Başbakanlığa hazır edileceği yolunda üreyen söylentiler, mutlaka doğrulanmalı ya da yalanlanmalı idi.

Soruya Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan muhatap oldu;

“Bu değerlendirmeleri görünce gülmeden edemiyorum” dedi.

Yüzümüzü güldürecek bir fırsat önümüzden salına salına geçti.

Faiz, döviz, devalüasyon, enerji kaynaklı cari açık olgularını fırsata dönüştüremedik. Başaramadık.

Güvendiğimiz ekonomi takımı başarısız kaldı; çenemizi tutamadık yenildik!

Yazının devamı...

Haşim Kılıç’ın seyir defteri

Sıradan insanlar da hayal kurar ve bir gün zengin olacağını düşünür.

Bu hayali taşımaya elverişli araçları bulmak biraz cesaret, biraz şans...

Sorun, ihtiras sahiplerinin kurallara saygı göstermekteki isteksizliğinden çıkarsa çıkıyor.

Hem yağlı müşteri rolü oynayacak hem de kurpiyeliği kimseye bırakmayacaksın.

Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiği günleri hatırlamak, güldürür beni..

Gösterdiği adayları kimseye beğendiremeyen, Kılıç’ın muhafazakâr oluşu nedeniyle bu zorluğun yaratıldığını düşünen Cumhurbaşkanı Özal, yüksek mahkemedeki boş koltuğa Haşim Kılıç’ı önerir.

Laik hassasiyetleri abartan Atatürkçü çevreleri cezalandırmak kastı ile yapar bu tercihi.

1990 yılında ve 40 yaşında seçildiği üyeliği 25 yıl -üstelik son dönemlerde başkanlık yaparak- kesintisiz icra eder.

Turgut Özal sonraki yıllarda Haşim Kılıç’ın seçimini “muhafazakârlara tahammülsüz” kesime verilmiş ceza diye tanımlayacaktır.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç 65 yaşına geldi ve emekliye ayrılıyor.

Yirmi beş yıl önce kendisini Yüksek Mahkemenin kapısında karşılayan hassasiyetleri şimdi o takip edecek görünüyor.

Boşalttığı koltuk Anayasa Mahkemesi Başkanı’na ait olduğu için yerine gelecek üye başkanlığa da aday olacaktır.

Bu seçim iki kez ertelendi.

Ardında yatan sebep siyaset kulislerinde merakla izleniyor.

Cumhurbakanı Erdoğan’ın istediği ismi seçtirmeme çabası bakalım hedefine ulaşacak mı?

Başkan Haşim Kılıç’ın 25 yılda laik cumhuriyetle sorunu olmayan bir kimlik kazanması, Türkiye’nin sağlıklı bir değişim kabiliyetine sahip olduğunu anlatıyor..

Böyle hırsızlık!

İktidar sahipleri bir kaç günde

1 Dolar’ı 2 lira 47 kuruş seviyesine getirmek mi istedi?

Böyle bir şey düşünülemez.

Adı cahillik, suçluluk olamaz.

Tek adı vardır; hırsızlıktır!

Düşünün... Gece cüzdanınızı baş ucunuza koyup yatıyorsunuz, sabah kalktığınızda bakıyorsunuz, her şey tamam, yalnız paranın önemli bir kısmı eksik.

Türkiye’de büyük bir soygun yapılmış, halk uykuda soyulmuştur.

İktidarın içinde emeği bulunmayan bir kazancı insanlar uyurken götürmüştür.

Bu kadar kolay bir kazancı, bizim marifetli hırsızların kendilerine hakaret saymaları gerekirdi.

O nedenle yedirmesinler.

Dolar inip çıkarken kimler döviz alıp sattıysa arayıp bulsunlar.

Bari katmerli vergi alsınlar!

Yazının devamı...

Kontrolsuz güç güç değil

Reklâmda kullanmak uğruna Mona Lisa’nin tebessümünü daha belirgin hale getirmek profesyonel cinlik sayılır mı?

Hayır, sayılmamalı..

Ne var ki siyasi konulu seçimlerde sandıktan çıkan her tablonun sorun çözücü bir işlevi olmalı.

Bir kaç hafta öncesine kadar Haziran’daki genel seçime dönük beklentiler uçuşa geçmişken bugün gerçekçi irtifaları kabullenme mecburiyetleri tartışılmaya başlamışsa buna da şaşmamak lâzım.

Başkanlık sistemini mümkünse ele geçirmek, ceylanı aslanın ağzından söküp almak gibi bir şey olmayacak.

Bu seçimin “Yarı Başkanlık” ihtimalini de içerdiği, siyasi tartışmaların içinde kendini göstermeye başladı.

Başbakan Davutoğlu uzun zamandır gizlediği sırrını son TV söyleşisinde açıklamak zorunda kaldı:

“Başkanlık sistemini getirmek istiyoruz diyor musunuz?”

Denetimsiz olmamalı

Verdiği cevap alıştığımız eli sopalı tek adama yakın durmuyordu.

Başbakan “insan haklarını temel alan yeni bir Anayasa”nın kampanyanın ana unsuru olacağını söyledi.

Başkanlık sistemi bu anlayışa dayanırsa orada otoriter bir rejimin yaşamaya zemin bulamayacağını da ifade etti.

“Hiçbir şekilde başkan ya da başbakan, başkanlık sistemi ya da parlamenter sistem denetimsiz ve hesap vermeyecek bir gücü kullanmamalı. Başkanlık derken hiçbir zaman böyle bir sistem tasavvur etmiyoruz..”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmaları genellikle çelişkilerini gizleyen muziplikler taşıyor.

Cumhurbaşkanı’nın siyasi seyir defterini izleyen kaç kişi o “Hiçbir kuvvet denetimsiz olmamalı. Başkanlık sistemi ya da parlamenter sistem, denetimsiz ve hesap vermeyecek bir gücü kullanmamalı” diye konuşurken gülmemeyi başarabilir?

Yüce Divan dönüşü

Davutoğlu, kişiler için sistem tartışması yapılamayacağını söylerken ne kadar samimiydi?

Çünkü kişiler için bırakın sistem tartışmasını, sistem değişikliğini kuralına, gereğine uymadan gerçekleştiren kişi odur!

Meclise girmesi, kendisi için düzenlenen ara seçim sayesinde mümkün olabilmiştir.

Başını dertten kurtarmak istediği yüksek bürokratlar için de aynı oynamayı, zorlamayı yapmıştır.

“Hiçbir güç denetimsiz olmamalı” dediği halde yolsuzluktan suçlanan dört bakanını Yüce Divan kapısında aklayarak kurtarmıştır.

“Ben de bağımsızım” diyerek denetimsiz güç tarifine kendini de dahil etmiş, parayla, faizle oynayarak iyi giden işleri de bozmuştur.

Umarız unutmaz!

Yazının devamı...

Huber’in misafiri

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül altı ay geçtiği halde Huber Köşkü’nü halâ boşaltmadı.

Sıkıntı oluyor, mızrak çuvala sığmıyor.

Eski Cumhurbaşkanı’nın yazlık köşkü bir türlü boşaltmaması, epeydir kamuoyunda eleştiri ve sömürü sebebi oluyordu.

Parti üst yönetimince seçimler hızla yaklaşırken eski Cumhurbaşkanı Gül üstünde kırgınlık yaratmayacak bir çözüm formülü için çalışma talimatı verilmiş olduğu anlaşılıyor.

Siyaset çevreleri Gül ailesine yakınlıkları ölçüsünde katılıyorlar bu tür tartışmalara.

Bazı örneklerde eleştiri kalitesinin seviye kaybetmesi “tedbir” alınması ihtiyacını doğuruyor.

AKP iktidarına en yakın gazetelerden biri olan Sabah’ta dün çıkan “Huber Köşkü neden boşaltılmıyor?” başlıklı değerlendirme aranan tedbir için harekete geçilmiş olduğunu gösteriyordu.

Yazının sahibi Sevilay Yükselir şunu demiş:

“Ne hikmetse elli bin defa gündeme getirilmesi gereken Huber Köşkü’nün halâ eski Cumhurbaşkanı tarafından kullanılıyor olması meselesi es geçiliyor.

Peki neden? İki nedeni var:

Muhalif basın ve muhalif siyasetçiler Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ters düştüklerine inandıkları için eski Cumhurbaşkanı’nın bu lüzumsuz işgaline göz yumuyor ve Gül’ü koruyup kolluyor..”

Yazar her masrafı halkın ödediği vergilerle karşılanan bu misafirliğin artık son bulmasında geç bile kalındığını belirtmiş.

Eski cumhurbaşkanları Ahmet Necdet Sezer ve Süleyman Demirel’in bu tür bir yanlışa düşmedikleri övgü ile ifade edilmiş.

Abdullah Gül’ün Huber’i boşaltma maliyeti aşırıya kaçmış görünüyor.

Partinin gazetesinde Abdullah Gül’ün lojman sorununu çözme çabasına girmek zorunda kalması (ya da bu mecburiyette bırakılması) iktidar partisinde havaların bozacağına işaret sayılabilir.

İlerleyen lider

HDP lideri Selahattin Demirtaş, her gün verimli bir siyaset araştırmacısı gibi çalışıyor, yeni ufuklar açıyor.

Kendi arayıp buluyorsa ne mutlu, üretiyorsa büyük bravo.

Suudi Kralı Abdullah’ın ölümüne yas ilânı için çağrının sahibi olan Başbakan’a şunu dedi:

“Kusura bakma. 30 karısı, 60 çocuğu var. Bir yerden bir yere 40 uçakla gidiyor. Şimdi ölmüş diye yas mı tutacağız?”

Yoksullara yardım konusu:

“İnsanın onurunu elinden alıyorlar. Kömür, makarnalarla kendi kurumlarının önünde bekletiyorlar. Mesele adil dağıtım meselesidir. Bıktık artık halka bağırıp çağıran siyasetçiden!”

Yazının devamı...

Faizi bırak reform yap

Memleketin neresi ağrısa getir bir torba kanun geçir bir reform...

Tüm dertler geride kalsın!

İktidarın anayasacısı Burhan Kuzu dur-durak demeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tüm yürütme yetkilerini üstüne almış bir “Başkan” yapmak için adeta savaş veriyor.

Bu uğurda kavga verirken sağlığını bozacak kadar kendinden geçiyor.

Son söyleşilerinden birinde Başkanlık sistemine karşı duran insanların boğazına sarılmak istediğini söylemesi...

Buna ne denir?

Sahip olduğu sempati kredisini erken tüketmesi riski vardır.

Son TV mülâkatında, güncel bir konuya gönderme yaptığı için daha dikkat çekici oldu.

“Başkanlık sisteminde hükümet parlamento içinden çıkıyor. O durumda bakanlar ile milletvekilleri karşı karşıya kalıyor. Milletvekili, denetlenen bakan eğer kendi partisindense aleyhine oy kullanmıyor. Denetim de olmuyor!”

Dört olumsuz örnek

Bu bakımdan dört eski bakanın meclis soruşturmasına tabi tutulurken Anayasa hocası Kuzu’nun ne yaptığını merak etmeye herkesin hakkı vardır.

Elbette gereken, büyük harflerle yazılmayı hak eden bir “HİÇ BİR ŞEY“ cevabıdır!

Cumhurbaşkanı koltuğu, devlet kavramına Başbakanlıktan daha yakın etkileşimi daha güçlü bir makamdır.

Erdoğan bağırmayı ve azarlamayı diyalog aracı olarak kullandığını bir çok kez açıklamıştır.

Ama artık Cumhurbaşkanı konumuna uygun düşecek tarz değişimini geciktirmemeye bakmalıdır.

Cumhurbaşkanı ülkenin 1 numaralı mevkiidir.

Orta boy bir kriz yaşadık. Bunun yansımaları oldu.

Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz tecrübesini bu ihtilâfı aşmakta kullanma iyi niyetine talihsiz ve kırıcı bir karşılık almıştır.

Kendi işi bu değil mi?

Eski Başkan Yılmaz, ekonomideki tüm sorunların faiz politikasına bağlanamayacağını belirterek siyasilerin reform yapmaları gerektiğini ifade etmiş, sonra da muhatabını çok sevdiği sözlerle azarlamıştır.

Kendisini G-20 başkanlığına ulaşmanın mutluluğundan uyandıran “Kendi işine bak“ uyarısı, devlet zirvelerinde bir kez daha işitilmesin.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığına sahip çıkmak düne kadar, siyasi iktidara da Merkez Bankası’na da başarı ve itibar getirmiştir.

Emekli Başkan’ın bu kazanımdan alacağı pay kimseyi kıskandırmamalı...

Bunalım bitirilmelidir.

“Faizi bırak reform yap” çağrısının sahibi yeni ve eski başkanlar katında Merkez Bankası eski itibar ve güveni kısa zamanda geri almalıdır!

Yazının devamı...

Sarayın parası selden korurdu

Evet, zor durumlar için hazırladığımız “Takdir-i ilâhî” afişini çıkarıp göğsümüze gerebiliriz!

Uğradığımız afet doğa olayıdır.

Kayıplarımızın sebebi, zaman zaman Nuh Tufanı benzetmesini hak eden, göz açtırmayan su baskınlarıdır sellerdir.

Yağmur ve sel Edirne’yi teslim alırken Tanrı’nın emrini mi uyguladı?

Hayır, Allah’ın insana verdiği yetenekler böyle zamanlar için lâzımdır..

Yağış nedeniyle Bulgaristan baraj kapaklarını açınca Meriç ve Tunca nehirleri taştı. Kanuni ve Fatih kaprüleri ile Balkan Şehitliği sular altında kaldı.

Karaağaç mahallesinde mahsur kalan 5 bin kişinin özel ekipler ve askeri birlikler yardımı ile kurtarılmaları sağlandı.

Bu bölgede yaşayan insanlarımızın başına gelenlerden “ilâhi takdir”i sorumlu tutmak, onların kötü bir şansa sahip olduklarını ispat etmez.

Olsa olsa kötü yönetildiklerini gösterir.

Düşünün ki sular altında kalan tarım ürünleri tümüyle heba olmuştur ve hiçbir yardım o ürünleri geri kazandırmayacaktır.

Geçmişten gelen büyük ihmallerin sebebiyet verdiği yıkıcı zararlar, cami avlusuna terk edilmiş bebek muamelesi görüyor.

Hiçbir iktidar bu zararın günahını üstüne almıyor.

Peki kimden hesap soracağız?

AKP iktidarı onüç yıldan beri ülkeyi tek başına yönetiyor.

Onüç yıldan beri seller Edirne ve çevresini istisnasız her yıl azgın taşkınlarda boğdu, ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarı da bu felâketi onüçüncü kez seyretti.

Kaynak mı yoktu?

Fazlasıyla vardı. O bir milyar 370 milyon lira azgın Meriç’i zaptetmek için kullanılabilirdi, Sultan Sarayı inşa etmekte kullanıldı.

Doğaya karşı en bağışlanmaz yenilgidir Edirne’de yaşanan.

Dileriz gelecek yıl tekrar yaşamayız!

Kimin paketi bu?

Sağduyusuna güvendiğim bir çok hukukçu Meclis’e getirilen “İç Güvenlik Paketi” konusunda ciddi uyarılar yapıyor.

O kadarla kalmayıp meseleyi bilen hukukçuları uyarmak konusunda bize sorumluluk da yüklüyorlar.

CHP Milletvekili Celâl Dinçer’in TBMM İçişleri Alt Komisyonu’ndan geçen metni yakından izleyen bir komisyon üyesi olarak yaptığı uyarılar dikkate alınmalıdır.

Sanki dev bir dalga üstümüze geliyor.

Dinçer şunu diyor: “Özgürlükler güvenliğe feda ediliyor. Dinci faşizmi yerleştirmek için eklemeler yapılmış.

Kaldırıldığı söylenen askeri vesayetin yerine polis vesayeti getiriliyor.”

Hukuk fakülteleri ve barolar ne zaman uyanacak?

Yazının devamı...

PKK ve ABD aynı yerde mi?

Barış yapmak, aklın ve adalet duygusunun kabul edeceği bir uzlaşmayı sağlamaktır.

Barış yolunda ilerlemek her zaman başarı getirmeyebilir.

Böyle bir durumda ne yapacağız?

Barıştan, süreçten, çözümden vazgeçmek, hele bu aşamadan sonra pahalı bir maliyettir.

Müzakere tıkanınca konuşmayı durdurmaktan uzak durmak gerekir.

En azından tıkanmanın hikâyesini tekrar okumak, “bir şans daha yaratma imkânı var mı” bunu anlamak, çok görülmemelidir.

Kürtlerle oturup konuşmak anlaşmaya çalışmak Çözüm Süreci adını verdiğimiz çabaların ilk ve son arayışları değildir.

2006 yılında Emekli Orgeneral Edip Başer hükümet tarafından özel koordinatör tayin edilmişti.

Tecrübelerini “Kanatsız Uçmak” adını verdiği bir kitapta toplamıştır.

Ama baştan beri bu mücadelenin askerle ve polisle kazanılmayacağını savunmuştur.

Başta ABD olmak üzere müttefik ülkelerin PKK terör örgütüne yaptırımlar uygulanması gerektiğini söylemiş, fakat özellikle uyuşturucu ticaretine darbe indirecek adımları Amerika’dan göremediğimizi dile getirmiştir.

Emekli Orgeneral Başer bu çabalar arasında PKK’nın izolasyonu için Barzani’ye karşı yürütülen örgütlenmeyi başaramadıklarını ifade ederken öykünün en dramatik aşamasını şu sözlerle ortaya koyuyor:

“Beyaz Saray’da 9 toplantı yaptık.

İşbirliği teklif ettik. Bir CD vermiştik onlara.

Orada PKK’ya ikmal malzemesi taşıyan aracın şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu!”

Emekli Orgeneral Başer, Sözcü gazetesine verdiği söyleşide “Ben bu sürecin Türkiye’ye barış getireceğinden emin olamıyorum” demiş.

Şark Cephesi’nde değişen fazla bir şey olmadığını belli ediyor.

Doğru bir tahlil olabilir.

Ama pek çok şey, teröre karşı bitirici sonuçlar elde etmenin imkânsız olmadığını göstermiyor mu?

Babasının adı ne?

Orta karar hafızaya sahip toplumlarda siyaset, başarıyı müsaadesiz sahiplenmek suretiyle yapılır.

Bu nedenle de, ara sıra ele geçen gerçek başarı fırsatları, hak ettikleri muameleyi görmeden kaybolur gider.

Herkes şunun farkında:

Son on yılın ekonomik başarıları havadan düşmedi, rahmetli Özal’a kadar dayanan derinliklerden bugünlere geldi.

Özal’ı, Derviş’i ve bugünkü iktidarın yetenekli genç ekonomistleri yakaladılar bu başarıları; aşırılamaz.

Takımın kaptanı adaletli olmalı.

Olmazsa kendini de, elde ettiği başarıyı da ziyan eder!

Yazının devamı...

Anayasa çok konuşulacak

On üç yıllık bir iktidar. Siyasi gücü aşırı. “Astığı astık, kestiği kestik..”

Yine de yetmiyor.

Parlamentodaki ezici çoğunluğu demokrasi kültürümüzün yetersizliğine bağlı hastalıklardan etkilenmiştir.

Ama müdahale hastayı daha beter duruma sokmuştur.

“Hiç bir şey yapmasan da güçler ayrılığı ilkesini yoğun bakımdan çıkar rejimi kurtar..”

Bu asgari tedbir bile ihmal edilmiştir. İktidar hırsı, erkler ayrılığı boşluğunda oluşan arızaları kötüye kullanmaktan uzak tutamamıştır hükümet partisini.

Bir parti için başarının ölçüsü nedir?

Siyasi lideri yaratacak olan tatminin sınırları nereden geçiyor, bilen var mı?

Şunu söylemek yerinde olur:

AKP iktidarı bir başarı hikâyesidir.

Daha ne kadar sömürüleceği tahmin edilemeyen bir hikâye...

Siyasi gündeme bakan gözler hayretle açılıyor.

Güçler dengesinin bozulması karşısında tutumu “çılgınlık” diye nitelenebilecek siyaset kadrosu “Yeni Anayasa isteriz” diye bağırıyor. İkinci Viyana Kuşatması’na benzer mi bu işin sonu?

Tercihimiz, evrensel normlara sahip bir demokrasiye kavuşmak olmalıdır.

Erkler ayrılığı, hiçbir bahane ile zedelenmemelidir. Acemiliğimizi hesaba katarak yürümeliyiz.

Dünya örnekleri de, yaşadığımız tecrübeler de tartışmasız doğruyu, her sorduğumuzda bize gösteriyor:

“Parlamenter sistemden vazgeçmeyin, Başkanlık sistemine heves etmeyin..”

Anayasacıları birleştiren bu önerme sistem değişikliğini bir mecburiyete bağlamak ihtiyacı çekiyor.

Prof. Dr. Serap Yazıcı şunu diyor:

“Başkanlık sisteminin yegane avantajı istikar sağlamak olduğuna, Türkiye’de ise böyle bir problem mevcut olmadığına göre başkanlığa geçişin hangi sebepten doğduğu açıklanmalıdır.”

Başkanlık sistemine geçişi kabul etmeye “kuzu gibi” razı bir toplum bulunmadığına göre aylarca Anayasa konuşacağız.

Hayırlara vesile olur inşallah!

Siyasi memurlar

Bu da başkanlık sistemine geçişin bilinen adımlarından biridir.

İktidarlar, yanlarında getirdikleri yüksek bürokratları dönem sonunda yine yanlarında götürecekler.

Yakında Meclis’e sunulacak kanun önerisi iki sigortaya dayanıyor:

İlki ahlaki temizlik geleneği sağlam ülkelerdir onlar,

İkincisi memurun yüksek seviyede de olsa tarafsız olacağını namus sayanlar...

Gene de taşeron bürokrat görüntüsü hoş değil; iyi düşünülmeli!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.