Şampiy10
Magazin
Gündem

En değerli sermaye

Ekonomiyi TL-faiz-döviz çaprazında, her sabah “devam mı, tamam mı” sınavına sokamazsınız.

İstikrarı bundan daha tehlikeli bir kumara mahkûm edemezsiniz.

Merkez Bankası’na mevcut devlet düzeninin ne büyük önemi atfettiğini kimse hatırından çıkarmamalı.

Merkez Bankası’nı şu anda hiç kimseyle bağlantısı olmayan bir “devlet adamı” yönetiyor.

Sadece vatana ihanetle suçlanabilen bu zat, devlete ve topluma karşı yükümlendiği sorumluluğu şimdiye kadar “kahramanca” yerine getirmenin cesaretini gösterdi.

Merkez Bankası’nın başı Başçı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kara listesine girmenin sonuçlarını bile bile kurumun bağımsızlığını “kelle koltukta” savundu.

Parayla oynamak...

Teslimiyetten söz edilemez ama Cumhurbaşkanı’nın inadını kırmak, iktidar kadrosunu yenilgi psikozuna sokmamak ve krizi beslemenin günahına ortak olmamak...

Merkez’i yarım puanlık inip çıkmaların sorumluluğuna bu kaygılar bulaştırmıştır.

Cumhurbakanı’nın sahip olduğu ekonomi bilgisi onu sınıfının en ayrıcalıklı öğrencisi, sonra da uygulayıcısı yapmıştır diyebilir miyiz?

Mümkündür ama ipteki cambazın rolünü tek başına üstlenmekten uzak durma akılcılığı onu başarıya neredeyse tek başına taşımıştır.

Tayyip Erdoğan’ı başarıya götüren nedenlerin başında, Derviş patentli ekonomik istikrar programını hiç bozmadan uygulamaya sokması gelir.

Şanssızlığımıza üzülmekte haklı olabiliriz.

Çünkü Erdoğan hükümetleri bir gruba oturduğu yerde milyonlar kazandırmış, bazılarını da fakirliğe sürüklemiştir.

Bir hükümetin, yetkilerini bu kadar haksız şekilde kullanmaya hakkı olmaması gerekir.

Paylaşmak yasak mı?

Oniki yıldır bir çok hükümet gördük. Ama bunların neredeyse tümü aynı tutkulardan besleniyor.

Parayı çok seviyorlar.

İktidarı hiç kimseyle paylaşmak istemiyorlar.

İşte örneği...

Yine bir kriz, başkanlık takıntısı ile gündemden kopamayan model çatışmaları, yetmemiş gibi kovsak da yerinden oynamayan savaş acıları, işsizlik ve yoksulluklar..

Dışarıdan uyarıyı AB yaptı.

İç Güvenlik Paketi paylaşılmadı diye yine eleştiri, yine tehdit.

İçerden gelen ses yalanlıyor mu uyarıyı?

Hayır, o eksiğin sözcülüğünü Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç yaptı geçen gün.

Bütün bu sorunları sıraladıktan sonra sözlerini şöyle bağladı:

“Ben şahsen 6 ve 8 yaşında iki çocuk sahibi bir baba olarak çocuklarımızın geleceğinden endişe duymamak mümkün değil diye düşünüyorum..”

Asıl siyaset düşünmeli..

Yazının devamı...

Güzellik İkinci el müşterisi

Savaş kabiliyeti ihmale ve ihlâle uğramış bir ülkede yaşamanın zorluklarını biliriz.

Bu zorluğu aşmanın bilinen yegâne yolu, silâh ve asker mevcudunu hızla arttırmaktır.

Ama bunu yaparken, sayıların değil kalitenin öncelik taşıdığı bir seçim modelini benimsemektir.

Varsın bize “NATO’nun en güçlü ikinci ordusu” demesinler.

Bu güç nereden kaynaklanıyor, ona bakmak lâzım.

Türkiye Cumhuriyeti, madem ki dünyanın 20 en büyük ekonomisi içindedir, “ikinci el müşterisi” konumunu da gözden geçirmelidir.

Hele de istemediği bir savaşın tarafı olması gibi bir kazaya her an uğraması riski tepemizde sallanıyorsa...

Ver küçük oğlana

Fantom’lar görevlerini fazlasıyla yerine getirmişlerdir.

Dolaylısiyle savundukları ülkenin yani bizlerin minnet ve şükranını hak etmiş kahramanlardır.

Onları ömrü tükenmiş uçaklar içinde şehit olmaya şehadet mertebesine göndermemiz doğru ve halklı bir davranış değildir.

Amerika ve Almanya bu Fantom’ları hizmet dışı bırakılalı 20 yıl oldu.

Biz halâ kullanıyoruz.

Ve çocuklarımız ölüyor.

Evet eskiyenlerin bir kısmı F-16’larla yenilenmiştir. Ama ihtiyaçların gerisinde kalmıştır.

Küçük oğlanlar bizim geleneğimizde, büyük oğlana dar gelmeye başlayan eşyayı değerlendiren bir tasarruf uygulamasıdır.

Emekli Büyükelçi Onur Öymen’in yaptığı bir araştırmaya göre Türk Hava Kuvvetleri’nde 200’den fazla Fantom uçağı görev yapıyor.

Anlaşılacağı üzere ömrünü tamamlamış uçaklar bu hizmeti hakkıyla yerine getiriyor mu?

Güven duymak için

Ülke kaynaklarının doğru kullanıldığına ne zaman güven duymaya başlayacağız?

Bir an için bundan emin olduğumuzu düşünelim.

O zaman ülke güvenliğimizin daha sağlam sigortalara bağlanmış olduğundan emin olabilirdik.

Türkiye Afrika’da gösteriş yatırımları yapıyor. Bu yatırımlara milyarlarca dolar para harcıyor.

Ülkenin bu dönemde ihtiyaç duyacağı dış kaynaklı destek silâh ve gıda yardımı mıdır, yoksa prestij yapılarını çoğaltmak mıdır?

Büyükelçi Öymen gibi pek çok insan aynı yargıyı paylaşıyor:

Çok hassas bir coğrafyada bulunan ülkemizin güvenliği bir yandan siyasi kararlılığa, bir yandan etkili ve modern bir askeri güce sahip olmakla sağlanabilir.

Son uçak kazasının yeni bir bakış açısı kazandırmasını diliyorum.

Yazının devamı...

Sarayın fıtratı sabırın sonu

Silâh arkadaşlığı kutsal bir bağdır, hiç bir ilişkinin menfaatine feda edilemez.

Türk ordusunun en az bin yıllık geleneği aşırılıklara karşı koruyucu olmaktır. Ama tecrübe şunu gösteriyor:

Ordunun en duyarlı dönemi savaş dönemleridir.

Hiçbir milli unsur askerin savaş kabiliyetine zarar vermemelidir.

Bakmayın sözüne, eylemine; liderler düşmanı önemsemiyor görüntüsü vermeye bayılırlar.

Ölçüyü kaçırmanın kaş yaparken göz çıkarmak olduğunu unuturlar.

Salı günü MHP lideri Bahçeli Süleyman Şah operasyonunu yöneten Genelkurmay Başkanı Özel’e Meclis’te sataştı:

Askeri öğrenci iken Vatan konusunu işleyen dersi Özel Paşa’nın “kır”mış olabileceğini belirttikten sonra Genelkurmay Başkanı’na eleştiri sınırını aşan suçlamalar yöneltti.

Bu kadar da olmaz

Bu “özel görev”i Cumhurbaşkanı Erdoğan üstlendi.

Erdoğan “Sen Genelkurmay Başkanımızın atılacak tırnağının bir paresi bile olamazsın” ifadesini kullandı.

Tarafsız cumhurbakanı böyle olur” diyen olmuş mudur?

Olmasa bile Genelkurmay Başkanı’nı rencide etmek uğruna iki keşif uçağımızla beraber dört pilotumuzu şehit vermemiz operasyonun pek de anlatıldığı kadar ucuza çıkmadığını anlamaya yeterli değil midir?

Salı bizim için kötü bir gündü. İyi yetişmiş dört pilotun şehit olması ve iki F-4 savaş uçağımızın kaybı, yerleri kolay doldurulamayacak boşluklardır.

Görev arızası veya değil..

Keşif uçaklarımızın düşürülme sebebi mutlaka cevabını bulmalıdır. Fıtrat ilişkisi vatandaşın sabır kapasitesini zorluyor.

“Ankara karıştırıyor”

İktidar önümüzdeki bayram namazını Şam’daki Emevi camiinde kılma planını dolaşımdan kaldırırsa fena olmayacak.

Türkiye’ye zehir gibi eleştiriler yöneltmek konusunda son görev nöbeti itibarlı Times gazetesine düştü.

Roger Boyes imzalı yorum, iki yüzlü diplomasiye mide bulandırıcı bir örnek sunuyor.

Yazar Boyes şu eleştiriyi getiriyor;

“Ankara bölgesel iktidarı için NATO ve IŞİD’i birbirine karşı kışkırtıyor.”

Türkiye diplomasi aktivitesi hızla yükselen bir devlet oldu.

Yazık ki, oyuncuları devreye henüz girmedikleri halde “saray” kendi tabiatından gelen entrikaları hissetmeye başladı.

Yazar, IŞİD’e karşı yürütülen harekatta Türkiye’nin kuşkulu bir müttefik haline geldiğini iddia ediyor.

Ona güvenmeyi zorlaştırdığını söylüyor.

Bu karakteri değiştirmeden kötü şöhretinden kurtulamayacağını yazıyor!

Yazının devamı...

Barışın haritası

Sebebini öğrenen çaresini daha kolay bulur.

Hele iş siyaseti ilgilendiriyorsa..

Kenarda birikmiş belgeler ve açıklamalar evet, pişmanlığınızı depreştirecektir büyük ihtimal.

Ama tortular yine de nemasını cömertçe sunacaktır.

TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun yaptığı değerlendirme sorumlu davranmaya iyi bir örnek..

Prof. Feyzioğlu “beceriksiz dış politikanın cezasını herkes çeker” üst başlıklı bildirisine “Kaosun içine sürükleniyoruz” ana başlığını koymuş.

Sonra kısa paragraflar halinde kişisel bulgular.

- Orduda, emniyet teşkilâtında ve belki MİT’te büyük tasfiyeler yapıldı;

- Kürt siyasetçiler üzerinde büyük baskılar uygulandı, yüzlerce siyasetçi tutuklandı;

- Yargı bir öç alma ve siyaseti şekillendirme mekanizması olarak kullanıldı;

- Hükümet görülmemiş bir mezhepçilik söylemini iç politika malzemesi yaptı;

- Hükümet Mayıs 2013’te Reyhanlı’da başımıza gelen en kanlı bombalama eyleminden sonra Başbakan bölücü bir tesbit yaptı:

- Ölenlerin Sünni olduklarını mezhepçi bir söylemle dile getirdi.

- Dış politikamız sadece Suriye ve Irak’ın bölünmesine katkı sağlamakla kalmadı, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bir zincirleme tepkiyi de tetikledi:

- Vahabi-Selefi dışındaki Müslümanları kâfir sayıp katledilmelerini meşru gören IŞİD etnik temizliğe girişti;

- Türkiye tarihinin en büyük mülteci akınına bu sırada uğradık. İki milyona yakın Suriyeli, ülkemizde yaşamaya başladı.

Bu durum on yıllarca çözülemeyecek devasa sorunlarla yaşayacağımızı bize duyuruyor.

Şu kadarlık bir özet bile kurtuluşun zorlu yol haritasını tarif etmeye yetiyor. İşte...

“Barışın haritası demokrasidir, insan haklarıdır, hukukun üstünlüğüdür ırkçılıktan mezhepçilikten, her türlü ayrımcılıktan uzak eşit yurttaşlıktır ve bütün inançlara saygılı laikliktir!”

Vaadden korkmayın

7 Haziran 2015 seçiminde hangi partiye oy vereceksiniz?

Daha kampanyası bile başlamadı ama seçim anketleri çoktandır masalarımıza dökülüyor.

Andy-Ar’a göre oy dağılımı şunu gösteriyor:

AKP yüzde 45.2, CHP yüzde 25.6, MHP yüzde 16.5, HDP yüzde 9.2.

Bu tabloyu millet ezberledi.

Bir değişikliğin herkese iyi geleceğini tahmin etmek zor değildir.

AKP risk almaz ama muhalif partilerin riski ne olacak?

On üç yıldır seçim zaferi kazanamayan muhalif partilerin risk hesabı mı olurmuş?

AKP seçmenini şaşırtmak dışında pek şansları görünmüyor.

Seçimde heyecan yapacak yerde eğlenmeye baksınlar.

Değişiklik ve güler yüz iyi gelebilir!

Yazının devamı...

Silâh bırak öyle gel

Bomba atmadan, tek kurşun sıkmadan kazanılmış askeri başarı, düşmanı cehennem ateşinde yakmaktan daha değerlidir.

Suriye’nin Kuzey sınırı boyunca TSK unsurları önceki gün ve gece işte böylesine seçkin bir başarının övgüsüne sahip oldu.

Aylardan beri IŞİD tehdidi altındaki Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu 8 saatlik bir operasyonla boşaltıldı.

Süleyman Şah’ın naaşı ile türbeyi koruyan 38 Bordo Bereli Türkiye’ye getirildi.

Silâh arkadaşlığı komplo, kumpas kaldırmaz. Savaş ortamında böylesi şaşırtmaların adı ihanettir!

Türk Ordusu ihanetin sınavından geçmiş, eksiklerini telâfi edecek beceriyi kazanmış bir ordudur.

Operasyon boyunca bu şöhret kendini denemiştir.

38 Kahraman

Terör unsurlarının bir çok karşılaşmada saldırı kararlılığından vazgeçtiği görülmüştür.

Kuvvete başvurmadan düşmanı durdurmanın çaresi varsa iyi asker, böylesi önemli bir şansı denemekten uzak duramaz.

Kürt siyasal hareketinin de bu operasyondan aldığı, alacağı dersler vardır.

Bordo bereli 38 kahraman evlerine kavuşmuştur. Bu askerler başarı gösterememiş olsaydı ağır eleştiriye muhatap olacaklardı.

Böyle bir durumda övgüyü hak etmediği söylenebilir mi?

Başarısızlığı eleştiri alan asker, başarı kazandığında kendini hak gasbına uğramış hissetmemelidir.

Geç kalmış bir operasyon söz konusu ise gereken yapılmalıdır.

“Türk Ordusu geç kalmış bir operasyonun eksikliğini yaşıyorsa çaresi bulunur.

Harekât daima sivil kayıpları en aza indirecek biçimde planlanmalıdır.

Bildiği iş ne?

38 askerin bölgeden çıkarılması, doğru bir karardır. Muhalefetin “toprak kaybına uğradık” çığlığı ise sınır güvenliği konusunda daha pek çok yanlışın yerine yeni fikirler koyma mecburiyetimizi hatırlatıyor.

Sınır güvenliği üstüne daha fazla çalışmak, mutlaka siyasete kendini duyurmalıdır.

İç Güvenlik Paketi konuşalım derken Dış Güvenlik Paketi patladı.

Türkiye’yi yönetenler sivil kayıplar vermekten korunmayı öncü işaretlerden sayıyor. Aradığımız çareyi hatırlatıyor.

Geçmiş olsun...

İş yanlış başladı. Türkiye’ye koalisyon gücünün önemli bir bölümü tahsis edildi.

Bu eğitimli askerler ne yapacak?

Görevlerini tamamladıkları zaman silâhları ile yapmak isteyecekleri şeyi deneyecekler.

Eğit-Donat tecrübesi de bu silâhlı takımı özendireceği için çıkan tablo şaşırtacak çoğumuzu.

“Silâh bırakmadan olmaz” sözü artık hükmünü yürütmeli!

Yazının devamı...

Yeni durum Gül faktörü

Terör ortamında “Bütün ihtimallerin gerçeğe aynı uzaklıkta” olması mümkündür.

Hatta bu ihtimali akıl karıştırmak için terör örgütü özellikle öyle düzenler.

Şu anda vatansever, insansever insanlar, terörün kurşun gibi ağır havasını, içleri kan ağlayarak solukluyorlar.

Ülkenin meşru düzenini kötülemek, temelinden sakatlamak için silâh kullanıyorlar.

Kamu düzeni zarar görüyor.

Türkiye, insanlık dışı bir suç olan terör belâsına baş kaldırmış iki üç kez de üstesinden gelmiş bir ülkedir.

Uluslararası konjönktür, teröre direnme gücümüz şu an ne durumdadır; merak etmeye değer kılıyor.

Her defa olduğundan daha büyük önem atfemeliyiz bu soruya.

Değişen Türkiye

Eskiden üniversitelerden fabrikalara ve oradan sokaklara yayılan şiddet olayları yaşardık.

Şimdi özgürlük taleplerinin ağırlığı artmıştır. Polis devleti uygulamaları üniversitelerle fabrikalardaki sosyal patlamaları geciktirmiştir.

Muhalefetin direnci ve fikri yardımı eksik kalıyor.

İktidar polis devleti uygulamaları ile oluşan acımasızlığa önem vermiyor gösterileri gaz ve basınçlı suyla boğuyor.

Yalan ve iftiranın ateşi her yerde körükleniyor. Bu çamurlu ortamda kimse temiz bırakılmıyor.

İktidarın mağduriyete dayalı seçim propagandası yürütme geleneği Cumhurbaşkanı ailesini yeniden kapsamaya başladı.

Suikast iddiası da içeren bu endişe verici tırmanış için Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şahsım ve ailem adına takipçisi olacağım” dedi.

Ne değişecek?

İhanet ve cinayet üniversiteye geri döndü işte!

El kaldıran kurucu

Siyasi gündemin dün oluşan yeni dengeleri, eski Cumhurbaşkanı Gül’ü uzun bir aradan sonra sahnenin ön sırasına geçirdi.

“Abdullah Gül’ü Tayyip Erdoğan’la karşı karşıya getirdi” demek daha mı yerinde olur?

Erdoğan eskisi kadar güçlü olmadığını herhalde anlayacaktır.

Meclis’i birbirine katan “İç Güvenlik Paketi” hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne yaparlarsa yapsınlar, bu paket geçecek” diye meydan okuduğu saatlerde Abdullah Gül, rota düzeltecek manevraların mesajını veriyordu.

“Ben AK Parti’nin kurucusuyum. Partime döndüğümü söyledim;

İç Güvenlik Paketi’ne yönelik, hükümetimizin bunu bir kez daha gözden geçirmesini tavsiye ederim;

Bazı düzeltmeler yapılmalı;

Polise verilen aşırı yetkilerde dikkatli olmalı.”

Bu tavsiyelerin yetersiz kalması mümkündür; ama yedeği var:

“Türk tipi Başkanlık olmamalı,

Kuvvetler ayrılığı ilkesine önem verilmeli.”

Yazının devamı...

Mini etek mini akıl

Utanın yaptığınızdan. Böyle bir müdahale hakkını size kim veriyor?

O masum çocukların bir kısmını av, bir kısmını avcı gibi kullanmak, sonuçta hepsini acımasızca harcamak değil mi örgütlediğiniz oyun?

Bir okulda, öğretmen tarafından tertiplenmiş kumpas, eğitim sistemimizde bir süredir kendini gösteren hastalıkların ne kadar hızlı yayıldığına işaret ediyor.

Yer, Antalya Kepez Atatürk Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı’nın odası.. 31 sınıfın başkanı kadın yöneticiyi dikkatle dinliyorlar:

“Erkek öğrencilerden bir tim kuracağım. Bunlar mini etek ve tayt giyen kızları önce uyaracak. Eğer devam ederlerse taciz yapılacak!.”

Ülkenin ordusuna bile kumpas kuran ahlâki bozulmanın, küçük yaşta çocuklarımızın beyninde filizlendiğini gösteren elim

bir olayla karşı karşıyayız.

Hele bir kadın öğretmenden gelmesi vahametini daha da arttırıyor.

Çocukları suça teşvik ederek, arkadaşları içinde teşhir ederek sağlanacak eğitimden hayır mı gelir?

Bu sakat anlayışın ele geçirdiği çocuklara iyilik yapmadığımızı geç farketmek düzeltme şansını da kaybettiriyor.

Toplumsal kaybın zirve yaptığı olaylar karşısında gördüğümüz her basit hata, şu soruyu sordurur:

“İyi bir eğitim bu aptallığı önler miydi?”

Hayatın bize tattırdığı her başarısızlıkta yetersiz eğitimin iyi yetişmeden çocuklarla buluşan öğretmenin bir payı vardır.

Lise çağının masumiyetine saygı duymayan eğitim kendini düzeltmeli, eksiğini kapatmalıdır.

“Geçmiş olsun” demek için harcanan zamanı bile kaybetmeyelim!

Kirli çamaşırlar kaynasın

Hele bizim parlamentomuz... Türkiye’nin bir imparatorluk enkazından kurtarılmasında en büyük emek, en kahraman yürek orada buluşmuş, oradan harekete geçmiştir.

Bu hafta Meclis çok alışık olmadığımız sahneler yaşadı.

Kaba kuvvet, maddi manevi yıkımlara sebep oldu.

Tekmeler, yumruklar acımasızdı. Dileriz o sahneleri yeniden görmeyiz.

Nezaket ve bilinç parlamenter kişiliğin en değerli malzemesidir.

Ama çoğu bilge kişilerin oluşturduğu meclis bu hafta saatlerce kavga etti, halka umutsuzluk verdi.

Hüsamettin Cindoruk bilgisi ve keskin zekâsı ile iz bırakmış Meclis Başkanlarından biridir.

Kendi döneminde “Kamu Yönetiminde Ahlâk Yasası” çıkarmanın eşiğine kadar getirdiği bir çaba ziyan olmuş.

Disiplin Yönetmeliği olmamış ama Meclis TV’si o arada gerçekleşmiş.

Biri “Meclis TV kirli çamaşırlarımızı kaynatacak” deyince Cindoruk’un öğütü duyulmuş:

“Siz de kirletmeyin!”

Yazının devamı...

Korunsun ama nasıl?

Kutsal üstünden yaratılan mutabakatlar neden zor gerçekleşiyor?

Evrensel hukuk ve hukukun üstünlüğü ilkesi de aynı derecede mutabakatı hak eden metinler sayıldığına göre neden birine gösterilen saygı ve itaat ötekilerden esirgeniyor?

Neden tartışılmıyor?

Neden buna cesaret edenler ağır bedel ödemek mecburiyeti ile karşı karşıya bırakılıyor?

Türkiye Cumhuriyeti yıllardan beri milli bütünlüğü kışkançlık uyandıran bir ülkedir. Onu kültürel temelde bile olsa ayrıştırmak isteyen siyasetçiler onbeş yıldan beri otuzu aşkın etnik kimlik üretti.

Bunu yaparken yapay ayrılıklar, intikamcı bölünmeler uydurdu. Ve işte şimdi o lânetli hedef gerçekleşiyor.

Yanlış anlama riski

Meclisimiz kan gördü. “Kininizin davacısı olun” talimatı peşinde sürüklenirken parça parça olan Meclis eski güven uygusunu yayamıyor.

Ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu “Meclis’te can güvenliği yok” dedi dün.

Sözüm ona “İç Güvenlik Paketi”ni görüşüyor Meclisimiz.

Hangi iç güvenlik kaygısı bu, kamu düzeni ve asayiş mi güçlendirmek istediğimiz hedefler, yoksa ülke bütünlüğüne yönelmiş meşum niyetlerin oluşturduğu tehdit mi?

Meclis’te görüşülen İç Güvenlik Yasası, insanlar üstünde sadece Türkiye’nin yardıma muhtaç duruma düştüğü şüphesi uyandırmaya yarıyor.

Meclis’te bazı milletvekillerinin yaralanmasına da sebep olan bir kavga yaşandı.

Ben yanlış bulmuyorum kavgayı; yeter ki ülkenin menfaatini koruma endişesinden kaynaklansın.

Yeter ki bu kavga hukukun üstünlüğüne ve içteki güvenlik duygusunun yerleşmesine hizmet etsin..

Hangi özgürlük?

Meclis’te işe başlarken beş milletvekilinin yaralanmasına sebep olan bu yasa paketine “Özgürlükleri Koruma Yasası” adını verenler var.

Tanınmış hukukçuların tecrübelerine güvenerek yaptığım küçük çaplı bir araştırma bazı ortak sorunların varlığını duyurdu bana.

Mesela “Yasa kime karşı hangi özgürlüğü koruyacak?”

Sözüne güvendiğim hukukçulara göre hükümet doğru bir hedef seçmedi.

Yapılması gereken Avrupa hukukunun gösterdiği hedeflere yönelmekti. Kafalarına uyan kamu düzenini formüle etmek değil...

Gücü ele geçirenler, kamu düzenini sağlayacak yerde kendi tercihlerine uyan neyse, onu seçmişlerdir.

Özgürlüğü ara ki bulasın!

Hukukçuların çoğunluğu, hukuka ve tarafsızlığa selâm yollayan şu tarif üstünde buluşmuşlardır;

“Tipik bir faşist yasası.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.