Şampiy10
Magazin
Gündem

Mehmetçik lekesizdir

Birinden duymuş, bir yerde okumuş olabilirsiniz ama savaş lordlarını parlatmak değil amacım.

O kadar soylu ve erişilmez ki, savaşa katılıp da hakkına düşeni alamamak, Çanakkale’de işlenmiş gasp suçu sayılır.

Kahramanlık yürek ister, kahramanlar övgü ister.

Çanakkale zaferi kahramanlarının da bizden beklediği şey hayırla anılmaktır.

Bu görevi yerine getirmek için yeterli sebep vardır.

Türk askerinin yücelmiş bir ruha sahip olduğuna tanıklık etmiştir Çanakkale. Bu yüzden düşmanlarının bile saygısını hak etmiş, övgüsünü kazanmıştır.

Yeni kuşaklar haberdar edilmelidir. Çanakkale destanını yazan yüksek ruh onları da kanatlandırmalıdır.

Akıl almaz olay

Çanakkale’den bir zaman sonra Avustralya Genel Valisi olan o günlerin Üstteğmeni Cosey anlatıyor:

“1915 Nisan’ı.. Conkbayırı’nda Türkler ve Birleşik Kuvvetler arasında korkunç siper savaşları oluyor.

Siperler arasında 8-10 metre mesafe var.

Süngü savaşından sonra ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar, ölüler toplanıyor. Bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz subayı avazı çıktığı kadar bağırıyor ‘kurtarın’ diye yalvarıyordu.

Ama hiç kimse siperden çıkıp yardım edemiyordu. Çünkü en küçük bir kıpırdanış kurşun yağmuru yaratıyordu.

Bu sırada akıl almaz bir şey oldu.. Aslan yapılı bir Türk askeri silâhsız olarak siperden çıktı.

Hepimiz donduk kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyordu.

O yavaş adımlarla ilerliyor.

Savaş suçu çıkmaz

Türk askeri yaralı İngiliz subayı yerde kucakladı, siperlere doğru yürümeye başladı.

Yaralıyı yavaşça yere bırakıp siperlerine döndü.

Teşekkür bile edemedik.

Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti ve insan sevgisi konuşuldu.

Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılar.

İMZA; Üstteğmen Cosey.”

Önümüzde Ermeni soykırımı diye adlandırılan bahane ile hayatımızı karartacak bir saldırı, eli kulağında sırasını bekliyor.

Türk askeri ve savaş suçları...

Bu bakımdan Mehmetçik lekesizdir.

Yüz yıldır kanıt arayanlar nasıl boşa kürek çektilerse bundan sonrakiler de aynı kaderi paylaşacaklardır.

Yazının devamı...

Bu araştırmaya inanalım mı?

Ülkenin kaderini elbette Haziran’daki seçim belirleyecek.

Ama çok seçici davranma huyunuz varsa anket şirketlerinin rakamları ile bir süre idare edeceksiniz..

Son anket, bir alt-üst oluş resmi çiziyor.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’a göre toplumsal kutuplaşma tehlike yaratan bir çizgide ilerliyor.

Bu gidişin verdiği ilk mesaj şudur:

“Kutuplaşma halkın yüzde 60’ını içine alıyor. Bu kitle düne kadar hep AKP lehinde olmak üzere yüzde 25’e karşı yüzde 35 olarak paylaşılmış.

Birikim en korkulacak şekliyle patlamıştır. Öyle görünüyor.”

AKP karşıtlarının oranı ilk kez, sandığa da yansıyacak biçimde değişmiştir.

Son araştırmaya kadar AKP lehine yüzde 25’e yüzde 35 ile oluşan denge aynı rakamlarla, yani CHP lehine kendini tekrarlamıştır.

Yaşam memnuniyetini bile değerendirmeye katan araştırmayı bir seçim zaferine yükseltmek zorunda olan partilerden seçmenler marifet bekliyor.

Yüzde 10 seçim barajına itiraz edenlerin seslerini duyarız inşallah!

Yardımdan daha fazla bir şey

Büyüklerimiz “Geç olsun da güç olmasın” diye dua ederlerdi.

Ne yazık ki “lâfla peynir gemisi yürümez” diyenler her zaman daha haklı çıkıyor.

Çünkü üretimin ve istihdam faaliyetinin başarılı bir çizgide yürütülmesi duadan önce hazırlığın doğru ve eksiksiz yapılması şartına bağlı olduğunu herkes biliyor.

Aralık 2014 verilerine dayanan araştırma, işsizliğin yüzde 10.9 olduğunu ortaya koyuyor.

Öteki göstergeler (mesela üretimin gerilemesi, kur farkının devalüasyonla beraber getireceği fiyat artışları) hayatı olumsuz etkileyecektir..

Ama yine de gerçekçi olmak, koruyucu enerjiyi kendi vatandaşlarımız için değerlendirmek öncelik almalıdır.

Türkiye’yi yönetenler cennete mi gitmek istiyor?

Türkiye için kabul edilmesi zor bir mülteci dramı yaşıyoruz.

Her gönderilen lokmayı burada hak etmiş vatandaşlarımız var. Türk halkı felâkete uğramış insanlara gösterilen yardımseverliği tasvip etmekten geri durmaz ama yapılan hayrın yanlışa gitmesini de istemez.

Türkiye bütün gücünü Suriyeli sığınmacılara yönelttiği için şüphe altında kalıyor.

İki milyon Suriyeliye bakan Türkiye öteki yardıma muhtaç komşularını ihmal ediyorsa herkes bu ilişkinin ardında ucuz menfaat ve siyaset arar.

İyiliğe evet ama bölgenin “hacıağa”sı olmayalım!

Yazının devamı...

Bağışlanan hayatlar..

Krizi yönetmek de siyasetçinin işidir. Ama bu anlayıştaki her çaba çözüme katkı değildir.

Cumhurbaşkanı’nın pazar günü yaptığı konuşma, aylardan beri bölücü terörü bitirme umudu besleyenler için derin bir hayal kırıklığı oldu.

Hükümetin yetkilerini kullanan Cumhurbaşkanı, Türkiye’ye uzunca bir ateşkes yaşatan anlaşmayı yokluğa mahkûm etmişti.

Tabii ki anayasadan aldığı yetkileri aşan Cumhurbaşkanı’na “Ben yaptım oldu” deme hakkı gerçekçi değildir.

Ama demokrasilerde çare tükenmez ise siyaset, Haziran’daki seçimi şöyle veya böyle kriz çözücü bir güce kavuşturacaktır.

Tek devlet ve tek millet olarak yaşamaktan Türk halkı sadece yarar gördü. Maddi ve manevi varlığını bu sayede güçlendirdi.

Neyin eksik?

Halk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı izlerken çelişki içine düşüyor.

Çünkü Cumhurbaşkanı maksadını aştığı hemen belli olan vaatlerde bulunuyor ama sonra hemen fazla ileri gittiğini fark edenlerin ricat hakkını kullanıyordu.

Ortadoğu’da dört devletten alınacak topraklar üstünde bir Kürt devleti hayallerde çoktan kurulmuş, hakları ve sınırları çizilmişti.

Tayyip Erdoğan Pazar günü şu ifadelerle yıktı oluşan inancı;

“.. Kardeşim neyin eksik senin? Bir Kürt olarak sen bu ülkede Cumhurbaşkanı oldun mu, oldun. Başbakan çıkardın mı, çıkardın. Bakan çıkardın mı, çıkardın, devletin en üst kademelerine yönetici gönderdin mi, gönderiyor musun, evet. Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde var mısın, var.

Ne istiyorsun daha?”

İnkâr edilemez

Aynı konuşmasında Cumhurbaşkanı şok yaratan girişi şu ifadeleri kullanarak yaptı:

“.. Buralarda bizim, bu terörle mücadelede neler kaybettiğimiz belli. Bunu bilmeyenimiz var mı? Hala bakıyorsunuz varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne sorunu; artık böyle bir şey yok!”

Ülkedeki muhalefet, iktidar için sıkıntı veren bir soruyla karşılık verdi Cumhurbaşkanı’nın “Böyle bir şey yok” hükmüne.

Madem ki Kürt sorunu yoktur, neden Çözüm Süreci diye bir barış köprüsü oluşmuştur?

Heyetler İmralı adasında ne arıyor? Sürecin Nevruz Bayramı’na kavuşması, uğurlu bir beklentinin eseridir.

Bu beklenti, madem ki barışın hakkı olarak kullanılacaktır, kimse niyet okuyarak yolu kapatmamalıdır.

Arayışa Nisan’a kadar zaman tanımak çok görülmemelidir!

Ateşkes’in bize bağışladığı hayatlara gösterdiğimiz saygıya teşekkürümüz olmalıdır..

Yazının devamı...

Gürültülü propaganda

Gördüğü hizmet karşılığı maaş alıyor olsaydı, Tayyip Erdoğan dünyanın en zengin Cumhurbaşkanı olurdu.

Onun Başbakanlık görevini bıraktıktan sonra makul bir tempoya gerileyeceğini umanlar yanıldılar.

Geçen gün çevirdiğim taksi, bu yanılgının muzip yakınmaları ile kapısını açtı.

“İmkân varsa müzik kanalı isterim.”

Hiç itiraz etmeden bir müzik kanalı açtı.

Bazı günler, 3-4 konuşma yapan Cumhurbaşkanı’nın kulakları çınlamış olmalıdır.

Erdoğan bu tempoya kaç hafta, kaç ay ayak uydurabilir?

Yükselen her erkek sesinin siyasi mesajlar verdiği bir ortamın dayanılmazlığından korunabilir mi?

En azından gürültülü siyasete söylenecek sözümüz olmalı.

Tam bunu düşünürken gürültü sorunumuza çare olabilecek bir haber geldi:

Meksika muhalefet lideri Türkiye’nin başkanlık sistemine geçiş hazırlığı yaptığını öğrenmiş.

Uzun süredir tecrübe kazandığı bu sistem konusunda AKP’ye yardımcı olmak istemiş.

Bir cümlelik hüküm notu işi bitiriyor;

“Tarihimizin en kötü rejimini örnek almayın” diyor.

Devrimci Halk Cephesi Başkanı Martinez, Evrensel gazetesine gönderdiği mektupla Türk halkını uyarmak istediğini söylüyor.

Taşıdığı zaaflar ve engellere rağmen halâ başkanlık sisteminde direnenlerin eğer halâ inat ediyorlarsa, yaptıklarının siyasi intihar olacağını belirtiyor!

Meksikalı politikacı, başkanlık sisteminin tabiatı gereği çoğulcu yapıya dönüşümün kimseyi kandırmamasını çünkü başkanlık hesabı ile çıkılan yolun “tek adam”da sonlanacağını herkes görecektir..

Ama geri dönme ve değiştirme şansını yitirmiş olarak!

Yeni Anayasa arayışına yönelenler sükûnetin yaratıcı tabiatını bu defa iyi değerlendirmeli..

İnsanları bölmeyin, günahtır!..

Davutoğlu sayesinde camide namaz kıldıran bir Başbakan gördük;

Zonguldak’ta müftülüğün vakit namazlarına katılan vatandaşları listelediğini öğrendik..

Laik cumhuriyet değerlerine bağlı toplumları koruyan ilkeler, muhatabı profesör bile olsa aynı derecede inanç ve bağlılık talep etmiyor mu?.

Din sömürü aleti olmamalı. Her eğilime göre eğilip bükülmemeli.

Bunu ihmal edenler yanlış yapıyor, din de bundan zarar görüyor.

Toplum bölünüyor.

Cemaati cami çatısı altında “bizimkiler ve ötekiler” diye listeleyenler, bu çağda taraftar bulamamalı.

Yazının devamı...

Merkezi zorlama

Bizdeki iktidarların gözünde “çok çalışmak” gece-gündüz kanun çıkarmaktır!

AKP’nin hem de tek başına iktidarda olduğu onüç yılda bütün zamanlar, yeni yasalar getirmek veya anayasayı değiştirmek için kullanıldı.

Reklâm ve propaganda AKP’nin en başarılı olduğu alandır.

Batılı demokrasilerde ise yeni yasa önerilerine “ince eleyip sık dokuyan” bir anlayışla bağlı kalmaktır.

Sonradan değiştirmeye mecbur kalacağınız çok sayıda kanun çıkarmaktansa yeterli zamanı yasalara verirsiniz.

O yasalar vatandaşların zihninde yer eder.

Meclis yasanın anlamını ve amacını öylesine irdeler ki bireyler de, sivil toplum kuruluşları da sanal bir meclisin üyeleri gibi davranırlar.

Sonuna kadar katılırlar tartışmalara.

Kötü yasalar eskir

Bizde maalesef yasama çalışmaları bile küçük çaplı uydurma ve kaydırmaların takas malzemesi oluyor.

Şu dönemde siyasetin gündemi oldukça yoğun. Ekonomi Şubat soğuğunda sürekli operasyon geçiriyor.

Siyasetin zehirli dili, toplumu alt katmanlarına kadar olumsuz etkiliyor.

Çözüm Süreci acaba halâ seçim gerilimini dağıtmaya yarayan oyuncak görevi yapabilecek mi?

Büyük resme bakarak yapacağınız bir değerlendirme, herkesin cevabını merak ettiği soruyu masaya getirebilir:

“Hey ne oluyor orda, yeni devlet mi kuruluyor?”

Türkiye’de rejim, hergün siyasetçileri sınava sokuyor.

Öylesine yoğun ki bu alışkanlık siyasetçileri aşıp yüksek bürokratlara kadar erişebiliyor.

Kurtarıcı başkan

Bu haftaki Economist, Cumhurbakanı Erdoğan ile Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı arasında ateşkes sağlandığını yazıyor.

Bu uzlaşmanın düşünsel tabanı, yaklaşan seçime hazırlanmaktır.

AKP yaşadığı beş seçimde şunu öğrendi:

Seçimin bir numaralı gerekçesi, halkın ekonomik gücünün ne ölçüde memnuniyet yarattığıdır.

Cumhurbaşkanı kendi anlayışını dayatmak istedi ama olmadı.

Seçime giderken ekonomiyi büyütmek konusunda israrcı olmaktan vazgeçmeyecektir.

Büyümeyi de faizi düşürerek tekrar harekete geçireceğine inanıyor.

Merkez Bankası Başkanı Başçı karanlık bir maceraya itilmenin eşiğinden döndü. Cumhurbaşkanının inadı, anayasa kitabını savuran öfkeyi diriltmediği için biz de şanslıyız.

Sivil bürokrat olarak Başçı yumuşak inat siyaseti ile çok şeyi kurtarmıştır!

Yazının devamı...

Uçak alacak para yok mu?

Kamuoyu dinamiklerinden yararlanma imtiyazı özgür toplumların üstünlüğüdür.

Yasama, yürütme ve yargı ise, devleti ve demokratik toplumu oluşturan erklerdir. Ama çağın sunduğu imkânlar, önceki yapıyı toplum adına bozmuştur.

Üç erk dörde yükselmiştir.

“Dördüncü kuvvet” olarak ChronicleTextO1 “kamuoyu” onun adına sisteme eklenmiştir.

Bizde bu konuda iletişim sorunu var.

Malatya ve Konya’da 6 pilotun şehit oldukları haberi var.

Kazalar sonrası ortaya çıkan üzüntü alıştığımız ezberi hemen hatırlatıyor bize:

İnandırıcı bir teknik neden buluyoruz ve gencecik kahramanları adına “Zaman” dediğimiz şehitliğe defnedip unutulmalarını sağlıyoruz.

Her kazanın sonrası toptan bir kontrol geçirmek belki iyi bir alışkanlık ama artık öğrendik ki yeterli tedbir değil..

Böyle olaylar karşısında daha aktif tepki göstermek her durumda işe yarayacaktır.

Sistemimiz önce basının katılımı ile eksiğini gidermeli, pilotları ve uçakları teknik nedenlerle kaybettiğimize halkı inandırmaya çalışmamalıdır.

“Teknik neden” deyip sonra “pilot hatası”na dönüşen düşme sebebi TSK’da bile kabul görmüyor.

Yenileşme kendini dayatıyor.

Dört jet uçağının birbirlerinden habersiz eğitim veya devriye uçuşuna çıkması, aynı saatte kazaya uğrayıp düşmeleri?..

Böyle bir talihsizliğin koca gök kubbede bula bula bizi bulması, en azından eksiği kendimizde aramaya mecbur ediyor bizi.

Tabii en büyük eksiğimiz demokratik kamuoyudur.

Onun varlığı kendini şimdiye kadar kanıtlamış olsaydı, bütün dünyanın hizmetten çektiği bu uçaklar “dörtte dört” isabetle Türkiye semalarında birbirlerini bulmazdı.

Gençlerini müzelik uçaklarla hizmete yollarken kendileri israfın kör karanlığına batmazdı.

Tepki gösteren kamuoyu korkusuyla eski uçakların günahını çekmezdi!

Kaza gibi bir şey bu; ama değil!

Güler yüzlü siyasetçiler

Başbakan Davutoğlu’nun doğuştan kazanılmış güler yüzü en azından çevresindekiler için avantajdır.

Çünkü mutluluk ve güven yansıtan bir çehredir.

Yüzü asılmışsa bu defa da “erken uyarı” yerine geçer.

Zorluğumuz şurada:

Onüç yıla varan bir alışkanlık...

Ortada gerektiren bir sebep olmasa bile gülümseyen bir Başbakan vardı;

Öbür yanda gülümsetecek sebep bulunsa bile gülmeyen bir Cumhurbaşkanı.

Yönetenlerimizi Allah güldürsün. Milleti de...

Yazının devamı...

Ağır sorun ikiye çıktı

Can ve mal güvenliğini korumak, devletin yüzyıllar boyu önde gelen işi ve sorumluluğu olmuştur.

Devletin ömrünü, bu sorumluluğu yerine getirmekte gösterdiği verim ve yetenek belirler.

Yazık ki zaafımız tam da bu noktadadır.

Siyasi çözüm arayışları tedavinin önünü açmamıştır. Yerine, sorunun ekonomik olduğu, çözümün de orada aranması gerektiği ortaya çıkmıştır.

Ve sorun, küresel medya ortamında itibarlı bilim adamları tarafından adeta dünyaya ilân edilmiştir.

Princeton Üniversitesi’nden Dani Rodrik, değeri Dolar karşısında gerileyen TL’yi kurtarmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğru müdahalelerde bulunduğunu düşünmüyor.

Sebep?.. Erdoğan’ın gücü arttıkça kibri de artmış!

Faiz haram mı?

Yalnız dikkat.. Ekonomideki gidişi uzmanların hükümete doğru biçimde anlatmadıkları öne sürülüyor.

Yalnızlık, her başarılı uzmanın kaderidir.

Ekonomist Dani Rodrik bu dramı şu sözlerle doğruluyor:

“Erdoğan’ın gücü arttıkça kibri de arttı. Şu anda etrafında, ne olup bittiği gerçeğini konuşabileceği, faizi düşürmek israrına dayalı teorisinin işe yaramadığını yüzüne karşı söyleyebilecek çok az insan kaldı!”

Doğrudur, İktidarın bilim ve medya çevresinden elde edebildiği fikri yardım son derece kısıtlı.

Ama bunun günahını siyaset zeminini kısıtlayan zihniyette aramak lâzım.

Bu faiz-döviz sarmalına koca bir sistemi, iyi giden bir ekonomiyi kurban etmek hangi akla hizmettir?

Pek çok alanda olduğu gibi, çare dinsel ideolojinin faiz haram süzgecine mi takıldı?

Hizipleşmek hata

Terörle mücadeleyle gelince..

Amaç PKK terörü ile birlikte yaşamak olamaz. Bu sancılı hastalık her fırsatı çözümden yana kullanan akıllarla geriletilmelidir.

Önümüzde Nevruz var. Çözüm Süreci projesine destek vermiş ortak akıl, Nevruz’a ilerleyen günleri değerlendirmeye bakmalıdır.

Geriye dönülmesi kolay olmayan kazanım, PKK’nın silâhlarıdır. Artık “Silâh PKK’nın sigortasıdır” gibi tehlikeli sapmalardan sakınmanın zamanı geldi ve geçti.

Bu aşamada düşülecek en vahim hata hizipleşme olur.

Guruplaşmak bizim ulusal huyumuz haline geldi.

En masum tercihte bile devletin en yüksek mevkilerine çıkma ehliyetini kazanmış bürokratlar ve seçilmişler, ait oldukları takımı arayıp buluyorlar.

Kitlesel tercihlerin bireysel takıntılara kurban edilmeyeceği günlere hasret, biter umarım..

Yazının devamı...

Dayatmaya ret tavrı

Otuz akademisyen “Geç mi kaldılar?” şüphesi taşıyan bir bildiri yayınladı.

Bu topraklarda “Geç olsun, güç olmasın” diyen ve sabır, selâmet öneren atasözleri de vardır.

Akademisyenlerin rejimle ilgili kaygılara tercüman olma konusunda epey geç kaldığı söylenebilir.

Ama demokrasi anlayışlı oluyor.

Üniversite dünyasının ağır topları diye anılmayı hak eden otuz bilim adamı (Prof. Erdoğan Teziç, Prof. İbrahim Kaboğlu, Prof. Mustafa Erdoğan, Prof. Büşra Ersanlı...) yapılmak istenen sistem değişikliğinin “Kişiye özgü Başkanlık inşasına dayalı çalışmalar” olduğunu belirtiyor.

Kişiye Özgü Başkanlık Rejimi’nin inşasına dayalı çalışmaların demokratik usullere yabancı olmakla kalmayıp Anayasa dışı olduğunu da tescil ediyor.

Çoğu “hocaların hocası” diye anılan bilim adamları şöyle bir uyarıda bulunuyor:

“Yeni bir rejim dayatması karşısında bulunuyoruz!”

Çoğunluğu anayasa hukukçusu olan bilim adamları, girilen yanlış yolda israrcı olmanın Türkiye’ye başka alanlarda da zarar vereceğini hatırlatıyorlar.

Kişiye özgü bir rejim (diktatörlük) kurmanın Türkiye’yi dünya sisteminden koparma riski içerdiğine dikkatleri çekiyor.

Yeni anayasa yapma konusunda yol gösterici bir ışık hiç fena olmayacak.

Üniversitenin birikimi toplumlarına en çok bu tür durumlarda lâzım olur.

Eski kötü tecrübelerin yarattığı çekingenlik üniversiteyi halka yabancılaştırdı.

İlişkileri daha Batılı gelenekler üstüne oturtmak iyi olur..

Ne seninle ne sensiz

Devletin istihbarat elemanı hemen bir bakışta görülmez.

Halka açık mahallerde sosyal hareketliliğin ortasında ilgi ve merakın odağı olmaz. Olmamalı..

MİT Başkanı Hakan Fidan dün, baş döndürücü bir tayin macerası (milletvekili adaylığı da dahil) yaşadı.

Meğer MİT’e yakın bir yaşam sürmeye meraklı ne çok insan varmış:

Fidan’ın devlet zivesinde dönüp dolaştıktan sonra MİT’te bırakılması, hayıflanma nidalarına sebep oldu.

Bu ne demek oluyor?

MİT Başkanı insana arkadaşlık değil korunma ihtiyaçlarını hatırlatır.

Bizim gizli servisimizin son on yılda gerçekleştirdiği operasyonlar şu şarkıyı çağrıyor;

“Ne seninle olalım, ne sensiz..”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.