Şampiy10
Magazin
Gündem

Önlenemeyen kargaşa!

Maalesef seçim yaklaşırken ülkedeki kaos hali daha da artarsa korkumuz gerçek oluyor.

Yaşanılan terör saldırılarının toplumda yarattığı moral bozukluğu geçmeden yeni tatsız olaylar gündemi sarıyor.

Savcı Kiraz’ı katleden teröristlerin “Adliye’deki güvenlik zaafı” nedeniyle elini kolunu sallayarak içeri girmesi ve eylem gerçekleştirmesi avukatlarla polisi, vatandaşla devleti karşı karşıya getirmiştir.

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal bile polis tarafından sert muamele ve kalkanla durdurulmuş, “Adliye’de polis terörü”nden söz etmiştir.

Güvenliği sağlamakla “ülkenin avukatlarını hırpalamak” ve “zan altında bırakılıyor” havası yaratmak arasında bir makul çizgi olmalı!

İç güvenlik yasası!

Eski Cumhurbaşkanı Gül’ün “Polisin yetkilerini, özellikle dinlemeyle ilgili nasıl istismar ettiğinin örnekleri görülmüşken bu konularda dikkatli olmak gerekir.

Ümit ederim ki arkadaşlarım yasayı yeniden gözden geçirir ve gerekli düzenlemeleri yaparlar” dediği İç Güvenlik Yasası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylandı.

Bu yasa polise istediği her vatandaşın evini, arabasını, üstünü hiçbir gerekçe göstermeden arama ve 48 saat gözaltına alma yetkisi verecek.

Polis isterse “ellerinde sapan vardı” gibi bir nedenle vatandaşı hırpalayabilecek ve silâh kullanma yetkisi de arttırıldığı için ateş edebilecek..

Ne darbesi?

Bu yasadan önce de vatandaşa şiddet kullanan, hatta ölümüne neden olan polislerin “Biz darbeyi önledik” şeklindeki anlamsız açıklamaları ve cezalandırılmadıkları görülmüştür.

Şimdi İç Güvenlik Yasası ile bu şiddetin çok daha rahat uygulanabilme tehlikesi ortaya çıkıyor.

Güneydoğu’daki PKK terörünün veya şehirlerde terör olaylarının cezasını halk çekmemelidir.

İç Güvenlik Yasası umarız bu ihtimalleri ve endişeleri gerçeğe dönüştürmez!

Güvenlik zafiyeti var

Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli son terör saldırıları için “Hedef AK Parti, hükümetimizi devirmek, arka planda da Türkiye Cumhuriyeti” demiş

Ve “son zamanlarda güvenlik zafiyeti algısı yaratılmaya çalışıldığını” söylemiş.

Artık bu, her olayda “Hükümeti devirmek istiyorlar” söylemi inandırıcılığını iyice yitirdi.

Bunları bırakalım da önemli kurumlarda var olan güvenlik zafiyetini giderelim.

Yoksa yine üzülebiliiz.

Tarih “ders çıkarmayanlar için” tekerrür eder!

Yazının devamı...

Polisler ve avukatlar!

Dün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı güvenlik görevlilerine “Avukatların da vatandaş gibi üstü aranarak Adliye’ye girmeleri için” talimat verdi.

Yaşanan vahim ve acı olaydan sonra bu talimat haklı görülebilir ama öte yanda “acaba benzer terör saldırılarının önlenmesi için yeterli mi” sorusunun da cevaplanması gerekiyor.

Fotoğraflarda da görüldüğü gibi Savcı Kiraz’ı katleden iki terörist Adliye’ye “sahte kimlikler ve kollarında avukat cüppeleriyle kolayca girip binanın içinde dikkat çekmeden dolaşmışlar.

Demek ki kapıdaki güvenlik görevlileri sahte kimlikleri ayırt edebilecek bir uzmanlığa sahip değiller. Bu takdirde ya gerçek kimliklerin “taklit edilmeyecek” bir özelliğe sahip olması veya havaalanlarında olduğu gibi bunu ayırabilecek denetim gerekmez mi?

Bu denetimler olmadığı takdirde siz avukatları ararken terörist bu kez “hakim veya savcı” kimliğiyle, cüppesiyle girerse ne olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümete Adalet Sarayı ve diğer kurumlarda “özel güvenlik” yerine “polisin görev yapması için telkinde bulunacağını söyledi. Bu konu da terör uzmanlarıyla tartışılması gereken bir konudur.

Acaba şu anda polis “güvenlik önlem ve savunma” açısından yeterli midir?

Yoksa Türkiye gibi sık sık terör eylemleri yaşayan bir ülkede “terör saldırıları için özel eğitim alan” timlere mi gerek vardır?

Gaz sıkılmalı mıydı?

Savcı Kiraz’ın rehin alındığı süreçte “odaya narkoz gazı sıkılması” gündeme gelmiş.

Adliye’ye çağrılan anestezi uzmanları, önerilen gazın “çok uygun olduğunu, refleksleri zayıflatacağını” ama oda büyük olduğu için “etki süresinin uzayacağını” söyledikleri için polis vazgeçmiş.

“Denemek ne kaybettirirdi” sorusunu sormak gerekmez mi?

Elektrik kesintisinin nedeni

Ülke çapında büyük tehlike yaratan elektrik kesintisinin nedeni de halâ açıklanamadı. Aradan iki gün geçtikten sonra Enerji Bakanı Taner’in yaptığı ve “siber saldırı ihtimali”nden de söz ettiği açıklama “hiçbir ilerleme sağlanamadığını” gösteriyor.

‘Batılı ülkelerde de oldu” benzeri vurgular yetersizdir, batılı ülkelerde bu boyutta elektrik kesintisine rastlanmaz. Bakan’ın son olarak dün söylediği “elektrik kesintisi bir daha yaşanmaz diyemem” sözünden sonra toplum “ya seçim gününe rastlarsa” korkusu hissetmekte sonuna kadar haklıdır.

Ciddi sorunlarda çözümü muhalefet partilerini suçlamak yerine kesin önlemlere eğilmek getirir!

Yazının devamı...

Cinayet üzerinden siyaset!

Bir ülkede bir “savcı cinayeti” işlenmişse o ülkenin bütün vatandaşları yüreğinde aynı üzüntüyü hisseder.

Bütün vatandaşlar “Acaba böyle karanlık bir olayın arkasında ne var, gerçek suçlular kimdir” diye merak eder. Hele 2 günde iki önemli terör olayı ve ülke çapında bir elektrik kesintisi oluyorsa!

Berkin Elvan cinayetinin soruşturmasını yapan Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesinin ardından “DHKP-C’nin canlı bombası” olarak aranan kadın teröristin İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne el bombalarıyla saldırması da bunun bir örneğiydi.

Kaos ortamı bitmeyen terör eylemleriyle sürdürüldüğünde oluşan panik ve şaşkınlık havası içinde bilgi kirliliği, şüpheler ve binlerce soru da ortaya çıkıyor.

Siyasetçiler böyle bir ortamda yaptıkları açıklamaların her cümlesine, her sözcüğüne dikkat etmek ve yanlış algılara yol açmamak zorundadır.

Türkiye güçlenince...

Savcı Kiraz’ın toplumu sarsan kaybının ardından sanki cinayeti “Berkin Elvan’ın ölümünden üzüntü duyan kitleler işlemiş” duygusu yaratacak medya mesajları verildi. Bazı siyasetçi açıklamaları da yanlış algılara neden olacak nitelikteydi.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Türkiye ne zaman güçlense, ileriye doğru bir atak yapsa birileri terör örgütlerini devreye sokuyor” dedi.

Özdemir Sabancı suikastini hatırlattı, Gezi olaylarıyla bu cinayeti ilişkilendiren imalarda bulundu.

Aynı konuşmada “Paralel yapının içinde bulunan insanların istihbarat birimlerinden elde ettikleri bilgilerin nerede, kimlere peşkeş çekildiğini biliyor muyuz” diye sordu.

Güvenlik tam mı?

Ama bütün bu birbiriyle alâkasız suçlu arama ifadeleri Türkiye’nin daha önce dinlediği, duyduğu ifadelerdir. Ülkenin şu anda bir atak halinde olmadığı açıktır ve bu sözlerden şöyle sorular da çıkabilir;

“Bu kadar çok tehlikeden ve düşmandan söz ederken ülkede ve bu cinayetin işlendiği Adliye’de güvenlik tam mıdır?

Vatandaş ve özellikle terör hedefi olması muhtemel isimler güvencede midir?

Soma ve Ermenek facialarında bile benzer açıklamalar yapılmadı mı?

Ülke yönetimlerinin görevi yargının gözeteceği ihtimalleri sıralamak ve her olayda rakipleri suçlamak değil, faciaların yaşanmasını önlemektir.

Yazının devamı...

Gerçeğin peşindeyiz!

Türkiye hak etmediği bir kaos ortamı yaşamaktadır.

Berkin Elvan’ın öldürülmesiyle ilgili soruşturmayı ve Gezi gösterilerinde polis şiddetiyle yaralananlarla ilgili soruşturmaları yürüten, gerekli delilleri de topladığı bilinen Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın teröristler tarafından öldürülmesi tarihe “Unutulmayacak olaylar” arasında yazılacaktır.

Savcı Kiraz’ın saatler süren bir operasyonun ardından öldürülmesi sonrasında ortaya çıkan “Adliye’de güvenlik sorunu” üzerinde en çok konuşulan ve önemli soruları ortaya çıkaran konudur.

Bu soruların cevaplanması Türkiye’nin bundan sonra da, özellikle seçime yaklaşan günlerde benzer olayları yaşamaması açısından elzemdir.

Kızmak yerine cevaplanmalı

Teröristlerin avukat cüppesi ve sahte avukat kimlikleriyle “Xray cihazından geçmeden”, ellerinde silâhlarla nasıl Adliye gibi olağanüstü güvenlik önlemleriyle korunması gereken bir yapıya girebildikleri ve rahatça 6. kata çıkıp Savcı’nın odasına dalabildikleri hiçbir aklın cevap bulamayacağı bir sorudur.

Bu son olay başladığı andan itibaren sosyal medyada sorulmaya başlanmış ve açıkçası “elektrik kesintisi” olayıyla, bu nedenle çalışmayan güvenlik kameralarıyla bağlantısı olup olmadığı da tartışılmıştır.

Başbakan’ın olayla ilgili konuşmasında “benzer soruları twitlerle soran ana muhalefet partisi lideri”ne kızmak ve teröristlerin maske takmasını iç güvenlik yasası ile ilişkilendirmek yerine soruların cevaplanmasını sağlaması ülke yararınadır.

Güven özlemi

Bu iki şok olayın; ülke çapında elektrik kesintisi ve savcı cinayetinin aynı güne denk gelmesi doğal olarak şühheler ortaya çıkaracaktır.

Ama değil; dünya bizi hep “darbe, suikast, terör” olaylarıyla hatırlar hale gelmiştir.

Ülke imajına ciddi zarar veren bu tablonun hızla değişmesi için hükümet elinden gelen gayreti göstermeli, diğer ülkelerin güvenlik sorununa müdahaleden önce Türkiye’yi güvenli ülke haline getirmelidir.

Toplum bu gayreti hak ediyor.

Aksi takdirde başta turizm olmak üzere ekonomi, yatırımlar ve genelde ülke çıkarları, bu olaylardan ciddi zarar görecektir!

Yazının devamı...

Bitmeyen savaşlar..

Yıllardır çevremizi saran savaş havası bitmek bilmedi.

Sınırlarımızdaki iç savaşların biri bitecek derken diğeri başladı.

Gözümüzü Irak’a çevirmiştik, Suriye iç savaşı çıktı, karışmayabilirdik ama karıştık.

Sonra Suriye iç savaşının etkisiyle ortaya çıkan Kobani’de Kürt-IŞİD savaşına karışmak durumunda kaldık.

Şimdi ise Yemen’de iç savaş var; Şii militanların bu ülkedeki ilerleyişini durdurmak üzere başta Suudi Arabistan olarak 10 Sünni Müslüman ülkenin başlattığı operasyon sürüyor,

Suudi uçakları Yemen’deki füzeleri savaş uçaklarını bombalıyor.

Türkiye operasyona aktif olarak katılmasa da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran’a yaptığı “Irak’ı da Yemen’i de terkedin” çıkışı İran’da ciddi tepkiye sebep oldu.

İran Dışişleri Bakanı M. Cevat Zarif’in Türkiye’yi “Bölgede stratejik hatalarla onarılmaz hasara yol açmakla” suçlamasından sonra İran Dışişleri Komisyonu Başkanvekili de “Erdoğan’ın İran ziyaretinin ertelenmesini” istedi.

Herkes bu gergin ortamda Cumhurbaşkanı’nın seyahati erteleyeceğini düşünürken o yine şaşırtan bir hamleyle...

“İran’a gideceğim” dedi.

Bu müdahalenin nedenini de “Yemen’in toprak bütünlüğünün korunması olarak açıkladı.

Öngörülebilir olmak git gide bizden uzaklaşıyor!

İRAN’la gerginlik...

Türkiye’nin bu noktada son derece dikkatli politika izlemesi gerekiyor.

Yemen’de iç savaşa karışırken “evdeki bulgurdan” olmamak, kendimizi İran’la da çekişme haline sokmamak için tehdit havasından çok “öneri” temelli bir politika izlemekte yarar vardır.

Hele de Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğüne yönelik bir büyük sorun ortada dururken!

Durduran arıza

Dün Türkiye çapındaki yaygın elektrik kesintisi kentlerde hayatı felce uğratmakla kalmadı, milyonlarca insanın hayatını tehlikeye de soktu.

Metrolarda zifiri karanlığa teslim olanlar, yürüyen merdivenlerde kalanlar yaşam mücadelesi verdi.

TEİAŞ’ın “Türkiye elektrik bağlantısı koptu” açıklamasının ardından Başbakan Davutoğlu’nun “Terör saldırısı ihtimalini de araştırıyoruz” sözü daha da büyük bir korku uyandırmıştır.

Benzer bir tehlike karşısında ülke bir anda felç olacaksa bu nasıl önlenecek?

Akla ilk gelen sorulardan biri:

7 Haziran’da aynı şey olursa?

Bu olay ve arkasından gelen “Berkin Elvan soruşturması savcısının rehin alınması şoku aynı gün içinde inanılmayacak kadar kötü bir tesadüftür.

Hükümetin önceliğinin kendi ülkemizdeki güvenlik sorununa çözüm bulmak olması gerekiyor!

Yazının devamı...

Çocuklarımıza borcumuz var

Önseçim, saygıdeğer bir başlangıçtır.

CHP lideri Kılıçdaroğlu genel başkana yakışan bir farkla önseçimi kazandı.

Fakat öteki ağır topların kendilerinden bekleneni vermediklerini söylemek hata olmaz.

Kılıçdaroğlu önseçim sonrası yaptığı konuşmada “Cumhuriyeti kuranlar bedeller ödediler ama bize güzel bir Türkiye bıraktılar. Biz de çocuklarınıza daha güzel bir ülke bırakmak zorundayız” dedi.

CHP’nin önseçimle milletvekili adaylarını belirlemesi ve Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun bile “ön seçime giren diğer milletvekilleri ile aynı şartlarda yarışmayı tercih etmesi” gerek “parti içi demokrasi” gerekse “özgür bir parlamento” açısından, ve elbette genel olarak ülkede demokrasi açısından son derece önemlidir.

Gönül isterdi ki tüm partiler adaylarını “kontenjan seçimi” yerine önseçimle belirlesin...

Ama ne yazık ki bunun olamadığını ve Türkiye’de “demokrasinin ilk ve en önemli koşulu olan milletvekilinin özgür iradesiyle karar verebilme özgürlüğünün tüm parlamentoda hala, 2015 yılında da sağlanamadığını görmekteyiz.

CHP’nin yaptığı ön seçimlerin en önemli sonuçlarından biri ‘katılımın hala düşük olması’dır.

29 Mart’ta yapılan seçim ana muhalefet partisine “kararsızların” veya “sandığa gitmeyen seçmenin kalan 2 aylık süre içinde kazanılması için bir gösterge ve şanstır.

Sadece CHP’nin değil tüm partilerin görevi seçime katılımı arttırmak ve kararsızları “kararlı”ya dönüştürmektir.

Türkiye 7 Haziran seçiminde iktidar partisinin israrla üzerinde durduğu bir “Rejim değişikliğini”...

Parlamenter rejimden “başkanlık rejimine” geçmeyi isteyip istemediğini...

Ülkenin yakın gelecekte uğrayacağı ciddi değişimi oylayacaktır.

Katılmak lazım..

Önce lâyık olalım

Siyasetçiler partilerinin milletvekili adaylarını belirlemeye çalışırken adeta savaş yapıyorlar.

Oysa bilmeleri lâzım ki zaten yapılması gereken şey, adayları parti seçmenine seçtirmektir.

Sistemi “batılı örnek”lere sözde benzetme vaadi artık kimseyi inandırmıyor.

Halkın nabzı deseniz o da işe yaramıyor.

Sorun açıkta duruyor: İstenmeyen şey Başkanlık Sistemi’nin kendisi değil. Ondan önce Türkiye’nin mevcut devlet yapısına ve Yargı’nın şu andaki şartlarına uygun olmamasıdır.

Batılı toplumların ilkelerini ve ölçülerini Türkiye’de kim birleştirmiş de halk “istemem” diye sokağa çıkmış?

Aceleye getirmemek lâzım, daha çok tartışma gerekir.

Yazının devamı...

Güven duygusu onarım istiyor!

İyi yönde bir değişim, insanları heyecanlandırır.

Olumlu bir değişimden yana olmamak ancak kişisel bir soruna veya güvensizliğe işaret eder.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın istediği Başkanlık Sistemi’ni destekleyen ne kadar insan varsa, onların şahsında büyük kitleler nedense yeniliğe ve değişime kolay razı olmuyor.

Başkanlık Sistemi çok önemli bir değişimdir ve bunu destekleyen ne kadar insan varsa emin olabilirsiniz ki ülke için hatalı olabileceğini düşünen en az o kadar vatandaş ve aydın vardır.

O nedenle karşı çıkanları yok saymak yerine ikna etmek gerekir. Yönetenlerin görevi budur.

Türkiye’de aydınlar yeniliğe ve değişime kolay razı olmuyor. Türkiye’nin artık başkanlık sistemiyle yönetilmesi gerektiğine inanmış ne kadar düşünür varsa, şuna emin olabilirsiniz ki onlara karşı mevzi almış o sayıda muhalif vardır.

Bu kitleyi sorun çözmek için kullanmayı ne zaman başaracağız?

Önemli değişim

Kısır döngüleri şans haline getirmenin de ustaları vardır. Onun için düşünen insanları, belli çözümler amacında bir araya getirmekten vazgeçilmemeli..

The Economist son söyleşilerinden birinde PKK’nın Kandil’deki varlığını ve yaşadıkları değişimi elebaşı Cemil Bayık’ın gözüyle anlatıyordu.

Bayık şöyle demişti:

“PKK artık Kürtlerin çoğunlukta olduğu Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde ayrı bir devlet istemiyor.. Tüm isteğimiz kendi kimliğimiz, kültürümüz ve demokratik koşullarımız altında özgürce yaşamak...”

Müzakereyi verimli kılmak için iki tarafı güven paydasında buluşturmak gerekiyor.

Kürt siyasal önderleri yıllar yılı bağımsız Kürdistan hayalini seslendirdi. Bu iddia sadece ilişkilerin zehirlenmesine yaradı.

Yoldan çekiin!

“Bağımsız Kürdistan” telâffuz edilmese belki dağdaki suçlular ne yaptıklarını değil ne kadar kötü bir şekilde aldatıldıklarını fark edeceklerdi. Bağımsızlık rüyası görmeyen gerçekçiler, müzakereyi daha kolay sonuca götürürlerdi.

PKK terörü, insanca bir uzlaşmayı hayata geçirmenin yoluna girmek istiyor, bu belli..

Bu yolu kimse tıkamasın.

Barış ihtimali varsa siyasi şovlarla ve terörle harcanmasın!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.