Şampiy10
Magazin
Gündem

2011’de 101’inci mağazamızı Çin’de açacağız ama henüz dünya markası değiliz

Dünyanın en büyük kaşmir koleksiyonuna sahip olan ve farklı ülkelerden girişimciliği nedeniyle ödüller alan başarı öyküsü üniversitelerde okutulan Ayşen Zamanpur, Silk&Cashmere’le şimdi kaşmirin anavatanı Çin’e mağaza açıyor.

2011’de 101’inci mağazasını açacağını belirten Zamanpur, henüz dünya markası olmadıklarını söylüyor. Zamanpur’a göre, “Dünya markası olmak için Belçikalı da, Alman da Rus da ortaya konulan üründe bir anlam bulabilmeli, ürün evrensel olmalı”

AYŞEN Zamanpur bundan 18 yıl önce gitti Çin’e. İç Moğolistan’da, kaşmirin anavatanında bir marka yaratabileceğine inandı. Silk&Cashmere emin adımlarla büyüdü. Belçika’dan Cezayir’e uzandı, farklı coğrafyalarda mağazalaştı. Dünyanın en büyük kaşmir koleksiyonuna sahip Silk&Cashmere’in başarı öyküsü üniversitelerde okutuldu, okutuluyor. Ayşen Zamanpur dünyanın farklı ülkelerinden sayısız ödül aldı.

Ve krizin adından yine büyüyor Silk&Cashmere... Yeni başarılara imza atmaya hazırlanıyor. Başarılı girişimci Ayşen Zamanpur’la sohbet her zamanki gibi çok keyifliydi. Bir süredir Ayşen Zamanpur markasının kuruluş öyküsünü yazıyor. Yazmakta olduğu kitabını en kısa zamanda bitirmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Bir kadın girişimcinin bundan 18 yıl önce Çin’de yaşadığı deneyimlerin her ayrıntısını çok merak ediyorum.

18 yıl önce bir hayalin peşinden gittiniz Çin’e. Şimdi orada mağaza açıyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda ne düşünüyorsunuz, nereden nereye diyor musunuz?

Çin’deki yerimiz 101’inci mağazamız olacak. Mayıs 2011’de açılacak. Çok sayıda ‘corner’ımız da var, hem yurtdışında hem de yurtiçinde. Ama Çin farklı. Aslında uzun zamandır düşünüyorduk ama olmamıştı.

Fiba Holding’in Shenyang’taki yatırımı mı size cesaret verdi?

Evet. Fiba Holding Hüsnü Özyeğin Turkmall ile birlikte Shenyang Plaza’yı yapıyor. Çok güzel bir proje. Biz ilk giren Türk markası olduk. Çok güzel bir yerimiz oldu. Zara, Mango gibi markalar da var.

Krizde hızlı büyümedik

Lüks tüketimde büyük düşüş oldu 2008 krizinde. Siz nasıl geçirdiniz krizi?


Lüks etkilendi ama ‘ulaşılabilir lükse’ krizin faydası oldu. Biz ulaşılabilir lüks diyoruz markamıza. Lüksten artan talep bize yansıdı. Hızlı büyüyorduk krizde hızlı büyümedik.

Ne kadarlık bir düşüş oldu?

Yüzde 18-23 büyüyorduk. Krizde yüzde 13 büyüdük. Büyüme hızını kaybettik. İnsanlar krizde ‘Çok şey alamıyorum ama bir şey alacaksam kaliteli olsun’ dedi. Bu da bizim satışlarımıza yansıdı. Ben ‘ulaşılabilir lüks’ lafını ilk 1993’te ettim. Bizim için söylenmiş çok doğru bir tanımlama.

Silk&Cashmere çok klasik, her yerde her zaman makbul... En büyük avantajı bu mu?

Klasik havamız var ama trendiyiz. Grace Kelly, ‘Bana bir kaşmir şal, bir de bir sıra inci verin her ortamda en şık ben olurum’ demiş. Ben kotumun üzerine 1993’te aldığım şalı atsam, siz de salaş bir hırkamı alıp giyseniz, beline de kemer taksanız, bir kemerle bu senenin modasına gelirsiniz. Şalı farklı bağlarım ben de, bu senenin modası olur.

Ürünleriniz modaya kolay adapte oluyor...

Hem trendiyiz hem de şık ve klasik. Senenin çizgilerini uygulamamız çok kolay oluyor.

Neler var bu sene diye soralım o zaman?

Örneğin bu sene empirme etekler var. O eteğin üzerine lacivert bir hırka giy, renkli bir ayakkabı giy en trendisin. Bu sene modayla dalga geçmek trendiymiş. Tasarımcılarım yeni geldi Paris’ten. Mesela militarist olacaksın yeşiller filan, altına dantel, aba kumaştan gelinlik, leopar seksi amazon kadınının etek uçlarına fırfır. Kabayla zarif, seksiyle sevimli birarada...

Modaya uymadan ya da modayı takip etmeden de olmuyor mu?

Eskiden küçüktük, ben gençtim, tutar mı tutmaz mı bilmiyordım. Büyüdükçe yenilikler yaptık. Çok modelimiz oldu. Modayı da içine koyduk. 448 tane saf kaşmirle dünyadaki en büyük koleksiyonuz. Biz tek buna odaklandığımız için bu zenginliğe sahibiz. Eskiden 10 model batsa batardım, şimdi risk alıyorum.

Kaç tasarımcınız var?

3 tasarımcımız var. Bir Fransız, bir Hong Kong’lu bir de onların başında bir Türk tasarımcımız var. Toplam 14 kişi, destekçileriyle birlikte.

Kaşmir’i hala İç Moğolistan’dan alıyorsunuz değil mi?

Hepsini İç Moğolistan’dan alıyoruz. Zaten kaşmir başka yerde yok. Eskiden orada bir yerden alırdım, büyüdük, şimdi bizle çalışan 80 yer oldu.

Çin’i ilk siz keşfettiniz...

Çin’i çok iyi biliyoruz. İpek eşarbı kim iyi yapıyor, kare eşarbı, uzun eşarbı kim iyi yapıyor biliyoruz.

Kareyi yapan uzun eşarbı yapamıyor mu?

Yapar ama en iyisini kim yapıyor? Bunları bulmakta uzmanız. Deli işi bizimki, detay çok. Siz bir eşarp gibi görüyorsunuz. Ama değil. İpek kaşmir bizde çok gelişti. Koleksiyonun yüzde 75’i oldu. 4 mevsim giyildiği için çok tuttu. Farklı üreticilere en iyi yaptıkları şeyi yaptırıyoruz. Çin’in gitmediğimiz yeri yok.

İşçilerle banyo sırası

1992’den bu yana Çin çok değişti. Nereden nereye diye sorsam...


Büyük değişim yaşandı. Ben oradaydım o değişim yaşanırken. Romanımda da yazıyorum.

Ne zaman bitiyor kitap?

148 sayfa yazdım. Biraz beklemede. Ama bitireceğim.

Bekliyoruz sabırsızlıkla. Hikayenize dönersek, Çin’in değişimini siz de yakından izlediniz...

Biz gittiğimizde bakirdi Çin. İnanın İç Moğolistan’da gördükleri ilk yuvarlak gözlü insandım. Halka olup bize bakıyorlardı. Kalacak otel çok kötüydü. Fabrikanın yatakhanesinde işçilerle yattık.

Ne yiyip içtiniz?

Yosunlar, lapalar yedik. İşçilerle banyo sırasında bekledik. 1995’ten sonra yabancılar gelmeye başladı. O güne kadar biz onlarla çalışana kadar kendilerine üretim yapıyorlardı. Biz onlara ‘dünyaya satacağız’ dediğimizde çok şaşırıyorlardı. Dizayn nedir bilmiyorlardı. Bütün gün sipariş verdiğimi sanıyordum bir bakıyordum hiçbir şey anlatamamışım. Benim tek şansım vardı. Ben oraya ucuz diye gitmedim. Kaşmirin olduğu tek adres oradaydı. Ana hammadde oradaydı.

Şimdi her şeyi tasarlıyorlar, üretiyorlar...

Kapıda kendi tasarımcıları karşılıyor artık. Biz yine her seferinde ‘bizim tasarımlarımız’ diyoruz. Pekin’den İç Moğolistan’a 18 saatlik trenlerle gidiyordum. Dış satım, pazarlama, toplantı nedir bilmiyorlardı. Bir jenerasyon büyüdü, hızla değiştiler. Şimdi Çin’e gitmek Amsterdam’a gitmek gibi.

GÜNEY AFRİKA’YA AÇILIYORUZ

Silk&Cashmere ürünlerini İsviçre, Belçika ve Avusturyalıların çok beğendiklerini söyleyen Ayşen Zamanpur, “Litvanya, Sibirya, Cezayir, İspanya her yerde varız... Kanada’da açıyoruz yakın zamanda. Güney Afrika’yı düşünüyoruz” dedi.

Çinliler’in iş yapma kültürü farklı ‘hayır’ demez ama işi aksatırlar

Dünyanın farklı yerlerinde mağaza açtınız. İş yapma biçimleri kuşkusuz farklı. Çin’e gidenler çok zorlanıyor, sizce en büyük zorluk nedir?


Çinlilerle iş yapma kültürü farklı. Fiziksel uzaklık kadar kültürel farklılık da var. Yurtdışında istediğiniz kadar iş yapmış olun Çin’de iş yapmak filmi baştan almaktır. İsviçreliler Belçikalılara benzer, Yunanlılar Türkler gibidir. Çinliler çok farklı. Saygı çok önemli. Sizi sevmeleri de önemli. Hayır demezler ama işi aksatırlar. Batılılardaki ‘ucuz yerden alıyorum’ havasını hiç sevmiyorlar.

Size bu konularda çok danışan vardır...

Danışmanlık şirketi açsam daha iyi para kazanabilirim.

‘Alman da Rus da ürününüzde bir anlam bulmalı’

Türkiye’de hazırgiyimde son 10 yıldır çok marka oldu. Neredeyse hepsi ‘dünya markası olacağız’ diyor. Siz ne diyorsunuz?


Biz dünya markası değiliz. Dünyada mağazalar açmak başka şey. Biz de olacağız inşallah. Ama hiç de kolay değil.

Bakanlık 100 dünya markası hedefi koydu...

Bir markanın dünyada başarılı olması için yaptığı ürün yalnızca bir şeydir, felsefesinin ve evrensel geçerliliğinin olması gerekir. Alıp iyi malları güzel raflarda sunmak marka olmak değildir. 500 mağazan olabilir ama marka olamayabilirsin. Bir Belçikalı da bir Alman da bir Rus da ortaya koyduğun üründe bir anlam bulmalı. Şiirde, romanda olduğu gibi. Tasarım markanın bir boyutudur, içinde mağazacılık, sunum, kitlesel iletişim araçlarını kullanmak vardır, 5 yıllık plan yapmak vardır, 24 saat sürekli eğitilen eleman demektir, elemanlar da marka kültürünü içselleştirmeli...

Siz kendinizi nerede görüyorsunuz?

Silk&Cashmere bunu güzel buldu. İpek kaşmir ikisi birarada... Biri yazın biri kışın, ikisi baharda. Aristokrat havası var. Dünyanın her yerine ulaşıyor, iyi bir zincir kurmuş.. Bunlar biraraya geldiğinde o markanın dışarıya açılma planları olmalı. ‘Dünyanın en güzel ürününü yapıyorum, büyük üretim merkezi kurdum, yurtdışında da şık bir mağaza açayım’ demekle olmuyor. Yurtdışında olmak için azmetmek gerekiyor. Tasarımcılara para akıtılarak, yalnızca mağaza açarak marka olunmuyor.

Yazının devamı...

Yetkin Dikinciler “Yeşil Elçi” oldu

Yetkin Dikinciler bu sezon sokaklarda çalıştırılan, çetelerin eline düşmüş çocukların öykülerinin anlatıldığı Umut Yolcuları dizisinde Zuhal Olcay’la birlikte oynuyor. Doğma büyüme İstanbullu. Ailesi Egeli. Buluşma nedenimiz ise mesleği değil. Yetkin Dikinciler Yeşil Bilgi Platformu’nun gönüllü elçisi oldu. Dikinciler kendini bildiğinden beri doğanın bir parçası olduğunu hiç unutmuyor. Evinde atıkları ayırıyor, su, elektrik kullanımı konusunda her şeyi yapıyor. Yeşil Bilgi Platformu’nun Direktörü Banu Aydoğan ve Yetkin Dikinciler’le sohbet ettik.
Bu arada Yeşil Bilgi Platformu’nu da bilmeyenler için anlatalım. Koç Bilgi Grubu’nun çevre bilincini yaygınlaştırmak için oluşturduğu bir sosyal sorumluluk platformu. Çok sayıda şirket ve sivil toplum örgütü bu platforma üye. Yeşil Bilgi Platformu’na üye şirketlerde sayısız proje yürütülüyor. Anayasası ve Manifestoları var. Bunları imzalayanlar Yeşil Bilgi Elçisi oluyor. Ayrıntılı bilgi için www.yesilbilgi.org adresine bakmanızı öneririm.

* Şirketlerin artık hemen hemen hepsinde çevre odaklı çalışmalar var. Bir yandan da Türkiye’nin en önemli çevre sorunları üzerine çalışan sivil örgütler... Son zamanlarda HES’ler, tarihi mirasımız gündemde. Yeşil Bilgi Platformu Türkiye’nin en büyük gruplarından Koç Grubu’nun sosyal sorumluluk projelerinden biri, neler yapılıyor?

Banu Aydoğan: Bu yıl Yeşil Bilgi Platformu’nun 2’nci yılı. Biz son yıllarda iş dünyasını saran “kalabalıkların gücünü” kullanıyoruz. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz tüm projelerde bu var. Çevre bizim için çok önemli. Bunu yaşamın her alanında en üst sırada görüyoruz. Bu yüzden tek bir noktaya ya da konuya odaklanmıyoruz. Amacımız uzmanlardan doğru bilgileri almak ve bu bilgileri geniş kesimlerle paylaşmak. Doğaya Mektup etkinliğimize 30’a yakın ilden çok sayıda katılım oldu. Mektupların yazarları arasından web sitemize yazarlar seçtik. Kısa Film Yarışması düzenledik. Dereceye girenleri de katılımcılarımız belirledi. Çocuklar için ayrı bir web sitesi hazırladık, o da yakında başlayacak. Onlara Yeşil Bilgi Tohumları diyoruz. Yeşil Bilgi Platformu’na 14 üye şirketle başladık. Sayımız 20’ye çıktı. 20 farklı iş ortaklığımız var. Bu sayı stratejik ortaklarla 25’i buluyor. TEMA da Doğa Derneği de aramızda.




Projemizin amacı en başından beri bilgiyi geniş kitlelere yaymak

* Bugüne kadar hep şirketlerin katılımları ve yaptıkları etkinliklerle Yeşil Bilgi Platformu’nu tanımıştık...

Banu A.: Evet ama proje en başından beri geniş kitlelere bilgiyi yaymak amacında... Yeşil Bilgi Manifestosu’nun altına imza atan binlerce çalışanlarımız var bu projelerde. İlk elçiler ortaklık yaptığımız çalışanlarımız dediğiniz gibi... Amacımız doğru kaynaklardan edindiğimiz bilgileri, sesimizi geniş kitlelere duyuracak kişilerle işbirliği yapmak.

* Yetkin Dikinciler’in ayak izleri doğru mu?

Banu A.: Kendisi kısa film yarışmamızda jüri üyemizdi. Yakından tanıma fırsatı bulduk. Öncelikle bu projeye inanmak önemli. Ve yaşam biçiminin de buna uygun olması gerekiyor. Yeşil bilgi elçileri binlerce ama kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerin bilgilerin yayılması açısından bizim için önemli olduğu da bir gerçek. Yetkin Dikinciler de bizim yol arkadaşımız oldu. Biz kendisine “Gel birlikte söyleyelim, daha çok kişiyi etkileyelim” dedik.

* Yetkin Bey, siz kendinizi tanımlarken ‘çevreciyim’ der miydiniz?

Yetkin Dikinciler: Daha önce sistematik olarak böyle bir çalışmam olmadı. Ama kendimi bildiğimden beri çevreciyim, doğaya duyarlı bir insanım. Hepimize düşen görevler olduğunu biliyorum. Ben oyuncu olarak o malum ışığın altında yer alıyorum. Bir tiyatro eserinde yazarın yazdıklarını ete kemiğe büründürüyorum. Seyirciyi de hiçbir zaman pasif olarak görmüyorum. Seyircinin duygulara katılacağını varsayarak attığımız her adımda kamuoyunun önünde olduğumuzu biliyorum. Ben bireyin bilinçlendirme sürecinde yeşil bilgi elçisi olmaya cesaret ettim.

* Yeşil Bilgi’nin çocuklarla yaptığı bir çalışma bilinçlenmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştu. Çevre dersi alan minikler anne babalarına göre çevre konusunda hem daha bilgili hem de yaratıcı çıktılar...
Yetkin D.: Ben de bunları takip ettim. Yavaş yavaş çevremde, bir anne babanın yaptığı olumsuz davranışta çocukların ailelerini uyardığını görüyorum. Eskiden anneannelerimizin dedelerimizin ‘iktisat edin’ sözleri boş değildi. Attığımız taşın ürküttüğümüz kurbağaya ya da kuşa zarar vereceğini bilmeliyiz. Bir vapur seyahatinde anne baba denize pet şişe atıyorsa buna birileri dur demeli. Sanırım çocuklarla yapılacak çok şey var. Ama her bireyin de yapması gerekenler var.

“Bir tek ben mi değiştireceğim” diye bakmamak lazım

* Aslında bu bakış açısına sahip bireylerin artması sorunları başka noktalara taşıyor...

Yetkin D.: Bizler kendi hayat gayelerimizde “Bir tek ben mi değiştireceğim?” diyoruz. Böyle bakmamak lazım. Bir de kamuoyunun dikkatini çekmek önemli.

* Tarkan’ın bu anlamda Allianoi’yle ilgili çıkışı, Hasankeyf’e verdiği destek. Sezen Aksu’nun da Hasankeyf’e verdiği destek var.

Yetkin D.: Ben Allianoi’nin Tarkan sayesinde çok kişi tarafından öğrenildiğini düşünüyorum. Türkiye’de kaç kişi tarihi miraslarımızı biliyor, sahip çıkıyor. Cümleleri tatsız kurulan bir diyalog sayesinde dikkat çekildi bu konuya. Tarkan’ın çıkışını önemli buluyorum.

* Ama sonuç bakanlığın kararlarını değiştirmedi...

Yetkin D.: Ne yazık ki... Hasankeyf’i de kartpostal olarak görmeye devam edebiliriz. Bu noktalarda geniş kesimlerin bu yerleri belki de yakından bilmesi kolay değil, bizler medyanın dikkatini çekmesini sağlıyoruz.

* Bu işlere girince yapılacak çok şey var diye düşündünüz mü?

Yetkin D.: Farklı vesilelerle yapılanları anlatacağız. Bilgilendireceğiz. HES’ler meselesi çok canımı acıtıyor. Mutlaka bu konuda bilgilendirilmeliyiz.

Hibrit araç kullananların sayısı artsa ne güzel olur

* Siz İstanbullusunuz değil mi?

Yetkin D.: Ben İstanbulluyum. Babam da Kumkapılı. Anneannem ve dedem Ege’den göçmüşler. Anneannem yörük. Dedem Nazillili. Özünde hepimiz bir coğrafyaya doğuyoruz. Oyunculuğu seçme nedenlerimden biri de kendi kendime sorduğum soruları, aslında kendi kendime sormadığımı fark etmemdir. Sorular birlikte soruldukça birlikte çözüm arayışı insanı yalnızlıktan kurtarır. Tek başımıza çevreyi kurtaramayız ama birlikte olursak yapacak çok şey var. Gelişimi başka şeyleri yok etmeden sağlamak mümkün değil mi? Bakanlık bunları yapmıyorsa vatandaş bilinci bunu yapmak zorunda. Sonuçta o bakan da bir gün vatandaşlığa geri dönecektir. O da susuz kalacaktır.

Banu A.: Nihayet kaynakların sınırsız olmadığını anladık. İklim istikrarsız, nüfus artıyor, küreselleşen dünya ve ekonomi, hızla artan nüfus temel ihtiyaçlarını en kısa yoldan elde etmeye çalışıyor, aynı şekilde bir tüketim arzusu var. Yeşil Bilgi Platformu “her şeyi düzeltiriz” demiyor. Şirketlerde, sanayilerde kendi iş alanları dışında geçmişe baktığımızda ne yazık ki çevreyi tüketen bir ekonomi yaratılmış. Şimdi şirketler yeni düzenlemeler yapıyor.
Yetkin D.: Çevre yanıbaşımızdan başlar. Çok katmanlı çok formüllerle anlatıldığında anlaşılmıyor. Bireysel tüketimimizin çevreye olan etkilerinden başlayabiliriz.

* Siz neler yapıyorsunuz?

Yetkin D.: Zaman zaman araba kullanıyorum. Hibrit araç kullanan sayısı artsa ne güzel olur. Enerji tasarruflu ürünler kullanıyorum. Atıkları ayırıyorum...

Platform bugüne kadar 867 ağacın kesilmesini önledi

Yeşil Bilgi Platformu bugüne dek toplam 51 ton atık kağıt topladı. Bu miktarla, 867 ağacın kesilmesi önlendi.
1836 ton sera gazının atmosfere salımı engellendi ve 1 milyon 326 bin litre
su tasarrufu yapıldı ki bu rakam, bir bulaşık makinesinin 153 bin kez çalıştırılmasına eşdeğer.

Yazının devamı...

Çakma alışveriş!

Geçtiğimiz Perşembe günü alışveriş etkinliği vardı: Fashion’s Night Out. Bağdat Caddesi, Nişantaşı ve İstinye Park’ta mağazalar 24.00’e kadar açık kaldı. Mağazaların cirolarında rekor artışlar oldu. Günlük satışının 2.5 katına çıkan markaların olduğunu öğrendik. Bu tip etkinlikler başta Amerika olmak üzere farklı ülkelerde yapılıyor. Şimdilerde bu etkinliğin İstanbul’da ayda bir ya da 3 ayda bir tekrarlanır hale gelmesi de konuşuluyor. Bu kadar sık yapılırsa aynı etkiyi yapacağını sanmıyorum. Bakıp göreceğiz.

Perşembe akşamı mağazalar arası turlarken kulak kabarttığım bir konuşma bu yazıyı yazmama neden oldu. Ünlü bir markanın en iyi taklitlerinin adresi konusunda iki alışveriş canavarının konuşmasına tanık oldum. Henüz o ünlü mağazanın içindeydiler. Kollarındaki çantalar, saatler gerçek mi çakma mı bilemiyorum... Elleri kolları alışveriş paketleriyle doluydu ama akılları çakma ürünlerdeydi. Şaşırmadım... Maddi olanakları iyi olan birçok kişinin de taklit ürünlerin alıcısı olduğu bilinmeyen bir şey değil. Benim de çevremde çakma ürün kullananlar var ve eminim bir kez bile ‘sahtekarlığa’ bulaştıklarını düşünmüyorlar.

Türkiye AB ülkelerine Çin’den sonra en fazla taklit ürünü gönderen ülke. Bu bilgi hem AB’nin verilerinde hem de farklı kaynaklarda yer alıyor. Hazırgiyimde ve aksesuarda taklit ürün üretme konusunda becerikliyiz!

Yargıtay kararı bozunca...

Bu iki alışveriş canavarının konuşmalarına kulak kabartırken, geçenlerde gazetelerde yer alan bir haber vardı, ‘Çakmacılara gündoğdu’ şeklinde yorumlanmıştı. Dünyaca ünlü bir markanın ürettiği çantaların taklidini satarken yakalanan bir satıcı 2006’da Antalya 3’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davada, ‘Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ (KHK) uyarınca marka hakkına tecavüz suçu işlediği gerekçesiyle 19 ay hapis cezasına çarptırılmış. Çakma çantacı kararı temyize göndermiş. Yargıtay da yerel mahkemenin verdiği kararı ‘Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez’ hükmü uyarınca bozmuş. Habere göre, bu karar ‘Çakmacılara gündoğdu’ şeklinde yorumlanmıştı.

Peki gerçekten de böyle bir boşluk var mı?

AB yolunda Türkiye ilerliyor mu ilerlemiyor mu, bu ayrı bir tartışma konusu... Ama AB sayesinde kendimize çeki düzen verdiğimiz de saklayamayacağımız bir gerçek, hem de yaşamın her alanında. İşte bu alanlardan biri de bu. 2009 AB İlerleme Raporu’nda, şöyle deniliyor: “Türkiye korsanla mücadelede başarılı operasyonlar gerçekleştirmiştir. Ancak, korsan ve taklit mallar önemli sorun olarak kalmaya devam etmektedir. Sınai mülkiyet hakları konusunda resen soruşturma açılamaması, soruşturmaların sadece şikayet üzerine yapılabilmesi, ciddi bir sorundur...

2.861 çakmacıya beraat

Temmuz 2008’de Anayasa Mahkemesi, markalara ilişkin KHK’da yer alan cezai hükümleri, marka ihlallerine uygulanacak cezaların söz konusu mevzuat altında düzenlenemeyeceği gerekçesiyle iptal etmiştir. Söz konusu kararın gerekçesi, suç ve cezaların KHK ile değil, ancak TBMM’de kabul edilen yasalarla düzenlenebilmesidir. Bu sebeple ortaya çıkan yasal boşluğun giderilmesi için Ocak 2009’da TBMM tarafından yeni bir kanun kabul edilmiştir. Ancak, yeni kanunun kabulüne kadar geçen sürede, sadece Ankara, İstanbul ve İzmir’deki ihtisas mahkemelerindeki taklit markalarla ilgili davalarda, 3357 sanıktan 2861’i beraat etmiştir. Bu bir yasal boşluk...”

Ezcümle Çin ile paylaştığımız çakma ürün şampiyonluğundan kurtulmamız da ancak Avrupa Birliği sayesinde olacak. Ve yasalar değişse bile bazı şeylerin değişmesi çok zor.

Yasalardan önce tüketicilerin zihniyetinin değişmesi gerekiyor. Avrupa’da bu konuda yapılan yorumlarda “Taklit ürün almak bir sandalyeyle mağaza camını kırıp almak gibi” deniliyor. Karşılaştığım bu iki kadının bir mağazanın camını kırıp herhangi bir ürünü almayacağına eminim.

Onların derdi yalnızca “Ben üst sınıftanım” demek, hem de her an. Olanakları olsa da bir yerine 10 tanesini almak istiyorlar.

O ürünleri alırken bir kere bile akıllarına kötü koşullarda çalıştırılan kadınlar ve çocuklar gelmiyor.

Mağazalaşan, üreten, vergisini verenlerin görünmeyen rakipleri var ve ne yazık ki bu rakiplerin en sağlam müşterileri de aynı zamanda kendi müşterileri...

Yazının devamı...

Herşeye rağmen 2005’ten sonra ilk kez şarap tüketimi ivme kazandı

Ticari olarak bakıldığında şarap işinin ‘akıl karı’ olmadığını söyleyen Sibel Kutman Oral, “Bu işin içinde doğmasam asla seçmezdim” diyor. Ekonomik kriz, mahalle baskısı, sigara yasağı gibi etkenlerin sektörü etkilediğini kaydeden Sibel Kutman Oral, “Kriz döneminde insanlar evlerinde daha çok vakit geçirdiler. Sigara içenler restoranlarda geçirdikleri zamanı azalttılar. Yaz aylarında açık hava etkisiyle değişti ama ev tüketimi arttı. Doluca olarak baktığımızda perakende kanalımızda yüzde 5-10 arasında satışlarımız arttı” diye konuştu.

Tüm olumsuzluklara rağmen tüketimin arttığına dikkat çeken Oral, “RoseVerona şaraplarımız Ramazan ayı gelmeden tükendi... 2005’ten sonra ilk kez şarap tüketimi iyi bir ivme yakaladı diyebilirim ama hemen bu sözün arkasına sanırım, galiba da demek istiyorum. Çünkü burası Türkiye. Biradaki gibi bizim de ruhsatlı satış yapan nokta sayımız azaldı. Mahallesinde alkol sattırmayanların olduğunu, alkol satılan yerlerin mahalle baskısıyla kapandığını biliyoruz. Yeni yerlere zor ruhsat veriliyor. Yenileme konusunda çok sorun çıkıyor” dedi.

‘Bağı torunun için ek’ diye bir söz vardır, bu sözün ne kadar doğru olduğunu Sibel Kutman Oral’la konuşurken çok daha iyi anlıyorsunuz. Doluca Şarapları’nın üçüncü kuşak temsilcisi Sibel Kutman Oral. Türkiye’nin en eski şarap markalarından Doluca’nın genç yöneticisi. Bundan birbuçuk yıl önce sohbet etmiş, krizin etkilerini konuşmuştuk. O sırasında hamileydi, şimdi 1 yaşında bir oğlu var. Hamileliği süresince işinin başındaydı Sibel Kutman Oral. ‘Enerjim çok yüksek’ diyordu. Doğumdan 2 ay sonra da işinin başına döndü. Doluca krizden hemen sonra farklı etkinlikler düzenledi, yeni şaraplar çıkardı ve bu yazı iyi geçirdi. Sohbete geçmeden önce hatırlatmakta yarar var. Doluca’nın Pazarlama Direktörü olan Sibel Kutman Oral, 23 yaşında aile şirketlerinde görev aldı. 12 yıldır çalışıyor. Bundan önceki sohbetimizde şarabı ilk kez 5 yaşındayken denediğini söylemişti. Wesleyan Üniversitesi’nde Pazarlama ve Modern dans eğitimi alan Sibel Kutman, “Aile işi olmasa şarap işine asla girmezdim” diyor.

Bu yaz şarap tüketimi arttı mı? Ramazan yazın ortasına geldi... Tüketim etkilenmiştir ama İstanbul, Çeşme ve Bodrum gibi yerlerde de özellikle ‘roseler’ yaz içkisi oldu...

Tam rakamlar yok elimizde. Ama bizim RoseVerona şaraplarımız Ramazan ayı gelmeden tükendi... 2005’ten sonra ilk kez şarap tüketimi iyi bir ivme yakaladı diyebilirim ama hemen bu sözün arkasına sanırım, galiba da demek istiyorum. Burası Türkiye...

Türkiye’deki fotoğrafa bakınca bir kesim asla şarap tüketmiyor, bir kesimin ise şarap bilgisi, görgüsü ve zevki hızla gelişiyor...

Aynen... Bir kesim için şarap keyif demek... Ailelerinde masada şarap gören yeni bir kuşak da geldi. Bunlar şarap tüketimini etkiliyor. Ben gelecekte daha çok etkileyeceğini düşünüyorum. Diğer yandan şarabın girmediği adresler de var.

Vergi yükü, içki ruhsatı almak ve içki ruhsatı yenilemekte yaşanan zorluklar konuşuluyor. Kriz de etkilemiştir..

Hepsi var. Bu kriz diğerlerinden farklıydı. Diğer krizlerde lüks tüketim çok etkilenmezdi. Bu kriz üst kesimi çok etkiledi. En iyi restoranlar yüzde 30 iş kaybına uğradı. 2009’un ilk 3 ayı da devam etti, sonra toparlanma başladı.

Sigara yasağının da etkisi oldu değil mi?

Oldu ama ne ne kadar etkiledi bunu bilmek mümkün değil. Krizde zamları erteledik. Yeni ürünlerimizi çıkarmayı ise ertelemedik.

70 bin şişe rose şarabı tükendi

Restoran tüketimi düşerken ev tüketimi arttı demiştiniz daha önceki sohbetimizde...

Evet. Biz bunu net olarak gördük. Kriz döneminde insanlar evlerinde daha çok vakit geçirdiler. Sigara yasağı da bunu etkiledi. Sigara içenler restoranlarda geçirdikleri zamanı azalttılar. Doluca olarak baktığımızda perakende kanalımızda yüzde 5-10 arasında satışlarımız arttı. 2010 toplam verileri de 2009’un üzerinde. Verona Rose şarabımız ilk 2007’de çıktı. 2008 yazında yerleşti. 2009’da tükettik. 2010’da da Ramazan gelene kadar tükendi. Mayıs ortası çıktı Temmuz’da da tükendi.

Kaç şişeydi?

70 bin şişe kadardı... Bu trend önümüzdeki sene de devam eder. Dünyada akım başlamıştı. Bizim üretimi ise daha çok turistler içiyordu. Sonra Verona çıkınca iletişimi iyi yaptık, başka üreticiler de roseler üretti. Restoranlar ve barmenler sahiplendi.

Bandrol uygulamasından sonra kayıtdışı üretim azaldı değil mi?

Yüzde 25 kayıtdışı pazar var hâlâ. Ama bunu da tahminimiz turistler içiyor. Genelde bu tarz şaraplar otellerde ‘her şey dahil’ sistem içinde daha rahat tüketiliyor.

Türkiye’de yılda kişi başına düşen şarap tüketimi ne kadar? Bir şişe mi?

Hâlâ bildiğimiz rakam kişi başına yılda 1 litre, yani 1.2 şişe. Yıllardır değişmedi...

Veriler yıllardır değişmiyor diyorsunuz. Rakı üreticileri şarap üretmeye başladı... Butik şarap üreticilerinin sayısı arttı. Pazar büyümüyor, bu işe nasıl giriyor yeni girişimciler?

Pazarda büyüme üst kesimde var. Bu sene tüm segmentler büyüyor. Biraz önce de dediğim gibi 2010’da ilk kez sağlıklı büyüme sürecine girdi galiba... Bilemem. Bunu söylerken de çekiniyorum, ne olacağını bilemeyiz. Popüler içicisi daha iyi kaliteli şaraba yöneliyor. Tüketici sayısının arttığını düşünüyorum. Batıda artıyor. Çünkü Türkiye’nin Batı’sı yurtdışını daha erken tanıyor, evlerinde şarap görerek büyüyen bir kesim oluştu.

Türkiye’nin birçok noktasında alkollü içki satan yerler kapandı. Efes Pilsen 17 bin nokta olarak açıkladı. Sizdeki durum nedir?

Bu birada çok net hissediliyor, çünkü en yaygın ağ onlarda ve en çok onlar satıyor. Bizim de ruhsatlı satış yapan nokta sayımız azaldı. Mahallesinde alkol sattırmayanların olduğunu, alkol satılan yerlerin mahalle baskısıyla kapandığını biliyoruz. Yeni yerlere de zor ruhsat veriliyor. Yenileme konusunda da çok sorun çıkıyor. Biz ruhsatı olmayan kimseye fatura kesemiyoruz. Ruhsatı olmayanlar bizim için müşteri değil.

Şarap üretimine girenlerdeki artışı nasıl yorumluyorsunuz diye sormuştum...

Şaşırıyorum. Pazar ortada... Ama bir yandan da dediğim gibi yeni bir kuşak geliyor.

Şarap işi akıl kârı değil

Siz kendiniz seçseydiniz mesleğinizi...

Bu işin içinde doğmasam asla seçmezdim. Ticari bakınca çok akıl kârı değil. Belki de yeni girenler çok ileri görüşlüler. Belki bunu öngörerek giriyorlar. Keyifli, tutkulu bir iş. Belli bir ölçeğe gelmek çok büyük yatırım. Bunu yapmak çok zor. Ben 60 senelik bağlara sahip bir ailenin çocuğuyum. Avantajlarım fazla.

Yeni yatırımınız da var...

Çerkezköy’de yeni tesisimizi açacağız. Tamamen Ar-Ge mantığı altında kurulmuş bir tesis oldu. Şu anda 14 milyon litre kapasitemiz. Çerkezköy’le artacak. Ama bu tesisi açarken amacımız öncelikle kapasite artırmak değil, kaliteyi artırmak. Hedefimiz üst kesimin zevklerine hitap eden yüksek kalitede şarap üretmek.

Ülkeyi muhafazakar sanan yabancı şarap üretildiğini öğrenince etkileniyor

Genelde restoranlarda şarap seçiminde garsonların yönlendirmesine ihtiyaç duyanlar oluyor. Siz garsonlara da eğitim veriyor musunuz?

Şarabın nasıl tanıtılması gerektiğini anlatıyoruz. Ayrıca yabancı müşteri Öküzgözü nedir bilmiyor. Bunun anlatılması lazım. Kaliteli turistlerin çoğu da yeniliklere açık, Türk şarabını da denemek istiyor. Ciddi Cabarnet sevene Öküzgözü verirseniz onu tatmin etmezsiniz. Belki ona Boğazkere harmanlı bir şey vermeniz lazım. Sarafin Cabarnet’yi içip beğenince deniyor. Yabancı biri Türk şarabını beğenince diğerlerini de denemeye açık oluyor. Bu yüzden yabancıların ilk tanışıklığı önemli. Türkiye’ye beklentisiz gelen yabancılar çok şaşırıyor ve çok mutlu ayrılıyorlar. Çünkü Türkiye’yi muhafazakar, İslam ülkesi olarak görüyorlar, şarap üretildiğini öğrendiklerinde ve o şarapları beğendiklerinde çok etkileniyorlar.

En fazla kırmızı şarap içiliyor

İhracatınız ne durumda?

Üretimimizin yüzde 15’ini ihraç ediyoruz. Almanya, Amerika, İngiltere, Belçika, Polonya, Rusya, Japonya’ya, İskandinav ülkelerine gönderiyoruz. Çin’e de ihracata yeni başladık.

Eskiden kadınlar beyaz şarap, erkekler kırmızı şarap içer denilirdi, hâlâ var mı böyle ayrımlar?

Bir dönem bundan 5-6 yıl öncesine kadar kadınlar daha fazla beyaz şarap tüketiyordu, artık böyle değil. Kırmızı artık çok daha fazla tüketiliyor. Tüm dünyada da böyle. Bir şişe beyaza 3 şişe kırmızı satılıyor. Kırmızı yıllanıyor, çok çeşidi var ve daha çok tercih ediliyor.

ANNELİK MUHTEŞEM, OĞLUMUN SEVGİSİ İÇİME SIĞMIYOR

Oğlunuz 1 yaşında oldu. Sizi eskisinden de heyecanlı, canlı gördüm... Neler değişti hayatınızda?

Anne-baba olanları herkes gibi ben de çok daha iyi anladım anne olduktan sonra. İnsan sıfırlanıyor. Bir yaşında oğlum var. Eskiden sanki matematik gibi gelirdi, ağlıyorsa şöyle yapılır filan diye düşünürdüm, şimdi çok farklı. Muhteşem bir duyguymuş. İçime sığmıyor bu sevgi...

Yazının devamı...

Kolonyacı Eyüp Sabri Tuncer, ABD’de EST 23 ile markalaşıyor

Türkiye’deki en eski kolonya markalarından olan Eyüp Sabri Tuncer, EST 23 markasıyla kişisel bakım ürünleri üretmeye başladı. Şirketin üçüncü kuşak yöneticisi Engin Tuncer, EST 23’ü bir dünya markası yapmayı hedefliyor. Tuncer, “EST 23’ü bir dünya markası yapmak için yola çıktık. İlk mağazayı New York’ta açacağız. ABD’den sonra diğer ülkelerde de butik mağazalar açarak büyümeyi hedefliyoruz” dedi.

Türkiye’de kolonya denildiğinde ilk akla gelen en eski markalardan biri Eyüp Sabri Tuncer. Şu anda markanın başında ailenin üçüncü kuşak temsilcisi Engin Tuncer var. 2005’te yenilik hamlesini başlatan Eyüp Sabri Tuncer artık yalnızca kolonya üretmiyor, şu anda aynı zamanda Türkiye’nin en büyük kolonyalı mendil üreticisi ve EST 23 adıyla kişisel bakım serisi üretimine de başladı. Engin Tuncer babadan, dededen aldığı sorumluluğu yaşamının merkezine koymuş bir işadamı. Eyüp Sabri Tuncer’in 87 yıllık geçmişinde markanın ayakta kalmasının sırrının hem çok çalışmakta hem de yeni ürünler çıkarmakta olduğunu anlatıyor. Eyüp Sabri Tuncer’in çok sayıda kolonyası var. Ve en önemlisi de bu işin dışında antibakteriyel jelden, vücut losyonlarına uzanan farklı bir ürün gamını da Eyüp Sabri Tuncer’in üretiyor olması. İlk mağazasını New York’ta açacak olan EST 23’ün yaratıcısı Engin Tuncer’le konuştuk.

Markanın geçmişi 1923’e dayanıyor değil mi? Siz Saraybosnalı bir aileden geliyorsunuz, kolonya üreticisi olan dedeniz...

Evet doğru. Saraybosnalı ailem. Dedemiz 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kolonyasını Ankara’da üretmiş. Bir ailenin üçüncü kuşak temsilcisi olmak çok önemlidir. Siz ya işi batırırsınız ya da büyütürsünüz... Aileden gelen kültürün çok önemli olduğuna inanıyorum. Babam Sebahattin Bey işlerimizi büyüten kişi. Ben de 3 çocuk babasıyım. Dördüncü kuşağı yetiştiriyorum. Onları da en iyi şekilde büyütmeye çalışıyorum.

Siz nasıl başladınız çalışmaya? İşin içinde büyümüş olmalısınız...

Aynen öyle... Çok severek işin içine girdim. Ben 8 yaşındayken okuldan çıkınca çalışmaya giderdim. Ankara’daydı yerimiz. Benim bir kız kardeşim var. O işlerle ilgili değildi. Aile şirketimizde enişteler, amcalar ve çocukları vardı. Daha sonraki yıllarda aile şirketimiz küçüldü. 1980’lerin sonlarında yapı değişti. 1995’inden sonra şirketin yüzde 95’i babamla bana geçti. Ben çok küçük yaşlarda işte piştim. Anadolu’dan gelen müşterilerle ilgilenmeyi çok severdim. Hakkari’den, Trabzon’dan gelen müşterilerimiz vardı. Onlara kolonya doldurup, paketler satardık. 1970’lerden itibaren Türkiye’nin her yerine ulaşırdı kolonyamız.

2005 ’te istanbul’a geldik

Üretim kapasiteniz nedir, büyüklüğünüz ne kadar?


Biz Türkiye’nin en büyük kolonya üreticilerindeniz. 2005’te İstanbul’a geldik. 2005’e kadar Ankara’daydı üretim tesisimiz. 2005’te her şeyi değiştirdik. Taze kan getirdik şirkete. Şirket yeni teknolojiyi getirdi, personel gençleşti. Bu arada bilgili ara kuşak da kaldı şirketimizde. Deneyimlerden de çok faydalandık.

İstanbul fikri nasıl oluştu?

Her şeyin merkezi İstanbul... Aslında biz geç bile kaldık... İstanbul’a gelmek heyecan da yarattı, yenilikler ardı ardına geldi. Ankara’daki tesisisimiz duruyor. Avrupa’daki en iyi tesislerden biri.

Siz bir ara Belçika’da da kolonya mı ürettiniz?

Bir ara hammadde sıkıntısı yaşandı, ben de Belçika’da ürettim kolonyayı. Türkiye’nin ilk kolonya ithalatını da biz yaptık.

Üretim kapasiteniz ne kadar?

Yılda 20 milyon litre üretim kapasitemiz var. Şu anda 2 milyon litre kolonya üretiyoruz. Oda spreylerinde ve kolonyalı mendilde de iddialıyız.

EST 23 adlı bir markanız oldu. Kişisel bakım ürünleri üretimine girdiniz, bu çok farklı bir iş değil mi?

Yeni işimiz. Kişisel bakım ürünleri üretiyoruz. Yalnızca web sitemizden sattığımız yüzde 100 zeytinyağından üretilen ürünlerimiz var. Yüzde 100 zeytinyağından üretilmiş organik sıvı sabunumuz var. EST benim hayalimdi. Ben kolonyayı en iyi teknolojiyle üretiyorum. Her parfümü üretme olanağına sahibim. Dünyada bu konuda bir değişim var. Vücut spreyleri ve losyonları tercih ediliyor. Vücutta hem koku yayacak hem de vücudu besleyecek ürünlere talep var. Biz de bu şekilde yönlendik. Ar-Ge çalışmaları yaptık, gerekli tüm izinleri aldık. EST 23 diye bir marka yapılanmasına girdik. Kozmetik ürünler, havlular, Türk hamamı konsepti var. Şu anda tüm bunları internet üzerinde satıyoruz.

Neden Türkiye’de mağaza açmıyorsunuz da New York’ta mağaza açmayı planlıyorsunuz?

Biz yurtdışında başlayacağız bu ürünleri satmaya. New York’ta mağaza açacağız. Ürünlerimiz fuarlarda çok ilgi gördü. Yurtdışından satışa başlamaya da kararlıyız. Bu tip yenilikler yurtdışından Türkiye’ye geliyor. Dünyada tutarsa zaten Türkiye’ye geliyor. Önemli olan da bu işin Amerika’da tutması.

Avrupa’da da Amerika’da da bu tip çok ürün yok mu? Butik mağazalarda satışlar yapılıyor, ön planda olan nokta doğallık...

New York’ta yakında mağaza açacağız. 2010 sonuna doğru yetişecek mağaza. Evet Avrupa’da da Amerika’da da çok marka var. Ben hemen hemen hepsini inceledim. Bazı zincirler de Türkiye’ye geldi. Biz onlarla aynı kalitede ve daha ucuz olacağız. New York’ta da kriz var ama bu tip ürünlerde hissedilmiyor. Özellikle de bizim gireceğimiz alan yükselen trend. Çok da turist var New York’ta. Orada öncelikle bilinir olmak istiyoruz. Mağaza için yapacağımız yatırım da hayli fazla görünüyor ama değer diye düşünüyorum.

İnternetten satış öncelikli

Niye marketlerde satılmıyor ürünleriniz?


Tanınmıyor da ondan. 200 ml ambalajlarda 10 liraya satıyoruz internetten. En çok da 3 ay kullanılıyor. Şu anda öncelikle internetten satışa öncelik veriyoruz.

EST 23 markasıyla ürettiğiniz ürünler daha farklı bir tüketici grubunu hedeflemiyor mu?

Kolonya 40 yaş üzerine hitap ediyor. Ben EST 23’le gençlere hitap etmek istiyorum. 15 yaş artı diye düşünerek ürettik ürünleri. Türkiye’de en az 25 milyon kişi hedefimiz. Internet üzerinden farklı bir satışımız var. Fısıltı halinde büyüdü işimiz internette. Şu anda 27 binin üzerinde aktif üyemiz var, sürekli ürün alıyorlar.

2023 yılı markanızın 100’üncü yılı... Bir hedefiniz var mı?

Var. EST 23’ü bir dünya markası yapmak için yola çıktık. Amerika’dan sonra diğer ülkelerde de butik mağazalar açarak büyümeyi hedefliyoruz.

‘Ter kokan Türkler’ imajı en çok bizi rahatsız ediyor

Türkiye’de ne yazık ki insanlar temizliğe yeterince önem vermiyor...


Ne yazık ki öyle... Bu çok üzücü bir durum. Güzel koku için öncelikle temizlik şart. Temiz olmalı vücut. Önemli olan kişisel temizliğin yapılması. Kişi duş alıp, duştan sonra vücuduna hoş koku yayan ürünler kullanırsa ter kokmaz.

Deodorantlar da pahalı değil ama kullanmayan çok...

Bir diş fırçasını 6 ay kulananlar var. Türkiye’de temizlik alışkanlıklarını geliştirmek lazım. Banyo günü var birçok ailede. Avrupalı her gün iki kez duş alıyor. Biz de haftada bir banyo günü var. Kıyaslamak mümkün değil.

40 milyon adet kolonyalı mendil üretiyoruz

Kaç adet kolonyalı mendil üretiyorsunuz?


Yalnızca Kamil Koç’a 22 milyon adet kolonyalı mendil üretiyoruz. Kendimize 7 milyon adet üretiyoruz. Farklı restoranlar için de üretimimiz var. Zaman içinde bu değişiyor. En iyi restoranlara satıyoruz kolonyalı mendillerimizi, çünkü kaliteli bir üretim yapıyoruz. Toplam 40 milyon adeti buluyor.

Islak mendil de üretiyor musunuz?

Islak mendilde kayıt dışı daha fazla. Biz ıslak mendil üretiminden çıktık. Bir de çok kötü ürünler var. Hammaddelerinizi düzgün kullanınca o fiyatlara mal etmek çok zor. Raflarda satılan bazı ürünlerle rekabet etmemiz mümkün olamadı. Kolonyalı mendilde en yüksek kapasiteli makine bizde.

Yazının devamı...

‘Türk işadamları için Çin’de en doğru hareket fabrika kurmak’

Uzun zaman Çin denildiğinde aklımıza ilk gelen ucuz ama kalitesiz maldı. Oysa durum hızla değişti. Dünyanın en büyük markalarının üretim merkezi haline geldi Çin... 12 yıl önce 50 dolarla Çin’e giden Tolga Araz, Çin’i köy köy gezerek Türk işadamlarına hem danışmanlık yapıyor hem de firmalar için özel tasarım ürünler ürettiriyor

Araz’a göre, Türkiye’den giden işadamlarının yapabileceği en doğru hareket Çin’de fabrika kurmak. “Türk işadamları orada ne satar?” diye sorduğumda ise “Kiraz ve vişne tarzı meyveler yok Çin’de. Kirazın 250 gramı 15 dolara satılıyor. Türkiye’den kiraz, vişne, ceviz gibi ürünler getirilebilir Çin’e” diyor

Ramazan Bayramı’nda şehirden uzaklaşmak en iyisi diye düşündük, yollara çıktık. Bir ara İstanbul boşalıyor, Bizans’ı herkes terk ediyor sandım... (Çok eskiden beri ne zaman ortalık karışsa İstanbul’a Bizans derim)
Karşımıza her yerde çıkan ‘Evet’ bilboardlarını geride bırakıp, siyasetin bunaltıcı gündeminden 12 Eylül sabahına kadar uzaklaşmak istedim. Ama olmadı. Şu bayram tatilinde en yakın arkadaşların bile ‘Evet-Hayır’ kavgalarına şahit oldum. ‘Yetmez ama evet’ diyenlerle kararsızların, evetçilerle hayırcıların aynı masalarda sürekli tartıştığı bir ortamda, adım başı herkesin elinde Hanefi Avcı’nın kitabı vardı.

Referandum gündeminin bayrama vurduğu damganın gölgesinde biriyle tanıştım. Bir ayağı İstanbul’da bir ayağı Çin’de olan, Çin uzmanı bir işadamı Tolga Araz.... Uzun zaman Çin denildiğinde aklımıza ilk gelen ucuz ama kalitesiz maldı. Oysa durum hızla değişti. Dünyanın en büyük markalarının üretim merkezi haline geldi Çin. Bir Amerikan tasarımı olarak bildiğimiz iPhone da Çin’de üretiliyor, aynı şekilde Nokia’nın da Çin’de büyük tesisleri var.

Engellilere özel cep

12 yıl önce cebinde 50 dolarla Çin’e giden Tolga Araz, Çin’i köy köy gezerek Türkiye’deki işadamlarına hem danışmanlık yapıyor hem de firmalar için özel tasarım ürünler ürettiriyor. “Özel tasarım deyince ne aklımıza gelmeli” diye soruyorum. “Çin’de yaşlılar için özel cep telefonu var. Üstüne basıyorsun gazete okumak için büyüteç çıkıyor, tuşları daha büyük, ekranı parlak ve büyük” diyor. Böyle bir telefonu çok çeşitli dizaynlarda yaptırmak da mümkün oluyormuş. Engelliler için üzerinde tuş olmayan, anne ve babanın fotoğraflarının olduğu, içinde GPS alıcısı yerleştirilmiş (takip için) cep telefonları üretilmiş.

Hidayet ’in bilekliği


Şu sıralarda gurur duyarak izlediğimiz Hidayet Türkoğlu’nun bilekliği de Çin’de üretilmiş. Amerikan tasarımı olan bu bileklik vücudun dengesini ayarlıyormuş. Çok basit gibi görünen bu bileklik özellikle sporcular ve tansiyon hastaları için çok önemli. Tolga Araz bu bilekliklerin aynı zamanda Çin’de farklı bir tasarımla üretimini de yapıyor.
Tolga Araz çift SIM kartlı telefonların da ilk üreticilerinden...

“Hayal ettiğiniz her şeyi istediğiniz kalitede ürettirebileceğiniz dev bir coğrafya” diye başlıyor Çin’i anlatmaya.

Çin’i dev bir üretim merkezi gibi düşünmek gerektiğinin altını çiziyor. Ama Çin’de iş yapmak aynı zamanda çok da zor. Bir kere yabancı dil sıkıntısı var. İkinci en önemli sorun da doğru insanları bulmak.

Tolga Araz da Çin’e gittiği ilk yıllarda doğru adresleri bulmak için büyük emek sarfetmiş. Şimdi her istediği tasarımı üretecek köyleri avucunun içi gibi biliyor:
“3 bin metrekarelik bir fabrikayı yıllık 1.000 dolara kiraladığımız dönemler oldu. Şu anda bu kadar ucuz olmasa da buna benzer örnekler var. Eskiden Hong Kong Çin’i kullanırdı, şimdi Çin şehirleri köylerini kullanır hale geldi. Bu yüzden de direkt Hong Kong’la temas kurarak Çin’e giren işadamları dolaylı yol izlemiş oluyor. Zaten bir süredir de bu yolu izleyen işadamları beklentilerini karşılayamadıklarını söylüyorlar. Çin hızla değişiyor. Bu değişimi de yakından izleyebilen insanlara ihtiyaç var. İş yapmak için Hong Kong’taki bilindik adreslere gidenler hayal kırıklığına da uğrayabilir. Çin aynı zamanda şu anda dünyada en sıkı rekabetin yaşandığı bir coğrafya...”
Araz, Türkiye’den giden işadamlarının yapabileceği en doğru hareketin Çin’de fabrika kurmak olduğunu söylerken, Çin’de bulunmayanların da altını çiziyor.

Kiraz yetişmiyor

“Türk işadamları orada ne satar?” diye sorduğumda, “Kiraz ve vişne tarzı meyveler yok Çin’de. Çin’de bu ürünler yetişmiyor, Çin’de hızla zenginleşen bir sınıf var ve onlar da çok iyi para harcıyorlar. Kirazın 250 gramı 15 dolara satılıyor. Türkiye’den kiraz, vişne, ceviz, kuru kayısı gibi ürünler getirilebilir Çin’e. Şu anda az sayıda işadamı bunu yapıyor. Çin Türkiye’den mermer alıyor. Ve bu mermeri Türkiye’ye daha ucuza satıyor. Türkiye’den aldıkları mermeri işliyorlar, çok ince kesip arasına sıkıştırılmış plastik koyuyorlar ve çok farklı kalitelerde mermer üretip bunu Türkiye’nin de içinde olduğu çok sayıda ülkeye satıyorlar” diyor.

Tolga Araz’ın anlattıklarını bu satırlara sığdırmak zor. Daha fazla bilgi almak isteyenlere mail adresini vereyim: tolga.araz@sevelina.com.tr
Yazı günüm olmadığı için bayramınızı kutlayamadım.
İyi bayramlar...

Zengİnler ‘lüks’ kuyruğuna gİrdİ

HER şeyin taklidinin üretildiği Çin’de son dönemde açılan lüks mağaza sayısı da inanılır gibi değil. Tolga Araz’ın telefonundan fotoğraflara bakıyorum. Gucci mağazasının önünde Çinli zenginler kuyruk oluşturmuş. Artık orada da büyük markaların sıkı takipçileri var ve asla taklit ürün almıyorlar...

Yazının devamı...

Krizde savaşçı ürünlerle Türkiye’yi şampiyon yaptı, Philips’te global pazarlama başkanlığına terfi etti

Philips Tüketici Ürünleri Genel Müdürü Özlem Fidancı, ekibiyle birlikte krizde ‘savaşçı ürünler’ dediği saç şekillendirici gibi ürünlerle gelişmekte olan ülkeler içinde Türkiye’yi şampiyon yaptı. Bu başarı Fidancı’ya terfi getirdi ve Philips’in Pazarlama ve Stratejiden sorumlu Başkanı oldu. Singapur’a atanan ve 9 ülkeden sorumlu olan Fidancı, “2009 zor bir yıldı. Tek tek tüm ürünlere odaklanırsak bazı kaynaklar boşa gidecekti ve başarı elde etmek zor olacaktı, bu da motivasyonu etkileyecekti. Biz oturup savaşçı ürünler seçtik ve bu ürünleri desteklemeyi seçtik. Sadece satış değil toplam başarı göstergelerinin tümünde başarılı olduk, Türkiye de şampiyon oldu” dedi.

Özlem Fidancı genç yaşında küresel bir şirkette üst düzey yönetici olma başarısını göstermiş bir kadın. Hep yazıp çiziyoruz, kadınlar yaşamın her alanında ama karar mekanizmalarında kadın sayısı hâlâ çok az diye... İşte Özlem Fidancı zoru başaran genç bir kadın. Dünyanın farklı ülkelerinde pazar liderliğine oynayan dünya devi Philips’in Pazarlama ve Stratejiden sorumlu Başkanı oldu Özlem Fidancı. Siz bu satırları okurken o görevine başlamış olacak. Hollandalı Philips’in Pazarlama ve Strateji Başkanı Özlem Fidancı, bundan sonra Singapur’da görevine devam edecek. Evli ve bir çocuk sahibi Özlem Fidancı’yla Philips’in Türkiye ofisinde buluştuk.

Öncelikle tebrik ederim. Umarım daha da önemli başarılara imza atarsınız. İstanbullusunuz, nasıl bir eğitim aldınız?

İstanbul’da okudum. İlkokuldan sonra üniversiteye kadar Türkiye’yi dolaştık.

Memur muydu aileniz?

Babam banka müdürüydü, sürekli gezdik. Ben o zamanlar isyanlardaydım. Çok zor geliyordu sürekli okul değiştirmek. Arkadaşlık kuruyordum ama hiçbiri uzun sürmüyordu... Ancak daha sonra bunun faydasını gördüm. Çünkü bu yaşam tarzı insana uyum sağlamayı öğretiyor. 10 okul değiştirdim üniversiteye kadar. Türkiye’nin farklı yerlerinde farklı alışkanlıklar var... Bunları çocuk yaşımda gördüm. Genelde yarıyıl tatillerinde okuldan ayrılırdım. Lise son sınıftayken Elazığ’daydım. Üniversiteyi Boğaziçi’nde İşletme Bölümü’nde okudum.

Babanız banka memuru... Siz daha çok genç yaşta yönlenmiş miydiniz işletme okumaya?

Tam öyle olmadı aslında... Başka meslekleri de düşündüm ama bizim dönemde işletme çok tercih ediliyordu. Ben işletmeye isteyerek girdim ama bir tarafım da felsefeyle çok ilgiliydi. Felsefe bölümünden dersler aldım. Felsefe derslerinin bana faydası çok oldu.

Ne gibi?

Hiçbir şeyi çözümsüz kabul etmemeyi, sorgulamayı, daha geniş bir açdan bakabilmeyi öğretti. Felsefeden diplomam yok ama çok ders aldım. Felsefe bölümünü bitirmiş gibi oldum. Hâlâ çok meraklıyımdır felsefeye.

İşe nasıl başladınız?

İlk iş tecrübem TetraPak’ta oldu. Okula bazı şirketler geliyordu. Part time çalışmak üzere öğrenci olarak girdim oraya. Ortamı çok beğendim. Orada çalışmaya okul bittikten sonra da devam ettim. İlk önce satış bölümündeydim, sonra iş geliştirmeye girdim. Orada iş geliştirme müdürü oldum. 7 yıl aynı yerde çalıştım. Ben tutarlı ve sebatkar biriyim.

Oradan nasıl ayrıldınız?

Zamanının geldiğini hissettim, kendimi geliştirmek için başka şeyler yapmalıydım. O sırada Philips’ten teklif geldi.

Zamanlaması sizin için güzel denk gelmiş...

Aynen. Philips çok güçlü bir şirket. Türkiye’deki 80’inci yılı. En eski yabancı şirketlerden biri. Cumhuriyet kurulmadan önce girmiş Türkiye’ye. Radyolarla ve ampulle girmiş. 1930 yılında Galata’da resmi serüveni başlamış. Ben kişisel bakım ürünleri bölümüne girdim. Ben göreve başladığımda kişisel bakım ürünleri genelin içinde üçte birden de küçüktü. Zaman içinde çok şey değişti.

İki kriz yaşadınız bu arada...

Evet. 2001 ve 2008 krizlerini yaşadık. Yaralar alındı bu krizlerde. İki kriz de çok farklıydı. 2001 lokal krizdi. O dönemde lokal önlemler alındı. Ben o dönemde aşağı düzeyde bir yöneticiydim o dönemde alınan önlemler de çok farklıydı. 2008 krizi derin bir kriz oldu. Hâlâ da etkileri global düzeyde sürüyor. Ekonomik olarak bağımsız değiliz, her ülke birbirine bağlı. Ürün kategorilerinin tümü bu krizden etkilendi.

Siz farklı alanlarda tüketiciye dokunuyorsunuz...

Saç bakımında birinciyiz, traş makineleri satışlarında bir ya da ikinciyiz. Sıkı rekabet var, sürekli değişiyor. Epilatörlerde ikinci markayız. MP3 çalarlarda birinciyiz, kulaklıklarda birinciyiz, ütülerde ikinciyiz, torbasız süpürgede birinciyiz. Torbasız süpürgeyi ilk biz çıkardık. DVD’de birinciyiz, televizyonda üçüncüyüz, katı meyve sıkacağında birinciyiz. Saç şekillendirici pazarını Philips büyütmüştür.

Traş makinesi pazarını da Philips büyüttü Türkiye’de. Yüzde 90’dan fazla traş bıçağı kullanılıyor Türkiye’de. Biz o pazarları 3 katına çıkardık.

Philips’in farklı bir yönetim biçimi var sanırım. Genelde Avrupalı şirketler Türkiye’yi Ortadoğu ve Doğu Avrupa ülkeleriyle aynı gruba sokuyor, aynı stratejiyle yönetiyor...

2005’e kadar dediğiniz gibi bölge yapılanmasıyla yönetiliyorduk. Ama artık öyle değil. Dünyada rekabetin şartları değişti. Bizim stratejilerimizi ülkelerin karakteristiğine göre adapte etmemiz gerekiyor. Bir gelişmiş ülkeler var, bu ülkelerde her ürün var evlerde, kişisel bakım ürünlerini kullanma oranları yüksek. Genelde bu ülkelerde genç nüfus da yoğun değil. İhtiyaçların çoğu karşılanmış. Bir de gelişmekte olan ülkeler var. Bu ülkeler hızla gelişiyor, bu tür ürün kullanımları artıyor. Pazarlar doymamış durumda, yenilenen talepler söz konusu. Bir de küçük ülkeler var. Philips gelişmiş ülkeleri Amerika ve Avrupa’yı ayırdı, gelişmekte olan ülkeleri ayırdı. Arjantin, Çin, Türkiye, Polonya gibi bir topluluk, bir de küçük küçük ülkeler var.

Gelişmekte olan ülkelere göre durumu ne Türkiye’nin?

Geçen yıl Türkiye şampiyon oldu. Skor önemli ama her şey değil. Özellikle kriz döneminde her şeyi iyi yönetmelisiniz. Krizde bunu yaşadık. Sadece satış değil toplam başarı göstergelerinin tümünde başarılı olduk. Satış başarısı da var, nakit yönetimi, stok yönetimi gibi alanlarda da çok başarılı olduk.

Avantajı neydi Türkiye’nin?

Biz krize şerbetliyiz, gelişmiş ülkeler yakın zamanda az kriz yaşadı, bu yüzden de bizim gibi değiller. Ama yalnızca bu da değil. Biz ödevlerimizi güzel yaptık. Satış yapmak için kahramanlık yapmadık, evi de iyi topladık.

Neler yaşadınız bu kriz döneminde? Nasıl bir strateji izlediniz de şampiyon oldunuz?

2009 zor bir yıldı. Kriz büyüyor mu, U mu olacak, W mu olacak gibi çok şey söylendi. Krizde neler yaşanacağını öngörüp neler yaşanacağını iyi görmek gerekiyordu. Ekibin sahipleneceği bir hikayemizin olması gerekiyordu. ‘Biz gerçekten bunu yaparsak başarılı oluruz’ demeleri gerekiyordu. Krizde bunu yapmak zor. Güzel zamanda insanları motive etmek kolay ama krizde zor. Herkes yarınını düşünüyor, belirsizlik herkesi etkiliyor. Biz savaşçı ürünler yaratalım ve kaynaklarımızı bu ürünlerin etrafına odaklayalım dedik.

Bunu açar mısınız? Nasıl seçilir savaşçı ürünler?

Tek tek tüm ürünlere odaklanırsak bazı kaynaklar boşa gidecekti ve başarı elde etmek zor olacaktı, bu da motivasyonu etkileyecekti. Biz oturup savaşçı ürünler seçtik ve bu ürünleri desteklemeyi seçtik.

Hangi ürünlerdi bunlar?

Saç şekillendiriciler...

Vay... Peki diğer savaşçı ürünler nelerdi?

Televizyonlar da öyle. Yeni teknoloji geldi. Herkes değiştirmek istiyor televizyonlarını. Ayrıca evde geçirilen süre de krizde arttı. TV ve DVD satışları da arttı. Bunlar da savaşçı ürünlerimiz oldu. Krizde insanlar daha az dışarı çıktılar, evde dizi veya film izliyorlar...

Kadınlar kuaföre gitmedi, saç şekillendirici aldı

Kadınlara yönelik... Kadınlar krizde bakımdan vazgeçmiyor


Evet. İyi bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Yeni tırmanışa geçmiş bir kategoriydi, kadınların ve gençlerin üzerinde durduğu bir kategoriydi. Ayrıca krizde kuaföre gitme sıklığı düştü. Kuaföre gitme yerine evinde saç yapmayı tercih edenler oldu. Ürünlere ilgi arttı. İnsanlar mutlaka bir şey yapıyor. Haftada bir 3 günde bir kuaföre gitmeyim diyenler için cazip oldu saç şekillendiriciler, ayrıca çok pahalı ürünler de değil bu ürünler. Saç şekillendiriciler iyi savaşçı ürün olduklarını ispatladılar. Hem de kadınlara yönelik bir ürün olması da cazip çünkü kadınlar da savaşçıdır.

Kriz alışkanlıkları değiştirdi. Koton’un sahibi Yılmaz Yılmaz da ev kıyafetleri satışlarının arttığını söylemişti...

Doğrudur, bunlar hep birbirini destekleyen bilgiler. Bunlar birbiriyle paralel.

Siz araştırma da yapıyor musunuz?

Biz global araştırmalar yapıyoruz. Bunlara dayanarak da seçim yaptık. Ütü ve süpürge de savaşçı ürün. Bunlar da bir evin olmazsa olmazları.

Ucuz ürüne Çin malına kayış olmadı mı krizde?

Krizde kimse parasını boşa harcamak istemiyor. Kaliteli uzun ömürlü ürün almaya gayret ediyor.

Sizin kişisel başarınızda sanırım bu son krizle mücadele etmede gösterdiğiniz performans da değerlendirildi...

Sanırım. Biz bu savaşçı ürünlerle başarı elde ettik. Hayat seçimden ibaret, seçim yaparsanız, ne yapacağınızı bilirsiniz. Seçim şansa kalmaz seçimi doğru yaparsanız. Özel hayatta da böyle. Biz iyi düşünerek seçim yaptık, stratejimizi hazırladık. İyi sonuçlar aldık. Yaptığımız seçimler bize satış artışı dışında verim de getirdi. Her şeyi birden satmak için uğraşmadık, iyi odaklandık.

YENİ BİR HAYATA ADIM ATIYORUZ EŞİM BENİM İÇİN PLAN DEĞİŞTİRDİ

Siz daha önce yurtdışında görev yapmadınız değil mi?


Ben ilk kez yurtdışı deneyimi yaşayacağım. Yani ilk kez yurtdışında yaşayacağım. Singapur’a gitmiştim. Beğenmiştim ama alıcı gözüyle bakmamıştım.

Göreviniz tam olarak nedir?

Büyümekte olan pazarlar yani gelişmekte olan pazarlarda pazarlama ve strateji başkanı oldum. Arjantin, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Tayvan ve Türkiye’den sorumlu olacağım.

Evlisiniz, oğlunuz var. Onlar da geliyor sizinle değil mi?

6 yaşında oğlum. Bu yıl orada okula başlayacak. Eşim gidip gelecek Türkiye’ye. Eşimin işi esnek. Eşim de benim için planlarını değiştirdi. Yeni bir hayata adım atıyoruz. Değişim kaçınılmaz. Eskisi gibi bir koltukta oturayım uzun süre aynı koltukta kalayım gibi bir durum yok. Ekip arkadaşlarıma ve Türkiye’deki birçok kişiye örnek olmayı çok isterim. İşimi en iyi şekilde yapmaya devam edeceğim. Oradaki şirkette de farklı ülkelerden gelenler var. Müdürüm Hollandalı, üst düzeyde Koreli, Belçikalı, Hintli yöneticiler var...

Yazının devamı...

Monte edemedik, Koçtaş’a ‘benim yerime sen yap’ dedik

Türkiye’deki 28’inci mağazasını Gebze’de açarak toplam mağaza metrekaresini 150 bine ulaştıran ve haftada 90 evi yenileyen ev sektörünün lideri Koçtaş’ın tespitlerine göre, İngiltere ve Avrupa ‘kendin yap’ pazarı iken Türkiye ise ‘bizim için yap’ pazarı”

Koçtaş, Türkiye’de ev geliştirme perakendeciliği sektöründe lider. Bunu Gebze’de Koç Holding Turizm, Gıda ve Perakende Grup Başkanı Ömer Bozer’le sohbet ederken öğrendim.

Malum sektörde yabancı aktörler de çok güçlü ve bu sektörün aslına bakarsanız çok büyük bir bölümü organize değil. Ev geliştirme marketleri farklı konseptleri ve ihtiyaçları biraraya getiren dev mağazalar.

Dikkat ederseniz yapı sektörü değil, ‘ev geliştirme sektörü’ dedim. Koçtaş bu konuda hassas. Farklılığını da tam da bu noktada gösteriyor. Evet yapı marketlerdeki her şey var Koçtaş’ta ama aynı zamanda bir yanıyla dev bir dekorasyon ve ev ihtiyaçları mağazası.

Koçtaş 28’inci mağazasını da Gebze Center’de dün açtı. Koçtaş’ın bu mağazayla birlikte toplam metrekaresi 150 bine ulaştı.

PAZAR PAYI YÜZDE 45

Biz açılıştan önce bir grup gazeteciyle birlikte Koçtaş’ın yeni mağazasını Ömer Bozer, Koçtaş Genel Müdürü Alp Önder Özpamukçu ve Koçtaş yetkilileriyle birlikte gezdik. Öncelikle yazmakta yarar var, Doğuş Gayrimenkul’un yatırımı Gebze Center bölgenin en büyük alışveriş merkezi.

Koçtaş’ın ortağı B&Q İngiliz Kingfisher Şirketler Grubu’nun. Grup Avrupa’da ev geliştirme sektöründe lider. Çin’den Polonya ve Rusya’ya kadar birçok ülkede faaliyet gösteriyor.

Çin’de de pazar lideri durumundalar. İşin ilginç yanı şirketin tüm bu ülkelere tek başına girmiş olması, lokal ortak aldıkları tek ülke Türkiye...

Az önce de söylediğim gibi Türkiye’de ev geliştirme sektörünün yüzde 13’ü organize, bu oran içinde Koçtaş’ın payı yüzde 45.

Koçtaş’ı gezerken ilk dikkatimi çeken fiyatlar...Yatak odası takımı 1.190 lira, yatak, gardolap, şifonyer vs. her şey içinde... Çocuk odası takımlarının en pahalısı 449 lira... Çalışma masası, yatak, dolap vs.

FRANSA’DA TREND EĞİTİMİ

En çok banyo bölümünde zaman geçiriyoruz. Onların da en iddialı oldukları bölüm. Her yıl Koçtaş ekibi Fransa’da Volcan adlı bir ajanstan trendler üzerine eğitim alıyor. Bu yıl Festival, Romantik, Modern ve Naturel adını verdikleri 4 farklı konsepte hazırlanmış banyoları var.

Klima satışlarında rekor kırılmış bu yaz. 30 bin klima satmışlar.

Koçtaş Türkiye’de bu yıl içinde toplam 40 milyon dolarlık yatırım yapmış olacak ve mağaza sayısını 30’a çıkaracak. 2011’de de 7-8 mağaza açmayı planlıyorlar.

HAFTADA 70-90 EV YENİLEME PROJESİ GELİYOR

Koçtaş’ın büyük mağazalarında ev yenileme hizmeti veriliyor. Kısaca ATEY (Anahtar Teslim Ev Yenileme Hizmeti) denilen hizmet Koçtaş’ı rakiplerinden farklılaştırıyor. Genel Müdür Alp Önder Özpamukçu’nun verdiği bilgiye göre, haftada 70-90 ev yenileme projesi geliyor Koçtaş’a. Ev yapmak ve yenilemek isteyenlere Koçtaş mimarları ve teknik ekibiyle hizmet veriyor. Koçtaş’ın 35 kişilik mimar, 500 kişilik de yapı tekniker kadrosu var.

HAFTADA 1000 MATKAP SATILIYOR

Koçtaş’ta en çok ne satıldığını merak ediyoruz. Doğrusu Koçtaş’a adım attığım ilk anda aklıma gelen soru da bu oluyor. Bir arkadaşım Koçtaş’a her gittiğinde yeni bir matkap aldığını söylemişti. Alp Bey anlatınca şaşırdım. Haftada en az 1000 matkap satılıyormuş. Kingfisher’le ortaklık sayesinde çok makul fiyatlara gelen ürünler var Koçtaş’ta... Bunlar Kingfisher ve Koçtaş özel üretimi ürünler...

TÜRKİYE BİZİM İÇİN YAP PAZARI

Yine merak edilen noktalardan biri... Bu tip mağazalar Türkiye için yeni. Yapı marketlerin çoğu Avrupalı müşterilerin alışkanlıklarına uygun hizmet veriyor...

Özpamukçu, ‘İngiltere ve Avrupa kendin yap pazarı, Türkiye ise bizim için yap pazarı’ diye özetliyor.

En büyük fark burada. Bu arada Koçtaş’ta en çok seramik ve banyo (ıslak zemin malzemeleri) satılıyor. 3.5 milyon metrekarelik seramik satılmış 2009’da.

BAHÇE MOBİLYALARI SATIŞI AVRUPALILARI ŞAŞIRTTI

Ayrıca Koçtaş’ta en çok satılan ikinci ürün grubu bahçe mobilyaları. Koçtaş’ın ortakları da en çok buna şaşırıyormuş. ‘Bu kadar apartmanın yoğun olduğu bir yerde nasıl bu kadar çok bahçe mobilyası satıyorsunuz?’ diye soruyorlarmış.

Balkonlarımızı ve yazlıklarımızı sanırım atlamışlar...

Koçtaş’taki ürünlerin yüzde 85’i yerli üretim. Müşteri başına düşen tüketim, yani sepet harcaması da ortalama 85 lira.

Koçtaş’ın 7 milyonun üzerinde kayıtlı müşterisi var. 2 milyonunun da ‘sadakat kartı’ var. Koç Grubu’nun şirketlerinde kullanılan Paro Kart da Koçtaş alışverişlerinde kullanılıyor. Toplam cironun yüzde 54’ünü de kartlı müşterileri yapıyor.

Et Balık Kurumu’nun ticarete sokulması doğru değil

ÖMER Bozer’le sohbet edip de kırmızı et fiyatlarını sormamak olmaz. Bozer et fiyatlarının patlayacağını çok önceden söylemişti. Koç Grubu da Şanlıurfa’da besicilik yapıyor. 12 bin büyükbaş hayvanı var. Bozer, “Tarım Bakanlığı saydı, Türkiye’de 2.5 milyon hayvan var. En büyük üreticilerde 12-15 bin hayvan var. Organize besicilik yapanların elindeki hayvan sayısı 200 bini geçmez. Diğer taraftan Türkiye’de kırmızı et tüketimi ortalama 6 kilo civarında. Bu çok düşük bir oran. Bu oranı mutlaka yukarı çekmek lazım” diye başlıyor anlatmaya... Bozer’e göre kırmızı et ithal ederek sorunu çözmek mümkün değil. Bozer, “Eğer ithal edilecekse hemen kesilecek hayvan değil, öncelikle besi hayvanı ithal edilmeli. Meracılık geliştirilmeli ve hayvan ırkı islah edilmeli” diyor. Et Balık Kurumu’nun ticarete sokulmasını da doğru bulmuyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.