Şampiy10
Magazin
Gündem

Kalp hastaları oruç tutmamalı

Kalp hastalıkları uzmanı olup da hiçbir hastasına ‘kalp hastası’ demeyen bir doktor Genco Yücel... Konuşkan, güleryüzlü... Malum yaz aylarında kalp krizi geçirenlerin oranı artıyor. “Sahilde yürürken yere yığıldı”, “Kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra evde soluksuz kaldı”, “Oğlanlarla mahallede top oynuyordu”, “Halı sahada düştü, kalkamadı” gibi sözlerle başlayan ve ne yazık ki yaşamın noktalandığı üzücü hikâyeleri yaz aylarında daha sık duyuyoruz. Amerikan Hastanesi Kardiyoloji Şefi Dr. Genco Yücel’le sıcak havanın tetiklediği kalp krizi konuştuk.

* Sıcak hava kalp rahatsızlığı olanlar için çok tehlikeli. Ne yapmalı kalp hastaları bu havalarda? Ayrıca yalnızca kalp hastaları değil kalp krizi riski taşıyanlar ne yapmalı?

Yazın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Bu zamanlar gerçekten kalp sağlığı için önemli ve riskli. Sıcağın kendisi risk içeriyor. Vücut sıcaktan terliyor, sıvı kaybediyor. Sıvı kaybedince vücut daha çok ısınıyor. Bu kısır döngü. Konunun kalp hastalarını ilgilendiren kısmı da şu, sıcakta damarlar genişliyor. Vücutta sanki egzersiz yapıyormuş gibi bir hareketlenme oluyor. Herkesin egzersiz yapmasını önermediğimiz için de bu hayli riskli bir durum. Ayrıca kalp hastaları ilaçlar kullanıyor. Bu ilaçların da sıvı dengesine ters etkileri oluyor. Sıcaklar bu yüzden kalp hastaları için de kalp krizi riski taşıyanlar için de önemli.

* Kış aylarına göre yaz aylarında daha çok kişi kalp krizi geçiriyor bu yüzden de...

Evet ama tek etken sıcaklar da değil. Yaz aylarıyla birlikte yaşam biçimi de değişiyor. Kış aylarında insanların hayatı daha rutin. Çalışıyorlar, sabah kahvaltı yapıp işlerine gidiyorlar, belli saatlerde uyuyorlar. Kışın daha çok televizyon başında zaman geçiriliyor. Yaz aylarında ise rutin değişiyor. Deniz kenarına gidiliyor, akrabalarla, arkadaşlarla daha çok plan yapılıyor, daha çok zaman geçiriliyor. Geceler de uzuyor, geç saatte yemek yeniliyor, sahilde spor yapılıyor, futbol oynanıyor, voleybol oynanıyor, koşuluyor. Arkadaşlarla geçmişte yapılan aktiviteler yaz aylarında hatırlanıyor, yıllar geçmemiş gibi o aktiviteler yapılıyor. Normalde spor yapmayan insanlar yazın “Bir ter atalım” diyorlar. Motive ediyor yaz insanları.

En önemlisi sıvı kaybını asgaride tutmak

* Böyle anlattığınızda tüm bunlar çok güzel şeyler gibi görünüyor... Yürüyüş yapmak, yüzmek...

Güzel şeyler ama aması var... Argo tabiriyle insanlar yazın gaza geliyor. Yaz ayları konsepti hareketi artırıyor. Ben buna yaz ayları sendromu de diyorum. Ayrıca alkol tüketimi de artıyor. Daha çok sıvı tüketmek gerekiyor. Alkol de su kaybına neden oluyor. Sıvı kaybını asgaride tutmak en önemlisi. İnsanlar yazın çocuklarıyla da yarışıyor, mahalle gençleriyle de yarışıyor. Hasta olmayanlar için de bunları söylüyorum.

* Her yaştaki insan mı bunlara dikkat etmeli?

Etmeli. Ama 40 yaş sonrasındaki erkekler kesinlikle dikkat etmeli. 40 yaş sonrası erkekler bu tarz yarışmacı aktivitelerden uzak durmalı.

Kadının doğurganlığı sona erince kalp hastalığı artıyor

* Erkekler için 40 yaş sınırını hep duyuyoruz, peki kadınlar için?

Bizim risk grubu olarak anlattığımız gruplarda kadınlar menopoz sonrası risk grubuna girer. Erkeklerde ise 40 yaş sonrası. Kadınlar menopoza kadar genelde kalp hastası olmuyor. Bence doğanın dengesinde bunun rolü var. Doğurganlık olduğu sürece sorun yok kadınlarda. Doğa böyle bir denge kurmuş. Kalpleri sağlam kalıyor istisnalar dışında. Kadının doğurganlığı bitince kalp hastalığı artıyor. Bunun bilimsel açıklaması yok. Östrojene bağlanıyor ama östrojen alan kadınlarda kalp krizi olabiliyor. 50 yaşında bir erkekle 45 yaşında menopoz olan bir kadının riski aynı olabiliyor. Menopoza giren kadın bir anda erkekle eşitleniyor...

* 40 yaş üstü her erkek de risk grubunda değil..

40 yaş üstü erkekler derken sağlıklı insanlar için söylüyorum. 40 yaş üstü erkekler evet risk altında ama yoğun risk altında olanlar farklı. Ailede genç yaşta kalp krizi geçirme öyküsü olması, ailede bypass geçiren birinin olması, babası, ağabeyi gibi.. Ayrıca sigara birinci faktör, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, hipertansiyon gibi durumlar kilo fazlalığı ve hareketsizlik riski artırıyor. Kilo fazlası ve karın bölgesinde yağlanma da riski artırıyor.

Ancak çok bİlİnçlİ İnsanlar tatİle gİtmeden önce “check up” yaptırıyor

* Tam da tüm bu söylediklerinizden kurtulmak için halı sahalarda maç yapılıyor, sahilde yürüyüşler yapılıyor...

Yazın dikkat edecek denen insanlar, risk grubunda olanlar, bir doktorla görüşmedilerse bilinçsiz egzersiz asla yapmasınlar.

* Tatile gitmeden önce kaç kişi doktora gidip “Nasıl davranmalıyım” der?

Yaz tatiline gitmeden önce “check up yaptır” demek biraz sevimsiz geliyor. Ancak çok bilinçli insanlar bunu yapıyor.

40 yaşındaki bİr erkek kendini genç hisseder ama 10 yıl öncesİ gİbİ değİldİr

* 40 yaş sendromu var erkeklerde. Çoğu erkeğin hayatında 40 yaşında değişiklik olur... Hâlâ gencim ben davranışlarını sergilerler, sanki sizin tüm anlattıklarınızı hâlâ gencim demek için de yapıyorlar. Mesela, 25 yaşındaki gibi spor yapmak...

40 yaşında bir erkekle konuştuğunuzu hatırlatırım...

* Siz daha iyi anlıyorsunuz durumu diyelim...

Doğrusu söyledikleriniz ne yazık ki doğru. Yüzde 100 katılıyorum size. 40 yaşında bir erkek kendini genç hisseder, gençtir de ama 10 yıl öncesi gibi de değildir. Bu aslında hep aklındadır ama öyle davranmak istemez. Ben de doktor olarak asla hastalarıma kendilerini genç hissediyorlarsa “durun” demem. Belki “doktora bir danış” derim. “Hayat çok çabuk geçiyor” diye klasik bir laf var. Herkes istediği gibi yaşamalı... Ama şu da var, uzun zamandan beri yaptığınız bazı hareketleri yapamamaya başlarsınız. Bizim başımıza bu çok gelir. Hasta gelir “Yıllardır bunu yapıyorum, şimdi bak halime” der.. O hastaya ama “Şimdi yaşın kaç, yıllar geçiyor” sözünü direkt söylemek de biraz kişiye bağlı. Esprili biriyse kaldırır, değilse kaldıramaz. 20 yıldır sigara içiyordur, haftada 3-4 gece alkol alıyordur, uykusuz geceleri vardır, strese de giriyor olabilir, düzensiz de besleniyorsa, ailede de yatkınlık varsa, hipertansiyonu, kolesterolü varsa mutlaka önlem almalı...

Öncelikle sigarasız yaşama ve kiloya dikkat etmek gerek

* Ne yapmalı? Bir anda yaşam biçimini değiştirmek mi gerekiyor?

Yaşam kalitesi derken öncelikle sigarasızlık ve kiloya dikkat etmek gelir. Risk taşıyorsa mutlaka yaşam biçimi değişmeli... Bunu şöyle anlatalım. Bir makineniz var, alıyorsunuz kullanıyorsunuz bakmazsanız bozuluyor ve tamir edip bu kez ihmal etmeden bakıyorsunuz. 40’tan sonra akıllanan insanlar yanlış yapmıyor. 40’tan sonra erkeklerin akıllanması gerekiyor. Sağlıklı beslen, sigarayı bırak, içkini dozunda iç, risk grubundaysan bir doktora git. Aslında çok da zor değil.

* Peki size geldiler, tetkikler yapıldı ve anjiyo kararı alındı, hatta stent takılacak...

Anjiyo denildiğinde bunun çok antipatik geldiğini biliyorum. Genelde bize de şöyle gelir hastalar, “Karım git doktora görün dedi, geldim” derler. Biz erkekler sorunları eşlerimize atmayı severiz, oysa aklımızda bizim de “Ya bir şey varsa” sorusu vardır. Biz anjiyo yaptığımızda, stent taktığımızda da insan yaşamında kaliteyi yakalamayı amaçlıyoruz. Stent takılınca tamam şu kurallara uy, devam et. “Sigara içme, güzel hareket yap, bu güzel hareketler herkese göre değişir, gez istersen dünyayı dolaş, ilaçlarını iç” diyoruz. Kalp krizi geçirmiş insanlar da hayat kalitesini yakalayabilir. Bizim işimiz de onlara bunu nasıl yapacaklarını anlatmak, bunu sağlamak. Bize gelenlerin çoğu da, “Çocuklarımın büyümesini görmek istiyorum” der, bazen iş yaşamındaki kariyerlerini anlatırlar...

Kalp krizi geçiren hasta bir saat içinde hastaneye ulaştırılırsa kurtarılır

* Kalp krizi korkusuyla özellikle de yaz aylarında dil altı ilaçlarını ceplerinde taşıyanlar var. Herkes bu ilaçları alabilir mi? Kalp krizi geçirdiğini anlamak kolay mıdır? Nasıl anlaşılır?

Kalp krizi geçiren insan hiç vakit kaybetmeden hastaneye gitmeli. İmkanı olan hastaneye ulaştırılmalı. Bir saat içinde ulaştırılan hastanın hayatı kurtarılır. Hastaneye geç ulaştırılan kişilerin kurtarılması zordur. Dil altı ilaçlarını almaya gelince, orada bir teşhis koyup, doktorluk yapıyorsunuz. Teşhis yanlışsa bu ilaç mülayim değil.

* Ne gibi bir zararı olabilir?

Bir gün önce cinsel gücü artırıcı ilaç kullanmışsa o insanı öldürebilirsiniz. Dil altı tabletlerin entresan bir yanı da var. Teşhis koymak için tecrübe sahibi olmak lazım. Bir kişi daha önce kalp krizi geçirmişse teşhis koyabilir. İlk kez geçiriyorsa hata yapma olasılığı yüksek.

Kriz geçiren hasta için en etkili ilaç aspirindir, onu da çiğnemelidİr

* Kalp krizi geçirdiğini düşündüğünüz birine ne yapabilirsiniz?

En isabetli ilaç aspirindir. Aspirini de çiğnettireceksiniz. Hemen emilir, yutunca sindirimden geçirmek gerekir. Oysa çiğnenince hemen devreye girer. Oksijen varsa bir şekilde onu verebilirsiniz, ambulans çağırıp beklemekten başka yapacak bir şey de yoktur. Onun dışında bir şey yedirip içirmemek lazım.
Dil altı ilaç konusunda ise işin bir yanı da psikolojiktir. Cepte dil altı ilaç taşıyorsanız “Onu kullanacağım” diye düşünüyorsunuzdur. Bu da psikolojik bir şey... Doktor vermediyse ben önermem. Bir insan kalp hastasıdır. Bu arada ben ‘kalp hastası’ demem kimseye. “Bir şeyler yaşadın, geçti” derim. O yüzden bu insanlara düzgün yaşa, hayatına bak demek lazım.

Mutlaka ceviz ve balık yağı tüketin!


* Bazı yiyecekler öneriliyor. Kalp hastalarına önerdiğiniz yiyecekler var mı? Kırmızı meyveler, sebzeler deniliyor...

“Şunu ye kurtul” diye bir şey yok. Kırmızı bilmem neyin mucizesi diyorlar, olacak iş değil. Dengeli beslenin. Et de yiyin. Besin olarak bilimsel olarak etkinliği gösterilmiş, kanıtlanmış cevizdir. Taze ceviz, ileri bilimsel yayınlara girmiştir. Balık yağı her türlü kalple ilgili araştırmaya girmiştir. Yasak veya sihirli bir yiyecek yok.

Kalp hastalarına oruç tutmamalarını tavsiye ederim

* Ramazan ayı geliyor. Kalp rahatsızlığı olanlar oruç tutabilir mi?

Genel anlamda insanların sağlığı için önemli söz düzendir. Düzenli uyku, düzenli yemek. Düzenli hayat tarzını benimsemek lazım. Ramazan ayı maalesef özellikle de yaz aylarında bütün düzenin alt üst olduğu bir dönem. Uyku saatleri değişiyor, düzen alt üst oluyor. Şeker hastalarına ve kalp hastalarına düzenden çıkılınca sorun yaratacağını söyleriz. İlaçlar kullanılıyorsa ben kalp doktoru olarak kalp hastalarına oruç tutmamalarını tavsiye ederim. Belki her gün tutmamalılar, belki birkaç gün tutmalılar, dini vecibelerini yerine getirmek için ihtiyacı olan insanlara yardımda bulunmak daha doğru olur. Susuz kalmak kalp hastaları için çok tehlikeli. Yaz aylarında su çok daha önemli, kalp hastalarının oruç tutmamaları daha uygun olur.

Yazının devamı...

Turizme 20 milyon $ yatıracağız, Berlin’e de Dedeman açacağız

2010-2011 yıllarında otelciliğe 20 milyon dolar, madenciliğe ise 37 milyon dolarlık yatırım yapmayı hedefleyen Dedeman Grubu 1.000 kişiye yeni istihdam yaratacak. Kriz yılı 2009’da 4 otel açtıklarını ve yeni maden sahaları aldıklarını söyleyen grup CEO’su Murat Eroğlu, 2011’de Bostancı’daki otellerini açacaklarını Berlin’de de yatırım planladıklarını söyledi

Dedeman Grubu Türkiye’nin en eski gruplarından. Kurucusu Mehmet Kemal Dedeman şirketin temelini 1918 yılında Kayseri’de atmış. 1933 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün 10’uncu yıl nutkunu okuduğu platformu Mehmet Kemal Dedeman’ın küçük inşaat şirketi yapmış. Türkiye’nin ilk özel maden şirketi de Dedeman Madencilik... Madencilikten otelciliğe, turizm sektörüne giriş ise 1966’da gerçekleşmiş... Ve o günlerden bugünlere Dedeman Holding’in ana alanı turizm ve madencilik. Şimdilerde turizme gayrimenkul, madenciliğe de enerji sektörlerini ekleyen Dedeman Holding bir toparlanma süreci geçirdikten sonra yeni hamlelerle büyümeye devam ediyor.

Geçen hafta Dedeman Holding’te grubun CEO’su Murat Eroğlu’yla buluştuk. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiren ve 2005 yılından bu yana Dedeman Grubu’nda çalışan Eroğlu, 2007’den beri de CEO’luk görevini yürütüyor...

* 92 yıllık bir şirket Dedeman Holding... Türkiye’de bu kadar uzun süre ayakta duran şirket sayısı çok az. Bir aile şirketi. Kurumsallaşma adına önemli adımlar attı...
Dedeman Grubu Türkiye’nin en eski şirketlerinden. 100 yıllık bir şirket diyebiliriz. 3 ana sektörde faaliyet gösteriyor. Madencilik, otel işletmeciliği ve gayrimenkul.

* Kaç çalışanınız var?
Toplam çalışan sayısı 3 bin 800.

* Kaç otel oldu?
21 otel var. Bunların 7’si yurtdışında. 9 otelin işletmesi bizde.

* Yeni oteller de açılacak...
Evet, hem Türkiye’de hem de yurtdışında açılacak olan otellerimiz var. Otelcilikte en büyük zinciriz Türkiye’de.

* Madencilikteki büyüklüğünüz?
Ana faaliyet konumuz krom üreticiliği. Kurşun, çinko ve bakır üretimiyle de ilgiliyiz. Türkiye’nin en eski özel şirketi Dedeman Madencilik. Krom üretiminde Türkiye’de ikinciyiz.

* Gayrimenkul sektörüne girmek kaçınılmaz mı oldu sizin için?
Sahibi olduğumuz oteller İstanbul, Ankara, Kapadokya, Antalya’da ve bazı iş merkezlerimiz var. Bazı arazilerimiz de var, arazilerimizi de geliştirme planları yapıyoruz. Turizmin bu kadar içinde olunca gayrimenkule de giriyorsunuz. Bu alanda da yeni adımlar atacağız. Biz holding olarak son yıllarda uzmanı olduğumuz alanlara fokuslandık. Bunlar da madencilik ve otelcilik, aynı zamanda gayrimenkul. Bunlara son dönemde enerji de eklendi. Ancak otelcilik ve madencilikte ciddi büyüme hedeflerimiz var.

* Global krizde hızla büyümüş görünüyorsunuz. Otel sayınız artmış. Bunu nasıl başardınız?
Biz krizin geldiğini öngörmüştük. Pembe bir tablo vardı, bu tablonun böyle devam etmeyeceğini gördük. Ancak kriz çıktığında stratejik karar değişikliği yapmadık. Çünkü hazırlıklıydık. Madencilik ve otelcilikteki hedeflerimizi koruduk. Krizde 3’ü Suriye’de biri de Gaziantep’te 4 otel açtık. Madencilikte yeni sahalar aldık. 2008 sonuna kadar ortalama yıllık büyümemiz yüzde 30 civarındaydı. 2009’da büyüme hızımız düştü ama yeni işlere girmeye devam ettik. 2009 yılını kârlı kapadık. Madencilikte üretim kapasitemiz büyüdü, otel sayımız da arttı.

* Kriz sonrasının olumsuz etkileri geçti mi, İstanbul’a yabancı yatırımcılar geliyor mu?
Evet, biz bunu çok rahat gözlemliyoruz. İstanbul Türkiye’nin en önemli şehri, büyümeden önemli pay alacak. İstanbul’da 10-15 yıl sürecek otel eksikliği. Çünkü her yıl talep artacak. Yeni yatırımlar da yapılacak. Dünyada yeni cazibe merkezleri doğuyor, İstanbul da bunlardan biri. Hem iş dünyası hem de komşular Türkiye’ye geliyor.

* Eksiklerimiz neler otelcilikte?
Türkiye misafirperver bir ülke ama hizmet anlamında eksiklerimiz çok. Hızlı, kaliteli servis isteyen yabancılar bizi orta seviyede buluyor. Pozitif yapımızı bozmadan daha kaliteli hizmet vermeliyiz.

* Pozitif yapı derken ne anlatmak istiyorsunuz?İnsanlarımız güler yüzlü, sıcak kanlı. Buraya gelen insanları misafirleri gibi görüyorlar, ancak bunlar yetmez. Yeme-içmeden servise, ulaşıma kadar kalitemizi yükseltmemiz gerekiyor.

* Siz grup olarak ne yapıyorsunuz?
Kendi içimizde değişim yapıyoruz. Çok uzun yıllardan beri kullanılan otellerimizi çağdaş, yeni trendlere uygun olarak düzenliyoruz.

* Onarmak yenisini yapmaktan zor derler...
Kesinlikle. Fonlarımız olmasına rağmen zor oluyor. Ayrıca Dedeman Akademi’yi de kurduk. Eğitim kalitesi yüksek bir akademi oldu. Biz bir süre önce konseptimizde neleri değiştirebileceğimizi masaya yatırdık. Rekabetten çok fazla etkilenmedik şu günlere kadar. Ama biliyoruz ki ciddi rekabete hazırlıklı olmalıyız.

* Anadolu Yakası’ndaki oteliniz ne zaman açılacak?
2011’de Bostancı otelimizi açmayı planlıyoruz. Bakü ve Shiraz’da (İran’da) inşaatları devam eden otellerimiz var. Onlar da 1-2 yıl içinde hizmete girecek.

* Irak’ta da otel açacak mısınız?
Biz Irak’ta da bakıyoruz projelere. Bulgaristan’da da 2 otelimiz var. Çok iyi işleyen bir örnek. Romanya’ya bakıyoruz. Ayrıca Berlin’de otel açacağız. Polonya ve Ukrayna’da da otel girişiminde bulunabiliriz.

KONGRE TURİZMİ DEVLET DESTEKLİ OLMALI

* Kongre turizmi konusunda bir çalışma yapıyor musunuz?
Kongre turizmi devlet destekli olmalı. Büyük kongre merkezleriniz olmalı. Hem devlet hem de özel sektor büyük kongreler düzenlemeli. Eğer bu tip organizasyonlar yapılıyor olsa tüm oteller döner kongre turizmine.

* Kapadokya oteliniz Japonların gözdesi...
Evet. Kapadokya’ya gelen Japon Prensi de bizde kaldı. Farklı ülke turistlerinin gözdesi, Japonlar da çok geliyor.

BULUŞ VE FİKİRLERİ DESTEKLİYORUZ

* Sosyal sorumluluk projeleriniz var mı?
Her yıl yaptığımız Mehmet Kemal Dedeman Araştırma ve Geliştirme Proje yarışmasıyla yeni buluş ve fikirleri destekliyoruz. Bir çok ilde liseler, okullar, laboratuarlar, spor salonları, hastaneler ve camiler inşa ettik. Şahinur Dedeman Kemik İliği Nakil Ve Kök Hücre Araştırma Merkezi’ni yaptık.


Yazının devamı...

Garanti Bankası 2010-2011 döneminde 20 bin öğretmene eğitim vermiş olacak

Geçenlerde CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek’le sohbet ederken, Berhan Şimşek ilkokul öğretmenin adını soyadını verip ondan öğrendiği bazı değerleri sıraladı. Ortaokul, lise hayatımıza onlarca öğretmen giriyor, ama bazıları hafızalarımızdan hiç silinmiyor. Ve çoğumuz ilkokul öğretmenimizi hayatımız boyunca hiç unutmuyoruz. Röportaj yaparken sıkça buna benzer sözleri duyuyorum. Başarılı bir işadamı hayatının öğretmenin yönlendirmesiyle nasıl değiştiğini, Türkiye’nin farklı coğrafyalarında yetişmiş kişiler öğretmenleri sayesinde aldıkları burslarla hayatlarındaki değişimi anlatıyorlar.



Bir insan bir hayatı değiştirebiliyor...

Ve bir çocuğun eğitim hayatında karşılaştığı ilk öğretmeni çok önemli... Ne yazık ki Türkiye’nin eğitim karnesi zayıf. Eğitimde fırsat eşitliği sorunu büyük. Kız-erkek çocuk ayrımı hala var... Eğitim kalitesi düşük...Öğretmenlerin maaşları çok yetersiz. Bir öğretmenin kendisine yatırım yapacak maddi gücü yok. Türkiye’deki eğitim sorunu yalnızca öğrencilere burs verilerek ve okul yaptırılarak da çözülecek gibi değil.

Eğitim alanında yapılacak çok şey var. İşte bunlardan birini dinleyip Türkiye’de güzel şeyler de oluyor diye düşündüm. Aslına bakarsanız bir süredir bu projeyi uzaktan takip ediyordum, yazma fırsatı bulamamıştım. Garanti Bankası Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) işbirliğiyle 2007 yılından bu yana Öğretmenin Sınırı Yok adıyla bir proje yürütüyor. Türkiye’nin farklı okullarından öğretmenlere eğitimi veriliyor.

Hedef 5 yılda 100 bin öğretmenin eğitimini sağlamak.

Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, “Neden öğretmenlerle ilgili bir projeye odaklandınız?” sorusuna yanıt verirken, “Hem eğitimin yaşı yok“ diyor, hem de çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerin de yenilenmeye, gelişime ihtiyaç duyduklarını anlatıyor. Geçenlerde Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Rıfat Sarıcaoğlu’yla sohbet ederken de bu konu gündeme gelmişti. “Son 15 yılda her şey hızla değişti. Öğrencilerle her gün karşı karşıya kalan bir hocanın da kendini sürekli yenilemesi gerekiyor. Facebook bilmeyen bir üniversite hocası olabilir mi?” demişti Sarıcaoğlu.

Aynı şey aslına bakarsanız öğretim hayatının her kademesi için geçerli. Zaman değişti, çocuklar değişti. Öğretim sistemleri de değişti.

Nafiz Karadere, “Öğretmenin Sınırı Yok” projesinde ABD’nin eğitim alanında uzmanlaşmış PLS şirketiyle işbirliği yapıp, onların eğitim tekniklerini kullanmaya karar verdiklerini anlatıyor.

İlk adımda yapılan da öğretmenlere kişisel gelişim eğitimi vermek.

Garanti Bankası bu projeye başladıktan bir yıl sonra da Öğretmen Akademisi Vakfı’nı kurdu. Vakfın başına Kayhan Karlı geldi. Eğitim gönüllüsü İbrahim Betil de projeye destek verenlerden.

Garanti Bankası bu projeyle ilgili bilgileri MEB aracılığıyla tüm okullara gönderdi. Garanti Bankası bu proje için özel bir eğitim kadrosu kurdu. Bu kadro okullara giderek 2.5 gün süren eğitim çalışmaları yapıyor. İletişim Becerileri dersi, sınıf yönetimi (Takım oluşturma, kural koyma, uygulama), Ölçme ve Değerlendirme dersleri veriliyor.

Son rakamlarla 44 ilde 368 okulda 13 bin öğretmen bu eğitimden yararlandı. Eylül’de proje yeniden başlayacak. 10 yeni ile gidecek olan Garanti Bankası’nın eğitim kadrosu ve 2011 yılında 20 bin öğretmene ulaşılacak.

Yazının devamı...

Yıllarca yediler içtiler ama hesap vermek istemiyorlar

Yıllar önce oyuncu kimliğiyle tanındı, duruşunda hep siyasi bir tavır vardı, gençliğinde CHP Gençlik Kolları’nda görev almıştı... Berhan Şimşek, yıllar sonra yine CHP’de aktif siyasetin içine girdi. Partisinde çeşitli görevler aldıktan sonra milletvekili oldu, ancak son seçimlerde 13’üncü sırada kendisine yer verilince Meclis dışında kaldı. O siyasete hiç küsmedi. Gürsel Tekin’in yerine İstanbul İl Başkanı oldu. 10 yıldır sinema yapmıyor, dizilerde rol almıyor. Sabah 06.15’te kalkıyor, günü sokaklarda halka konuşarak, yeni CHP’yi anlatarak geçiyor. Bir de 11 yaşındaki kızı Aslı var hayatında... Bizim mahalleye geldiğinde peşini bırakmadım. Baltalimanı’nda sahilde oturduk sohbet ettik. Biz sohbet ederken Boğaz’da yunuslar belirdi. Röportajı kesip yunusları izledik, Berhan Şimşek “Kızım da yanımda olsaydı” diye başladı, hayatındaki en büyük aşkı olan kızını anlattı bir süre... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için bir şarkı yapmış, daha doğrusu Recep türküsüne yeni sözler yazmış, çok iddialı “Önümüzdeki seçimde Recep Bey gidecek” diyor.

* Set ortamına benziyor mu şu andaki temponuz?
Film çekerken geceler gündüzler karışır, yoğun bir çalışma temposu içine girilir...
Sabah 06.15’te uyanıyorum. Önce gazetelere bakıyorum. Saat 08.00 gibi telefonlar başlıyor. Destek telefonları da oluyor, eleştiriler de. Hepsini dinliyorum. Set ortamı gibi, ama filmler 2-3 ay sürerdi, bu daha uzun zaman alacak... Tayyip Erdoğan gidene kadar bu tempo devam edecek.

* Hedef çok net...

Evet. Çok iyi anlatmalıyız kendimizi.

* Oralara gelmeden önce biraz sizi anlatalım. Arkadaşım Mine Şenocaklı’nın röportajında okuduk. 11 çocuklu bir ailede büyümüşsünüz. Bayburt doğumlusunuz. Yokluklar içinde büyümüşsünüz. Sizin hikayeniz de Türk filmi gibi diyebilir miyiz?

Aynen. Geniş bir aileyiz. 10 yaşında İstanbul’a geldim. Doğum tarihim doğru değil, 3 ayrı adım var.

HAYATIM YILMAZ GÜNEY FİLMİ GİBİ

* Ailede siyasetçi var mı?

Abim bir ara Meclis üyeliği yaptı 12 Eylül sonrasında. Babam, dayım, dayı çocuklarım Bayburt’ta siyaset yapardı. Babam bir dönem Bayburt ilçe başkanıydı. Çok şey var anlatılacak... Haklısınız tam da bir Yılmaz Güney filmi gibi. Hikâyemde kenardan, kırsaldan gelen herkesin hikayesi gibi.

* 10 yaşınızdan beri çalışıyorsunuz değil mi? Neler yaşadınız?

Ben limon da sattım çorap da. Çaycılık yaptım. Ben büyüyene kadar ailede bir şey kalmamıştı. 10 numarayım. Benden 2 sene sonra geldi babam İstanbul’a. Daha sonra da vefat etti. Ben 12-13 yaşındaydım. Annem 11 çocuğa sahip çıktı. Annem çok özel benim için. İyi dosttuk annemle.

* Sizin büyüdüğünüz dönemdeki yoksulluk farklıydı. Türkiye yokluklar ülkesiydi... Şimdilerde yoksulluk çekenlerin yaşadıklarının farklı olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye yoksul bir ülkeydi. Nüfusun büyük bölümü köydeydi. Şehirlerde de yokluk vardı. Bugün baktığımızda şu anda yoksullaştırıldık. Cahil bırak bağlansın, aç bırak yalvarsın... Türkiye’de sistem yoksulluğu yaratarak kendini ayakta tuttu. Çok partili hayatta siyaset ticarileştirildi. Yoksul kimlik hep istismar edildi.

* Partiler hep bazı olanaklarını halka sunarak oy avcılığı yaptılar. Bunu ilk keşfeden parti AKP değil mi diyorsunuz?

Demokrat Parti gaz yağı dağıtırdı. Kara lastikler vardı, oy için bir lastik ayakkabı verilir, sandık açıldıktan sonra da diğer eşi. İnsanlar yurttaş kimlikleriyle oy kullanmadı. Türkiye’de eskiden yoksul vardı, şu anda yoksullaştırılmış halk var. İstisnai kurum, kuruluş ve aileleri ayırmak isterim ama Türkiye’de zenginleşenlerin hepsi devletle iş yapanlardır. İktidarların sosyetesi, zengini olur ama dünyanın hiçbir yerinde böylesine bir değişim olmaz.

* Bu son söylediğinizin AKP iktidarı döneminde çok arttığını düşünüyor musunuz?
Türkiye’de her dönemin zengini, sosyetesi ve mafyası oluyor. Son 8 yılda bu katmerli görünmeye başladı.

* Ama bir yandan da baktığımızda CHP’ye oy verenler de emekçiler değil...

Tekel işçisi arkadaşların yüzde 74’ü AKP’ye oy kullanmış. Bu çok çelişkili bir durum. Türkiye’de vatandaş kendi sağlığı, eğitimi, geleceği için oy kullanmıyor. 2004 yılında Tekel işçilerinin haklarını savunduk ama oy vermediler. Zaman içinde toplum bazı gerçeklerle yüzleşiyor. Hayat insanları sıkıştırınca anlıyorlar.

* CHP’nin eksiği yok mu bu konuda?

Biz tespitleri yaptık ama çözüm önerilerini anlaşılır biçimde hayata geçiremedik. Anlatamadık. Şu da var; işçi köle gibi ama işverenler de köle. Son 8 yıldır mevcut ikidar Türkiye’yi yoksullaştırdı. 1 trilyon 300 milyar dolarlık bütçe için ‘orta vadeli program’ denildi. 6-7 milyarı duble yollara gitti, gerisi ne oldu? Ortada bir şey yok. Devlet hizmet satın alıyor, kimlerden aldı bu hizmeti, kendine yakınlardan.

* CHP’de ne değişti? Yalnızca lider mi?
23 Mayıs kurultayı bize bakışı değiştirdi. Halk hazırdı, bekliyordu...

Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte yalnızca sol kesimden değil, her kesimden yoğun bir istek, destek geldi.

* Siz ne diyorsunuz Başbakan’ın gözyaşlarını tutamamasına? Rol mü yapıyor?

12 Eylül’le ilgili 30 yıl konuşmadı şimdi sulu sepken yaş döküyor. ‘One Minute’ dediğinde herkes ayağa kalktı ama insanlar şimdi düşünüyor, 3 yıl önce Musevi Cemaati’nden cesaret madalyası aldı. 3 yıl önce Gazze’de esaret yok muydu, çocuklar aynı durumda değil miydi?

DOKUNULMAZLIK DURUYOR

* ‘Anayasa değişikliğine karşı çıkmak darbe yanlısı olmak’ diyor AKP... ‘Evet bu Anayasa değişmeli’ diyorsunuz siz de ama bu şekilde değil.

Erdoğan şurada yanılıyor; Anayasa’yı tek parti yapmaz. Anayasa toplumsal mutabakatla yapılmalı. Evet, yeni bir anayasaya ihtiyaç var. Ama yapılan Anayasa paşaların yaptığından farklı değil. Bu da Tayyip Paşa’nın Anayasası.

* Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini artırdığı için mi bunu söylüyorsunuz?

Bu Anayasa yalnızca Recep Beyler’in hayatına dokunuyor. Dokunulmazlık olduğu yerde duruyor, YÖK kalkmıyor, burada Recep Beyler’in ileride Yüce Divan’da yargılanmasının önünü kesecek yapılandırma kuruluyor. Yıllarca yediler içtiler ileride hesap vermek istemiyorlar.

Muhtıradaki gölge imza Başbakan’ın

* Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’la ilgili iddialar gündeme getirdiniz parti olarak. Ne olmalı bundan sonra?

Başbakan 12 Eylül, 28 Şubat sayesinde Başbakan oldu. 27 Nisan muhtarasındaki ıslak imza Yaşar Büyükanıt’a gölge imza Recep Tayyip Erdoğan’a aittir. Dolmabahçe görüşmesini deşifre etmedikleri için bu böyle.

Allah’ın evinde yer tutuyorlar

* Kılıçdaroğlu’nun havuzlu villa vurgusu yanlış anlaşılmalara açık değil miydi?

Alın teriyle kazanan yalıda da otursun, villada da otursun. Bu milleti yoksullaştırıp kendi hayatlarını zenginleştirenlere sözümüz. Bunlar Allah’ın evinde yer tuttururlar. Meclis’teki Mescid’e girdim bir cuma günü. Bir baktım iki koruma kulaklıklarıyla oturmuş. Şaşırdım kim yer tutar Allah’ın evinde? Geldi sonra bir parti büyükleri. O da sürekli ağlayanlardan. Allah’ın evinde o yer tutturuyor. Duaları değişti onların haramı helal et diyorlar! Haram iş yaptıklarını biliyorlar.

* İstanbul üzerine bir film yapsanız neyi anlatırsınız?

İçinde bulunduğum koşullardan herhalde şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatını anlatırken, İstanbul’un da nasıl değiştiğini anlatırdım. 1994’ten beri Başbakan’ın bu şehirde imzası var, onu ve şehri birlikte anlatırdım. Çocuğunu başkasının paralarıyla okutmuş, çocuğunun sünnet düğünüyle zengin olmuş, çocuğu mezun olduktan sonra çocuğunu pırlantacı yapmış bir başbakanım var...

* Siz İstanbul’da sık sık geziyorsunuz. Atmosfer değişti mi? Yerel seçimlerde başlayan değişim hâlâ sürüyor mu?

Ben sık sık Şile’ye giderim. Eskiden benden selam almazlardı, şimdi el sallayıp, yanımıza geliyorlar. İlk defa toplumun tüm katmanları bizimle bizi aşan bir ilişki kurdu.

Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin aile modelinin ortalaması

* 23 Mayıs kurultayına dönelim. Kemal Kılıçdaroğlu geldi, yeni Parti Meclis’i seçildi. Görev değişiklikleri oldu... Ama yenileşme ve dönüşüm bunlarla kalırsa yine eksik olur, yeni kadrolara ihtiyaç yok mu? Sıkıntı da biraz buradan kaynaklanmıyor mu?

23 Mayıs sonrasında halkın baskısı oldu, bizlerin de özlemimiz vardı, şu anda gençler ve kadınlar ‘bize yer açacaksınız’ diyorlar. Gelen herkesi ciddi anlamda kucaklamalıyız. Toplum CHP’ye dayattı değişimi.

* Ancak bu Deniz Baykal’la olmuyordu... Deniz Bey mi engeldi tüm bunları?

Deniz Bey, Türkiye’nin en önemli entelektüel biri. Çok dürüst bir siyasetçi. Deniz Bey siyasetçi kimliği olarak iyi bir örnektir ama bazen bu tip insanlar toplumla ilişki kuramaz. Sinemada da bu böyledir. Fakat seyirci ilişkisi denilen bir şey vardır, bir şanssızlıktır bu. Halk aktöre de siyasetçiye de bakarken kendileşmesini istiyor. Bizim gençliğimizde Önder Somer vardı, güzel adamdı ama biz Yılmaz Güney’i severdik. Fizik içi derinlikler var sanırım. Halk Kılıçdaroğlu’nu kendinden buluyor. Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin aile modelinin ortalaması. Biraz amca, dayı, aile büyüğü... Baktığında çok kişi var yolda Kılıçdaroğlu’na benzeyen. Siyasetçide böyle özellik arıyor halk.

* Başbakan’da da var bu özellik...

Bir nebze var. Kemal Bey halk için önemli bir profil. 29 Mart seçimlerinde de iyi bir sınav verdi. Erdoğan’ın söyleyecek bir sözü kalmadı. Ancak CHP’yi farklı söylemlerle mindere çekmeye
çalışıyor. Anneler bağırıyor, dağlarda silahlar, Bursa, Denizli bağırıyor, işçiler, emekliler bağırıyor. Ama bence bağırmamak lazım. Tayyip Bey de bağırıyor. Sürekli öfke. Öfkenin sanat olduğunu savunan biri.


Yazının devamı...

Hastaneler Kralı Ofluoğlu 500 milyon dolarlık yatırımla iş garantili üniversite kurdu

Hastaneler Kralı olarak bilinen ve aralarında Alman Hastanesi, İtalyan Hastanesi’nin de bulunduğu 100’ün üzerinde sağlık kuruluşu olan Azmi Ofluoğlu, 500 milyon dolarlık yatırım planını hayata geçirdi ve üniversite de kurdu. Ofluoğlu, Yeni Yüzyıl adıyla 2010-2011 öğretim döneminde kapılarını öğrencilerine açacak üniversite için “Üniversite hayalimdi. Üniversitemizden mezun olanları kaptırmayacağım. Bizim grubumuzda iş vereceğim” dedi.

Azmi Ofluoğlu ‘Hastaneler Kralı’ olarak bilinen bir işadamı. 100’ün üzerinde sağlık kuruluşu var. Taksim Alman Hastanesi, İtalyan Hastanesi, Çamlıca Alman Hastanesi ilk anda akla gelen hastaneleri. Yalnızca İstanbul’da değil Türkiye’nin farklı bölgelerinde de hastaneleri olan Ofluoğlu, doktorluktan hastane patronluğuna gelmiş biri. Sağlık alanında ilk yatırımını 1977 yılında yapan Ofluoğlu, şu günlerde farklı bir heyecan içinde. 2010-2011 öğretim döneminde Ofluoğlu’nun kurucusu olduğu Yeni Yüzyıl Üniversitesi öğretime başlayacak.



Vatan Sağlık ve Eğitim Vakfı (VASEV) tarafından toplam 500 milyon dolar yatırımla hayata geçecek olan Yeni Yüzyıl Üniversitesi yalnızca tıp alanında değil farklı alanlarda da iddialı bir üniversite olma hedefiyle yola çıktı. Üniversitenin Mütevelli Heyeti’nin başında Ali Baransel ve Rıza Küçükoğlu var. Sağlık Eğitim Koordinatörü Prof. Erol Düren, üniversitenin rektörü ise 3’üncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Akile Gürsoy.

Hastanede doğan şanslı!

Yıllardır sağlık kuruluşları kuruyorsunuz. Doktorsunuz aynı zamanda ve binlerce doktorun da işverenisiniz. Şimdi eğitim alanında bir adım atıyorsunuz. Üniversite kurmak bir gereklilik mi oldu sizin için? Böyle bir hayaliniz mi vardı?

Hayalim vardı. Ben işimi çok seviyorum. Yeniliklerden heyecan duyuyorum. Yalnızca hastane kurmuyoruz, zaman içinde işlerimiz gelişti. İnşaat işi de yapıyoruz, matbaa işi de. Son dönemde hem eğitim alanında sağlam bir yatırımı hayal ettim hem de ileride sağlık kuruluşlarımıza nitelikli eleman yetiştirmek için üniversite yatırımı yapmak istedim. Biliyorsunuz bir vakfımız var. Bu vakıf hayallerimizi gerçekleştirmemizi de sağladı.

Siz her sabah erkenden hastanenize gelirsiniz, şimdi üniversiteye mi gidiyorsunuz?

Buraya da geliyorum ama sizinle buluşmadan önce sabah 07.30’da üniversitedeydim. Topkapı’da şantiyedeydim. Hazırlıklar hızla sürüyor. Bu sabah erkenden öğrenciler geldi...

Siz de görüşüyor musunuz öğrencilerle?

Her zaman değil ama üniversitede olduğumda görüşüyorum. Bugün bir öğrencinin kaydı sırasında yaşadıklarmız bize bir yol açtı. Bugün Eczacılık Fakültesi’ne bir kız öğrenci kaydoldu. Ailesiyle gelmiş. Benim yardımcıma “Ben Vatan’da doğdum” demiş. Yani bizim ilk hastanemizde doğmuş. “Vatan’da doğanlar hem güzel hem akıllı oluyor” dedim ben de. Danışmanlarımdan biri, “Bizim grubun hastanelerinde doğanlara indirim yapalım” dedi. Ben de bu fikri çok beğendim. Şimdi bizim grubun hastanelerinde doğanlara yüzde 10 indirim yapıyoruz.

İspatlama konusunda sorun yaşanır mı?

Sanmıyorum. Bir öğrenci bir bölüme girme konusunda istekli ve hevesliyse bence desteklenmeli...

Siz öyle miydiniz?

Ben inşaat mühendisliği, Çin Filolojisi de dahil 7 bölüme girmeye hak kazanmıştım. Tıbbı seçtim. Çok istekliydim. Bu yolda yürüdüm, bir noktaya geldim. Bir yerde doyum da oldu hastanecilik işinde.

Ve üniversite kurmak istediniz...

İhtiyaç da oldu. Biraz yanlış da anlaşılıyor. Yalnızca tıp alanında değil üniversitemiz. İletişim de var, güzel sanatlar da tıp ve eczacılık da var. YÖK’ten izin aldık. 10 fakülte, 24 bölümle birlikte, 2 meslek yüksek okulu, 25 program, 4 lisans üstünde 20 programla başlıyoruz.

Kaç öğrenci alacaksınız?

3 bin öğrenci alma planı yaptık. Tıp, diş ve hukuk fakültelerine ek kontenjanla öğrenci alacağız. Bunun üzerine çalışıyoruz.

Yeriniz Topkapı’da... Yakında orada Koç Üniversitesi de hem hastane hem de üniversite kuruyor... Özellikle mi seçtiniz Topkapı’yı?

Aslında başlarda çok karşı çıkan oldu. “Burada olmaz” diyenler vardı. Ama şu anda gelenler bayılıyor çünkü ulaşım olanakları var. Tramvay, metrobüs, metro hepsi var. Koç Grubu da eski fabrikalarının olduğu yerde yatırım yapıyor. Bunlar güzel gelişmeler. Nicelikten çok nitelikli elemanlara ihtiyacımız var. Teknolojiyi iyi takip eden, iyi kadrolar kuran üniversiteler Türkiye’nin kazanımı olur.

Yurtdışından öğrenci alacak mısınız?

Kabul edeceğiz. Biz çift diploma da vereceğiz. Yurtdışıyla anlaşıyoruz. Çok güzel bir üniversite olacağına inanıyorum. 150’nin üzerinde akademik kadromuz var. Çok değerli hocalar bizle. Yurtdışından gelen yabancılar da var, yurtdışından gelen Türkler de var. Almanya’dan yabancı hocalar da gelip ders verip gidecekler.

Tıp ve mühendislik birleşiyor, çok yeni dallar var dünya üniversitelerinde, sizde de yenilikler olacak mı bu anlamda?

Tıp alanında her zamanki gibi iddialıyız. Araştırma geliştirme de çok önemli.

Özellikle önem verdiğiniz bir alan var mı?

İnanın insanın neresi ağrırsa orası kıymetlidir, onun gibi. O dalı kıymetli yapan iyi hekimle iyi teknolojiyi buluşturmaktır.

Sizin diğer üniversitelerden farkınız ne olacak?

Çok pratik görecekler. Bizden mezun olan inanıyorum ki bir uzmanın yarısı kadar bilgiye sahip olacak. Çünkü hastanelerde ona nasıl yardım edeceğimizi biliyoruz. Nerelerden canımızın yandığını da biliyoruz Ayrıca yalnızca tıp da değil, eczacılık da hemşirelik de var.
Elemana ihtiyacımız var

Sizin 5 çocuğunuz var. 4’ü doktordu değil mi? Onlar üniversiyetle ilgileniyor mu?

4’ü doktor, bir kızım mimar. Herkes heyecanlı. Ayrıca 2 yeğenim de doktor. Onlar da oğullarım gibi. Damat da doktor. Şu anda bizim ailede 7 hekimimiz var. Küçük kızım da içmimar oluyor. Herkes heyecanlı.

İş garantili üniversite demek çok iddialı değil mi?

Evet iş garantili. Çünkü çok büyük bir grubuz. Bizim elemana ihtiyacımız var. Neden kendimiz yetiştirmeyelim?

Farklı fakülteler var bünyenizde, onlara haksızlık değil mi?

Ama yalnızca tıp mezunlarına değil bu sözümüz. Bizim inşaat şirketimiz de var, matbaamız da var. Biz öğrencilerle anlaşma da yapıyoruz, bitirdiği gün ona işini vereceğiz. Biz bunu iyi eleman yetiştireceğimiz için de yapıyoruz. Çünkü onları kaçırmak da istemiyoruz. Hiçbir işyeri yüzde 10 fazla işçi çalıştırmakla birşey kaybetmez.

Pek öyle görülmüyor ama... Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri işsizlik ve hiçbir iktidar bunu çözemedi.

Herkese sorumluluk düşüyor. Bence büyük bir işadamı işsizliğin olduğu yerlerde bunu yapmalı. Yüzde 10 fazla işçi çalıştırmakla kayıp olmaz. Ben Diyarbakır’da da yatırım yaptım, devlet desteği aldım. Daha çok kişiye iş vermek çok güzel bir duygu. Bu arada üniversitemize güveniyorum dediğim gibi yetiştirdiğimiz elemanları kaçırmak da istemiyoruz.





KENDİ ENERJİSİNİ ÜRETİYOR

* Topkapı Yerleşkesi’nde binalar kendi enerjisini üretiyor, atıkların da dönüştürülmesi için tesis kuruluyor. Üniversitenin sloganı ‘geleceğin ekolojik üniversitesi’.
* Kontenjanın yüzde 51’ine burs veriliyor.
* Şehit ve gazi çocukları için de özel bir burs modeli var.
* Her öğrenciye dizüstü bilgisayar veriliyor.
* Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ndeki fakülteler şöyle: Tıp, diş hekimliği, eczacılık, sağlık bilimleri (Hemşirelik-iş sağlığı ve güvenliği-sağlık yönetimi), fen ve edebiyat, hukuk, iletişim, iktisadi ve idari bilimler, mühendislik ve mimarlık, güzel sanatlar.

Sudan’da da hastane yapıyor

* Tiran’da hastane açtınız, nasıl gidiyor orası?
Tiran’daki yatırım fena değil... Daha çok yeni. Çok iyi bir hastane kurduk. Biraz zaman lazım oturması için.
* Yurtdışında başka yatırımlarınız da vardı...
Sudan’da da 2011 içinde hastane açacağız. Afrika’da işler ne yazık ki hızlı yürümüyor. “Bizde böyle alışın” diyorlar, yavaş insanlar. Orada 48 bin metrekarelik kapalı alana sahip bir hastane yapıyoruz. Orada bizim gibi bir hastane yok. Bizim 30 yıl gerimizdeler. Balkan ülkelerinden de istek var.
* Irak’ta da hastane yapmıyor musunuz, 750 milyon dolarlık bir yatırım?
Irak’ta devlete hastane yapıyoruz. İhale aldık, anahtar teslim hastane yapıyoruz.

Versace üniversitede sınırlı tutuldu

AZMİ Ofluoğlu’nun imzasını taşıyan her yerde Versace markası göze çarpar.

Çamlıca’daki hastanesine 7 TIR Versace mobilya getirdiğini hastanenin kuruluş aşamasında yazmıştım. Hastaneyi gezdiğimde de Versace markalı ürünlerin 7 TIR’dan çok daha fazla olduğunu düşünmüştüm. Versace koltuklu hastanelerin mimarı Ofluoğlu’na “Üniversitede de Versace olacak mı?” diye sormamak olmazdı.

Azmi Bey, “Bu sefer sınırlı tuttum. Üniversiteler hastane gibi değil, öğrenciler biraz farklı oluyor. Ama yine de sınırlı sayıda ürünü üniversiteye de koyacağız” dedi.

Etiyopya’dan bile hasta geliyor, bu yaz Ortadoğulu hasta arttı

Siz yıllardır bu sektördesiniz, tıp alanında eğitimde en büyük eksik nedir?

Sağlık sektörü Türkiye’de kötü durumda değil. İyi durumda. Yeni sağlık sistemi Türkiye’de çağ açıp kapatacak kadar da kıymetli. Üniversite hastaneleri de çok iyi. Bütün özel hastanelerde, üniversitelerde ve devlet hastanelerinde son teknoloji sağlık yatırımı yapılıyor. Sağlık sistemi inanın Batı ülkelerinden iyi. Kuşkusuz eksikler de vardır ama büyütülmesi doğru değil. Ayrıca Türkiye sağlık alanında önemli bir ülke de oluyor.

Size yurtdışından da çok hasta geliyor mu?

Etiyopya’dan da geliyor. İnanılır gibi değil. Bu yaz çok Ortadoğulu geldi, geliyor. Arap hasta da var, İngiliz hasta da... Bu yaz İstanbul’a da çok Ortadoğulu geldi...

Yazının devamı...

Zengin turistlerin yüzde 95’i City’s Nişantaşı’na geliyor

Bir süredir ne zaman City’s Nişantaşı’na uğrasam yeni bir markanın daha alışveriş merkezine katıldığını görüyorum. Bir ara herkesin dilindeydi, global krizin Türkiye’yi vurduğu aylarda, “City’s otopark, hastane olacak“ deniliyordu. Kötü senaryolar gerçekleşmedi. Kriz döneminde City’s silkindi ve krizden güçlü çıktı.
City’s Nişantaşı açıldığından beri Genel Müdür Kazım Çizmeci’yle yoluna devam ediyor. Çizmeci’yle buluştuk, sohbet ettik. Şu anda marka sayısı 126 olmuş ve Çizmeci, “Herkes sırada“ diyor. Nasıl? diye soruyorum ve son 2 yıldır yaşadıklarını anlatmaya başlıyor.
“Biz açıldıktan hemen sonra global kriz çıktı ve herkes gibi biz de etkilendik. İlk duran da lüks alışveriş olmuştu. Biz City’s’deki mağaza karmasını önümüze koyduk ve ilk olarak onlarla nasıl yürüyeceğimize baktık. Çok hızlı karar aldık ve bir buçuk yıl boyunca kiracılarımıza yüzde 30 indirim yaptık. Daha sonra da markaların performanslarını ve müşterilerin taleplerini değerlendirdik.”

Çizmeci, 1.5 yıl boyunca müşteri anketleri yaptırmış. Bu anketlerde müşterilere hem ihtiyaçları hem de City’s’de görmek istedikleri markalar sorulmuş. Ve bu çalışma sonucunda City’s’e markalar çağrılmış. Daha da önemlisi iyi performans sergilemeyen markalarla yollar ayrılmış. Kısa süre içinde de Nişantaşı’nda mağazası olan markalar da dahil olmak üzere birçok marka City’s’i adres olarak seçti.
“Trafik yapmayan markalar gitti, müşterilerin tercih ettikleri markalar geldi” diye özetliyor Kazım Çizmeci durumu.

Ve bu geniş yelpaze sayesinde City’s bu yazı geçen yaza göre yüzde 40 ciro artışıyla geçiriyor. Alışveriş merkezinde yaz ayları olmasına rağmen ziyaretçi sayısı yükseldi.

Ortadoğulular arttı

“Turist var mı?, Arap tursitlerin artışı her yerde göze çarpıyor. Siz de acentalarla anlaşmalar yaptınız mı?” diye sorduğumda Çizmeci, ‘Ortadoğulu turistlerde artış var. Aslında her milletten gelenler de artış var. Biz de bu yıl bazı turizm firmalarıyla anlaşmalar yaptık. Bazı otellerden de turist getiriyoruz. İstanbul’a gelen lüks markaları tercih eden A artı diyebileceğimiz turistlerin yüzde 95’i City’s’i ziyaret ediyor. TaxFree hizmeti vermeye başladık. 6 aydır bizim alışveriş merkezi dahil, Nişantaşı’nda alışveriş yapan tursitlere hizmet veriyoruz. Meyve veren ağaç taşlanır. Biz kulaklarımızı kapattık, işimize gücümüze baktık.”

Çizmeci City’s’in farkını anlatırken, “Birçok alışveriş merkezine insanlar zaman geçirmeye gidiyor. City’s’de böyle bir durum yok. Buraya herkes alışverişe geliyor. Bir kişinin yaptığı alıveriş miktarı yüksek City’s’de. Boş boş gezen yok burada” diyerek de özetliyor.
GAP, C&A, Mango, Nine West, Park Bravo, Watson, TeknoSa, Calvin Klein, Kenth Cole, GNC, Fabrika gibi markaları çatısında toplayan City’s’de yakında yenilikler de olacak. En üst katta 2 bin metrekarelik bir alana bir grup geliyor. Şimdilik adını yazamıyoruz. Yine yakında Koton 600 metrekarelik bir mağaza açıyor, Banana Republic, Polo Garage, Nar’s da katılıyor City’s’e.
Bu arada City’s’in 3 yıllık geçmişinde hiç hırsızlık olayı yaşanmamış. Nazar değmesin...

Yazının devamı...

‘AB sürecinde istek yok Mali Kural’ın beklemesi hayal kırıklığı’

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner Avrupa Birliği sürecini hızlandıracak bir istek ve motivasyonun olmadığını ifade ediyor, Mali Kural’ın kanunlaşmamış olmasını ise hayal kırıklığı olarak değerlendiriyor



TÜRKİYE Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner’le yaptığımız röportaja bugün de devam ediyoruz. Krizle boğuşan Avrupa Birliği’nde dinamizm eksikliği olduğuna değinen Boyner, AB süreci devam etmesine rağmen süreci hızlandıracak bir istek ve motivasyonun olmadığını ifade ediyor. Boyner’in ısrarla üzerinde durduğu konu rekabetçilik. Bu nedenle Türkiye’deki yatırım ortamı açısından büyük önem taşıyan Mali Kural’ın kanunlaşmamış olmasından TÜSİAD’ın hayal kırıklığı duyduğunu belirterek, “Bunun 6 yıldır kanunlaşmayan Türk Ticaret Kanunu’nun durumuna benzemesini istemiyoruz” diyor. Bununla birlikte, TÜSİAD olarak Türkiye’de demografik değişim başlıklı, bugüne kadar yapılmış en geniş araştırmayı önümüzdeki Ekim ayında yayınlayacaklarını açıklıyor. Boyner, BM Nüfus Fonu ile birlikte 2050 perspektifiyle hazırladıkları ve 2 yıldır üzerinde çalıştıkları bu raporun sosyal güvenlik, sağlık, eğitim ve istihdam konularına ışık tutacağını, kaynak oluşturacağını ifade ediyor.


*Türkiye’nin büyüme modeli ile ilgili tartışmaların içindesiniz. Farklı öneriler getiriliyor. TÜSİAD’ın önerisi nedir?

Daha rekabetçi olmalı Türkiye. Biz Türkiye’ye kazandıracak model arayışı içindeyiz. Bunun başında eğitim, inovasyon kapasitesi geliyor. Yüksek istihdam yaratan sürdürülebilir büyümeye geçmek için yapılması gerekenler var. Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı belli makro düzeydeki reformların mikro düzeylere indirgenmesi lazım. Eğitimden bahsederken vasıf uyumsuzluğunu giderecek, mesleki eğitimi ön plana çıkaracak ve tabii ki teknolojik anlamda Türkiye’ye üstünlük sağlayacak çalışmalara ihtiyaç var. Biz ucuz maliyet ülkesi değiliz. Verimlilik konuları Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’nun ve Sayın Babacan’ın topladığı EKK’nın (Ekonomi Koordinasyon Kurulu) da gündemini oluşturuyor. Bu iki yapıyı önemsiyoruz ve bu yapıların kurumsallaşabilmesi için çaba sarf ediyoruz.


İşsizlik büyüme problemi

*İşsizlik oranları hızla arttı. Her sanayici bir işçi alsın da denildi...

Son olarak işsizlikte mevsimsel rakamlarda düşüş var ama işsizlik Türkiye’nin yapısal bir sorunu ve 10-15 senenin bir tortusu niteliğinde. Hazırlanan istihdam paketinin Temmuz ayında açıklanacağı belirtildi. TÜSİAD da dahil olmak üzere tüm taraflar hazırlanmasına katkıda bulundu. İşsizliğin aslında bir büyüme problemi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Türkiye sürekli cari açığını büyüten bir büyüme modelini yürütemez. Yeni sanayi modeli bu nedenle bizim için önemli. Neticede Türkiye’de ara malı ithalatına dayalı bir sanayi modeli var. Bundan farklı bir modele geçmeliyiz.


Rekabet için yapısal reform


*Ne yapacaksınız bununla ilgili önümüzdeki dönemde?

Biz CEO forumları yapıyorduk. Önümüzdeki dönemde ağırlıklı olarak sanayinin temsilcilerinin katıldıkları bir yuvarlak masa toplantısı ile çalışmalarımıza yeni bir odak noktası kazandıracağız. Türkiye’nin rekabetçi gücünü artırması önemli. Başbakan da programı uyarsa katılacak. Ancak belirtmem gerekir ki, her önerimiz rekabetçi piyasa anlayışı içinde olacaktır, piyasa ekonomisi ile dost olan bir sanayi politikasını öneriyoruz.


*Değerli Türk lirası tartışmaları var...

Bu tartışmaları verimli bulmuyorum. Yapısal problemleri makro tercihler ile çözemeyiz artık bunu görelim. Bizim odaklanmamız gereken nokta rekabetçi gücümüzü yapısal reformlarla artırmak olmalı. Sürdürülebilir büyümeye geçiş çok hızlı ve kolay olmayabilir ama Türkiye bunun temellerini atmak durumunda. Özellikle TÜSİAD olarak KOBİ’lerin Türkiye büyümesine eklemlenmesini önemli buluyoruz. KOBİ sayımız çok yüksek Türkiye’de. KOBİ’lerin ölçeklerini büyüterek büyüme modelinde yer almaları ve bölgesel kalkınmışlıkta aktif olmaları çok önemli. KOBİ’lerin önemli bir kısmının kayıtdışı çalıştığı bir sistemden katma değeri etkiledikleri bir modele geçmeyi düşünüyor, hayal ediyor, bunun üzerine çalışıyoruz. Anadolu’daki Kalkınma Ajansları’nın bulunduğu yerlerde Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu TÜRKONFED’le başlattığımız proje var. Ben de bazı toplantılara gittim. Eylül ayında yeniden bu toplantılara hız vereceğiz. Her ay değişik bir ilde TÜRKONFED’in de yapılanmasını artırmayı istiyoruz. Kalkınma Ajansları’nın olduğu yerlerde bağımsız tarafsız iş örgütlerinin kalkınma ajansının çalışmasına katkıda bulunmasını amaçlıyoruz. Ayrıca bölgenin rekabetçi olabilecek şartlarını ön plana çıkarmakta rol almalarını istiyoruz. Bu alanda daha merkeziyetçi bakış açısı var. Kalkınma Ajansı dinamiği belli bir bütçeden pay alıyor ve Türkiye’nin genel bir teşvik programı var. Biz biraz daha adem-i merkeziyetçi bir bakış açısıyla aslında bu ajansların kendi içlerinde rekabetçiliklerini artırmalarına imkan vermenin yararlı olacağına inanıyoruz. Bu model İngiltere ve İspanya’da başarılı olmuş. Bölgesel kalkınma farklılıklarının giderilmesinde sanayiyle meslek eğitiminin birlikte çalışması da bizim için çok önemli.


Demografik değişim raporu

*Gelişmekte olan bir ülkeyiz çok uzun zamandır. Sizin üyeleriniz arasında gelişmiş ülkelerdeki rakiplerini geride bırakan örnekler var. Şirketlerin başardığını ülke olarak başarmamız gerekiyor. Ama bu eşiği atlamak çok zor. Yalnızca da ekonomiyle de ilgili değil. Siz bu eşiği Türkiye’nin nasıl atlayabileceğini düşünüyorsunuz?

Orta halli bir ülkeyiz. Verimlilik tabanlı büyüme modellerine geçen ülkeler dünyada rekabetçi gücü ellerine geçirdiler. Finlandiya, İsveç aslında İskandinav ülkeleri bunu yaptı.


*Onlar bizden çok farklı değil mi?

Evet biz demografik olarak çok farklıyız, biz genç nüfusuz, hızlı büyüyoruz ama bunların ışığında büyüme modellerine bakmalıyız. Önümüzdeki 6 aylık programda; Ekim ayında kamuoyu ile paylaşacağımız yeni bir rapor hazırlıyoruz. BM Nüfus Fonu’yla birlikte, 2050 perspektifiyle Türkiye’nin demografik değişim haritasını çıkarıyoruz. 2 senedir çalışılıyor bu konuda. Bu rapor bize eğitim, sağlık-sosyal güvenlik, işgücü-istihdam konularında önemli ipuçları verecek. Bu anlamda bir çalışma epeydir yapılmadı. Bu çalışmanın iyi bir kaynak olacağını düşünüyoruz. Yeni dönemde gündeme getireceğimiz başka projelerimiz de mevcut.


*Ne gibi?

Enerji sektörünün liberalizasyonu, Türkiye’nin enerji koridoru olabilmesi önemli konular bizim için. Enerji Bakanlığı’yla ilgili işbirliği içinde önemli çalışmalar yaptık. Uluslararası boyutlarda, enerji nakil hatlarının politiğine ilişkin Ekim-Kasım aylarında uluslararası katılımı olan bir toplantı yapacağız.



Mali Kural hayal kırıklığı

*Mali Kural bekliyor Meclis’te. Gündeme gelmiyor. Mali Kural da çıkmazsa...

Mali uyum ve Orta Vadeli plan çok önemli. Mali Kural’ın kanunlaşmamış olmasından hayal kırıklığı duyuyoruz. Sayın

Ali Babacan’ın da gündeminde bu konu önemli yer tutuyor, bunu da biliyoruz. Kendisi de gayet iyi biliyor ki Mali Kural’ın kanunlaşması Türkiye’deki yatırım ortamı açısından çok önemli. Bizim yatırım kaynağına ihtiyacımız var. Bunun referandum sonrasına kalması endişe yaratıyor. Bunun Türk Ticaret Kanunu’nun durumuna benzemesini istemiyoruz. Altı senedir kanunlaşmayan bir Türk Ticaret Kanunu var. Türkiye’nin en büyük yapısal sorunlarından biri olan kayıtdışı ekonomi açısından çok önemli. Kayıt dışı ekonomiyle Türkiye’nin verimlilik tabanlı büyümesi, istihdam yaratması gerçekten çok zor. Bunlar için Türk Ticaret Kanunu’nun çıkması önemliydi. Mali Kural da aynı sona uğramasın... Piyasa ekonomisinin başarılı işleyebilmesi açısından özerk denetleyici ve düzenleyici kurumların varlığı ve işlevselliği çok önemli. Bu bağlamda Merkez Bankası’nın, Sermaye Piyasası Kurulu’nun, BDDK’nın özerk yapısını makro istikrarın tesisi açısından çok önemli buluyoruz. Kırılganlığın giderilmesinde bu tip kurumların özerkliği çok önemli.



Artık adım atması gereken Avrupa Birliği


*AB sürecinde 35 başlıktan 3’ü açılabilecek durumda. Kıbrıs engeli var, Sarkozy ve Merkel engeli var. Siz TÜSİAD’da önceki yönetimde AB lobisi oluşturmak için de çaba sarfettiniz. İki taraftan da sormak istiyorum. AB ülkelerinde ne yapıyorsunuz? Türkiye’de kamuoyunda AB’ye inanç zayıfladı, bu konuda bir şey yapacak mısınız?

AB kendi içinde sıkıntıda. Ekonomik kriz var ve de bir yönetişim sorunu var. Benim edindiğim izlenim uzlaşmış, bütünleşmiş bir siyasi birlik yok karşımızda. Almanya, ekonomik krizde yaptırım gücünü artırdı. Yine önümüzdeki dönemde Sarkozy ve Merkel etkili olacak. AB Konseyi’nden de hâlâ rapor çıkmış değil, dinamizm eksikliği var AB’de de. Kıbrıs’ın sürekli önümüze gelmesi artık ahlaki bir sorun oldu. Adım atması gereken AB, bu konuda. Ama tüm bunlara rağmen süreç devam edecek ama maalesef süreci hızlandıracak bir istek ve motivasyon yok. Sayın Başbakan “Kopenhag Kriterleri yoksa Ankara Kriterleri” var demişti, gerçekten de üyeliğimizin gerçekleşmesi kadar AB’nin uyum sürecinde yaptıklarımız, kendimiz için önemli. Görüşmeler, İlerleme Raporları önemli, bizim kendi içimize dönüp üstümüze düşenleri yapmamız lazım. Bu konuda 2007 yılında, hükümetin yayınladığı bir yol haritası belgesi var.

Yazının devamı...

İşte geleceğin meslekleri

Karşınızda usul usul konuşan birinin yarışçı olmasını bekler misiniz? Kendisiyle ilgili çıkan haberleri daha önceden okumuş olmasam Rıfat Sarıcaoğlu’nun şu anda Türkiye Şampiyonluğu’na doğru ilerleyen bir otomobil yarışçısı olduğunu asla tahmin edemezdim. Bir dönem Efes Pilsen, Eczacıbaşı gibi kulüplerde basketbol oynayan Rıfat Sarıcaoğlu, Bilgisayar Mühendisi. 1990 yılında eşi ve oğluyla birlikte Amerika’ya gitmiş ve eğitim sektörüne girmiş... Temmuz ayı başında Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na getirilen Sarıcaoğlu’yla birlikte Bilgi Üniversitesi’nde değişim rüzgarları esiyor ve “hoca odaklı” eğitimden “öğrenci odaklı” eğitime geçiliyor. Sarıcaoğlu gençlerin kulağına küpe olacak sözler söylüyor, önümüzdeki yılların gözde mesleklerini anlatıyor.

* Üniversite sayısı hızla artıyor. Her ilde bir üniversite olmalı mı, her vakfın da bir üniversitesi mi olacak bu gidişle? Türkiye’de yeterli akademisyen de olmadığı söyleniyor.

Geçtiğimiz yıl 46 ilde yeni üniversite açıldı. 26’sı vakıf üniversitesi, 20’si devlet. Sekiz de meslek yüksek okulu açıldı. Biz de “Açılmasın” demiyoruz ama bunlar hep hesap kitap meselesi, YÖK yeni kurallar koydu. Her bölüme o alanda eğitim almış doktoralı öğretim üyesi istiyor. Vakıf üniversitelerinin çoğu İngilizce, Galatasaray Üniversitesi Fransızca, bazı üniversiteler de Türkçe, karma olanlar da var. Doktoralı İngilizce bilen öğretim üyesi sayısı da ne yazık ki çok yok.

* Toplam öğretim üyesine oranı nedir?

Toplamın içinde yüzde 20’dir. 46 üniversitenin her biri 12 bölüm açsa, (eski üniversitelerin yeni açtıkları bölümleri saymıyorum) sadece yeni açılan üniversiteler için 2000 kadar doktoralı öğretim üyesi lazım. Her bölüme asistan da lazım. Minimum bir asistan alınsa, o da toplamda 600 eder. 2600 civarında sadece yeni üniversiteler için açık var. Planlama sorunu var Türkiye’de; arz talep dengesizliği var.
Doktoralı hoca sayısı az; biz 10 bölümde doktora hizmeti vereceğiz.

* Toplam kaç üniversite oldu Türkiye’de?

161 üniversite var. 51 vakıf, 9 meslek yüksek okulu... 31 vakıf üniversitesi ve 6 meslek yüksek okulu İstanbul’da. Türkiye’deki en büyük 3 ilde vakıf üniversitesi sayısı devlet üniversitesi sayısının üzerinde. Bana göre en büyük sıkıntı doktoralı hocaların yetişmesi.

* Doktoralı akademisyenler işsiz kalmaz
diyorsunuz...

Dünyanın farklı yerlerinde de iş bulabilirler. Çin, Brezilya gibi ülkelerde son 10 yılda artan talep 3 katı. Türkiye’de doktora yapan oralarda da iş bulabiliyor. Doktoralı bir eleman diyelim İngiltere’de hocalık yapıyor, alternatifi Çin, Dubai olabiliyor; Dubai de bir eğitim atağında. Bu yüzden bir an önce doktoralı eleman yetiştirilmeli.

* Siz üniversite olarak bunun için ne yapıyorsunuz?

Vakıf Üniversiteleri Birliği olarak da, Bilgi Üniversitesi olarak da bunu programımıza aldık. Bilgi Üniversitesi’nde biz 4 bölümde doktora hizmeti veriyoruz, şu anda 10 bölüme çıkmayı hedefliyoruz.

* Türkiye’de öğrenci sayısı yüksek, mevcut sistemle öğrencilerin çoğu üniversiteye giremiyor, bir yandan da üniversitelerde kontenjanlar dolmuyor... Ama her üniversite de yurt dışından öğrenci almak istiyor... Bunlar çelişmiyor mu?

Prensip olarak yurt dışından öğrenci gelmeli. Dünya vatandaşı yetiştireceksek bunu yapmalıyız. Farklı kültürler tanışmalı. Türkiye’nin bölgede bir etki alanı var. Bölgede daha güçlü olmak için de yüksek öğrenim önemli. “Komşularla sıfır sorun” diyorsak yabancılar buraya gelmeli, bizim öğrencilerimiz de gitmeli. Hoca yokken ve her yıl 100 bin kontenjan açık kalıyorsa bu da önemli bir sorun.

* Ne yapılmalı?

Devlet üniversiteleri de kontenjanlarını dolduramıyor bu sistemle...
Kontenjan boşluğunun yüzde 65’i devlet üniversitelerinde. Yanlışlar var.

*Neler bu yanlışlar?

Hükümet planlarında gelecek 10 yılın mesleklerinin ne olduğu yazılmalı, öngörülmeli. Üniversitelerde rastgele bölüm açmanın sonucu bunlar. Mesela ziraat mühendisliğindekiler hiç iş bulamıyor. Şu da var, yurt dışından öğrenci getirip o bölümlere koyamıyorsunuz. Yurt dışından gelen öğrencilerin tercih ettikleri alanlar da belli; tıp, işletme, mimarlık, mühendislik alanlarına geliyorlar. Dolayısıyla Türkiye’deki öğrencilerin talep ettikleri alanlara geliyorlar. Bir hocaya 20 öğrenci düşüyorsa ya bunu 22 öğrenciye çıkaracaksınız ya da bu sorunu çözemezsiniz.

Banka kurmak, üniversite açmaktan daha kolay

*Vakıf üniversitelerinin yapılarıyla ve gelirleriyle ilgili tartışmalar da var.

Banka kurmak üniversite açmaktan daha kolay. Vakfın maddi desteğine bakılıyor. Bu yanlış algı. Kuruluşta bakıyorsunuz vakfın gücü 50 milyon lira. Ama Bilkent, Bilgi, Yeditepe Üniversitesi gibi büyük üniversitelere yıllık girdi 200- 300 milyon lira. Vakıf artık destekleyemez bu üniversiteleri. Vakfın, ihtiyaç hasıl olunca destekleyebilmesi lazım. Bence bu sistem yanlış. Baştaki büyüklük çok farklı. Üniversiteler kaynaklarını düzgün yönetmeli. Vakıf üniversiteleri kâr etmeli, gelir fazlası elde etmeli, ayakta durması için buna ihtiyacı var. Ayrıca vakıf ilk kurulduğu güçte olamayabilir. Vakıf üniversiteleri gelir fazlası elde edebilir temettü dağıtamaz. Vakıf üniversiteleri ya büyüyecek ya da burslu öğrenci sayısını artıracak. “Vakıf üniversiteleri tonla para kazanıyor” diyorlar. Yanlış. Biz 3’üncü kampüsümüzü açtık ve 85 milyon dolar harcadık bu kampüs için. Bu gelir fazlasıyla oldu. Sistem içinde sorunlu olanlar olabilir, bizim birlik altında 22 üyemiz var kendi kriterlerimizi oluşturuyoruz.

* Bilgi Üniversitesi olarak üniversite gençliğiyle ilgili bir araştırma yaptırdınız. Yaptırdığınız araştırmada öğrenciler üniversite seçimlerini neye göre yaptırıyor, bu konuda bir veri var mı?

Öncelikle neden bunları yaptırdığımızı anlatmak isterim. Bilgi Üniversitesi olarak vizyon değişikliği yaptık. Benim yetiştiğim dönemde hoca odaklı bir sistem vardı. Tabii ki hocalar hâlâ başımızın tacı. Ama biz artık öğrenci odaklı bir sistem olması gerektiğini düşünüyoruz. Öğrencilerin geleceğiyle ilgili hangi alanlarda hangi formasyonda eğitim görmesi gerektiğiyle ilgili çalışmalar yaptık. Ayrıca twitter, facebook gibi değişik sitelerden konuşunca bazı hocalar ‘uzaylı mıyım?’ diye bakıyor. Çocuklara ayak uydurmak lazım. Son 10 yılda bazı mesleklerin yüzde 60’ı yok oldu.

Öğrenciler seçim yaparken önce fiyata sonra akademik kadroya bakıyor

* Bazı meslekler yok olacak ya da farklılaşacak değil mi?

Gelecek 10 yıl için formasyon eğitimi olmalı. Formasyon için de iyi dil konuşmalılar. Dil derken Türkçe dahil buna. Kendini ifade eden, yazışabilen, muhakeme yeteneği ve sorgulama yapan öğrenciler yetiştirmek önemli. Biz yapısal değişikliğe gittik. İlköğretim ve liseden gelen öğrencilerin alt yapısı zayıf geliyor.

* Üniversiteye hazır değiller diyorsunuz. Özel okullara çocuklarını gönderen veliler en azından yabancı dili iyi olsun diye düşünüyor, siz yeterli değil diyorsunuz...

Hepsi böyledir diyemeyiz ama Türkiye’deki eğitimin kalitesiyle ilgili verileri ben değil Dünya Bankası’nın, BM’in yaptığı araştırmalar söylüyor. 58, 59’uncu sıralardayız eğitim kalitesinde. Öğrenci hazır gelmiyor bize. Dediğim gibi Türkçe dahil iyi dil konuşmalılar öncelikle.

* Size gelenler genelde özel okullardan mı?

Bize gelen öğrencilerin yani vakıf üniversitelerine gelenlerin yüzde 45’i özel okullardan, Bilgi’ye gelenlerin yüzde 50’si. Bu rakamlar İstanbul ve İzmir’de farklı olabiliyor. Üniversitelerin öğretim yapısı değiştirilmeli. Biz ilk yıl temel becerileri öğretiyoruz. Her bölümde her fakültede önce üniversitede öğrenci olmayı öğreniyorlar. Bunu yapmadan inanın mevcut sistemde kimseyi mühendis de mimar da yapamazsınız. Biz araştırmada temel olarak öğrenci üniversiteyi neye göre seçiyor diye baktık. Vakıf ve devlet üniversiteleri olarak ilk sırada akademik kadroya bakıyor, ikincisi bölüm, üçüncüsü şehir. Vakıf üniversiteleri için önce fiyat geliyor. Sonra sıralama aynı. Karar verirken kimler etken diye baktık.
23 ülkede 50 üniversiteyle iş birliğimiz var

* Ne çıktı?

Başta en etkili kişi arkadaş çevresi. Arkadaşlarının dediği önemli. İkinci kendisi, üçüncü aile, dördüncü rehber hoca. Üniversitelerde ne arıyorlar diye baktık. Türkiye’deki en kapsamlı sonuçlara baktık. Gençler artık çoğu şeyi iyi araştırıyor.

* ‘İş garantili eğitim vereceğiz’ diyen üniversiteler var, en sağlam yatırım bu değil mi? İşsizlik büyük korku olmuyor mu öğrenciler için?

Bunlar basitleştiriyor işi. Bazı bölümler yıllardır iş bulamıyor. “İş bulamazsanız biz size 5 yıl boyunca 5 yıl maaş vereceğiz” diyorlar. Madem öyle bütçeniz var bunu başka şey için harcayın.

* Siz ne yapıyorsunuz?

Biz elçiliklerle görüşüyoruz. Amerikan ve İspanyol elçileriyle görüştük, onların buralardaki yatırımlarından bizim öğrenciler nasıl yararlanabilir diye baktık. Biz uluslararsı network’e dahiliz. Yurt dışında herkes iş bulabilir demiyorum ama biz iş dünyasıyla birlikte hareket ediyoruz. 2 yıl önce buraya IBM’in ikinci adamı geldi. Masaya müfredat koydu. “Dünyada her yıl 400 kişiyi işe alıyoruz. Bu eğitimi verin sizden de alalım” dediler. Bu tarz eğitim programlarını almak lazım. 23 ülkede 50 üniversiteyle iş birliğimiz var.

Geleceğin meslekleri

Tasarım ve bio mühendislik

* Geleceğin meslekleri neler?

Tasarım. Her şey bir tasarım ürünü artık. Tasarımı da çok geniş düşünmek lazım. Her şey artık kişiye özel olacak... İkinci alan ağırlama. Konser düzenlemekten golf turnuvası düzenlemeye kadar. Dünyada çalışan her 10 kişiden biri bu alanda çalışıyor artık. Diğer alan online eğitim. Yani uzaktan eğitim.

* Siz bunu yapıyorsunuz... İlgi nasıl?

Biz yapıyoruz ama yüzde 100 uzaktan eğitime karşıyız. Yüzde 100 yapınca çok yapay oluyor. Muhakkak bir sosyalleşmenin gerektiğine inanıyoruz. Online eğitimde çok gelişme olacak. YÖK bu işe yeni uyanmaya başladı. Dünyada en fazla artan talep, yetişkin eğitimi ve onların zamanları yok. Kendilerine vakit ayırıp evden çalışmak istiyorlar. Model bu. Biz online eğitime ilk başlayanız. 1100 öğrencimiz var. Biz bu alanda en büyük olmayı hedefledik. Bilgisayara yazılımı yüklemekle olmuyor. Normal eğitimden daha zor ve maliyeti daha yüksek.
Online eğitime ilk biz başladık; YÖK yeni uyandı

* Tam tersini düşünüyordum...

Genelde yanlış biliniyor. Teke tek ilgi fazla olmak zorunda. Yazılım yatırımları yapmanız gerekiyor. Aktarma metodları var, her aktardığınız kişiye ücret ödemek zorundasınız. Telif hakkı gibi. Online yani hibrit model eğitim alanlar derslere girenlerden daha başarılı çıkıyor. Odaklanıyorlar. Derste dejavu yapabilirsiniz ama burada yapamıyorsunuz. Bir de yaş farkı ve deneyim farkı var. Bizim 1100 öğrencimiz çalışan kesim. Hayat boyu eğitim diye bir konsept var, her sene bir konuda eğitim görebilirsiniz. Online sistem bu yüzden hızla gelişecek.

* Mühendisliklerde durum nasıl?

Biz bio mühendislik diye bir alan başlattık. Biyoloji, mühendislik ve genetiği bir araya getiriyor, bilgisayar mühendisiğini de birleştiriyor. Genetik kodlarınızla ilgili her şey artık gündemde olacak; “Akdenizli insanla Amerika’daki insan aynı ilacı kullanmalı mı?” ya da “Aynı kolesterol ilacı size gerçekten iyi geliyor mu?”
Sivil Havacılıkta Türkiye altın madeni, farkında değil

* Artık farklı sektörlerde iş olanakları da çıkıyor. Örnek verebilir misiniz?

Türkiye’de sivil havacılıkta çok ihtiyaç var. Ne yazık ki yönetenler ileriyi göremiyor. Önlerindeki listeye bakıp böyle bir bölüm yok diyorlar. İşsizlik var diyoruz ama işe alınacak yerlere göre elemanımız yok. Türkiye altın madeninin üzerinde oturuyor. Buna sortie diyorlar. Boing 737 ya da Airbus 327 gibi tek koridorlu uçakların uçuş mesafesi ölçüldüğünde Türkiye dünyadaki yüzde 38 filoya hitap ediyor. Bu çok önemli ve büyük bir rakam. Makine geliştirmeden indirme bindirmeye kadar farklı alanlarda çalışacak personele ihtiyaç var. Boing makinesine bakım uzmanı mezun olur olmaz 5 bin dolar alıyor. Biz şirketle tüm çalışmaları yaptık. Müfredatı hazırladık. Bakan Binali Bey “Harika” dedi ama süreç eğitim komisyonunda takılıyor ve uzuyor.

* Üniversite olarak hedefiniz ne?

11 bin öğrencimiz var. Önümüzdeki yıl 12.500 olacak. 5 yıl içinde öğrenci sayısında en büyük olmayı planlıyoruz. Bilgi Üniversitesi’ni STEM denilen bir modele dönüştüreceğiz. Biz bugüne kadar diğer alanlarda başarılı olduk, şimdi amacımız STEM’i yerleştirmek.

* Nedir STEM?

Bilim (Science), teknoloji (Technology), mühendislik (Engineerin), yönetim (Management) alanlarında çok başarılı olmayı hedefledik. Ben buna daha önce de başarılı olduğumuz sanat (Art) ve dizaynı da (Desing) ekliyorum. Ayrıca yüksek lisans ve doktora araştırmaya ağırlık vermeyi planlıyoruz.

Geleceğin dili Çince


Gelecek 10 yılda İngilizce, Çince, İspanyolca dilleri ön planda olacak. Ayrıca gazetecilik form değiştirecek, zaten değişim başladı. İnternet üzerinden gazete okuyanlarla tirajlar çok farklılaştı. Televizyonlar yok olacak, cep telefonunuzdan izleyeceksiniz, reklamlar da kişiye özel olacak.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.